-18-
Kur’an’ın bir suresine benzer bir sure getirmeleri için insanlara meydan okunması:

Bu suredeki 23. ayette Allahu Teala Kur’an’ı reddedenler hakkında onlara şöyle diyor:
وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُواْ شُهَدَاءكُم مِّن دُونِ اللّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
“Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kuran’dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah’tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın.” (Bakara 23)

Sırf Allah’ın yaratıcılığı ve nimetlerini tanımak yeterli değildir. Mademki kendisi yaratıcı ve nimeti verendir, öyleyse onun emrine uymak gerekir. Emirlerini Kur’an’da bildirdi. Allahu teala Kur’an’ın kendi kitabı olduğunu ispatlamak için insanlara meydan okudu. İşte; bu ayetle insanlara meydan okuyor; “eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz kitap hakkında şüpheniz varsa onun gibi bir kitap getirin” diyerek meydan okudu (Kasas 49 ve Tur 34’e bakın). Bunun gibi bir kitap getiremeyince onlara; “Onun gibi on sure getirin” diyerek meydan okudu (Hud 13’e bakın). Onun gibi on sure getiremeyip aciz kaldıklarında onun gibi on sure değil, onun sûrelerinden bir sûresine benzer bir sûre getirmeleri için meydan okundu. Bakara suresi 23. ayetin benzeri Yunus suresi 38. ayeti Mekke’de indirildi. Arapça bilenler bir sûre getirmeye de çalıştılar, fakat acze düştüler. Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna dair en önemli delil insanların Kur’an gibi bir şey getirememeleridir. Şu ana kadar insanlar Kur’an’ın bir sûresine benzer bir sûre getirememişlerdir. Allahu Teala insanlara meydan okuyarak diyor ki; Allah dışında her güce başvurun ve yardım alın. Cinleri de çağırın dedi, çünkü cahiliyedeki Araplar cinlerin insanlardan daha güçlü olduklarına inanıyorlardı. Bu nedenle, İsra sûresi 88. ayette; insanlar ve cinler birleşseler onun gibi bir kitap getiremeyeceklerini bildirilip meydan okundu. Fasih Arapça bilen, yüksek dile ve edebiyata sahip olan Araplar Kur’an surelerine benzer bir sure getiremeyip acze düşmeleri Kur’an’ın bir mucize olduğuna dair kesin delildir. Şöyle ki; onun gibi veya bir suresine benzer bir sure getirmekten herkes aciz kalınca mucize oldu. Mucizenin manası budur. Diğerlerinin onun gibi veya bir parçası gibi getirmekten, yazmaktan veya söylemekten aciz olmasıdır. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem de bir Arap’tı.
Ne kadar yüksek deha, üstün zekâ ve akla sahip olunursa olunsun insan birlikte yaşadığı kavminin seviyesini aşamaz. Onların seviyesinden biraz fazla fasihliğe ve üstünlüğe sahip olur, ama ona yakın dereceye sahip olan kimseler ortaya çıkabilir. Bazen deha sahibi kimseler düşük sözler söyledikleri gibi düşük üslup da kullanabilir. Yani aynı seviyede daima kalamazlar.
Buna göre Kur’an Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den gelmedi. Yine Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in kesin şekilde sabit olan sözleri vardır ki onlara mütevatir hadis denilir. Bunları incelediğimiz zaman, bunların Kur’an’a hiç benzemediğini görürüz. İnsanlar nasıl ki Kur’an üslubu söyleyemedi ise bir insan olan Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem de söyleyemez. Yani bir insan iki üslup ta söyleyemez. Bu sebeple bu Kur’an Araplardan olmadığı gibi Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den de değildir. Onlardan değilse o halde başkalarından da, Arapça bilmeyenlerden de asla gelemez. Öyleyse Kur’an’ın Allah tarafından gönderilmesinde hiç bir şüphe yoktur, o kesin olarak Allah’ın sözleridir. Allahu Teala şöyle buyurdu;

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
“Yapamadığınız (Kur’an gibi getiremediğiniz) ve hiç yapamayacaksınız (onun gibi getiremeyeceğiniz) için, o zaman inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının.” (Bakara 24)

