ÖNCE KAVRAMLARLA OYNA, SONRA DA DİPLOMATLARINI HARAKETE GEÇİR. ONDAN SONRA ASKERLERİNİ GÖNDER DE ŞİRKETLERİN ÜRÜNLERİNİ TOPLASIN

Gerçek barışı bilmek, terörizm ile cihad arasındaki büyük farkı idrak etmekle, fikrî ve siyasî mücadelenin ayrı bir metod olduğunu kavramakla olur. Yoksa hakikat çekilir ve batıl egemen olur. İnsanların tutumları yanlış, duyguları karışık ve yargıları hatalı olur. En fazla insanlar bu şekilde yanılırlar, hakikatleri ters görürler ve batıl hak olarak gösterilirse hayat da alt üst edilmiş olur.

İşte mefhumlarla veya kavramlarla oynamanın neticesi böyledir ve bu çok tehlikelidir. Zira insanın tutumu ve hareketi inandığı kavramlara göre tayin edilir. Hatta duyguları buna göre yöneltilir. Yani kızması ve sevinmesi, hoşnutluğu ve hoşnutsuzluğu, infiali, heyecanı, sakinliği ve rahatı bu mefhumların neticesidir.

Buna binaen en önemli iş ve en büyük görev, insanların mefhumlarını düzeltip gerçekleri göstermektir. Zira birçok halk, mefhumları saptırılarak yenilmiştir. Çok haksız saldırı meşru sayılmıştır. Çok sömürgeci müdahale bu nedenle gerçekleşmiştir. Terörist devlet barışçı devlet olarak arz edilmiştir. “İnsan haklarını savunmak”, “Demokrasiyi korumak”, “İstikrarı sağlamak”, “Umudu geri getirmek” ve “Temel hürriyetleri yerleştirmek” gibi adlar ve kavramlar altında birçok gayri meşru müdahale ve haksız saldırı gerçekleştirilmiştir.

Bundan dolayı bütün devletler ve özellikle büyük devletler, hedeflerini gerçekleştirmek için kavramlarla oynamaya başvurmuştur. Kureyş’de Muhammed (S.A.S)’e karşı böyle bir propagandayı kullanmıştı. Bir seferinde Muhammed (S.A.S)’i deli olarak itham etmişler ve bunu tutturmak için çalışmışlardı. Tutturamayınca başka ithamı ortaya attılar. O ise şairdir. Bunu da tutturamadılar. Yalancı olarak itham ettiler ve bunu da tutturamadılar. Başka bir sefer, fitneci olarak itham ettiler. Müminler, küfür ve zulüm sistemlerine karşı çıkınca tamamen fitneci olarak tayin edilmişlerdi. Fakat bunu da tutturamamışlardı. Bir başka sefer de, sihirbaz olarak ona karşı bir ithamda bulunmuşlardı. Bu da tutmamıştır. Her dönemde yeni kavram bulmaya çalışmışlar.

Şu anda ise İslâm sistemi veya Hilâfet rejimi veya şeriat düzenine çağıranlara değişik ithamlarla saldırmaktalar. Bir zamanlar irtica veya gericilikle onları itham etmişler. Başka bir zaman, onları yeşil komünist olarak itham etmişler. Başka bir zaman da radikal veya aşırı Müslümanlar olarak onları itham etmişler. Bir dönemde de İslâmcı olarak vasıflandırmışlardır. Yine bir başka dönemde de fundamentalist olarak gösterilmiştir. Şimdi ise, terörist olarak onlara itham etmeye başlamışlardır. Aynı anda barış düşmanları olarak onları bir yere sokmak istemektedirler. Bu nedenle Clinton, Filistin’deki intihar olaylarının akabinde şöyle demiştir: “Müslüman, Katolik, Protestan, Sırp, Hırvat vs. diye bir şey yoktur. Barış taraftarları veya barış düşmanı vardır.”

