-141-
Takvalı insanların sıfatı:
İnsan canını Allaha nasıl satar?
Bundan kazancı nedir?
Allah uğrunda savaşmak yerine vatan ve millet uğrunda savaşmak mefhumu nasıl yayıldı?
وَمِنْ النَّاسِ مَنْ يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاةِ اللَّهِ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ
“Bir takım insanlardan öylesi var ki canını Allah’ın rızasını kazanmaya karşı satar feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir.”(Bakara 207)
Allah-u Teala, daha önceki ayetlerde olumsuz tarafları olan münafıkların sıfatlarını teşhir ettikten sonra müminlerin sıfatlarını belirtmiştir. Allah’ın rızası için canlarını ve mallarını feda ederler.
Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir; Suheyb bin Sinan Errumi Müslüman olup hicret etmek isteyince Mekke yöneticileri ya malını ve paranı burada terk edersin ya da hicret edemezsin dediler. Malını ve parasını onlara terk etti, o zaman onun hicret etmesine müsaade ettiler. Ömer bin Hattab Radiyallahu Anh ve bir grup Müslüman onunla Medine’nin sınırında olan Al-Hara bölgesinde karşılaşmayı beklediler, oraya varınca ona satışın karlı çıktı dediler ve Allah’ın onun hakkında yukarıdaki ayeti indirdiğini ona bildirdiler.
İbn Abbas ve Enes gibi sahabeler, Said bin Al- Museyyeb ve İkrama gibi tabiin ve başkaları bu rivayeti aktardılar. İbni Merdeveyh şu rivayeti aktardı; Resullullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Suheyb Medine’ye varınca ona ‘Suheyb kazandı, Suheyb kazandı’ dedi, başka rivayette ‘satışın karlı çıktı!’ diye geçti.
Bir sefer Hişam bin Amir düşmanlar üzerine kendini atıp savaşmaya başlayınca bazı Müslümanlar onun bu hareketini kınadılar! Hz. Ömer, ebu Hureyye ve başka sahabeler bu kişilerin kınamalarına karşı çıkıp onlara yukarıda ki ayeti okudular.
Bu ayet, fedakârlık ayetidir. Müminlerin Allah uğrunda canlarını ve mallarını feda edenleri ve satanları diye bildiriyor veya haber veriyor. Bu haber bir taleptir. Müminleri fedakârlık göstermeye çağırıyor ki mallarını ve canlarını Allah rızası için feda etsinler. Ancak o zaman karlı çıkarlar ve ticaretleri kazançlı olur.
Allah-u Teala müminleri kendi uğrunda fedakarlık göstermeye davet ve teşvik ederken karşılığını gösterip şöyle buyurdu:
اِنَّ اللّٰهَ اشۡتَرٰى مِنَ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ اَنۡفُسَهُمۡ وَاَمۡوَالَهُمۡ بِاَنَّ لَهُمُ الۡجَــنَّةَ ؕ يُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ فَيَقۡتُلُوۡنَ وَ يُقۡتَلُوۡنَ وَعۡدًا عَلَيۡهِ حَقًّا فِى التَّوۡرٰٮةِ وَالۡاِنۡجِيۡلِ وَالۡقُرۡاٰنِ ؕ وَمَنۡ اَوۡفٰى بِعَهۡدِهٖ مِنَ اللّٰهِ فَاسۡتَـبۡشِرُوۡا بِبَيۡعِكُمُ الَّذِىۡ بَايَعۡتُمۡ بِهٖ ؕ وَذٰ لِكَ هُوَ الۡفَوۡزُ الۡعَظِيۡمُ
“Şüphesiz ki, cennet karşılığında müminlerden mallarını ve canlarını satın almıştır. Şöyle ki onlar Allah uğrunda savaşırlar ve öldürülürler (şehit olurlar). Tevrat’ta, İncil’de ve Kura’n’da kendi üzerine Allah’ın yazdığı gerçek bir vaattir, sözdür. Allahtan daha çok ahdine (sözüne) vefa gösteren var mıdır?! Bu nedenle yaptığınız alış verişten dolayı sevinip müjdelenin. İşte büyük kazanç ve kar budur”. (Tevbe 111)
Yine Allah-u Teala Müminlerin karlı ve kazançlı ticaretinin nasıl gerçekleşeceğini ve dünyada da meyvesini elde edeceklerini gösteriyor: bu ticaretin Allah ve Resulüne iman etmekle beraber malla ve canla Allah uğrunda cihat etmekle gerçekleşeceğini bildiriyor. O ticaret hem dünya için hem de ahiret için, şu ayetlerde de beyan ederek vurguluyor. Bunlar cennetle ve zaferle müjdelendiler. Şöyle buyurdu:
يٰۤاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا هَلۡ اَدُلُّكُمۡ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنۡجِيۡكُمۡ مِّنۡ عَذَابٍ اَلِيۡمٍ تُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ وَتُجَاهِدُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ بِاَمۡوَالِكُمۡ وَاَنۡفُسِكُمۡؕ ذٰلِكُمۡ خَيۡرٌ لَّـكُمۡ اِنۡ كُنۡتُمۡ تَعۡلَمُوۡنَۙ يَغۡفِرۡ لَـكُمۡ ذُنُوۡبَكُمۡ وَيُدۡخِلۡكُمۡ جَنّٰتٍ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُ وَمَسٰكِنَ طَيِّبَةً فِىۡ جَنّٰتِ عَدۡنٍؕ ذٰلِكَ الۡفَوۡزُ الۡعَظِيۡمُۙ وَاُخۡرٰى تُحِبُّوۡنَهَا ؕ نَصۡرٌ مِّنَ اللّٰهِ وَفَـتۡحٌ قَرِيۡبٌ وَبَشِّرِ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ
“Ey iman edenler! Sizi acılı azaptan kurtaracak (çok karlı) bir ticaret gösteriyim mi? (bu ise) Allaha ve Resulüne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah uğrunda cihad edersiniz. Eğer biliyorsanız (inanıyorsanız) sizin için en hayırlı olan budur. (böyle yaparsanız) Allah günahlarınızı bağışlar, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere, sonsuz nimet ve ebedi mutluluk diyarı olan Adn cennetlerine, içinde çok güzel köşklere yerleştirir. En büyük başarı ve kazanç budur. Sevdiğiniz başka bir şey vardır (elde edersiniz); yakında Allahtan bir zafer ve bir fetihtir. Müminleri müjdele!” (Saf 10-13)
Bu ayetlerde kendini Allaha satmanın karşılığı ve fedakârlığın meyvelerini izah ediyor: Allah uğrunda canını ve malını feda eden kimse cenneti kazanır, dünyada İslam’a ve Müslümanlara zaferi ve fethi kazandırır. Son ayette “Sevdiğiniz başka bir şey vardır (elde edersiniz); yakında Allahtan bir zafer ve bir fetihtir”. Resulünü Müminleri müjdelemeye çağırdı. Nitekim fedakârlık olmasa zafer ve fetih gerçekleşmez. Dünya ticaretini kazanmaya dalıp Allah’ın vaat ettiği pek karlı ticareti yapmamanın veya terk etmenin vebalı büyüktür; dünyada ve ahirette rezillik ve zillettir.
Bu asırda, Müslümanlar bir güç olarak bu ticareti yapmadıkları için zarardadırlar. Fakat bazı Müslümanlar ferdi fedakârlık gösteriyorlar, ister Müslümanları korumak veya memleketlerini işgalcilerden kurtarmak üzere cihad edenlerden olsun, isterse İslam davetini yüklenirken ve Hilafet’i kurmaya çalışırken mallarını ve canlarını Allah uğrunda satanlar olsun, bunlar karlı ve cennetleri kazananlardır. Ama Müslümanlar İslam’a dayanıp cihadı ilan eden bir devlet gücüyle bu ticareti yapınca hem zafer ve fetihleri gerçekleştirecekler hem de cenneti kazanacaklardır. Zira Resullullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem döneminde tek bir devlet şeklinde Müslümanlar cihad ediyorlardı ve bu şekilde zafer üstüne zafer elde ediyorlardı. Yine de Raşid-i Hilafet döneminde böyle idiler. Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar dönemlerinde de bu cihadı ve fedakârlığı gösterdiler. Ama İstanbul’da dış ve iç kâfirler tarafından Hilafet yıkılınca cihadı yapacak devlet kalmadı. Lozan anlaşmasında Hilafet devletini parçalayıp yok etmek üzere ittifak ettiler, yerine İslam’a dayalı olmayan ve sömürgecilere bağlı olan milli devletleri kurdular. Bu devletler Allah uğrunda savaşmayı terk etti, hatta yasakladı, sırf milli hedefler için savaş olabileceğini ilan ettiler, dışarıda savaşa giderlerse İslam için gitmezler. Misal olarak 1950’lilerde Türkiye Cumhuriyeti Amerika uğrunda savaşmak üzere Kore’ye asker gönderdiler, binlerce Müslümanı öldürttü. 