Mademki, bir sûre dahi getiremiyorsanız, (hem de en belagat sahibi olan Araplar denediler ve onun gibi getiremediler) o halde bırakın bu inadı ve cehennem azabından sakının. Çünkü Kur’an’a inanmazsanız kâfir olursunuz ve cehennemlik olursunuz.
Peygamberliğini iddia eden Müseyleme Kur’an gibi bir şey söylemeye teşebbüs etti. Müslüman olmayan Araplar Müseyleme’ye dediler ki; ‘bu yalandır’. Amr bin El As adlı kişi Müseyleme’ye bir defasında şöyle dedi: “Senin yalancı olduğunu kendin biliyorsun”. O zamanlarda/İslam’dan önce söylenen şiirler Arapların en üstün sözleridir. Buna rağmen kâfir Araplar, bu şiirler Kur’an’a benziyor diye hiçbir iddiada bulunmadılar. Oysa en güzel şiirler Kâbe’de asılı idi. Bunlara Muallakat deniliyordu. Muallakat; şiir yarışmasında birinci dereceyi kazanan, Arapların tarihinde en güzel şiir parçalarıdır. Kâfirler Kur’an’ın büyüklüğünü ve yüksek belagatini görünce Kabe’ye astıkları şiir parçalarını indirdiler. İnsanlar Kur’an gibi bir şeyi bu güne kadar getiremediler ve bundan sonra da hiçbir zaman getiremeyecekler.
Kur’an insanlardan gelmediğine göre Kur’an’a ve Kur’an’ın içerdiğine, Allah’ın ayetlerine ve emirlerine uymalı, nehiylerinden vazgeçmelidir. Zira Kur’an’a iman Kur’an’la amel etmeyi ve onu uygulamayı gerektiriyor. Kur’an’a inanmayan kimse kesinlikle kâfirdir. Onun bir ayetini inkâr etse dahi kafir sayılır. İnsan Kur’an’a inanırsa kendisini kâfirlikten ve cehennemden kurtarır. Nitekim insanlar ya kâfir, ya mümin, ya cennetlik ya da cehennemliktir. Bu dünya ebedi hayat yeri değil, ahiret ebedidir. İnsan geleceğini düşünsün, cehenneme girmemek için çalışsın. Cehennemin yakıtı kâfir insanlar ve taşlardır. İnsanın vücudunda yağ gibi yakıcı maddeler ateşi alevlendirir. Taşların ateşi pek şiddetli ve dayanıklıdır. Tahtalar çabuk söner ve ateşi taşların ateşi kadar şiddetli değildir. Ateşin şiddetli olduğunu göstermek için insanların idrak ettikleri yakıtın gerçeğini gösterdi.
Bu ayette, başka bir nokta daha vardır: “Kulumuza indirdiğimiz” dedi. Burada Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem‘in üstünlüğünü gösteriyor. İnsan Allah’ın kulu olup başkalarının kölesi olmayınca en üstün dereceye ulaşmış demektir. Daha önceki ayette insanlara hitap ederken ‘sizi yaratana kulluk edin’ diye buyurmuştur. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu kulluğu kabul eden ilk kişidir. Kâfirler ise bu kulluğu reddediyorlar. Ama kendilerine kanun çıkartan kimselerin birer köleleri olurlar. Zira köle başkasının emrine mutlak şekilde uyan kimsedir. Allah’ın emrini terk edip demokrasiyi kabul edenler, milletin temsilcileri olarak bilinen milletvekillerin çıkarttıkları emirler ve kanunlara uyarlar. Böylece milletvekillerini rabb edinmiş oldular, onların köleleri oldular. Bunlar aynen geçmişte Haham ve rahiplerini rab edinenler gibi olurlar. (Tövbe 31’e bakın).
Allah’ın emrine uymayan, sadece kendi keyfine, heva ve hevesine ve kendi arzusuna uyan kimse kendi heva ve hevesinin kölesi olur. Onun heva ve hevesi onun ilahı ve rabbidir. Allahu Teala heva ve hevesini ilah edinenlere sert çattı (Casiye 23’e bakın). Bunların örnek aldığı tip ve model ‘ben hürüm, istediğim şeyi yaparım’ diyen kimselerdir. Demokrasiye inanan bu kişiler cehennemi hak ettiler. Çünkü Allah’ın emrini reddedip kendi temsilcilerinin kanunlarına veya heva ve heveslerine uydular. Yine, cahili Araplar ‘baba ve ecdatlarımızın gelenek, örf ve adetlerine uyarız’ diyenler gibi olurlar. (Bakara 170, Maide 104, Şuara 74’ bakın). Bütün bunlar kafir sayıldı ve cehennemle müjdelendi. Ancak ve ancak kurtulan ve cennetlik sayılan kimseler, Allah’a iman edip onun emrine uyan kimselerdir, başkası değildir.
-19-
İman edip salih amel yapanlara müjde:

