BÜTÜN BUNLAR, DEMOKRASİNİN BOZUKLUĞUNDANDIR. PEKİ, DOĞRUSU NEDİR?
Türkiye’de yönetim üzerine sürekli kavgalardan dolayı seçime gidilmiştir. Yine seçimden sonra bu kavga yüzünden hükümet oluşturulamamıştır. Muhalefet ise devamlı iktidarı yıpratmak için çalışır. Muhalefet partileri veya bir tanesi veya bir kaç tanesi iktidara geçerse, sabık iktidar partisi muhalefete geçer, iktidar olan eski muhalefeti düşürmeye çalışır. Böylelikle bitmez tükenmez kavga devam eder, Ayrıca halkı zulmete sokarlar ve tekrar seçime giderler. İktidar muhalefet için bir şey yapmadan onun ayağını kaydırmaya çalışır. Bu nedenle iktidara geçerlerse ilk iş, kendilerini garantiye almak ve alelacele kişisel ve partisel çıkarlarını temin etmek için çalışırlar. Çünkü biliyorlar ki, iktidardan düşürdükleri muhalefet kendilerini her an düşürebilirler.
Üstelik bu iktidarlar memlekette köklü bir şey yapmaya çalışmaz, ancak propaganda ve reklama yönelik sathî işleri yapar dururlar. Türkiye gibi geri kalmış bir devlet olunca bu sathî ve aceleci projeleri gerçekleştirmek üzere bunları finans edecek yabancı güçlere dayanırlar. Böylelikle yabancı güçler karşısında kolayca taviz gösterirler. Bundan dolayı bu iktidarlar, sömürgeci Amerika ve Avrupa’ya sürekli şekilde taviz göstermişlerdir. Bunlardan bazıları; son zamanlarda Batıyı memnun etmek için anayasada yapılan tadilat, Avrupa Gümrük Birliğine girmek ve seçim propagandası yapmak için Kıbrıs ve Güneydoğu’da taviz göstermeye hazır olunmuştur. Yine IMF’ ye gösterilen tavizler bu propagandaya yöneliktir. Bu sebeple Türkiye’de hiç bir köklü şey olmamıştır. Ne bir fikrî devrim gerçekleşmiştir ne de sanayi devrimi…
Ayrıca yönetimin müddeti sınırlıdır, her parti ve başkan tekrar seçilmek için çalışır. Bunun uğrunda her şey yapılabilir. Bu husus sadece Türkiye’de değil, en büyük demokratik devlette de olur. Amerika’da 1972’de cumhuriyetçi Nixon tekrar seçilmek için muhalefet partisinin merkezlerinde dinleme sistemlerini yerleştirmiştir. Bu yüzden Watergate skandalı ortaya çıkmıştır. Başlangıçta yalan söylemiştir. Bunun üzerine kendisi ve takımı iki sene yalan üzerinde ısrar etmişler. Fakat hakikat ortaya çıkmıştır. Nixon, televizyonda ağlayarak casusluk yaptığını ve yalan söylediğini itiraf edip istifa etti. Yine demokrat Carter, seçilmek için İran’da ABD büyükelçilikte rehineler olayı için bir tertip hazırlamıştır. Muhalefet olan cumhuriyetçiler ve bunlardan birisi olan Bush bunu açıkça söylemiştir. Onlar; Carter’in İran’la olan gizli anlaşmasını bozmak için İran’la gizlice anlaşıp rehinelerin serbest bırakılmasının seçimden sonra bir tarihe ertelenmesini sağlamıştır. 1981’de cumhuriyetçi Regan fiilen iktidara geçtiği gün rehineler serbest bırakılmıştır. Buna benzer Amerika’da çok olaylar olmaktadır. Bunlardan bazıları ortaya çıkartılıyor, bazıları da gizli kalıyor. Bu tür olaylar hemen hemen her demokratik memlekette olmaktadır. Misal olarak; İtalya’da Mafya büyük rol oynamaktadır. Latin Amerika’da çok zaman uyuşturucu şebekeleri ve Mafya rol oynamaktadır. Zira her demokratik memlekette sermaye sahipleri büyük rol oynamaktadır. İktidara geçecek parti ve başkanı bunlara dayanır ve bu nedenle bunların isteklerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Onları kızdırmamak ve memnun etmek için gayret sarf ederler.
Üstelik bütün demokratik rejimler; halkı kandırmak için hile, yalan ve sahte işler yapmaya başvuruyorlar. Nitekim şahsî egemenlik ve liderlik uğrunda her şeyi yapıyorlar. Onlarda esas olan şahsî çıkar ve liderlik sağlamaktır.
