-121-
İyilik, Takva, Zafer:
İyiliğin manası nedir?
İyilik yapanların sıfatları ve mükâfatları nedir?
Sadık ve takva sahipleri kimdir?
Zaferin sabırla alakası nedir?
لَيْسَ الْبِرَّ أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّائِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ الْبَأْسِ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُتَّقُونَ
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyaçtan dolayı dilenenlere ve kölelerin kurtuluşuna sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır!” (Bakara 177)
Bu ayet sanki İslam’ın bütün ilkelerini özetledi. Hem de iyiliğin ne olduğunu açıkladı. Pek derin ve birçok ilke içeren bir ayettir. Ehli Kitap, ibadet ederken Kudüs’e doğru yöneliyorlardı. Müslümanlar da ilk zaman namazda Kudüs’e doğru yöneliyorlardı. Ondan sonra Mekke’ye (Kâbe’ye) doğru yönelmeye başladılar. Ehli Kitap ve İslam’a giren bazı kimseler bunu beğenmedi. Allahu Teâla bu münasebetle bu ayeti indirdi. Mesele doğuya veya batıya yönelmek değildir. İyilik bu değildir. İyilik; iman ve Allah’ın emirlerine uymaktır.
Bu ayet imanın ne olduğunu göstermiştir. Allah, kıyamet günü, melekler, kitaplar ve nebiler. Altıncı rükün ise; kaza ve kaderdir. Ayette direk geçmedi. Ancak kaza ve kaderin mahiyeti akidevi ve kendisinin bir akide olduğu için akide konusuna dâhil edilmiştir. Birçok ayetten manası anlaşılır. Kazanın manası; varlık sisteminin getirdiği hususlarla beraber, insan iradesinin dışında insandan veya insan üzerinde zorla vuku bulan hususlardır. Aynı anda insan bu hususların vukuunu engelleyemez. Varlık sisteminin gerektirdiği hususlardan birkaç örnek verecek olursak; insanın rengi, boyu, normal şekilde su üzerinde yürüyememesi ve havada uçamaması, insanın rızkı, eceli vb. insanın iradesi dışında olup engelleyemediği fiillerden, kazalar, ani arızayla bir uçağın düşmesi, hatayla bir insanı öldürmek vb. insan bunun Allah’tan olduğuna inanmaktadır. Bunu inkâr etmek küfürdür. Ayetler bu iki kısmı açık ve kesin ifadeyle gösterdi, bu iki kısma kaza adı verildi.
Kader ise; eşyaların özellikleridir. Örneğin; gözlerdeki görme, kulaklarda işitme özelliği, bıçakta kesme, ateşte yakma özellikleridir. Bütün bu özellikler Allah tarafından yaratıldı. İnsan bu özellikleri hayırda ve şerde kullanabilir. Ayetler bunu net ve kesin ifadeyle de gösterdi.
Bu şekilde kaza ve kader içerik olarak Kuran’da geçti. Misal olarak Kuran’da Hilafet devleti veya iktisadı nizam kelimesi geçmedi, ama bu devletle ve bu nizamla ilgili birçok ayet vardır. Keza sair İslam sistemleridir.
Bir hadisi şerifte, imanın Allah’a, Meleklere, Kıyamet Gününe, Peygamberlere, Kitaplara ve Kaderin hayrı ve şerri Allah’tan olduğuna inanmaktır. Fakat bu kaderin manası, Levhi Mahfuz’daki yazıya inanmaktır. Bu kader ise; Kaza ve Kader konusundan parça olan Kaderden farklıdır. Kaza ve kaderdeki Kader; eşyalardaki özelliklerin Allah tarafından yaratılıp bulunmasıdır. Şu var ki, Allah insana bu özellikleri kullanma imkanı da verdi ve insanın bunları Allah’ın emri olan hayırda veya buna muhalefet ederek şerde kullanmasından sorumlu tutuyor ve bu nedenle bu kullanmaktan dolayı onu hesaba çekecektir. Çünkü insan hayırda veya şerde onları kullanabilir. Buna inanmak gerekir, onu inkâr etmek küfürdür.
Hadiste geçen Kader ise; Allah’ın Levhi Mahfuz’da yazdığı ilimdir, hayır olsun şer olsun, hepsi yazılıdır. Ama bu ilim insanı hayır veya şer işlemeye zorlamıyor. Yalnız ezelden beri Allah’ın insanın iradesiyle işleyeceği hayır veya şerri bilmesidir. Buna inanmak da gerekir ve onu inkâr etmek küfürdür.