Allah Teâlâ şöyle bildirdi:
وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“İman edip salih amel yapanlara, kendilerine altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Onlara buranın bir ürünü rızk olarak verildiğinde, “Bu, daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur. Onlara orada taharetli ve tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar.” (Bakara 25)

Allah kendisine kulluk etmeyenleri, Kur’an’a inanmayanları cehennem ateşiyle tehdit ettikten sonra Allah’a ve Kur’an’a inananları ve Kur’an’ın ayetlerine göre hareket edenleri, yani salih amel işleyenleri de cennetle müjdeledi. İman edenlerin manası; Allah’a, Resul’e ve Kur’an’a inananlardır. Kur’an’a inanan kimse, Kur’an’ın içerdiği bütün akidelere inanır; kıyamet gününe, haşır ve neşir, hesap, cennet, cehennem, meleklere, eski peygamberlere ve Resullere, bunlara indirilen kitaplara ve bütün mugayyıbatlara, kaza ve kader’e de inanır. Kısaca; Kur’an’ın bütün ayetlerine inanır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in vahiy aldığına, sahih sünnetinin veya hadis-i şerif’in vahiy olduğuna inanır. Bu iman yerleştikten sonra salih amel yapar. İmana dayanmayan her amel boştur, kabul edilmez. Salih amel, imana dayalı olarak Allah’ın emirlerini uygulamak ve nehiylerinden vazgeçmeye denir. Sırf faydaya binaen iyi iş yapmak veya imana dayalı olmadan iyi iş yapmaya salih amel denilmez. Böyle bir şey dünyada insanlar tarafından kabul edilse de Allah indinde kabul edilmez. İman edip imana dayalı olarak salih amel yapanlara cennet var, dünyadaki bulunan meyveler gibi hatta daha güzelini elde edeceklerdir. Bir ayette, Allah gözlerin hiç göremediği güzelliklerle müminleri müjdeliyor. (Secde suresi 17. ayete bakın). Aynı anda tahir zevceleri olacaktır; hiç adet görmeyen, doğum yapmayan ve tuvalet ihtiyacı olmayan zevcelere sahip olacaklar. Mümin kadınlar böyle olacakları için de sevinirler ve kendileri için güzel bir müjde olur. Zira kadın hep temiz, hep güzel ve sevilir olmak ister. Aynı anda, 60-70 sene veya 80-90 sene dünyada olduğu gibi yaşamayacaklar, orada ebediyen en güzel durumda kalıp en güzel suretle ve güzel şeyleri elde ederek yaşayacaklar. Ne mutlu onlara! Resululah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bir sefer bir acuz (yaşlı kadın)a: “Acuz kadın hiç cennete girmez’’ deyince, bu kadın üzülerek ağlamaya başladı. Fakat Resullah ona dünyada acuz mümin kadınlar ahirette güzel ve genç olacaklar deyince bu kadın pek çok sevindi. (Tirmizi, Beyhaki ve Tabarani)

-20-
Allah’ın misal verme hususunda çekinmemesi:

