-102-
Mescid-i Haram’a yönelmek:
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
“Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.”(Bakara 149)
Mescid-i Harama doğru yüzleri yönlendirmekle ilgili ikinci emir olarak bu ayet geliyor. Bu ayette Allah-u Teâla bu yönelmenin kendisinden geldiğini kesin şekilde dile getiriyor. “Şüphesiz ki bu Rabbinden gelen haktır.” Allah Celle Celaluhu, emiri yerine getirip getirmeyeceğimizi kontrol edecektir. Allah Subhanahu gaflete (haşa) düşmez. Uykusu yoktur, unutkanlığı yoktur, gücü sınırsızdır, çünkü tek ilahtır. Yaratıcı odur, nasıl gafil olabilir ki? Mümkün değildir. Öyleyse Allah’dan korkmalıyız, bizi devamlı kontrol ettiğini devamlı hatırlamalıyız. Allah’ın gafil olmayıp hepimizi kontrol ettiğini her an hatırlarsak ona isyan etmeyiz, insanlardan etkilenmeyip sadece onun rızasını düşünürüz ve rızasını hedefleriz.
-103-
Müslümanların yönelişleri üzerinde ısrarlı kalmaları ve insanlardan korkmaları:
Mescid-i Harama doğru yönelme öyle önemli bir meseledir ki, Allah bu konudaki üçüncü emrini de aşağıdaki ayette tekrarlıyor:
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ إِلاَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنْهُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي وَلأُتِمَّ نِعْمَتِي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“(Evet Resûlüm!) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından zalimler müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.”(Bakara 150)
Allah-u Teâla Mescid-i Haram’a doğru yüzleri çevirmek için yine de bu ayette iki defa emri tekrarladı. 144. ayete iki defa 149. ayette bir defa bu emri tekrarladı. Allah-u Teâla bir kaç ayette bu emri beş defa tekrarlamış oldu.
Böyle olunca, bunun ehemmiyetini gösterir. Çünkü ayrılma konusunu içerir. Daha doğrusu ayrılmanın temelini atmıştır. Bu ayrılma küfür ile iman, kâfirler ile müminler arasında gerçekleşiyor. Bu ayrılma olmazsa küfür imanla ve kâfirler müminlerle karışırlar.
Allah-u Teâla niçin kıble değiştirdiğini bu ayette izah ediyor:
-İnsanların Müslümanlara karşı bahane ve delilleri bulunmasın.
-Müslümanlara nimetini tamamlayacaktır.
-Ayrıca Müslümanların hidayetli olması içindir.
1-İnsanların Müslümanlara karşı delilleri ve bahaneleri bulunmasın demesinin manası: “Yahudiler ve Hıristiyanlar şunu demesinler; Müslümanlar bizim kıblemize yöneliyorlar. Onlar bize tabidir, onlar bizim gibidir veya bizden bir parçadır.” Bu şekilde Yahudilerle ve Hıristiyanlarla hiç bir noktada yakınlığımız kalmadı. Oysa temelde onlar Allah’a şirk koşuyorlar. Allah’ın indirdiği kitapları değiştirdiler. Kur’an’a, Hz. Muhammed’in Peygamberliğine ve elçiliğine hiç inanmıyorlar. O zaman niye onların yöneldikleri kıbleye yönelelim. Allah bunun için kıbleyi değiştirdi.
Onlardan tamamen ayrıyız. Ne zaman onlarla beraber oluruz? Eğer şirksiz tek Allah’a inanırlarsa, Kur’an’a ve Muhammed‘in nübüvvetine ve resullüğüne inanırlarsa bir oluruz.
2-Müslümanlara nimetini tamamlayacaktır. Bunun manası; nimet İslam’dır. İslam’ı tamamlayacaktır. Tam kapsamlı bir din haline getirecektir. Maide suresinin 3. ayetinde dini kâmil kıldığını ve tamamladığını Allahu Teala duyurmuştur. Ama bu ayette Allah dini tamamlayacağım diyor, kıbleyi Kâbe’ye çevirdiğinde dini tamamladığının bir parçasıdır. Çünkü küfür ile iman ve kafirler ile Müslümanlar arasındaki farkı apaçık şekilde ortaya koymuş oldu.
3-Hidayetli olmamız içindir. Kâbe’ye yönelmek hidayetten bir parçadır. Kâbe’ye doğru yönelme olmazsa namaz kabul edilemez. Kâfirlerden ve dinlerinden dinimizle ayrıldığımız zaman hidayetli oluruz. Onlara benzersek ve dinimizi onların dinlerine benzetirsek veya dinlerarası diyaloğa çağıranlar gibi onlarla müşterek noktaları arayıp birleşelim diyenlere uyarsak hidayetli olamayız. Demek ki, eskiden beri Yahudiler ve Hıristiyanlar bizi kendilerine yaklaştırmaya veya kendilerine benzetmeye çalışıyorlardı.