İşte Amerika, dünyaya her konuda liderlik etmektedir. Hatta diğerlerini itham etme, diğerlerine lakap takma, sıfat takma ve kavramları ortaya atma hususunda öncelik yapmaktadır. Onun müttefikleri, dostları, tabîleri, ona hayran olanlar, ondan etkilenenler ve onun baskısı altında kalanlar hepsi onun sözlerini papağan gibi tekrarlamaktadırlar. Yenidünya düzeni, sivil toplum, dinler arası diyalog, aşırı ve ılımlı diye Müslümanları vasıflandırmak gibi sözler hep onun icadıdır. Yukarıda belirttiklerimizin hepsi Made in USA’ dır. Her gözlemci onu bilir. Çünkü Amerikan enformasyon araçları, basını veya medyasını, yetkililerin demeçlerini, yazarların yazılarını ve kitaplarını izleyen kimse bunu kolayca idrak eder. Bu şekilde Amerika dünyayı etkiler ve yönlendirir. Önce kavramlarla oynar sonra da diplomatlarını harekete geçirir, askerlerini, uçaklarını ve tanklarını da ondan sonra gönderir ve sonunda büyük şirketleri bunun ürünlerini toplar.

Nitekim Amerika dünyayı büyük şirket olarak tasavvur eder. Bu şirketin hisselerinin çoğunu kendi eline geçirmek için çalışır. Böylelikle bütün dünya, serbest piyasaya uymalı ve söz sahibi kendisi olmalı diye düşünür. Dünyayı BM’ler ve yan kuruluşları yoluyla yürütür. Barış gücü adı altında değişik yerlere askerlerini gönderir. Dünyanın parası dolar olmalıdır ki bütün paralar ona bağlanmalı veya onunla ayarlanmalıdır diye siyaset edinmiştir. Hatta altını ve gümüşü dolara göre ayarlar, bunun tersi değil. Hâlbuki dolar ve bütün paralar altın ve gümüşle ayarlanmalıdır. Ayrıca hangi devlet anarşist veya anarşiyi destekler, hangisi insan haklarına saygı gösterir, hangisi göstermez diye kendisi veya kuruluşları her sene rapor hazırlayıp dünya kamuoyuna sunar.

Ey akıl sahibi olan insanlar! Bir sömürgeci devlete nasıl uyarsınız, nasıl onun raporlarını kabul edersiniz, nasıl onun kararlarını infaz edersiniz, nasıl onun çağrılarına icabet edersiniz ve nasıl onun deyimleri, yönelttiği ithamları, ortaya attığı kavramları ve diğer taktığı lakapları tekrarlarsınız.?!.

Akıllarınızı başlarınıza toplayıp insaflı olun, hak yanına çekilin, batılı, haksızlığı ve zulmü reddedin. Mazluma sahip ve zalime karşı çıkın.

Filistin konusuna gelelim: Birinci Cihan Savaşında İngilizler orayı işgal etmiş ve oraya Yahudileri yerleştirmeye başlamış, ondan sonra da onlara devlet kurdurmuş, asıl halkı olan Müslümanların çoğunu oradan kovmuş ve bir kısmını da yok etmiştir. Burada zalim kim, mazlum kim?! Elbette ki cani Yahudiler ve onları destekleyen İngilizler ve Amerikanlardır. Müslümanlar ise mazlumdur. Müslümanlar; kendi topraklarına, mallarına, sularına ve zenginliklerine sömürgeci Yahudilerin saldırmalarına karşı savunurlarsa ve hatta oradan kendilerini Yahudileri çıkarıp geldikleri yerlere döndürmeye çalışırlarsa, bu hususlarda tamamen haklıdırlar. Hiç bir zaman terörist olarak nitelenmezler. Onları öyle nitelemek büyük zulüm ve haksızlıktır.