Allah’a inanmak temeldir. Bunun manası; yaratıcının Allah olduğuna ve tek yaratıcı, tek ilah ve tek rabbin O olduğuna inanmaktır. Nasıl âlemleri yarattı, düzenledi ve her şeyi bir kanuna bağladı, insanların hâkim oldukları dairede kendi işlerini yürütmek için bir nizam şeriat indirdi. Buna inanmak gerekir. Bunun için peygamber ve resuller gönderdi. Bu şeriatı tebliğ etmek için onları gönderdi. Şeriatı içeren kitaplar indirdi. Son Kitap Kuran’dır. Buna inanmak gerekir. İçerdiğine de inanmak gerekir. Yoksa sadece bir kitabın var olduğuna inanmak hiç yeterli değildir. İçerdiğine inanmak ve içerdiğinin tatbik edilmesinin gerekliliğine inanmak ta gerekir. Birçok Müslüman sadece Kuran’ın Allah’tan nazil olduğuna inanıyor. Ama içerdiğinin uygulanmasının vacip olduğuna inancından gafildirler. Küfür kanunlarını bilerek veya bilmeyerek uyguluyor veya kendisine uygulatılıyor ve karşı gelmiyorlar.
Meleklerin görevleri pek çoktur. Herkes kendisiyle beraber iki meleğin var olduğunu hatırlamalıdır. Kaf suresinde geçtiği gibi biri insanın amelini ve sözünü yazıyor, diğeri de kontrol ediyor.
وَلَقَدۡ خَلَقۡنَا الۡاِنۡسَانَ وَنَعۡلَمُ مَا تُوَسۡوِسُ بِهٖ نَفۡسُهٗۚ وَنَحۡنُ اَقۡرَبُ اِلَيۡهِ مِنۡ حَبۡلِ الۡوَرِيۡدِ اِذۡ يَتَلَقَّى الۡمُتَلَقِّيٰنِ عَنِ الۡيَمِيۡنِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيۡدٌ مَا يَلۡفِظُ مِنۡ قَوۡلٍ اِلَّا لَدَيۡهِ رَقِيۡبٌ عَتِيۡدٌ
“İnsanı yaratmıştık, içinden ne vesvese geçtiğini biliyoruz, biz ona şah damarından daha yakınız. Sağdaki ve soldaki iki melek her şeyi yazıyor, insanın her konuştuğunu ve yaptığını biri yazıyor ve diğeri kontrol ediyor”. (Kaf 16-18)
İnsan bunu aklında devamlı tutsun, kıyamet günü bu meleğin yazdığı kitap insana teslim edilecektir. Buna inanmalıdır. İşte, meleklerin varlığına ve görevlerine inanmak gerekir. İnsan bunu sürekli düşünürse Allah’tan daha fazla korkar ve meleklerden çekinir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in bir hadisinde bizimle beraber olan meleklerden haya etmemizi talep etti. İnsanın canını onlar alıyorlar, kişi kâfir ise onun canını alırken ona azap verirler. Allahu Teala şöyle buyurdu:
وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُوا الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ
“Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve “Tadın yakıcı cehennem azabını” (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!” (Enfal 50)
İnsanın başına bir musibet gelmeyecekse yalnızca melekler bu musibet gelmesin diye insanı korurlar. Allahu Teala şöyle buyurdu:
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَالٍ
“Onun önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri ve mefhumlarını değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.”(Ra’d 11)
Ama insanın başına bir musibetin geleceği yazılmışsa melekler çekilirler. İnsan sadece kendini görüyor, sanki Allah ondan başka bir insan veya başka bir şey yaratmadı, böylece aldanıp Allah’a isyan eder, ahirette cenneti garanti etmişçesine kibirlenir, Allah’a kulluk etmeyi düşünmez, oysa Allah melekleri de yarattı, onlar Allah’a kulluk ediyorlar ve O’na hiçbir şekilde isyan etmiyorlar, bizim durmadan nefes aldığımız gibi onlarda sürekli Allah’ı tesbih ediyorlar.
İnsanların hidayeti kendi ellerindedir, kendi kendilerini değiştirseler Allah onların halini değiştirmez. Buna göre toplumu değiştirmeye çalışmak insanların edindikleri mefhumları değiştirmekten geçer. Nebi ve resuller toplumu değiştirmek üzere insanların mefhumlarını değiştirmeye geldiler, imana ve imanın gerektirdiği fikirlere çağırdılar. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem bu hususta örnektir. Tevhide çağırırken kâfirlerin yaptıkları kötülüklerine ve zalim yöneticilerine karşı mücadele veriyordu. Küfür akaitleri çürütürken İslam akidesini ve imanı anlatıyordu, kâfirlerin nizamlarını, icraatlarını ve çözümlerini çürütürken İslam hükümlerini anlatıyordu ve uygulamaya çağırıyordu. Bu şekilde o kavmi değiştirdi ve İslam devletini kurdu. Bu gün var olan kavimleri değiştirmek için aynı çalışmayı yapmak gerekir.
