– 31 –
Bâhire, Sâibe, Vâsile ve Hâm’ın yasaklanması
İnsanların yasa çıkarmalarının yasaklanması
Atalara körü körüne uymanın yasaklanması
İman etmek için düşünmenin vücubu
Allah’ın indirdiğine ve Rasule uymanın vücubu
Müslümanların insanlara daveti taşımasının vücubu
Kâfirler ve zalimlerle mücadelenin vücubu
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنۡۢ بَحِيۡرَةٍ وَّلَا سَآٮِٕبَةٍ وَّلَا وَصِيۡلَةٍ وَّلَا حَامٍ ۙ وَّلٰـكِنَّ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا يَفۡتَرُوۡنَ عَلَى اللّٰهِ الۡـكَذِبَ ؕ وَاَكۡثَرُهُمۡ لَا يَعۡقِلُوۡنَ ﴿۱۰۳﴾ وَاِذَا قِيۡلَ لَهُمۡ تَعَالَوۡا اِلٰى مَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُوۡلِ قَالُوۡا حَسۡبُنَا مَا وَجَدۡنَا عَلَيۡهِ اٰبَآءَنَا ؕ اَوَلَوۡ كَانَ اٰبَآؤُهُمۡ لَا يَعۡلَمُوۡنَ شَيۡــًٔـا وَّلَا يَهۡتَدُوۡنَ ﴿۱۰۴﴾ يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا عَلَيۡكُمۡ اَنۡفُسَكُمۡۚ لَا يَضُرُّكُمۡ مَّنۡ ضَلَّ اِذَا اهۡتَدَيۡتُمۡ ؕ اِلَى اللّٰهِ مَرۡجِعُكُمۡ جَمِيۡعًا فَيُـنَـبِّـئُكُمۡ بِمَا كُنۡتُمۡ تَعۡمَلُوۡنَ ﴿۱۰۵﴾
Allah bâhire, sâibe, vâsile ve hâm diye bir şey kılmadı. Fakat kâfirler Allah adına yalan uydurarak iftira atarlar. Onların çoğu düşünmezler. (103)
Onlara Allah’ın indirdiklerine ve Resule gelin denildiği zaman, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter derler. Peki; ya onların ataları bir şey bilmeyen ve hidayeti bulmayan kimseler idiyse?! (104)
Ey iman edenler! Siz hidayetli olduğunuz takdirde, diğerleri saparsa size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’a. O da sizin yaptıklarınızı gösterecektir. (105)
İslam’dan önce cahiliyede Araplar bazı yasa, adet ve gelenekler çıkardılar. Hadis kitaplarında geçen rivayetlere göre müşrik Araplar, bazı hayvanların sağılmasını yasaklayıp sütlerini sadece putlarına veriyorlar, başkalarına yasaklıyorlardı. Buna bâhire adı verdiler. Başka bir rivayete göre bir hayvan beş tane doğurmuş ve 5. Doğumda erkek doğurmuşsa, hayvan kesilir, sadece erkekler yerler, kadınlar mahrum edilirdi. Eğer 5. Hamilelikte dişi doğurursa bunun kulaklarını delip serbest bırakırlardı. Suyu çok olana bahr denilir, deniz manasındadır. Buna göre sütü çok olana bâhire denilir.
Sâibe ise üzerinde bir şeyin taşınması yasaklanıp serbest bırakılan hayvandır. Eğer 6. Doğumunu yaparsa ve 7. Doğum bir erkek ve ikiz erkek hayvan doğurursa ona sâibe denilir. 7. Doğumu kesip erkeklerine yedirirler, kadınlarına yasaklarlar. Başka bir rivayete göre 10 tane dişi deve doğuran deveye sâibe denilir, serbest bırakılır, hiç dokunulamaz, kesilmez, üzerinde bir şey taşıtılmaz, sağılmaz, yününden bir şey alınmaz. Zira dilde sâibe, serbest bırakılandır.
Eğer bir dişi deve arka arkaya birinci ve ikinci hamilelikte birer dişi doğurursa vâsile olarak adlandırıyorlardı, bunun üzerinde bir şey taşıtmazlardı. Dilde vâsile birbirine bağlayandır.
Hâm ise bir erkek deve 10 tane dişi deve hamile bırakırsa ona dokunulmaz, üzerinde bir şey taşınmaz ve yününden bir şey almazlar, istediği yerde yer ve içer. Dilde hâm’ın manası sıcak olandır. Bu erkek devenin sırtı sıcak olmuştur, bu nedenle 10 tane dişi deve hamile bıraktı derler.