İşte demokratik rejimler; iktidar kavgası ve seçilmek veya iktidarı devam ettirmek uğrunda her yolu meşru kılar. Yalan söylemek, aldatmak, boş vaatler, hile, entrika çevirmek vs. gibilerin yapılması kendileri için yasaldır. Fakat onlarda önemli olan, bunları belli ettirmemektir ve temiz olarak görünmektir. Bunlar, Machiavellisttirler. 1469-1527 yılları arasında yaşayan İtalyan devlet adamı Niccolo Machiavelli’nin yazdığı “Hükümdar” eserini harf harf benimsemektedirler. Bu adam “gaye vasıtayı meşru kılar” prensibini ortaya atmıştır. Demokrasiyi benimseyenlerin tümü bu adamı önder ve onun kitabını esas olarak seçmiştir. Nitekim “Siyasette ahlâk yoktur, çıkar var” derler. Bu sebeple insanlar, siyasetten nefret etmiştir. Özellikle ahlâka davet eden Müslümanlar ve teşkilatlar, siyasetten nefret etmiş ve insanları ondan nefret ettirmişlerdir. Çünkü demokratik siyaseti gördüler ve bu siyasetten ve adamlarından çok çektiler ve onların hışmına uğradılar. Hatta siyasetten uzaklaşmak takvadan sayıldı ve ondan uzaklaşan kimseye takvalı denildi. Bazı Müslümanlar, “Machiavellilik veya demokratik siyasetine siyaset demeyelim politika diyelim” dediler. Fakat bakıldığında yabancı dillerde politikanın manası siyaset anlamına eşittir. Misal olarak; M.Ö. 384-322 arasında yaşayan Aristo, “insanın mahiyeti itibarıyla siyasal bir hayvan” olduğunu tanıtmıştır. Politika polisle alâkalıdır. Çünkü onun tanıtımına göre, insanın polisle yaşaması kendi tabiatından olduğudur. Buradaki polis, devlettir. Siyasetin; kamu, maslahat, vatandaşlık değerleri ve olgunluğu gerçekleştirdiğini ifade etti. Onun başka ifadesiyle “Siyaset, kamu yararına yönelik bir faaliyettir.”
Politikayı tarif etmeye çalışan düşünürler; hep insanı idare etmek ve çıkarlarını temin etmek üzerinde dolaşıp durmuşlardır. Fakat bu asılla ferî karıştırılmıştır. Ferî ise, üslup ve vasıtadır. Asıl olan da, insanların işlerini yürütmektir. İşte bu politikanın veya siyasetin tarifidir. Esas veya asıl olan budur. Fakat demokratik politikacılar, Machiavelli’nin üsluplarını ve vasıtalarını kullanırlar. Şu var ki; siyaset kelimesini yabancı dillere çevirmek istesek, ancak politika kelimesini kullanırız. Fakat farkı gösteririz.
İslâm’da siyasetin tarifi; insanların işlerini yürütmek ve gütmektir. Politikanın kökü Yunanca ise siyasetin kökü de Arapçadır. Ki o, atları seyis etmektir. Yani, atların işlerine bakmaktır. Ondan sonra da insanların işlerine bakmak olarak kullanılmıştır. Resulüllah (S.A.S) şöyle buyurmuştur:
“İsrail oğulları peygamberler tarafından siyaset ediliyordu. Bir peygamber helâk olunca yerine bir peygamber geçiyordu. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Halifeler olacak ve çoğalacaklar (arka arkaya gelecekler).” Sahabeler sordular: “Ey Resulüllah, bize ne emir verirsin?” Dedi ki : “ilk biat edilene vefakârlık gösterilsin. Allah onları güttüklerinden soracaktır.” (Müslim)
Hz. Davud, İsrail oğullarının peygamberleri ve siyasetçilerindendi. Allah’u Teâlâ ona şöyle vahyetmiştir:
“Ey Davud, yeryüzünde seni halife kıldık. İnsanlar arasında hakla hükmet. Heva ve heveslerine uyma. Çünkü heva ve heves, seni Allah’ın yolundan saptırır.” (Sâd : 26)
Allah’u Teâlâ, Resul (S.A.S)’e şöyle vahyetti:
“Sana bu Kitabı hakla indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin.” (Nisa : 105)
“Onların arasında Allah’ın indirdikleriyle hükmet. Hakkı terkedip onların heva ve heveslerine uyma.” (Maide : 48)
Bu nedenle;
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, kâfirlerin ta kendileridir. …. Zalimlerin ta kendileridir. …. Fasıkların ta kendileridir.” (Maide:44,45,47) buyurmuştur.