Çeçenistan’da Müslümanlar, gaddar Rusların işgaline ve zulmüne karşı mücadele ederlerse ki mücadele etmeliler haklıdırlar. 150 senedir bu canî ve vahşî çarlık Rusya, komünist Rusya ve şimdi de milliyetçi ve demokratik Rusya’nın saldırılarına maruzdurlar.

Bosna’da Müslümanlar, vahşî Sırplara karşı çocuklarını, ırzlarını, mallarını ve topraklarını korumaya çalışıp mücadele ederlerse haklı değil midirler?! 90 senedir vahşî Sırpların zulmüne maruz kalmaktadırlar.

Haksız hareket veya mücadele ve işgal ise; bir devlet veya bir halk, başka halklara egemen olmak, topraklarını ve mallarını gasp etmek, zenginliklerini ve servetlerini çalmak maksadıyla hareket ederse, haksız hareket veya emperyalist veya terörist hareket diye adlandırılır. Eskiden İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz ve diğer Batı Avrupa devletlerinin emperyalist işgalleri ve hareketleri malumdur. Diğer halkları ezdiler, horladılar ve kendi vatandaşlarının seviyelerine getirmediler. İşgalciler hep üstün oldular, işgal edilen memleketlerin mallarını çalıp götürdüler ve ahalisini de fakir bıraktılar. Halen Afrika’da bu manzara görülmektedir. Filistin’de aynı şey yaşanmaktadır.

İslâm Devleti ise; diğer memleketlere hayır, hidayet ve nur götürmek için cihad yapmıştır. Sömürgecilik için değil. Hiç bir halka zulmetmemiş, mallarını haksızca almamıştır. İnsanları İslâm’a davet ediyordu. İcabet etmeyenleri de İslâm hâkimiyetine boyun eğmeye çağırıyordu. Kabul etmezlerse, zalim otoriteleri kaldırıp halkları İslâm hükümlerine bağlıyordu. Fakat insanları İslâm’a girmelerine hiç zorlamıyordu. Müslüman olmayanlara, Müslümanlara gösterdiği muameleyi gösteriyor, aynı haklara sahip olmalarını sağlıyor ve aynı vecibeleri yüklüyordu. Ancak bir şeyin şartı iman ise, onları mükellef kılmıyordu. İşte cihadın manası budur. Ki, sırf insanlara nuru ve hidayeti gösterip, onların görmelerini engelleyen maddî engelleri maddî güçle kaldırmaktır. Ayrıca bütün arz, Allah’ın mülküdür. Ancak mülk sahibi kendi mülkü üzerinde egemen olmalıdır. Bu nedenle dünya üzerine yalnız Allah’ın hâkimiyeti (şeriatı) egemen olmalıdır. Kâfirler ise, Allah’a isyan edip Onun hâkimiyetini reddedip zulüm yaparlar.

“Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara : 254)

“Kim Allah’ın indirdikleriyle (şeriatıyla) hükmetmezse, zalimlerin ta kendileridir.” Maide 45)

Bu nedenle bunlarla savaşmak meşru olmuştur.

“Yeryüzünde fitne (küfür ve zulüm) kalmayıncaya ve yalnız Allah’ın dini hâkim oluncaya kadar kâfirlerle savaşın.” (Enfal : 39)

“Size ne oluyor ki; Allah uğrunda ve Rabbimiz bizi şu halkı zalim olan memleketten çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver, diyen zayıf erkek, kadın ve çocukları kurtarmak maksadıyla savaşmıyorsunuz? Müminler, ancak Allah uğrunda savaşırlar (kıtal yaparlar). Kâfirler ise, tağut (şeytan ve azgın, zalim) uğrunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostları, taraftarlarıyla savaşın. Şüphesiz ki şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa : 75-76)