Allah’u Teâlâ geçen ayetlerde münafıklarla ilgili örnekler verince bunlardan kâfirliklerini gizleyenlerden itiraz geldi ve dediler ki; ‘Allah böyle örnekler vermez.’ Böylece Müşrikler, diğer ayetlerde Allah’ın kâfirleri köpeklere ve hayvanlara, putları sineklere, kale gibi gördükleri evlerini örümcek evine benzetmesine de itiraz ettiler. Akabinde şöyle dediler: “Allah yücedir, böyle örnekler vermez ve böyle benzetme yapmaz.” Bu halleri ile Allah’ı yüceltip çok sevdiklerini göstermek istiyorlardı. Oysa onlar şirke koşuyorlar, Allah’ın yüce değerini ve yüksek makamını şirkleriyle alçaltıyorlar, Allah’ın şeriatını, emir ve nehiylerini reddediyorlardı. Bu günkü kâfirler ve münafıklar gibi onlara da; ‘Allah’ın emrine uyun, nehyinden vazgeçin ve Şeriatını uygulayın’ denilince; “Allah’ı çok seviyoruz, kalplerimiz imanla doludur” diye iddia ederek böbürlenirler ve “Allah dediğiniz gibi demez” diyerek iftirada bulunurlar. Allah’u Teâlâ bu örneklere ve benzetmelere itiraz eden münafık, kafir ve müşriklere şöyle hitap ediyor:
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ
“Allah sivrisineği ve onun üstününü misal olarak vermekten çekinmez. İnananlar bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilip ona inanırlar. İnkâr edenler ise; “Allah bu misalle neyi murat etti?” derler. Oysa Allah bu misalle birçoğunu saptırır, birçoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır.” (Bakara 26)

Müminler Allah’a inandıkları için kitabına da inandılar. Bu nedenle Allah neyi misal gösterirse ondan istifade eder ve ibret alırlar. Böylece imanları artar. Allah’ın şaka yapmadığını ancak düşündürmek ve inandırmak için bu örnekleri gösterdiğini kesin şekilde bilip inanıyorlar. Bu nedenle, hidayetleri artar. Ayette; ‘birçok kimseyi hidayete erdirir’ diyor. Müminlerin hidayetleri artar veya artırır ifadesinin manası; Allah’a bağlılıkları ve onun emirlerine uymaları daha fazla pekişir. Bu şekilde Allah’ın her emrini kusursuzca uygulamaya ve nehiylerinden tereddüt etmeden hemen vazgeçerler. İmanın ve hidayetin artmasının manası budur. Yoksa Allah’ın varlığının tanımasında yani bir yaratıcının var olduğuna inanmada sorun yoktur. Fakat asıl sorun emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden vazgeçme hususunda mevcuttur. Bir misal verelim: Bir çocuk babasının varlığına inanır, bu babamdır derse, bu kişi babasının varlığına inanmış olur. Bunun inanışı eksilmez ve artmaz. Fakat babasına sürekli itaat ederse ve hayır demeden onun emrini yerine getirirse babasına bağlılığı artar. Babası da onu sever ve ondan razı olur. Bu şekilde babasına inanışının artmış olduğunu teyit edebiliriz. Başka bir çocuk babasının varlığına inanır ve bu babamdır dediği zaman, onun hakkında şüphesi de yoktur. Fakat babası kendisine ne derse hiç dinlemez ve emrini yerine getirmezse böylece babasının emri dışına çıkmış olur. Böylelerine asi/isyan eden veya fasık denilir. Çünkü fasıkın manası; bir şeyden çıkan veya ayrılan kimsedir. Arapçada farenin başka bir ismi vardır; fasıkcık. Bu isim şuradan gelmiştir. Fare tahribat yapmak için deliğinden çıkmaktadır. Ve de ufak olduğu için fasıkcık (fuyeska) denilmiştir.
Buhari ve Müslim’de geçen bir hadiste; “ İbn Abbas Radiyallahu Anh’dan yapılan rivayete göre, Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Beş (tür hayvan vardır ki) hepsi de fasıktır; onları ihramlı kimse öldürebilir ve öldürülürler; akrep, yılan, ısırgan köpek ve karga..” buyurdu.
Birçok fasık nasıl babalarının varlığını tanırlarsa Allah’ın varlığını da tanırlar. Fakat hiç emrine uymaz, nehyinden vazgeçmez, (hâşâ) kendisini Allah’tan daha akıllı sayar. Bunu lisanen demezse de pratikte bunu gösterir.
Fasıklar iki çeşittir: Kâfirler ve bir kısım Müslümanlardır.
1- Kâfirler ya hiç Allah’ın varlığını tanımazlar, ya da bir kısmı onun varlığını tanır, fakat kitabına ve peygamberine inanmazlar. Bunlara Allah’ın emrinden çıktıkları için fasık denilir.
2- Bir kısım Müslümanlar Allah’a, kitabına, şeriatına ve peygamberine inanmakla beraber, bunların var olduklarına ve hak olduğuna da inanırlar. Fakat bunlar emirlerine veya bir kısmına uymaz, nehiylerinin bir kısmından vazgeçmezler. Bunlara da fasık denilir.
Yukarıdaki ayette; “… bu misalle bir çok kimseyi dalalete düşürür…. ve ancak fasık olanları bununla dalalete düşürür” sözünden kafirler kastedilmiştir. Çünkü ondan sonraki ayet bunların kim olduklarını açıklıyor.

