– 3 –

Kuran’ın Mucizesini İdrak Edenlerin İnadı
İnadına meleğin gelmesini istemeleri
Meleğin adam suretiyle gelmesi
Meleğin gelmesiyle azabı hak etmeleri
Onlara azabın gelmemesinin hikmeti
Meleklerin, kâfirlerin ruhlarını çekerken dövmesi
Alay edenlerin akıbeti
Seyahatin maksadı
Alay edilenlerin onlara egemen olması

وَلَوۡ نَزَّلۡنَا عَلَيۡكَ كِتٰبًا فِىۡ قِرۡطَاسٍ فَلَمَسُوۡهُ بِاَيۡدِيۡهِمۡ لَقَالَ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡۤا اِنۡ هٰذَاۤ اِلَّا سِحۡرٌ مُّبِيۡنٌ‏ ﴿۷﴾ وَقَالُوۡا لَوۡلَاۤ اُنۡزِلَ عَلَيۡهِ مَلَكٌ‌ؕ وَلَوۡ اَنۡزَلۡـنَا مَلَـكًا لَّـقُضِىَ الۡاَمۡرُ ثُمَّ لَا يُنۡظَرُوۡنَ‏ ﴿۸﴾ وَلَوۡ جَعَلۡنٰهُ مَلَـكًا لَّـجَـعَلۡنٰهُ رَجُلًا وَّلَـلَبَسۡنَا عَلَيۡهِمۡ مَّا يَلۡبِسُوۡنَ‏ ﴿۹﴾ وَلَـقَدِ اسۡتُهۡزِئَ بِرُسُلٍ مِّنۡ قَبۡلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِيۡنَ سَخِرُوۡا مِنۡهُمۡ مَّا كَانُوۡا بِهٖ يَسۡتَهۡزِءُوۡنَ‏ ﴿۱۰﴾  قُلۡ سِيۡرُوۡا فِى الۡاَرۡضِ ثُمَّ انْظُرُوۡا كَيۡفَ كَانَ عَاقِبَةُ الۡمُكَذِّبِيۡنَ‏ ﴿۱۱﴾

 “Sana kâğıt üzerine yazılı bir kitap indirseydik ve ona elleriyle dokunup tutsalardı, kâfirler kesinlikle ‘Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir,’ derlerdi.” (7)
“Ve derlerdi ki, ‘Ona bir melek indirilseydi.’ Oysa bir melek indirseydik, iş bitirilmiş olurdu; sonra onlara hiç mühlet verilmezdi.” (8)
“Zaten onu (peygamberi) bir melek olarak gönderseydik, onu mutlaka bir adam şekline büründürürdük. Yine de düştükleri şüphelere düşürürdük.” (9)
“Andolsun ki senden önce gelen rasullerle alay edilmiştir. Ancak alay edenleri, alaya aldıkları şey çepeçevre kuşatmıştır.” (10)
“De ki, ‘Yeryüzünde gezip dolaşın ve yalanlayanların akıbetine bir bakın!’” (11)

Daha önceki ayetlerde Rablerinden gelen ayetlerden yüz çevirenler, hak ve gerçekleri inkâr edip alaya alınca Allah, onları uyardı ve bir azapla tehdit etti. Eskilerin başlarına gelenlerden ibret almalarını istedi.

Bu tekzip, inkâr ve alayla yetinmediler; ‘Niçin gökten bir kitap indirilmedi?’ dediler. Allah, onların nasıl cevap vereceklerini biliyor. Eğer kâğıt üzerine yazılı bir kitap indirseydi ve elleriyle ona dokunsalardı yine de inanmazlardı; ‘Bu sihir’ derlerdi. Çünkü gerçeği ve hakkı arayan kimse böyle bir şeyi talep etmezdi; ayet ayet şifahen inen Kuran’ı inceler ve bunun bir mucize olduğunu idrak ederdi.

Kuran Arapça kelamdan ibarettir; işitildiği için hissedilir ve düşünülmesi gereken bir şeydir. Üslubu incelenir ve aklen idrak edilir. Ancak bir kısım Araplar, Kuran’ın mucize olduğunu bildikleri halde bile bile inanmak istememiş, kibirlenmişlerdir. Bu nedenle, “Gökten kâğıttan oluşan bir kitap inseydi,” demişlerdir. Gerçeği görmek istemeyen inatçılar hep böyle yapar; hakikati görünce başka şeyler talep ederler.

