Amerika’daki Olaylar ve Uluslararası Konum Üzerindeki Etkileri
[Birinci Bölüm]
Uluslararası konum, etkili uluslararası ilişkilerin yapısı, yani etkili ülkeler ile ilgili bir yapı olarak bilinmektedir. Bu nedenle şu veya bu ülkenin, diğer ülkeler üzerindeki etkisi ölçüsünde araştırmalar yapılmalıdır. Zira etki ne kadar artarsa, bu devletin uluslararası konumu da o kadar artar ve büyük bir ülke oluncaya kadar etkisinin boyutu artmaya devam eder. Dolayısıyla büyük bir devletin özelliklerine sahipse, dünyadaki olayları ve değişkenlerini kontrol edebiliyorsa ve diğer büyük ülkeleri etkileyip iradesini onlara dayatabiliyorsa işte o zaman dünyanın süper gücü (birinci ülkesi) olmuş demektir. Dolayısıyla da bu araştırma, şu veya bu ülkenin etkisinin zayıflayıp güçlendiğini veya düşüşe geçip yükseldiğini anlamak için uluslararası olayları ve değişkenlerini takip etmeyi, etki faktörleri ve unsurları ile bu faktörlerin gücünü ve zayıflığını incelemeyi gerektirmektedir…
Bu yüzdendir ki uluslararası konum sabit değildir. Zira bu faktör ve unsurlara göre değişme ve değişebilme özelliğine sahiptir. Bu değişimler ise her yönden büyük ülkelerin iç durumuyla ilgili olduğu gibi nüfuz sahibi olduğu bölgelerdeki durumuyla, birinci ülkenin konumu için rekabetinin şiddeti ve onu bu konumdan uzaklaştırmaya yönelik çalışmayla, birinci ülkenin uluslararası faaliyetlere katılımı ve bunlar üzerindeki etki boyutunun yanı sıra bu büyük ülkenin etkisi ile onun uluslararası alandaki payını artırmak için küçük ülkeler üzerindeki etkisinin boyutuyla da ilgilidir. Böylece uluslararası konumunu ve birinci ülke olma yönündeki duruşunu güçlendirmesinden dolayı etki alanını da genişletmiş olur.
Büyük güçler, tüm güç, imkân ve yöntemleri kullanarak birinci ülkeyi bu konumdan uzaklaştırmak veya uluslararası konumunu yükseltmek, ganimetleri paylaşmak ve nüfuzunu güçlendirmek için ona katkıda bulunarak üzerinde etki oluşturmaya çalıştıkları gibi bunu gerçekleştirmek için de birinci ülkenin krizlerini ve zayıflıklarını istismar etmeye ve gerek içinde bulunduğu gerek nüfuz sahibi olduğu bölgelerdeki gerekse de genel olarak dünyadaki durumları altüst etmeye çalışırlar. Hatta bunu gerçekleştirinceye kadar hiçbir güç onları durduramaz. Zira süper gücün özelliklerinden biri de budur. Yoksa onu bizzat süper bir güç olarak adlandıramayız. Ayrıca aynı şekilde süper güç olmak için çalışan diğer ülkelerin de bu özelliklere sahip olması, yani bu seviyede aktif olması gerekmektedir. Zira bu özelliklere sahip olmayan bir ülke, bu tür eylemlerde bulunamaz ve bunları gerçekleştirmek için motive olmadığı gibi küresel olarak süper bir güç de sayılmaz. Nitekim bu ülkeler, ya bölgesel olarak süper bir güç ve Çin gibi bağımsız bir ülke olur, ya İsviçre ve Hollanda gibi bağımsız küçük bir ülke olur, ya Kanada ve Japonya gibi yörünge etrafında dönen bir ülke olur ya da Afrika, Asya ve Güney Amerika da dahil dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi bağımlı bir ülke olur.
Nitekim Amerika’nın birinci ülke konumunu yavaşlatan koşulların ortaya çıkması, uluslararası durumda bir değişikliğin olma olasılığını gösteriyor. Bu nedenle bizlerin, ortaya çıkan bu değişikliği, nasıl ortaya çıktığını, ne kadar büyük olduğunu ve üzerinde oluşan durumu araştırmamız gerekiyor. Zira dünyanın geleceği büyük ülkelere bağlı olduğundan dolayı, işleri yürütenler, nüfuz sahibi olduğu ülkelerde büyük ve küçük savaşları ateşleyenler ve bağımlı ülkelerde büyük krizlerin yanı sıra bazen de ufak çaplı krizler çıkaranlar bizzat onlardır. Dolayısıyla etkilenen ülkeler küçük ülkeler olduğu gibi küçük bir ülke diğer küçük ülkeden daha büyük olabilir. Böylece büyük olan devletin izin verdiği ölçüde diğeri üzerinde etkili olur. Örneğin, Mısır’ın Sudan’ı, Suriye’nin Lübnan’ı, Suudi Arabistan’ın Bahreyn’i etkilemesi ve benzerleri gibi… Nitekim küçük ülkelerde meydana gelen siyasi dalgalanmalar, genellikle takip etmiş olduğu büyük ülkelerle ve bunlar üzerindeki uluslararası çatışmayla ilgilidir. Dolayısıyla küçük ülkede şayet bağımsız bir değişim meydana gelirse, özellikle de bu sadece büyük devlet değil, dünyanın birinci devleti olma niteliklerine sahip İslam ümmeti arasında meydana gelirse büyük ülkeler bu değişimi önlemek amacıyla çeşitli şekilde müdahalede bulunmak için hızla harekete geçmektedirler. Özellikle Arap ülkeleri olmak üzere İslam ülkelerinde ayaklanmalar ve devrimler kendiliğinden patlak verdiğinde olan işte budur. Bunun üzerine büyük ülkeler, müdahale etmek, bağımsızlıklarını önlemek, onları kuşatma altına almak ve çatışmalarını kendi çemberinde tutmak için hızla harekete geçtiler. Şayet büyük güçlerin müdahalesi söz konusu olursa o zaman mesele, en son Libya’da olduğu gibi büyük güçler arasında dönen bir çatışma meselesi haline gelir ve Suriye’de olduğu gibi ümmet ile büyük ülkeler arasında dönen bir çatışmaya dönüşmesi de engellenmiş olur.