Bir kavim Allah’ın dininden yüz çevirirse ona azap, musibet ve felaket gelir, hiç bir kimse bunların meydana gelmesini engelleyemez. Melekler yoldan çekilirler, zira onlar Allah’ın emrindedirler, ona muhalefet edemezler, tersine onları gönderir azabı indirtir.
Bu nedenle, Allah Celle Celaluhu hiç bize aldırış etmez, ancak biz Allah Celle Celaluhu ’nun dikkatini bize çekmek için çalışmalıyız. Biz gece gündüz Allah Celle Celaluhu ’ye kulluk etmezsek ve dua etmezsek Allah Celle Celaluhu bize aldırış etmez. Çünkü kendisini gece-gündüz tespih eden varlıklar yani melekler vardır.
فَاِنِ اسۡتَكۡبَرُوۡا فَالَّذِيۡنَ عِنۡدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُوۡنَ لَهٗ بِالَّيۡلِ وَالنَّهَارِ وَهُمۡ لَا يَسۡـَٔـمُوۡنَ
“ Eğer onlar (insanlar) kibirlenirlerse (Allaha kulluk etmekten yüz çevirirlerse) Allah yanındaki melekler hiç bıkmadan ona gece gündüz kulluk edip tesbih ederler” (Fussilet 38)
Bunlar O’nun emrini hemen yerine getirirler. Oysa Allah’ın bize aldırış etmesi için çalışmalıyız. Allahu Teala şöyle buyurdu:
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا
“(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) dua edip yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Siz Resûl’ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!”(Furkan 77)
Kıyamet gününe ve öteki hayata inanmak, insanın geleceğini gösterir. İnsan bu inancı hatırladıkça dünyaya bağlılık göstermez, içi rahat olur, bir musibet başına gelirse aldırış etmez, çünkü öteki hayata inanıyor, onu düşünüyor ve bu nedenle ümitsizliği tanımaz. Bu inanç insanı iyi bir insan haline getirip mutlu kılar. Allah’tan korkar; çünkü kıyamet gününün korkunç sahnelerini düşündükçe ve zihninde tasavvur ettikçe korkusu ve takvası artar.
Allahu Teâla bu ayette önce akideyi gösterdi, ondan sonra bu temele dayalı ameli gösterdi; akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolda parasız kalanlara, muhtaç olanlara, azat edilecek kölelere mal ve para vermektir. Allah bu insanlara vermeyerek sabırlarını dener, buna göre sevabı ve ödülü verir. Başka insanlara verir, bunların o muhtaç olan insanlara verip vermeyeceklerini imtihan eder. Oysa onları da muhtaç insan haline getirebilirdi. İnsan Allah’ın kendisine verdiği malın Allah’a ait olduğuna inanmalı ve bunu hep düşünmelidir. Bu elinde bir emanettir, emanet veren Allah’ın emrine göre bu malı dağıtmalıdır. Böylece severek, kalbinden gelen bir istekle ayette sayılan kimselere vermelidir. Eğer bunlara verirken minnet gösterirse, hiç sevap alamayacak, aksine günah işlemiş olup Allah’ın dünyada cezasından korkmalı. Belki, Allah onu bir gün mahrum kılar veya muhtaç bırakır. Ayette “sevdiği maldan” ifadesi geçti. Bu ifade çok önemlidir. Eğer seve seve insan tasadduk etmezse bu onun cimriliğinin, kibirliliğinin ve nankörlüğünün göstergesidir. Ey zengin kimse, kim sana bu malı verdi? Allah Celle Celaluhu diyeceksin. Öyleyse nasıl kibirleniyorsun, nankörlük ediyorsun ve cimri oluyorsun? Allahu Teala şöyle buyurdu:
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz. Her ne harcarsanız, mutlaka Allah onu bilir.”(Al-i İmran 92)
İman ve Allah için harcamak konularından sonra ibadet konusuna geldi: Namazı ikame etmek ve zekât vermektir. Zekât ibadettir, Allah için harcama konusundan sayılmasına rağmen ayrıca gösterildi. Çünkü zekât muhtaç olan var veya yok olsun daima verilmelidir. Yukarıdan “severek harcamak” konusu ise, muhtaç olunca gerçekleşiyor.