Şu var ki; İslâm Devleti’nin fethettiği memleketlerin ahalisinin ezici çoğunluğu zorlanmadan kendiliklerinden İslâm’a girmişlerdir. Hatta fetih gerçekleşmeden çok memleket kendiliğinden İslâm’ın hak olduğunu görüp ona girdiler. Halen insanlar kendiliğinden İslâm’a girmektedirler. Yahudiler, Filistin’i yaklaşık olarak 50 senedir sömürmektedir. Fakat hiç bir Müslüman Yahudi olmamıştır. Ama birçok Yahudi İslâm’a girmiştir. Özellikle çok Yahudi kadın Müslümanla evlenip İslâm’a girmiştir. Hatta bu durum İsrail devletini endişe ettirmiştir. Her yerde buna benzer örnekler çoktur.

Buna göre Amerika ve diğer devletlerin savaşları haksız ve şeytan uğrundadır. Küfrü, zulmü ve sapıklığı yaymak, halkların kanlarını emmek, mallarını ve servetlerini çalmak içindir. Allah’u Teâlâ bize bu gerçeği öğretmiştir. Çünkü sahih mefhumlar, doğru kavramlar ve deyimleri, ancak insanları yaratan Allah’u Teâlâ gösterir. İnsana bakılmaz. Çünkü insan, kendi heva ve hevesine göre mefhum, kavram ve deyim edinir. Nitekim Allah’u Teâlâ kâfirlerin kendi çirkin amellerini süsleyip güzel gördüklerini bildirmektedir.

“Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işi kendisine süslendirip güzel gösterilen, heva ve heveslerine uyan insanlar gibi olur mu?” (Muhammed : 14)

“Allah’ın haram kıldığını helâl kılarlar. Böylece kötü işleri kendilerine süslü ve güzel gösterildi. Allah, kâfir toplumunu hidayete erdirmez.” (Tevbe : 37)

Barış meselesine gelince; Zalime, azgına, işgalciye, küfür otoritesine teslim olmak, kesinlikle barış değildir, barışı da gerçekleştirmez. Amerika ve İsrail, Rusya ve Fransa ve diğer sömürgeciler, kendi işgalleri, zulümleri ve sömürgeciliklerini yerleştirmeye barış derler. Buna karşı çıkanlara barış düşmanları veya anarşist derler. Egemenlikleri ve nüfuslarını ve sömürgeciliklerini yayma hareketine barışı sağlamak veya umudu geri getirmek adını verirler. Hâlbuki adalet, emniyet ve huzur gerçekleştirilirse ve herkese hakkı verilirse barış sağlanmıştır. Ama insanların topraklarına, mallarına, canlarına ve ırzlarına haksızca saldırı olursa, kesinlikle barış olmaz.

İslâm, Allah’ın Dinidir. Öyleyse hak olan yalnız Kendisidir ve Kendisi adaleti, huzuru ve saadeti temin eder. İnsanların haklarını kendilerine verir. Toprakları, malları, canları ve ırzlarını korur ve haksız saldırıları reddedip cezalandırır. O zaman barış, ancak İslâm şeriatının düzeniyle ve egemenliğiyle gerçekleşir. Bu nedenle Allah’u Teâlâ bütün insanların İslâm’a girmelerini istemiştir ki kendileri için barış, emniyet, huzur, saadet gerçekleşsin, hakları kendilerine verilsin, ırzları, canları, malları ve toprakları korunsun.

“Eğer sizden çekinip sizinle karşı savaşmaya yanaşmayıp da size teslim olurlarsa onlara karşı artık size savaşma hakkı vermez.” (Nisa: 90)