Bundan dolayı siyasetin manası hükmetmektir. Fakat hüküm farklı olduğu için siyaset farklı olmuştur. Demokratik siyaset veya hüküm bellidir. Konunun başında bununla ilgili örnekleri gösterdik. Orada yönetim için hırs vardır, onun üzerine kavga vardır. Muhalefet vardır ki işi iktidarı yıpratmaktır. Yalan, hile, entrika ve her türlü vasıta vardır. Para en büyük rol oynamaktadır. Sermaye sahiplerinin tahakkümü ve tasallutu vardır. İktidar, sınırlı bir müddet için geçerlidir. Bu nedenle de iktidarı korumak, devam ettirmek ve tekrar iktidara sahip olmak için her türlü vasıta meşrudur. Buna cahiliyye veya tağutî (azgınlık) hüküm veya siyaset denilir. Çünkü gerçeği böyledir.
İslâm’da halifeye; Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti üzerine biat edilir. İktidar, bunları güzel şekilde uygulamaya bağlıdır. İktidarının sınırı yoktur. Onun süresi; Allah’ın lafız ve mana olarak indirdiği Kur’an’ı ve lafız değil de mana olarak indirdiği Sünnet’i uygulamasıyla sınırlıdır. Ayrıca halife olma ehliyetini kaybederse veya aciz olursa halifelikten düşürülür. O zaman halife; Kur’an’ı ve Sünnet’i uygulamaya büyük hırs gösterecektir. Ehliyetini korumak ve acze düşmemek için elinden geleni yapacaktır. Böylece iktidar sağlanır, köklü ve büyük projeler yapılır. Çünkü halife, iktidarı için korkmaz. Hiç bir kimse onun iktidarını yıpratmak için çalışamaz. Zira muhalefet yoktur. Her gün seçim yoktur. İslam’da muhasebe vardır. Müslümanlar ve İslam’a dayalı kurdukları hizipler, halifeyi hesaba çekerler, İslâm ahkâmını güzel şekilde uygulayıp uygulamadığını sürekli kontrol ederler. Resulullah (S.A.S), Müslümanlardan bu muhasebeyi istemiştir. “Kimin sırtına (haksızca) vurmuşsam, gelsin benim sırtıma vursun. Kimin malından (haksızca) bir şey almışsam, gelsin benim malımdan hakkını alsın. Allah ile hiç bir kimsenin kendisine zulmettiğimi iddia ederek karşılaşmayı ummuyorum.” (ibn Mace, Darimi)
Bu nedenle muhasebenin farzıyla ilgili birçok hadis söylemiştir. Marufu emretmek ve münkeri nehyetmenin farzı, muhasebeyi içerir. Çünkü Resulüllah (S.A.S), önce yöneticilere marufu (İslâm ahkâmını) emretmeyi ve münkeri (İslam’a zıt ahkâmı) nehyetmeyi istemiştir. Bu farzı uygulamamızı gerektirmiştir.
Ebu Bekir (r.a) halife olunca, şöyle demiştir : “Sizin işlerinizde Allah’a itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin, Allah’a isyan ettiğim zaman bana hiç itaat etmeyin. Sizin kuvvetli olanınız ondan hakkı alıncaya kadar benim katımda zayıftır. Sizin zayıf olanınız kendisine hakkı geri verilinceye kadar benim katımda kuvvetlidir.”
Ömer (r.a) şöyle demiştir : “Bende herhangi bir eğrilik ve sapıklık görürseniz hemen onu düzeltin.”
Üstelik İslam’da nasihat vardır. Halifeye ve diğer yöneticilere nasihat verilir. Nasihatın manası, samimiyet gösterip hakkı ve doğruyu söylemektir. Resulullah’a denildi ki: “Nasihat kime verilir?” Resulüllah (S.A.S) dedi ki : “Allah’a, Resulüne, Müslümanların imamlarına ve avamlarına verilir.” (Buhari, Müslim)
İslâmî hizipler, başta bunu yapacaklar. Halifeyi düşürmek için çalışmazlar. Halife haksızlık yaparsa bile, düşürülmeye çalışılmaz, düzeltilmeye çalışılır. Bununla ilgili birçok sahih hadis geçmiştir. Bu, iktidarın ve ümmetin istikrarını ve ilerlemesini sağlar. Ancak, açık küfür gösterirse onu düşürmek için çalışır. Eğer kendisine baskı yapılınca, kendiliğinden düşmezse veya Mezalim Mahkemesi düşüremezse silaha başvurulur. Resulüllah (S.A.S), ancak açık küfür görürseniz hiç itaat etmeyin, başkaldırın ve hatta silahı kullanın, demiştir. Aslında Mezalim Mahkemesi karar alır ve kuvvetle kararını uygular. Polis gücüyle kararını infaz eder. Çünkü kararları infaz etme hususunda polis, hâkimin emri altında olur.