-21-
Kafirler Allah’ın ahdini bozar, sila-i rahmi keser ve yeryüzünde ifsat ederler.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
“Onlar ki; (bu fasıklar) Allah’la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah’ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır.” (Bakara 27)

Allah’a verdikleri söz ise; “Rabbimiz sensin” demeleridir. Araf suresinde 172. ayetinde bunlarla ilgili bir açıklama vardır. İnsan, Allah’a “Rabbimiz sensin” derse Allah’ın Rabliğini tanımış olur. Öyleyse onun emrine uymalı ve nehyinden de vazgeçmelidir. Rabbin bir başka manası ise; emir veren ve yasaklar gösterendir. Yahudiler, Hıristiyanlar hahamlarının ve rahiplerinin emirlerine uyup nehiylerinden vazgeçince, onların hahamlarını ve rahiplerini birer Rab edindiklerini Allah’u Teala Tövbe suresi 31. ayette bildirdi.
Yine Tevrat’ta Yahudiler, İncil’de Hıristiyanlar ve Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e münafıklar Allah’a itaat edeceğiz, Kuran’a ve peygambere uyacağız dediler. Fakat bu sözlerini bozdular. Ayet bunlara da işaret ediyor. Bunlar da fasıktırlar. Allah’a verdikleri ahdi bozanlardır. Bu nedenle kim Allah’a ve Resulüne inanırsa ve onların emirlerini yerine getirmezse, Allah’ın indirdiği Muhammed’in şeriatını uygulamaya bütün gücüyle çalışmasa Allah’ın ahdini bozanlar gibi olur. Yalnız Elhamdülillah ben Müslüman’ım demek yeterli değildir. Bu ahdin gereği olan İslam’ın hayatla ilgili bütün ahkamını uygulamaya çalışmak gerekir.
Aynı anda bunlar sila-i rahmi ve akrabalık bağını keserler. Nitekim akrabalıklar iki çeşittir:
1- Baba, anne, oğul, büyük baba ve kardeşler gibi miras alabilen akrabalardır.
2- Dayı, teyze, annenin babası olan dede, kızların ve kız kardeşlerin çocukları, erkek kardeşlerin çocukları, amcanın kızı, hala, annenin amcası ve annenin erkek kardeşlerinin çocukları gibi mirasçı olmayan akrabalardır. Bu iki grup akrabalarla alakayı hiç kesmemek gerekir ki bunlarla alakayı kesmek haramdır. Oysa münafıklar babaya ve anneye Allah’ın emri gereğince ve dairesinde itaat etmezler, onlara bakmazlar, onları ihmal ederler, belki de horlarlar ve döverler. Erkek ve kız kardeşleriyle ilgilenmezler, diğer akrabalarıyla ilgilenmezler, alaka kurmaz veya bunu ihmal ederler. Çünkü onlar bencildir, sadece kendilerini, çıkarlarını ve şehvetlerini düşünürler. Batı dünyasında kafirlerin durumuna baktığımızda bunu belirgin bir şekilde görüyoruz. Eğer bir Müslüman bunlar gibi yapıyorsa kendini kafirlere ve münafıklara benzetmiş ve de Müslüman olarak sayılan fasıklardan olur.
Bu münafık veya kafir olan fasıklar ve bunlara benzer kimseler yeryüzünde fesat çıkarırlar. Allah’ın dinine muhalif işler, Allah’ın dinini uygulamamak, haramı mubah kılmak, Allah’ın dinine ve şeriatını uygulamak ve Hilafeti kurmak için çalışanla savaşmak, demokrasi ve laiklik gibi fikirleri uygulamak gibi işlere fesat denilir. Bunun tersine ise ıslah etmek denilir. Daha önce bu surenin 11. ayetinde buna değindik. Münafıklara yeryüzünde fesat yapmayın deyince şöyle derler: “Biz