Amerika’nın ve diğer sömürgecilerin kuruluşu olan BM’lere kısaca değinelim: Eski ismi Cemiyet-i Akvam olup galip gelen devletler tarafından Birinci Cihan Savaşından sonra 1919’da kurulmuştur. İkinci Cihan Savaşının alevlenmesini engelleyememiştir. Çünkü bunun üyeleri o savaşı çıkartmıştır. İkinci Cihan Savaşından sonra 1945’de o kuruluş tekrar kurulmuştur. Bunun kurucuları ise Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri Amerika, Rusya, İngiltere ve Fransa kaç kere savaş çıkartmışlardır.!. Kore Savaşı, Vietnam savaşı, Filistin Savaşları, Angola, vs. Çıkarttıkları iç ve dış savaşları sayılamayacak kadar çoktur. Bunun kötü ürünü, milyonlarca insanın öldürülmesi, milyonlarca insanın göçe zorlanması ve milyonlarca evin yıkılmasıdır. Ekonomi ve tarım zararları milyonlarca dolardır. İşte barışçılar ve barış yanlıları bunlardır.

Ama küfür rejimlerini değiştirmenin metodu başkadır. Bu, silahlı mücadeleyle veya gerilla savaşıyla cereyan etmez. O ise, siyasî ve fikrî mücadeleyle gerçekleşir. Çünkü Resulullah (S.A.S) küfür rejimini değiştirip İslâm rejimini kurmak için bu mücadeleye başvurmuştur. Allah’u Teâlâ, kendisine bu metodun hükümlerini vah yetmiştir. İnsanların inançları, fikirleri ve duygularını değiştirmeye çalışmıştır. Küfür ve batıl inançları göstermiştir. Bozuk ve hatalı fikirlerini çürütmüş, sahih olan İslâm fikirlerini belirtmiştir. Çarpık ve fasit duygularını reddetmiş, muntazam ve sıhhatli duyguları arz etmiştir. Buna fikrî mücadele denilir. Siyasî mücadele ise; var olan sisteme, icraatına ve yürütücülerine yönelik olur. Resulullah (S.A.S) Kureyş’in sistemine, icraatına ve yürütücülerine sert şekilde çatmıştır. Bütün uygulamaları çürütüp İslâm uygulamalarını göstermiştir. Ebu Leheb, Velid b. Mugire, Umeyye b. Halef, Ubey b. Halef, Ebu Sufyan, Ahnes b. şureyk gibi Kureyş’in liderlerine ve yöneticilerine sert çatıp onları teşhir etmiş, idare ve icraatlarını çürütmüştür. Sürekli İslâm çözümlerini gösteriyordu. İslâm fikirlerini canlı kılıp vakıa, olay ve meselelere indiriyordu. Allah’ın uluhiyeti ve rububiyeti (hakimiyeti) üzerine çok duruyordu. Kureyş, Allah’ın yaratıcı olduğuna inanıyordu. O, tek yaratıcıdır dediler, fakat Ona yaklaşmak için putları vesile ediniyorlardı. Allah’ın ahkâmını reddediyorlardı. Atalarından ve babalarından gelen fikirler ve çözümler, kalan adetler ve geleneklere uyuyorlardı. Allah’ın şeriatını reddedip onların meclisi olan Dâr-ı Nedve’de çıkarttıkları kanunları ve kararları uyguluyorlardı. Resulullah (S.A.S) ve cemaati bunu değiştirmek için hiç silaha başvurmamıştır. Davayı Mekke’de sınırlandırmayıp değişik yerlere götürmeye çalışmışlardır. Medine’de, Mus’ab b. Umeyr (r.a) aynı faaliyeti sürdürmüştür. Bu sahabe, uzlaşmaya gitmeden ve kâfirlere uymadan, halkı genel olarak İslâm’a kazandırmış, onların liderlerinden ve kuvvet ehlinden bir kısmını da kazanmıştır. Kuvvet ehli, halkın desteğiyle bir damla kan akıtmadan Medine’nin rejimini değiştirip İslâm rejimini getirdiler. Çünkü insanlar İslâm’ın gerçeğini görürlerse muhakkak onu tereddütsüz kabul eder. Şimdi insanlar İslâm’ın gerçeğini görürlerse yine hemen onu kabul ederler.

Denilebilir ki; şu anda halk Müslüman, fakat yönetim küfürdür. O zaman silaha başvurmak gerekir. Çünkü engel onlardır.