2001’de Amerika hesabına Afganistan’a da ordu gönderdi. O seneden beri bu güne kadar, 20 senedir, orada kâfir sömürgeci Amerika hizmetinde Müslüman askerleri bekletiyor. Yine Amerika planlarını uygulamak üzere Suriye ve Libya’ya asker gönderdi. İran ve taraftarları Amerika hesabına Suriye tağuti laik rejimi korumak ve Hilafet’in kuruluşunu engellemek için 10 senedir savaşıyorlar, cani Beşar Esat’ın güçleriyle ve Rusya ile beraber bir milyondan fazla Müslüman öldürdüler. Suudi Arabistan Amerika hesabına beş senedir, Yemen’de savaşıyor. İşte İslam dünyasında Allah için savaşan bir devlet yoktur. cihad kelimesini kullanmayı bile yasakladılar. Cihat ve Allah uğrunda savaşmaktan söz edenleri terörist olarak ilan ettiler. Sömürgeci Batılılar “vatan uğrunda savaşmak” kavramını İslam dünyasına sokup yaydılar ve Müslümanlara yutturdular. Hilafet devleti yerine kurdurdukları devletlerin dış ve harbi siyasetinin temeli olarak yerleştirdiler, yönetici olacak kimselere de benimsettirdiler. Sırf vatan için savaşılır diyerek Allah uğrunda ve İslam’ı yaymak için savaş mefhumunu kaldırdılar. Artık vatan ve millet için savaşılır. Zira kâfirler Allah uğrunda savaşmak ve cihad mefhumlarından çok korkuyorlar. Bu mefhumlar oldukça Müslümanların onların egemenlikleri ve sömürgeciliklerini kabul etmeyecek ve buna karşı çıkacaklarını biliyorlar. Bundan dolayı vatancılık ve milliyetçiliği yaydılar ve bu temele dayalı İslam dünyasında 50’den fazla devlet kurdular.
Ancak Müslümanlardan, bazı fertler ve cemaatler sahabelerin dönemini ve eski Müslümanların parlak mazilerini canlandırmaya başladılar ve Allah’ın izniyle zaferlerin meyvelerini toplayacaklar.
“Allah kullarına pek şefkatlidir” diye ayette geçen ifade; müminlerin canlarını ve mallarını Allah uğrunda feda etmeleri konusundan sonra geldi. Bunun manası; Allah Sübhanehu ve Teala müminlerden bunu isteyince müminlere katı olmuyor, çünkü bu talep hem dünyada hem ahirette müminlerin hayrı içindir. Bunlar dünyada zaferi elde ederler ve ahirette cenneti kazanırlar. Bunu terk edip dünyaya yapışınca hem yenilgiye uğrarlar hem de ahirette Allah’ın azabına uğrarlar. Zaten ecel gelince insan ölecektir, savaştan kaçmak onu ölümden kurtarmıyor. Savaşta ölmese bir hastalıkla veya bir kazayla o saatte ölür, sapasağlam olduğu halde birden kalp kriziyle ölebilir. Öyleyse insan Allah uğrunda ölmeye çalışsın, eceli gelirse şehit olur, eceli gelmezse kimse onu öldüremez. Müslümanlar münafıklar gibi düşünmekten nehyedildiler, Allah bunların ne dediklerini ve ne düşündüklerini teşhir ederek şöyle buyurdu:
وَلِيَعۡلَمَ الَّذِيۡنَ نَافَقُوۡاۚ وَقِيۡلَ لَهُمۡ تَعَالَوۡا قَاتِلُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ اَوِ ادۡفَعُوۡا ۚ قَالُوۡا لَوۡ نَعۡلَمُ قِتَالًا لَّا تَّبَعۡنٰكُمۡؕ هُمۡ لِلۡكُفۡرِ يَوۡمَٮِٕذٍ اَقۡرَبُ مِنۡهُمۡ لِلۡاِيۡمَانِۚ يَقُوۡلُوۡنَ بِاَفۡوَاهِهِمۡ مَّا لَيۡسَ فِىۡ قُلُوۡبِهِمۡؕ وَاللّٰهُ اَعۡلَمُ بِمَا يَكۡتُمُوۡنَۚ اَلَّذِيۡنَ قَالُوۡا لِاِخۡوَانِهِمۡ وَقَعَدُوۡا لَوۡ اَطَاعُوۡنَا مَا قُتِلُوۡا ؕ قُلۡ فَادۡرَءُوۡا عَنۡ اَنۡفُسِكُمُ الۡمَوۡتَ اِنۡ كُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ”
“(Allah) münafıkları da bilsin (ortaya çıkarsın), oysa kendilerine Allah uğrunda savaşın veya savunun denilirse şöyle derler: Eğer savaş olacağını bilseydik sizi izlerdik. Onlar o gün imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylerler. Oysa Allah kalplerinde sakladıklarını iyi biliyor. Onlar da oturup savaşa gitmedikleri halde savaşa giden kardeşlerine şöyle dediler: bize uysalardı orada öldürülmezlerdi. Deki; dediğiniz doğru ise kendinizden ölümü uzaklaştırın!” (Al-i İmran167-168)