İşte doğru siyaset budur. Türkiye’yi ve diğer Müslüman memleketlerini kurtaracak siyaset budur. Cahiliyye değil, aydın siyasettir, tağut değil adalettir. Milletin ve beşerin hâkimiyeti ise, cahiliyye ve tağuttur. Kur’an’ın vasfı gerçektir. Bu nedenle Allah’u Teâlâ; hak, aydın ve adaletli sistem olan Allah’ın hakimiyetinden yüz çevirenlere şöyle seslendi:
“İman edenlerin dostu Allah’tır, kendilerini karanlıktan çıkartıp aydınlığa getirir. Kâfirlerin dostu da tağuttur, aydınlıktan çıkartıp karanlığa götürür. Bunlar cehennemin sakinleridir, orada ebediyyen kalacaklar.” (Bakara : 257)
Buna göre İslâm siyaseti, insanları aydınlığa götürür. Küfür ve demokrasi siyaseti ise, karanlığa götürür ve ahirette akıbeti cehennemdir. Bu nedenle imam Gazali İslâm siyasetini şöyle tarif etmiştir: “Siyaset, yaşayabilmek için zorunlu işler arasında yer alan şerefli bir meslektir. Toplumun sevgi, saygı, yardımlaşma ve beraberliğini sağlama aracıdır. İnsanlığı ıslah ile dünya ve ahirette selâmete ulaştıracak doğru yol gösteren faaliyettir.”
İşte İslâm siyaseti hem dünya ve ahiret işlerini yürütür ve hem dünya ve ahirete yöneliktir. Böylelikle insanın iki yerde saadetini temin etmek için mevcuttur. Hem de herkes buna yardımcı ve bunda yapıcı olur. Hizb-üt Tahrir teşkilatına ait “Siyasî Mefhumlar” adlı kitapta geçtiği gibi, “Her Müslüman siyasetçidir. Ya yönetici olur, kendisi insanların işlerini yürütür. Ya da muhasebeci olur, yöneticilerin icraatlarını kontrol edip onları hesaba çeker.” Böylelikle üçüncü şahıs yoktur, hesap soran siyasetçidir. Çünkü siyaseti düzeltir, doğruluğu devam ettirir. O olmazsa, rejim rayından her an çıkabilir ve devrilir. Osmanlılar döneminde muhasebe eksik idi. Bu nedenle fikir donmuştur ve hatalar işlenmiştir. Hatta son zamanlarda rayından çıkmıştır. Kimse muhasebe etmediği için düzelten ve onu doğru yola götüren yoktu. Böylece devrilip yok olmuştur. Son zamanlarda bazı hareketler çıkmıştı, fakat bunlar yıkıcı idi yapıcı değildi. Devleti yıkmak ve parçalamak için çalışıyorlardı, düzeltmek için çalışmıyorlardı. Hem de İslam’a aykırı fikirleri taşıyorlardı ki bunlar milliyetçilik, vatancılık, hürriyetçilik ve demokrasi gibi fikirlerdir.
Emevîler ve Abbasîler döneminde haksızlık oldu, hatalar işlendi. Fakat muhasebe vardı. Bu nedenle devleti düzeltmek için çok teşebbüsler oldu. Bu nedenle İslâm Devleti canlı kaldı, ilerleme devam etti. Abbasilerin son zamanlarında bu muhasebe işi azalınca devlet zaafa uğradı. Böylelikle Müslümanların gerileme devri başladı. Aynı zamanda içtihat kapısının kapatılmasına çağrı başladı ve taklitçilik egemen oldu. Artık devlet tek bir mezhep benimser oldu ve herkes bu mezhebe boyun eğdirildi. Bu nedenle yeni fikir türemez oldu. Buna dayalı olarak muhasebe kalktı ve bu işi yapacak İslami teşkilat da kurulmadı. Osmanlı dönemi başlayınca bu durumla karşılaştı. Fakat onu tedavi etmeye çalışmadı aksine onu sürdürdü.
Lakin tarihimizde öyle hatalar olmuşsa da cahiliyye ve tağut egemen olmadı. Bu nedenle o hatalar demokrasiden bin kat daha iyidir, hatta mukayese edilemez. Çünkü halen Allah’ın şeriatı egemen idi. Yöneticiler icraatta ve Müslümanlar muhasebede kusur gösterdiler. Fakat bu esası değiştirmedi. İslâm hayatı, saadet ve huzur içinde devam etmişti. Ama biz tarihimizden ders ve ibret alırız. Aynı hataya düşmemek için çalışırız, eksik ve kusuru telafi etmek için gayret sarf ederiz. Zira yasa ve fikir pınarımız Kur’an ve Sünnettir. ilham kaynağımız ve örneğimiz Resulüllah ve Raşidi Halifelerdir. Biz, dört dörtlük Hilâfet rejimine talibiz. Bu ise, yalnız ve yalnız peygamberlik yolu üzerine kurulu olan ve yürüyen Raşidi Hilâfet’tir.
Esad Mansur.
Sayı 84…1416-ŞEVVAL…1996-ŞUBAT…Yıl-07