Buna cevap ise; Evet halk Müslüman, fakat İslâm hâkimiyetinin ve devletinin zarureti, ehemmiyeti ve farzını idrak etmezler. Ayrıca küfre dayalı felsefe, kültür, ideoloji ve fikirlerden kafalarına birçok mefhum ve kavram girmiştir. Duygularının netliğini kaybedip cahiliyeden gelen Batının alevlendirdiği milliyetçi, millî, vatancı ve gerileme döneminden kalma kehânetçi ruhanî duygularla karışmıştır. Bu nedenle tekrar fikrî mücadele yapmak gerekir. Rejim küfürdür, bu her tarafından malumdur. Öyleyse siyasî mücadele gerekir. Rejimi değiştirmeye gelince; halka İslâm’ın sahih ve net fikrini kazandırdıktan sonra halkın liderleri ve kuvvet ehli yoluyla (nusret yoluyla) değişim gerçekleşir. Tıpkı Resulullah (S.A.S)’in ve sahabelerinin (r.a) yaptıkları gibi.

Bu mücadele haktır ve meşrudur. Çünkü bu, Allah’ın emri ve Resulullah (S.A.S)’in faaliyetidir. Buna rağmen barış taraftarları (!) bu faaliyeti yasaklarlar. İslâm’a dayalı siyasî ve fikrî mücadeleye hiç müsaade etmezler. Öyle faaliyet yapan hizbler ve mensuplarına ağır ceza indirirler. Bu nedenle bu barış taraftarları (!) zorba ve anarşisttirler. Çünkü hakkın sesinin duyurulmasını engeller ve bunu duyurmak için faaliyet gösteren kimseleri hapse atıp işkenceye maruz bırakırlar. Onları aşırı, radikal, fundamentalist, anarşist, barış düşmanı, vs. gibilerle itham ederler. Sadece küfür fikirlerine (laiklik, demokrasi, cumhuriyet sistemi, Atatürk ilkeleri, milliyetçilik, temel hürriyetler gibi fikirlere) göre çalışmaya müsaade ederler. Hâlbuki bütün bu fikirler batıl ve zararlıdır. Onlara göre çalışmak onları yaşatmaktır. Onlar, birçok Müslüman’ı silah kullanmaya zorlar. Birçok Müslüman bunlara dayanamayıp silah kullanmaya mecbur kalır. Bu nedenle meşru çalışma; İslâm’a dayalı olan fikrî ve siyasî mücadeledir.

Memleketleri işgal edilmiş, malları çalınmış ve ırzlarına tecavüz edilmiş halkların cihad yapmaları haktır. Asıl anarşist ve terörist demokratik kapitalistler (para patronları)dır. Bunlar, Müslümanların fikrî ve siyasî mücadelelerini yasaklarlar ve cihadlarını engellerler. Tağut ve şeytan dostları, asılda kendileri fesat ehli ve bozguncudurlar. Allah’u Teâlâ bize bunu bildirmiştir. Gerçek de budur. Kimseyi kandırmasınlar… şu ayetle sözlerimize son verelim:

“Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (cimridir) dediler. Nitekim elleri bağlı ve lanetli oldular. Çünkü böyle dediler. Hâlbuki Allah’ın iki eli açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır. Biz onların aralarına ta Kıyamet gününe kadar düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman bir savaş çıkartsalar Allah onu söndürür. Onlar yeryüzünde fesadı ve bozgunculuğu yaymaya çalışırlar. Allah, bozguncuları hiç sevmez. Eğer kitap ehli (Yahudiler ve Hıristiyanlar) mü’min olup takvalı olsalardı, onların kötülüklerini affederdik ve nimetleri bol olan Cennetlere sokardık.” (Maide: 65-66)

Esad Mansur.

Sayı 85…1416-ZILKADE…1996-MART…Yıl-08