İşte kâfirlerin çıkardıkları yasaların tümü batıldır. Allah böyle bir emir vermedi, bir yasa, bir kanun indirmedi. Fakat kâfirler Allah adına yalan uydurarak iftira atarlar. Çünkü Allah bize böyle bir şeye müsaade etti derler. Böylece Allah’a yalan söylerler, iftira atarlar. Yine biz kanun ve yasa çıkarabiliriz, Allah bize karışamaz, yasa çıkarma işini bize bıraktı diyerekten Allah’a iftira atarlar.
Nitekim İslam’dan yaklaşık 150 seneden önce Amr bin Luhy Elhuzai Mekke’nin liderliğini üstlenince bunları çıkardı, aynı anda putperestliği de Şam’daki kâfirlerden getirdi. Bütün insanlar düşünmeden ona uydu. Sadece Mekke değil, Arap yarım adasında çoğu etkilenip putperest oldu. Oysa daha önce İbrahim a.s’ın tevhid akidesine bağlı idiler. Putlar bizi Allah’a yaklaştırıyor diyerek onlara kabul ettirdi. Artık kendilerine esas oldu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem görevlendirilip tevhid akidesine çağırınca hepsi ona karşı çıkıp atalarımızın dinlerini değiştireceksin, böylece sen fitne çıkarıyorsun diyerek onunla savaştılar. Oysa daha önceki ataları tevhid akidesine bağlı idi, ama kendilerine unutturuldu.
Tamamen bu günkü Kemalistler, demokratlar, laikler ve birçok kişi gibi; ihlaslı Müslümanlar Hilafete, şeriata ve İslam hâkimiyetine çağırınca onlara karşı savaş açarlar, fitnecisiniz, bölücüsünüz ve benzer ithamlarda bulunurlar. Oysa 100 sene önce ataları Hilafete, şeriata ve İslam hâkimiyetine bağlı idiler. Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in getirdiği tevhid akidesine ve kurduğu İslam devletine çok bağlı idiler. Ama Mustafa Kemal adlı kişi onları saptırdı, Batıdaki kâfirlerden kanunlar ve anayasa getirdi, Hilafeti ilga etti, şeriatı ve Allah’ın hâkimiyetini kaldırdı, şirki yerleştirdi. Böylece sapık olanlar bu kişiyi ata sayıp asıl ve asil Müslüman atalarının sımsıkı bağlandıkları tevhid akidesinden fışkıran nizamları unuttular.
İşte Allah “Onların çoğu düşünmezler” deyince, gerçekte insanların çoğunun düşünmediği gerçeğini beyan etmiştir. Çoğu insan düşünmeden liderlerine, büyüklerine ve ünlü kişilerine tabi olurlar. Bunlar ise zevklerine, heva ve heveslerine göre; bu yasaktır, bu serbesttir derler, sair insanlar düşünmeden kabul ederler. Böylece düşünmeyen insan oldular. Çünkü doğru şekilde düşünseler Allah’tan başka bir ilah kabul etmez, O’ndan başka tapınılacak yoktur derler. Bunun manası O’ndan başka yasa koyan, helali ve haramı gösteren yoktur demektir. Doğru akideye ve aklıselime terstir. Eğer bir kişi ben Müslümanım derse, İslam’a ters bir şeyi nasıl kabul eder?! Böyle bir kişi gerçekten düşünüyor mu?!
Zira derin ve aydın düşünmeyen insan yaşadığı şartlara, çevreye, zamana, çıkarına ve zevkine göre fikirler söyler ve kanunlar çıkarır. Bu ise aciz ve eksik bir insandır. Çıkardığı kanun değişkenliğe maruzdur, her an değişebilir, değiştirebilir. İnsanlar ne iyi, ne kötü, zevkine ve çıkarına göre söyler. Kanun çıkaranlar kendi çıkarlarına ve zevklerine göre çıkarırlar. Belli insanlar kazanır, öbürleri kaybederler. Kapitalist demokratik sistem sahipleri laik olup zenginlerin ve büyük şirketlerin çıkarlarını göz önüne alıp buna göre kanun çıkarırlar, işçileri ve memurları ezerler. İnsanlara hürriyet verdikleri için bütün ahlaklarını ve insanlar arasındaki ilişkileri bozarlar. Bu yüzünden toplum ruhani, insani ve ahlaki değerlerden yoksun olur, sırf maddiyat hâkim olur. İnsanlar beşeri kanunlardan dolayı böyle neticelerin doğacağını bilmezler. Bu şekilde insanların çoğu düşünmezler, çoğu düşünmeden liderlerine, büyüklerine ve ünlü kişilerine tabi olurlar. Hatta Türkiye’deki Kemalist, demokrat ve laik kimseler hiç düşünmeden Batıdan hazır bozuk düşünce ve kanun ithal ederler. Diğer ülkelerde de onlara benzer batı hayranları vardır, hiç düşünmezler, batıdan her şeyi getirmeye çalışırlar.
