Ayasofya’nın Ardından Türkiye’de Hilafet’in Yeniden Kurulması Talebi: Suni mi Yoksa Gerçek mi?


Türkiye Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahimKalın 07/27/2020 tarihinde, yönetim sistemi, Hilafet’in yeniden kurulması, MustafaKemal‘e lanet okunması, Cumhuriyetin ve Laikliğin reddedilmesiyle ilgili devam eden tartışmalar hakkında şöyle dedi: “Rejim tartışmaları çıkarmak suni bir gündemdir. Türkiye’nin böyle bir gündemi yok. Anayasada TürkiyeCumhuriyeti‘nin temelleri ve esasları açıklanmaktadır. Bizim amacımız Laiklik çerçevesinde halkın demokratik iradesine dayalı tam bağımsız sosyal hukuk devletini gerçekleştirerek, 2023‘te Türkiye’yi olması gereken yere getirmek olmalıdır. Hilafet ve saltanat konusundaki tartışmalar ise suni tartışmalardır. Ayasofya’nın açılışıyla birlikte mutlu anlar yaşadıktan sonra bir yandan (Atatürk‘e) dil uzatma diğer yandan ise Hilafet çağrıları başladı. Tüm bunlar, “Ayasofya’nın açılışıyla” ilgili bu başarıyı gölgelemek olur. Hayırlı bir iş yapıldı, bizi buluşturan bir sembol olsun Ayasofya. (Atatürk) hakkındaki tartışmayı kabul etmiyoruz. Ne Atatürk’le ilgili tartışmalar, böyle bir kastın olmadığının görülmesi lazım. Hilafet tartışması yersiz, lüzumsuz bir tartışmadır. İlmi, dini, siyasi olarak da tartışmanın zemini bu değildir. (Atatürk), Türkiye Cumhuriyeti’nin banisidir. Ona bırakın Ayasofya gibi bir yerde, herhangi bir yerde lanet okunmasını doğru kabul etmeyiz. Hükümet, Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu Mustafa Kemal’in şahsına yapılan herhangi bir saldırıyı açıkça reddetmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetinin üyeleri, ister Ayasofya Camii‘ndeki Cuma hutbesinde isterse de herhangi bir yerde herhangi birine lanet okumayı veya saldırmayı asla kabul etmeyecektir.“


Diyanet İşleri Başkanı’nın duyguları kabardı ve 24/07/2020 Cuma günü, cami olarak kapandığı günden beri Ayasofya Camii’nden kılınan ilk Cuma namazı hutbesinde şöyle dedi: “Fatih Sultan Mehmed Han, gözbebeği olan bu muhteşem mabedi kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfedip müminlere emanet bırakmıştır. Bu vakfenin dokunulmazlığını çiğneyen lanete uğrar.” Dolayısıyla bu, Kemalistlerin idolleri üzerindeki öfkeyi artırdı. Ayrıca Gerçek Hayat Dergisi, 27/07/2020 günü kapağına şunları yazdı: “Hilafet için toparlanın. Şimdi değilse ne zaman? Sen değilse kim olacak?” Nitekim Hilafet hakkında yayınlanan makalelerin hatırlattıklarından biri de “Hilafet meselesinin, on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren ciddi bir mesele olarak karşımıza çıkması olmuştur. Zira özellikle sömürgeci çıkarlarına hizmet etmek için İslam dünyasını parçalamak isteyen başta İngiltere olmak üzere Batılı güçler Hilafet’e karşı komplo kurmuşlardı.” Dergi, İngilizlerin komplosuna, Mekke Şerifi Hüseyin BinAli’yi kullanmalarına ve 1879 yılında Cidde’de İngiltere konsolosu olarak atanan ve Osmanlı topraklarında büyümüş İran asıllı bir Ermeni olan James Zohrab’ın onu nasıl satın aldığına dikkat çekti. Zira Türkçeye hâkim olup onun arkadaşı oldu ve Arap ülkelerinde kral olmasını desteklemek için İngilizlerin hesabına çalışmasını sağladı. Aynı şekilde Hilafet’in Araplara döndürülmesine çağrıda bulunmaları için Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’u da kullandılar! Dahası İngilizler, sadece Halife II. Abdülhamid‘i devirmekle kalmayıp Hilafet’in de düşürülmesini isteyen “Türk Gençlik” Derneği’ni de destekledi. Dergi şunları söyleyerek sonlandırdı: Hilafet makamı ve Ayasofya… Halk olarak bu konuyu birlikte düşünelim. Ne dersiniz?“

Türkiye‘de Hizb-ut Tahrir tarafından yayınlanan Köklü Değişim Dergisinin, yorulmak bilmeyen çalışmalarının yanı sıra internet üzerindeki birçok sayfalarının, temaslarının, etkinliklerinin, yürüyüşlerinin, konferanslarının, seminerlerinin, kitaplarının, yayınlarının ve hayırlı gençleri tarafından yapılan tüm mübarek amellerin, Hilafet konusuna odaklandığı unutulmamalıdır. Zira tüm bunların, Hilafet’e yönelik kamuoyu oluşmasında çok büyük etkisi olmuştur.