Zira onlar bu hareketleriyle bizi kendi aralarında eritmek veya kendilerine hidayeti götürmemizi engellemek isterler. Hidayetsiz olanlar dalaletli olarak nitelendirilmiştir. Ehl-i Kitap dalaletli (sapık) tırlar.
Ümmetimiz İslam’la hidayetli olmuş, doğru yolu bulmuştur. Kâbe’ye doğru yönelmekle hidayet tamamlanır. Allah’ın dinine tabi olundukça hidayet gerçekleşir.
“Ancak onlardan olan zalimler ayrıdır.” Ayette geçen ifade hem Kureyş’ten müşrikleri kast ettiği gibi kâfirlikleri üzerinde kalan Ehl-i Kitap ta kast edildi. Çünkü ayetler Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasındaki tartışmaları sergiledi. Bunlardan korkmayın yalnız benden korkun. Bu zalim olanlar Kıblenin değişmesini hazmedemeyenler ve Müslümanlarla inatla cedelleşenlerdir. Oysa Ehl-i Kitap olanlar bu değişimle ilgili daha önce bilgiye sahip idiler. İnatla cedelleşenlerden korkmamak ve yalnız Allah Celle Celaluhu’dan korkmamız talep edildi. Başka bir ifadeyle onlara boş vereceğiz, inatla cedelleşmelerine aldırış etmeyeceğiz. Çünkü bunlara ne kadar delil gösterilirse gösterilsin hiç kani olmak istemiyorlar. Halbuki, bu Allah’ın emridir. Neden Allah böyle istedi diyerek tartışılmaz ve bu nedenle onun emrine itiraz edilmez.
Şu varki insanlar kendilerinin sahip oldukları inanç, ibadet, fikir, adet, gelenek ve davranışlarda diğerlerinin kendilerinden ayrılmasını istemezler ve hazmetmezler, diğer insanları kendi fikirlerine uydurmak isterler. Bu nedenle insanlar arasında savaş çıkabilir.
Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ayrı fikirle ve dinle ortaya çıkınca ister müşrikler isterse Ehl-i kitap bütün kafirler kabul etmediler. Onlara karşı mücadele ettikçe dinine girenler oluyor ve Müslümanların sayısı artıyor, bu da kafirleri daha fazla kahretmeye başlıyordu. Bu sefer kendi dinlerini ve fikirlerini korumak ve tebaalarının kendilerinden ayrılmalarını engellemek için Müslümanlarla ortak noktaları aramaya çalıştılar. İşte Muhammed ve tebaası bizden ayrıldı ama ortak noktalarımız vardır, öyleyse anlaşalım birbirimize saldırmayalım, bize yönelik daveti yüklenmeyin ve bizden adam çalmayın(!) bir çatı altında çalışalım derler, bu şekilde kendi dinlerini ve fikirlerini korumaya çalışırlar. Ama Allah bunu reddediyor, Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e indirdiği din net ve saftır, diğer dinler şirkle karşımdır. Her konuda onlardan ayrılmamız istedi. Müslümanları onlara her hangi bir konuda uymamaları noktasında birçok ayette uyardı.
Bir kısmını gösterelim; “ Ehl-i Kitaptan çok kimse hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra sırf içlerindeki hasetten dolayı sizi imanınızdan vaz geçirip küfre döndürmek istediler” (Bakara 109)
“Güçleri oldukça sizi dininizden çevirinceye kadar sizinle savaşacaklar” (Bakra217)
“Ey iman edenler! Kâfirlere itaat ederseniz onlar sizi gerisin geri döndürürler ve böylece hüsrana uğrayanlardan olursunuz” (Al-i İmran 150)
“Kendileri kâfir oldukları gibi sizin de kâfir olmanız isterler, bu şekilde onlarla beraber eşit olursunuz” (Nisa 89)
Böylece Allah bizim kâfirlerle herhangi bir hususta birleşmemizi istemez, onlardan tamamen ayrılmamızı ister. Bu nedenle İslam sistemi farklı oldu, Hilafet devleti apayrı bir sistem oldu. Bu nedenle Kâfirlere fikri ve dini hususlarda benzeme haram oldu. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:
“من تشبه بقوم فهو منهم”
“Kim bir kavme benzerse onlardan olur” (Ebu Davut)
Her hususta ayrı olunca karıştırma olmaz, ama bu noktada veya şu noktada onlara benziyoruz, onlardaki şu husus bize benziyor denince onlardan alınmaya başlanır ve bu şekilde dinimiz ve sistemimiz bozulur. İşte benzerlik şüphesinden dolayı Yunan ve Hindistan felsefesinden fikirler alınca Müslümanlara çok zarar geldi. Ondan sonra benzeme bahanesiyle Batı fikirlerinden ve kültürlerinden Müslümanlar almaya başlayınca her şey yıkıldı.