Ayetlerde “kırtas” kelimesi kullanılmıştır ki bu, kâğıt üzerine yazılı kitap anlamına gelir. Oysa Kuran, şifahi olarak Cebrail vasıtasıyla Muhammed Rasulullah’a SallAllahu Aleyhi ve Sellem olaylara ve sorunlara cevap olarak ayet ayet indirilmiştir. Her seferinde belagatı fark edilir, derinliği idrak edilir ve siyasi bir kitap olduğu anlaşılır. Zira Kuran, insanların günlük meselelerine ve sorunlarına çözümler sunar; bu nedenle Kuran’ı bu asırdaki olay, mesele ve sorunlara indirmek gereklidir. Bu çalışma siyasidir ve her Müslümanın Kuran ve onun beyanı olan sünnet ışığında siyasi çalışma yapması farzdır.

Zira Kuran’ı ciddiyetle inceleyen ve düşünen kimseler, hemen iman edip İslam’a girmişlerdir. Çünkü Kuran’ın bir mucize olduğunu anlamışlar; hiçbir kimsenin benzerini söyleyemeyeceğini fark etmişlerdir. Arapların edebiyatına vakıf olanlar, Kuran’ın üstünlüğünü kabul etmişlerdir. Bu asırda da, Arapça şiir ve edebiyata vakıf olan kimseler, insaflı olduklarında Kuran’ın mucizeliğini idrak ederler. Her ayette bir manayı en güzel şekilde aktarmak için özenle seçilen, ahenkli ve kulağa hoş gelen kelimelerle işlenmiş cümleler karşısında hayran kalıyoruz.

Zira Allah, İsra Suresi 88. Ayette geçtiği gibi, insanlara ve cinlere bu Kur’an’a benzer bir kitap getirmeleri için meydan okudu. Hatta insanlar ve cinler birbirlerini destekleyerek bunun gibi bir kitap getirmeye çalışsa da bunu başaramayacaklarını söyledi. Gerçekte onlar acze düştüler. Sonrasında meydan okumayı indirip, Hud Suresi 13. Ayette geçtiği gibi, onlara on sure getirmelerini isteyince yine acze düştüler. Bu sefer meydan okumayı daha da indirerek, Bakara Suresi 23-24 ve Yunus Suresi 38. Ayette geçtiği gibi bir sure getirmelerini talep etti; ancak yine de acze düştüler.

Aciz kaldıklarında “Gökten bir kitap inseydi,” demeye başlamışlardır. Yine yazılı bir kitap inse bile inanmayacaklardı. Fussilet suresi 44. ayette “Bu niye Arapça indirildi, başka bir dilde indirilmeli,” diyerek bahane bulmuşlardır. Allah, “Başka bir dilde indirilseydi, ‘Neden Arapça inmedi?’ diyeceklerdi,” diyerek bu bahaneye cevap vermiştir.

İnanmak istemeyenler her konuda bahane bulurlar. En’am suresi 27-28. ayetlerinde kâfirler, kıyamet gününde “Keşke dünyaya döndürülsek; Allah’ın ayetlerini artık yalanlamayacağız ve müminlerden olacağız,” derler. Allah ise onların dünyaya döndürülse bile aynı inkârı sürdüreceklerini bildirir. Onların ciddiyetsizlikleri ve inatları vurgulanarak, “Ona bir melek indirilseydi,” dedikleri aktarılır. Allah ise “Bir melek indirilseydi, iş bitirilmiş olurdu; sonra onlara hiç mühlet verilmezdi,” diye cevap verir.

Bunun anlamı, melek indirildiği halde iman etmezlerse, hemen azap gelecek ve onlara mühlet verilmeyecektir. “İş bitirilmiş” ifadesi, azabın kesin olarak geleceğini belirtir. Daima mucize görmek isteyenler, mucizeyi gördüklerinde iman etmezlerse hemen azap gelir. Bu durum, İsrailoğullarının başına gelen olaylara benzer. Bakara suresi 57. ayette onlar gökten yiyecek istediklerinde Allah onlara men ve selva indirir; ama isyan ettiklerinde hemen azap gelir.