Ahit verenler ahitlerine vefakârlık gösterirler. Müslüman bir söz verirse veya biriyle sözleşme yaparsa yerine getirmelidir. Yoksa münafıkların sıfatlarından bir sıfata sahip olur. Hadisi şerifte geçtiği gibi:
“Münafıkların sıfatı üçtür; Konuşursa yalan söyler, söz verirse yerine getirmez ve kendisine emanet verilirse buna ihanet eder.” (Buhari)
Ancak şeriata aykırı bir söz vermez, verirse yerine getirmez ve tövbe eder. Devlet dahi şeriata aykırı bir sözleşme yaparsa bu sözleşme batıldır, yerine getirilmez, Müslümanlar ona uymazlar. Devletin bütün yapacağı sözleşmeler İslam’a göre olmalı ve karşı taraf bozmadıkça buna bağlılığı gösterir.
Sıkıntı ve zararlara karşı sabırlı olmak, imanın meyvesindendir. İnsan Kaza ve Kadere inanınca; hâkim olmadığı dairede kendi iradesi dışında meydana gelen her şeyin Allah’tan olduğuna ve bir imtihan olduğuna inanınca sabırlı olur. Feryat etmez ve isyan etmez. Nitekim Allah birçok ayette insanı her konuda imtihan edeceğini duyurmuştur. Dünyada insan sıkıntısız ve zararsız hayat süremez. Muhakkak, başına bir şey gelecektir. Bu nedenle sabretmek farzdır ve sevabı büyüktür. Yine aynı şekilde savaşta sabretmekte farzdır; savaşırken dayanmalı ve gördüğü zararlara karşı sabretmelidir. Düşmanlardan korkmamalı ve onların önünden kaçmamalıdır. Zira savaşta en önemli husus; sabretmek ve dayanmaktır. Allah şöyle buyurdu:
وَلَا تَهِنُوۡا فِى ابۡتِغَآءِ الۡقَوۡمِ ؕ اِنۡ تَكُوۡنُوۡا تَاۡلَمُوۡنَ فَاِنَّهُمۡ يَاۡلَمُوۡنَ كَمَا تَاۡلَمُوۡنَ ۚ وَتَرۡجُوۡنَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرۡجُوۡنَ ؕ وَ كَانَ اللّٰهُ عَلِيۡمًا حَكِيۡمًا
“kâfir kavimle savaşmak ve onun peşinine düşmekten hiç gevşeklik göstermeyin. Eğer siz (savaştan) acı ve sıkıntı çekiyorsanız onlar da sizin gibi acı ve sıkıntı çekiyorlar, fakat sizin Allahtan beklediğiniz mükâfatı, zafer ve cenneti onlar beklemiyorlar. Allah âlim ve hâkimdir” (Nisa 104)
Resullullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:
“Bilin ki … zafer sabırla gerçekleşir” (Müslim)
Düşman acı çekiyor, sen de acı çekiyorsun, fakat kim dayanır ve sabrederse o kazanır.
Şimdi samimi Müslümanlar küfür sistemini yıkmaya çalışırken acı ve sıkıntı çekiyorlar, ayanı şekilde karşı taraf ıstırap ve korku içerisindedir, her an kendi iktidarlarını kaybedebilirler, bu nedenle çalışanlar az olsa bile onlarla amansız savaş açtılar, eziyet çekiyorlar ve tür zulümü uyguluyorlar. Samimi dava adamları sabretmeliler, hiç taviz göstermemeliler. Nitekim küfür sisteminin sahipleri Müslümanların taviz gösterip kendi iktidarlarına katılmasını istiyorlar ve onları kandırmaya çalışıyorlar. Ama Hilafet sistemiyle mücessem olan İslam sistemini kurmaya çalışanlar sonuna kadar sabrediyorlar, onlar büyük mükâfatlara sahip olacaklar.
İşte sadık olanlar ve takvalı olanlar bunlardır. Bir kimsede bu sıfatlar bulunursa diğer sıfatlar muhakkak bulunur. Namaz kılan muhakkak oruç tutar, zekât veren şüphesiz ki, hac yapmak için çalışır, muhtaçlara severek harcayan Allah uğrunda harcar. Savaşta sabırlı olan kimse zalim yöneticilere karşı dayanır, hiçbir kimseden çekinmez, hakkı söyler, marufu emreder ve münkeri nehyeder. Çünkü kellesini Allah uğrunda feda etmeye hazırdır.
Bu ayette geçen sıfatlar sadakatin ve takvanın temelleridir, diğer hususlar ise buna dayalıdır. Başka bir ifadeyle, bu takvanın sıfatlarıyla sıfatlanan kimse kalan sıfatlarla vasıflanmaya çalışır. Bu nedenle Allah-u Teâla, sadık olanlar ve takvalı olanların bunlar olduklarını beyan etmiştir.