Daima düşünenler çok az olur. İslam’dan önce Mekke toplumunda o adetleri, sair şirk ve küfür düşüncelerini reddeden ve düşünenler çok azdı. Ebu Bekir, Varaka bin Nevfel, Zeyd bin Amr ve Osman bin Alhuyres gibi kişilerdı.
Bu asırda da insanların çoğunun düşünmediklerini görüyoruz, devletlerinin, kanunlarının ve liderlerinin doğru olup olmadıklarını hiç düşünmezler. Genellikle körü körüne ve taassup ederek tabi olurlar ve savunurlar. Çıkarlarına ve zevklerine göre hareket ederler. Nereye gittiklerini bilmezler, neticelerini de düşünmezler. Düşünmedikleri gibi sapık veya hain liderlerini ilahlaştırmaya ve kutsallaştırmaya giderler. Onlar ne derse savunurlar. Zira liderlerini ölçü ve örnek edindiler, ne derlerse ve ne yaparlarsa savunurlar ve onları meşrulaştıran bahaneler uydururlar!
Laik demokratik sistemin batıl olduğunu göstersen bile çoğu kabul etmek istemez. Bir lider, bir önder onları saptırır onun peşine düşerler. Kendileri için doğru, liderlerinin dedikleridir. Atalarımızın izlerini takip ederiz derler ve yaptıklarını tartışmaksızın kabul ederler.
Bu nedenle Allah “Onlara Allah’ın indirdiklerine ve Rasule gelin denildiği zaman, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter derler. Peki; ya onların ataları bir şey bilmeyen ve hidayeti bulamayan kimseler idiyse?!”
Ataları eski liderleri ve önderleridir. Amr bin Luhay Elhuzai gibi bir lider Arapların çoğunu saptırdı, onun izini takip ettiler. Kemalistler Mustafa Kemal atamızdır, onun izindeyiz derler, ne getirmişse kabul ederiz derler. Bütün getirdiği küfür sistem ve kanunlarını uygularlar, Allah’ın diniyle savaşırlar. Amerikalılar Amerika’yı tesis edenleri kurucu babalar olarak adlandırıp onların izlerini takip ederler. Hemen hemen her memlekette aynı şeyler vardır.
Eski insanlar veya atalar bu günkü insanlar gibidir, düşünmemiş veya bilmemiş olabilirler, bu nedenle onlara körü körüne tabi olunmaz. Allah onlara çatarak ya babalarınız hiç düşünmemiş ve hiç bir şey öğrenmemişse yine de mi onlara tabi olacaksınız?! Çocuklar ve yeni nesilleri düşünmeye ve öğrenmeye çağırdı. Nitekim hidayet, doğru yol, ancak derin ve aydın düşünmekle keşfedilir.
Müslümanlar ise akidelerini alırken düşünmelidirler, akli delillerle Allah’a, Kuran’a ve Muhammed’in nübüvvetine ve Rasulluğüne inanmalıdırlar. Vicdanen, takliden ve duygusallıkla iman etmek doğru değildir. Akli deliller ve düşünmek farzdır. Allah yüzlerce ayette düşünmeye çağırdı, düşünmeyenlere sert şekilde çattı ve onları kötüledi. Eğer bir kişi derin ve aydın şekilde düşünerek inanırsa akidesi sağlam olur, sapmaz, saptırılmaz, kişilerin peşine düşmez. Ancak şeri kaynaklara döner. Sadece Kuran ve sahih hadisleri kaynak olarak kabul eder. Eski müçtehitlerden de alırsa delillerine ve delilleri nasıl anladıklarına bakar ve diğerlerine gösterir.