Maide suresi 115. ayette Havariler, gökten bir sofra inmesini isteyince Allah, “Bundan sonra isyan ederseniz pek ağır bir azapla azaplandırılacaksınız,” diyerek uyarıda bulunur. Müşrik Arapların bir meleğin inmesini istemelerine karşılık Allah, onlara azap göndermek istememiştir; çünkü onların çoğunun, İslam’a inanıp hayırlı kimseler olacakları bilinir. Allah, Enfal suresi 33, Tevbe suresi 27, Fetih suresi 27. ayetlerinde buna işaret etmiştir.

Ebu Cehil ve El-Muğire gibi iman etmeyen az sayıda kimse varsa da, çocukları İkrime ve Halid gibi iman etmiş, İslam’ın en büyük kahramanlarından olmuşlardır. Onlara bir meleğin inmesinin reddedilmesi ve azap gelmemesinin hikmeti sonradan ortaya çıkmıştır.

Allah, bazı şeyleri doğrudan göstermez, dolaylı yollarla işaret eder ki müminler çalışmayı bırakıp yalnızca buna dayanarak oturmasınlar. Bu yüzden bazen sadece işaretler verir, çoğu zaman da لعل”    (umulur ki) ve  “عسى” (belki) gibi ifadelerle belirsizlik ifade eder.

Bir meleğin inmesini isteyenlere Allah, “Eğer peygamberi bir melek olarak gönderseydik, onu mutlaka bir adam şeklinde kılardık. Yine de düştükleri şüphelere düşürürdük,” diye cevap verir. Melek bir insan şeklinde gelecektir, çünkü insanlar arasında melek suretinde dolaşamaz. Böyle bir durumda bile onun hakkında şüpheye düşerlerdi ve farklı iddialarda bulunurlardı.

Melek Cebrail (Aleyhisselam) Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanına genellikle bir adam şeklinde gelirdi. Müslümanlar arasında bulunurken de adam suretinde gelerek “iman nedir, ihsan nedir, kıyamet günü ne zamandır?” gibi sorular sormuş; Peygamberimizin verdiği cevapları doğrulayarak onun söylediklerinin hakikat olduğunu göstermiştir. Müslümanlar şaşkınlık içinde kalıp sormuşlar, “Bu adam hep soruyor ve Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem) cevap verince onu doğruluyor; kim bu kişi? ” Bunun üzerine Peygamberimiz, “O Cebrail’dir; size dininizi öğretmek için geldi,” demiştir. (Buhari, İbni Mace, Müslim)

Zariyat suresi 24-37. ayetlerinde, İbrahim (Aleyhisselam)’ın yanına birkaç adam suretinde meleklerin geldiği ve İbrahim’in onları ilk başta tanımadığı anlatılır. Hemen misafirlerine ikram etmek için karısına bir dana hazırlattı, fakat misafirlerin yemeğe dokunmadıklarını görünce onların melek olduklarını fark etti. Melekler, Lut kavmini azaplandırmak için geldiklerini İbrahim’e bildirerek onu müjdelediler.

 Hud suresi 77-81. ayetlerinde ise Lut’un yanına geldiklerinde de meleklerin insan şeklinde oldukları görülür. Lut kavminin erkekleri, iğrenç işlerini yapmak üzere koştuklarında Lut (Aleyhisselam), onların melek olduğunu henüz bilmiyordu. Lut’un, Allah tarafından gönderilen bu melekler sayesinde korunacağı ve kavminin helak edileceği bildirilmiştir.

Meryem’e bir oğul müjdesi ile gelen melek de bir insan suretinde gelmiştir; Zekeriya da mihrapta dua ederken meleklerle konuşarak bir evlat sahibi olacağını öğrenmiştir. Bu örnekler, meleklerin nebilere vahiy dışında özel haberler de getirdiklerini gösterir. Peygamberimize SallAllahu Aleyhi ve Sellem ‘e gelen melekler de çoğunlukla bir adam suretinde gelmiş ve vahiy dışında bazı sünnetlere dair bilgiler de vermiştir ki bu, sünnetin vahiy olduğu konusunda kesin bir delil teşkil eder.