Evet, başta İngilizler olmak üzere Batı, Arap ve Türklerden oluşan bir avuç hainlerle birlikte Hilafet’e komplo kurdular ve ajanları Mustafa Kemal’in eliyle de onu yıkmayı başardılar. Nitekim Hizb-ut Tahrir, bir önceki emiri Abdulkadim Zellum Rahimehullah’ın adıyla yayınlamış olduğu “Hilafet Nasıl Yıkıldı” adlı kitapta tüm gerçekleri ifşa etmiştir. Kitap, 1960’lardan beri Türkiye’de sürekli dağıtılmaktadır. Dolayısıyla insanlar, bu gerçeği idrak eder hale gelmişlerdir. Seksenli yılların başlarında hatırlıyorum askerlerden biri bana şöyle demişti: “Benim nazarımda (Atatürk), gökyüzündeki ilah gibiydi. Ne zaman “Hilafet Nasıl Yıkıldı” kitabından bir sayfa okusam, gözlerim yerin en derin noktasına kadar düşüyor. Ben onun böyle bir hain olduğunu bilmiyordum.” Bu, makalemde anlatamayacağım birçok örnekten sadece biridir.

El-Raye Gazetesi’nin 22/07/2020 tarihinde yayınlanan 296. sayısındaki makalede şöyle demiştik: “Allah’ın laneti üzerine olsun mücrim Mustafa Kemal gelerek, 03/03/1924 günü tarihin en eski ve en büyük devletini yıktı, şeriatı ve İslam’ın tüm şiarlarını yok etmeye, Müslümanlara zulmetmeye, çeşitli vesilelerle Müslümanları dinlerinden saptırmak için çalışmaya, tüm rezillikleri ve fesadı yaymaya başladı. Nitekim reforme edileceği bahanesiyle 1930 yılında Ayasofya Camii’ni kapatmaya kadar ulaştı. 24/11/1934 tarihinde de hükümeti adına Ayasofya’nın 01/02/1935 günü açılan müzeye dönüştürüldüğüne dair bir kararname yayınladı.”

Aynı makalede şöyle demiştik: “Böylece Müslümanlar, geri kazanıncaya kadar ihtişamlarının etkisini unutmadılar. Dolayısıyla Müslümanlar, Hilafet’in kaldırılması kararının iptalini ve yeniden kurulmasını da talep etmelidirler. Çünkü bu, meclisin çoğunluğunun değil de az sayıdaki yabancıların vermiş olduğu batıl bir karardır. Ayrıca küfür anayasalarının, kanunların ve Mustafa Kemal ve ondan sonra gelenlerin haksız yere aldıkları kararların da kaldırılması talep edilmelidir.”

İşte bunun işaretleri ve olumlu tepkileri ortaya çıkmıştır. Dahası bu, 1953 yılında kurulduğu günden beri her geçen gün halkının çağrısına daha duyarlı bir şekilde yanıt veren Türkiye’de dahil dünyanın dört bir tarafında bıkmadan ve usanmadan çalışan Hizb-ut Tahrir’in meyvelerinden biridir. Şayet bu Hizbe karşı karartma, gençlerine yönelik sıkı güvenlik kovuşturması, gençlerinden birçoğuna karşı altmışlı yıllardan günümüze kadar devam eden hapis cezasının yanı sıra Hizbe ve Hilafet’e karşı iftiralar, yalanlar, saptırma ve çarpıtma kampanyaları olmamış olsaydı, Müslüman Türkiye halkının tepkisi daha hızlı ve kaynaşmaları da daha çabuk olurdu.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, umutsuzca gittikçe artan gerçek akımlara karşı hakaret etmeye çalışırken Müslüman halkın Hilafet’in yeniden kurulması taleplerine meydan okumaya çalışmakta ve insanların gizlice lanet ettiği ve Laiklik dalaleti üzerinde ısrar eden Mustafa Kemal’i savunmaktadır. Şayet bir kişinin dil uzatması halinde 6 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılan (Atatürk’ü koruma) kanunu olmamış olsaydı, insanlar gece gündüz ona lanet okurlar ve Şeytan’ı taşladıkları gibi onu da taşlarlardı. Cumhurbaşkanına, hükümetinin ekibine ve sözcülerine diyoruz ki; Hilafet treni birçok duraktan geçerek ana istasyona doğru ilerlemekte olup Allah’ın izniyle Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet’i ilan edecektir. İşte o zaman yaklaşık bir asırdır mahrum kaldıkları Halifelerinin arkasında ilk Cuma namazını kıldıklarında Müslümanların duyguları kaynayacaktır.

Esad Mansur