Bu ayet şeri kaynakların sadece Allah’ın indirdiği Kuran ve Rasulüne vahyettiği sünnetin olduğunu vurgulamıştır. Bunları bile bile terk edip parlamento ve Meclislerinin yasalarına uymak o cahili müşriklerin işine tıpa tıp benzer. Mecliste Kuran ve sünnet dışında başka kaynak kabul edip yasa çıkaranlar ve kendilerine seve seve uyanlar cehennemliktir.
Zira Allah kâfirlere çattıktan sonra iman edenlere seslenerek “Siz hidayetli olduğunuz takdirde, diğerleri saparsa size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’a. O da sizin yaptıklarınızı gösterecektir”.
Diğerleri saparlarsa, hidayeti bulmazlarsa veya hidayete gelmezlerse veyahut inanmazlarsa size zarar gelemez derken size bir günah dokunmaz, onlara dokunacak azap size dokunmaz. Siz onları düşünmeye ve imana davet ettiniz, ama onlar kabul etmediler, siz sorumluluktan kurtuldunuz.
Bazı kimseler bu ayeti yanlış anlayıp sanki daveti diğerlerine taşımak, hakkı söylemek ve İslam uğrunda çarpışmak gerekmez, ben hidayetli olduğum zaman diğerleri hidayetli olmasalar da önemli değildir der! Hatta 1. Raşidi Halife Ebu Bekir r.a döneminde böyle yanlış anlayan kişiler çıkmıştır. Bunun üzerine onlara şöyle dedi: “Ey İnsanlar! Bu ayeti okuyorsunuz ve doğru şekilde tevil etmiyorsunuz, (yanlış mana çıkarıyorsunuz). Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini işittim:
“إنَّ النَّاسَ إَذا رَأوُا الظَّالِمَ فَلمْ يَأْخُذُوا عَلى يَدَيْهِ أوْشَكَ أن يَعُمَّهُمُ اللَّهُ بعِقَابٍ” ( ابن ماجه. الترمذي، أبو داود)
“İnsanlar zalimi görüp onu zalimlikten alıkoymaya çalışmazlarsa Allah onlara azap verecek bir hal üzere olur.” (Ebu Davut, Tirmizi, İbni Mace)
Zira birçok ayette Allah Müslümanların diğer insanlara daveti taşımayı emretmiştir. Daveti yüklenmeyi en büyük farzlardan biri olarak göstermiştir.
Allah şöyle buyurdu:
اُدۡعُ اِلٰى سَبِيۡلِ رَبِّكَ بِالۡحِكۡمَةِ وَالۡمَوۡعِظَةِ الۡحَسَنَةِ وَجَادِلۡهُمۡ بِالَّتِىۡ هِىَ اَحۡسَنُؕ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعۡلَمُ بِمَنۡ ضَلَّ عَنۡ سَبِيۡلِهٖ وَهُوَ اَعۡلَمُ بِالۡمُهۡتَدِيۡنَ ﴿۱۲۵﴾
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. En güzel üslupla onlarla cedelleş, tartış. Muhakkak ki, Rabbin kendi yolundan sapanları ve doğru yolu bulanları bilir”. (Nahl 125)
Hikmet ise doğru fikirdir. Akıllara hitap ederek ve doğru fikri ve delili göstererek gerçekleşir. Güzel öğüt ise insanların hislerine dokunarak düşünmeye çağırmaktır. Cedelleşme ise diğer fikirleri doğru delillerle çürütmektir. Zira dilde cedelleşmek bükmektir. İşte derin ve aydın fikirle diğer fikirleri bükmektir. Müslüman bunu yaptıktan sonra mesuliyet kalkar, Allah onların meselesini üstlenir, kim sapmış kim hidayetli olmuşsa bilir, ona göre ceza veya mükâfat verir. Bizler onlardan dolayı zarar görmeyiz, azap görmeyiz.