Enfal suresi 50 ve Muhammed suresi 27. ayetlerinde, meleklerin kâfirlerin ruhlarını çekiştirirken yüzlerine ve arkalarına vurduklarından bahsedilir. Bu, onların Allah’ın rahmetinden mahrum kalmalarına ve acı bir şekilde can vermelerine işaret eder. Melekler, bu görevlerini bir insan suretinde gerçekleştirebilirler, ancak bu ruhları alınan kişiler hariç, yanlarında bulunanlar onları göremez.

Allah, Rasulüne hitap ederek “Senden önce gelen rasullerle de alay edilmiştir” diyerek onu teselli etti: Aldırış etme; seninle alay edenler, senden önce gelen rasullerle de alay etmişlerdi. Bu durum yalnızca sana özel değil. Her asırda insanlar, alıştıkları adet ve gelenekleri, kabul ettikleri fikirleri kolay kolay değiştirmezler.

Nitekim Maide Suresi 104. ayette geçtiği gibi: “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Rasule (Sünnete) gelin” denildiğinde, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter” derler. Bu nedenle insanlar kolay kolay değişmezler; onları ikna etmek için zaman gerekir. Çünkü çoğu düşünmez, taklitçidir. Allah onlara “Peki, ya ataları bir şey bilmeyen ve hidayeti bulamayan kimseler idiyse!” diyerek dikkatlerini çekmek istemiştir. Atalarınız sizin gibi düşünmemişti. Peki, siz neden düşünmüyorsunuz?

Aynı anda bir Rasul gelince onu reddederler ve onunla alay ederler. Bu nedenle, daveti taşıyanlar parlak fikirlerle ortaya çıkınca bir kısım kimseler onları reddeder ve dava adamlarıyla alay ederler. Doğru fikirleri ve çözümleri kabul ettirmek hiç de kolay değildir.

 Mustafa Kemal, hilafeti yıkınca ve şeriatı yönetimden ve hayattan uzaklaştırınca, yeni nesli yabancı fikirlere alıştırmaya başladı; böylece bu nesil kendi dinlerine düşman oldular. Onları tekrar asıl ve asil fikirlerine döndürmek için çaba gösteren davetçiler büyük zorluklarla karşılaşırlar. Fakat belli bir zaman sonra insanlar yeni fikirlere alışır ve kabul etmeye başlarlar. Örneğin, eskiden hilafet düşüncesiyle alay edenler ya da bu düşünceye aldırış etmeyenler, bugün bu fikri kabul etmeye başladılar. Bu düşünce lehine pek çok yerde kamuoyu oluştu.

“Ancak alay edenleri, alaya aldıkları şey çepeçevre kuşatmıştır” ifadesinin manası, onların cezalandırıldığını ve alay ettikleri Rasul ile Kur’an’ın onlara galip geldiğini ifade eder. Bu şekilde alay ettikleri müminlerin hükmü altına girdiler. Buna göre, daveti taşıyan müminler halife olacak ve dinleri egemen olacaktır. Bu şekilde alay edenler kahrolacak ve kinleriyle mağlup olacaklar. Geçmişte böyle olmuş ve tekrar olacaktır. Böylece Raşidi Hilafet yeniden kurulacak, kâfirler ve dostları olan münafıklar kahrolacaklar. Ya hilafete boyun eğerler ya da memleketten kaçarlar.

Allah Rasulüne hitap ederek alay edenlere, “De ki, yeryüzünde dolaşın ve yalanlayanların akıbetini görün,” demiştir. Onlara yakın olan Firavun, Semud ve Ad kavimlerinin eserleri vardır; onların hangi akıbete uğradıklarını görebilirler. Onlar cezalandırılmış ve müminler hâkim olmuştur.

 Müslümanlar, seyahat edip eskilerin eserlerini görmeye gittiklerinde sırf görmek ve gezmek için gitmezler; onların akıbetlerini düşünürler. Bu kavimler çok güçlüydü; Allah’a, gönderdiği rasul ve nebilere isyan edince cezalandırıldılar. Müminlerin otoritesini düşünürler, bu otoritenin nasıl güçlü olduğunu ve nasıl devam ettiğini ibretle anlarlar. Aynı akıbete uğramamak için de çaba gösterirler.