ancak müslihiz” yani; “biz Islah edicileriz, doğru iş yapıyoruz” derler. Oysa onlar fesatçıların ta kendileridir. Islah etmek ise, Allah’ın emrine göre işleri yürütmektir. İfsat etmek veya fesat yapmak bunun tersidir. Bir çok ayette bu konuyla ilgili deliller varit olmuştur. Bakara sûresi 30. ayette kan dökmek, Kasas 4. ayette Firavunun İsrail oğullarını öldürerek ve kadınları diri bırakıp sömürdüğünden dolayı fesatçı oldukları açıklandı. Genellikle kan dökmek, zulüm yapmak, insanları ezmek, insanları savaştırmak, Allah’ın davetine karşı durmak, peygamber ve dava adamlarıyla savaşmak, insanları, harama götürmek Allah’ın emri karşısında durmak ve küfür rejimlerini de savunmak, Kuran ve Hadislerce birer fesat ve bozgunculuk olarak adlandırıldı. Bütün laik ve demokratik yönetimler birer fesatçı rejimlerdir. Çünkü hürriyetler adıyla haramı helal kılıp haramı yaygın hale getiriyorlar. Zina, homoseksüellik, içki, faiz gibi haramları serbest bırakmaktadırlar. Allah’ın her emrini yasaklayıp Allah’ın emrine ve şeriatına davet edenleri hapse atmaktalar. Paraları büyük şirketlere vererek insanları perişan halde bırakırlar. Büyük şirketler kazansın diye sürekli fiyatları yükseltirler. Ve işçilere pek az miktarda ücret verirler. Bu da büyük fesatlıktır. Bunlar hüsrandadır yine dünya ve ahirette zelil olup, ebediyen cehennemde kalacaklardır. Dünyada 70-80 senelik bir ömür ve geçici kazançları vardır. Ama bu ahirete göre bir saniye kadar sayılmaz. Ahirette milyarlarca veya sayılamayacak seneler cehennemde yanacaklar.
İşte gerçek hüsran budur. İnsanın dünyayı kazanması önemli değildir. Basit hayatla yetinerek yaşayabilir. Belki en fazla 100 senelik ömrü olacaktır. Fakat asıl olan ahireti kazanmaktır. Ebedi olan asıl hayat odur. Cennette ebediyen istediğini elde ederek mutlu halde yaşamaktır. Fakat kafirler bunu düşünmezler. Bu noktada akıllarını çalıştırmaya yanaşmazlar. Bundan dolayı Kuran’da Araf suresinde 179. ayette Allah onları; “hayvanlar gibidirler” veya “daha şaşkındır” , “onlar tam gaflettedirler” gibi vasıflarla vasıflandırmıştır. Gafil olan aklına bir şey getirmeyendir. Bunlar ahireti akıllarına getirmedikleri için hayvanlar gibi gafildirler. Hayvanlar sırf yemek yer, içer, hoplayarak ve zıplayarak oynar, eğlenir ve cinsi temas yaparlar. Kafirler de sadece bu gibi şeyleri ister ve yaparlar. Allah hayvanlara rızıklarını verdiği gibi onlara da verir. Çünkü onları belli olan ecelleri gelinceye kadar yaşatacaktır. Ecelleri gelinceye kadar onlara iman etmek için fırsat vermektedir. Bunlar Allah’ın mülkünden bir şey eksiltemezler. Yiyip tükettiklerinin yerine Allah bol bol meyve, sebze, bakla vs. Her şeyi yaratır.
Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bir hadiste şöyle buyurdu:
“Dünya Allah nezdinde sivrisineğin kanadı kadar değerli olsaydı kafire bir yudum su bile vermezdi.” (Tirmizi)
Hal böyle iken kafirlerin en büyük derdi dünyayı kazanmaktır. Gerçekte onlar ne kadar büyük gaflettedirler. Müslüman’ım diyenler dikkatli olsun ve bunlar gibi olmasınlar.