Allah şöyle buyurdu:
وَمَنۡ اَحۡسَنُ قَوۡلًا مِّمَّنۡ دَعَاۤ اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَّقَالَ اِنَّنِىۡ مِنَ الۡمُسۡلِمِيۡنَ ﴿۳۳﴾
“ Allah’a davet eden, salih amel yapan ve ben Müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kimse var mıdır?”. (Fussilet 33)
En iyi kimse daveti taşıyan kimsedir. Aynı anda salih amel yapar, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirerek salih amel işler. Sadece Müslümanlıkla övünür, ırkıyla rengiyle ve kavmiyle övünmez, bu ise cahiliyedir. Daveti taşıyan milliyetçi veya ırkçı olamaz, bu Allah’a davete zıttır. Zira davet bütün insanlara taşınır, insanlar arasında fark kılmak büyük günahtır. İslam insanlar arasında ayırım yapmayı yasakladı, yapanları cahil olarak niteledi. Allah katında insanlar arasındaki fark, takvayla ölçülür. Kıyamet günü kim hidayetli, kim dalaletli, kim takvalı kim takvasız ancak O bilir ve ona göre ödüllendirir ve cezalandırır.
Allah İslam davetini yüklenmeyi bütün Müslümanlara farz kılarken kendilerinden bu işi düzenli ve daimi şekilde yapmasını istedi. Şöyle buyurdu:
وَلۡتَكُنۡ مِّنۡكُمۡ اُمَّةٌ يَّدۡعُوۡنَ اِلَى الۡخَيۡرِ وَيَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمُنۡكَرِؕ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡمُفۡلِحُوۡنَ
“ Hayra (İslam’a) davet eden, marufu emreden ve münkeri nehyeden sizden bir grup bulunsun. Felaha kavuşanlar bunlardır” (Al-i İmran104)
Aynı anda Müslümanların devleti olan Hilafet devleti dışarıya daveti taşıyacaktır. Dışarıda asıl görevi daveti taşımak ve dünyada İslam’ı hâkim kılmaktır. Onun dış siyaseti buna dayalıdır. Bunun için orduları hazırlar, cihadı ilan eder ve fetihleri gerçekleştirir. Dış ticaret buna yönelik yürütülür. Diplomatik ve siyasi çalışmalar bunun için yürütülür. Zira cihad ile ilgili ayetler bunu vurgulamıştır.
وَقٰتِلُوۡهُمۡ حَتّٰى لَا تَكُوۡنَ فِتۡنَةٌ وَّيَكُوۡنَ الدِّيۡنُ لِلّٰهِؕ فَاِنِ انتَهَوۡا فَلَا عُدۡوَانَ اِلَّا عَلَى الظّٰلِمِيۡنَ
“ Fitne kalmayıncaya ve yalnız Allah’ın dini hâkim oluncaya kadar savaşın. Onlar (küfür ve şirkten) vazgeçerlerse saldırı ancak zalimlere karşı yapılır” (Bakara 193)
Bu ayette fitne ise; şirk, küfür, İslam’la ve Müslümanlarla savaşmaktır. Müminleri dinlerinden değişik yollarla saptırmaktır.
Bu savaş görevini Hilafet devleti üstlenir. Çünkü Müslümanların bir devleti olmadan, askerleri eğitmeden, silah ve mühimmat temin etmeden, düşmanları korkutacak güç hazırlamadan gerçekleşemez. Bu nedenle İslam devletinin var olması gerekir. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem daveti taşımak üzere cihad yapma farzını yerine getirmek için devlet kurdu ve 10 senelik devlet başkanlığı boyunca bizzat kendisi 29 savaşı yürüttü ve 100’e yakın gazve gönderdi. Raşidi Halifeler bunu devam ettirdiler. 13 asır boyunca İslam Hilafet devleti tarihi boyunca savaşlar sürdürüldü.
Bu nedenle biz hidayetli olduk, başkalarından bize ne diyerek kâfirler kâfirlikleri ve zalimler zalimlikleri üzerinde bırakılmaz. Bunları hidayete çağırmak gerekir. Ayrıca onlar oldukları halde bırakılırlarsa insanları saptırır ve onlara zulmederler, hatta Müslümanlara yönelip dinlerinden saptırmaya çalışacaklar ve dinlerini uygulamaktan menedecekler. Tıpkı bu günkü gibidir. Hilafet yıkıldığı günden bu güne kadar kâfirlerin ve zalimlerim çalışması böyle sürdürülmektedir. Bu sebeple Allah bu hakikati göstererek Müslümanları uyardı. Şöyle buyurdu:
وَلَا يَزَالُوۡنَ يُقَاتِلُوۡنَكُمۡ حَتّٰى يَرُدُّوۡكُمۡ عَنۡ دِيۡـنِکُمۡ اِنِ اسۡتَطَاعُوۡا
“Kâfirler güçleri yeterse sizi dinlerinizden çevirinceye kadar sizinle savaşacaklar” (Bakara 217)