Sovyetler Birliği‘nin 1989 yılında dağılmasının, 1991 yılında nihai olarak çökmesinin, Varşova Paktı‘nın kurulduğu önemli bir stratejik bölge ve kendisi için bir savunma hattı olarak gördüğü doğu bloğunu kaybetmesinin, özellikle hayali yıldız savaşlarına girdikten sonra iç sorunlarla, ilk tavizlerle, ekonomik sarsıntılarla karşı karşıya kalmasının, sonra Afganistan’da olduğu gibi askeri yenilgilerin meydana gelmesinin ardından, dünyanın birinci ülkesi olan Amerika ile rekabet eden ikinci süper güç olma konumundan düşmüştür. İşte o zaman Amerika, kendi konumuyla rekabet edecek bir rakip bulamayınca yeni uluslararası durumu istismar ederek rakibi ve ortağı olmayan süper bir güç olmak amacıyla uluslararası konumdaki benzersizliğini ilan etmek için harekete geçti. Zira dünyayı kendi nüfuzları arasında böldükleri 1961 yılında aralarında uzlaşma politikasının imzalanmasından bu yana uluslararası ilişkilerde tek ortağı olan Sovyetler Birliği artık çökmüştür.
Rusya, Sovyetler Birliği’nin yerini alamadı. Zira onun lideri olduktan sonra kaburgaları kırıldığı için çok bitkin düştü. Dahası Sovyetler Birliği, hem kendisini hem de kendisine bağlı olan diğer on dört cumhuriyeti temsil ediyordu. Bu cumhuriyetler, Rusya için doğal nüfuz bölgesini oluşturmaktadır. Nitekim bağlantı kurmak ve üzerlerindeki nüfuzunu sürdürmek için on bir devlet ile (Bağımsız Devletler Topluluğu’nu) oluşturmuş olsa da bunların bir kısmı üzerindeki nüfuzunu kaybetmiştir. Dahası Ukrayna ve Gürcistan gibi bazısını kaybettiği gibi özellikle beş Orta Asya ülkesi olmak üzere nüfuzu altında olan diğer kısmını da kovalamaktadır. Böylece Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ölümcül bir darbe almış, on küsur yıl geçinceye kadar da arenada ayağa kalkamamıştır… Hatta bunun ardından eski haline hiç geri dönememiştir.
Böylece uluslararası durumdaki değişim, tarihsel olarak büyük güçlerin olağan düşüşünde olduğu gibi süper gücün yenilgisine neden olacak bir dünya savaşı veya büyük savaşlar olmaksızın meydana gelmiştir. Dolayısıyla Sovyetler Birliği ve onu temsil eden Rusya’nın çöküşü, bir devletin yenilgisini ve çöküşünü temsil eden büyük bir savaşla olmamıştır. Ayrıca galip gelen düşman, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile Almanya’da olduğu gibi bu devletin başkentine girmeyi gerektirmemiştir. Aynen İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya, Japonya ve İtalya’da olduğu gibi galip olan düşman mağlup olan düşmana istediği koşulları dayatır ve bunları ona empoze eder. Böylece galip gelen büyük ülkeler, uluslararası durumun efendisi haline gelirler.
Amerika, ana rakibi olan Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından kibre kapıldı. Hatta öyle bir kibre kapıldı ki diğer büyük güçlerin isteklerini ve itirazlarını hiç önemsemedi. Zira uluslararası kararlar olmaksızın Balkanlar’a askeri müdahalede bulundu, Afganistan’ı işgal etti, daha sonra Uluslararası durumun değiştiği II. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler’in kurulmasından bu yana uluslararası kanuna bağlı kalma üzerinde bir anlaşmaya varıldığı gibi BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası kararları olmadan Irak’ı işgal etti. Böylece Amerika, 1945 yılında kurulmasına ana taraf olduğu Birleşmiş Milletler tarafından onaylanan uluslararası hukuku ihlal etmiştir. Böylece de Amerika, hem ona hem de uluslararası örgütlere olan güveni baltalamış oldu. Nitekim bu, onu ve örgütü çökerten faktörlerden biridir. Zira her ne zaman onayladığınız uluslararası kanunu veya dünya halklarının kabul ettiği genel örfü çiğnerseniz, ona olan güven ve sadakat zayıflar, onu insanların gözünden düşürür, artık ona saygı duymazlar ve onu izleyip takip etmek için hazırlanmazlar. Dolayısıyla diğer ülke ve halklar üzerinde olan etkisi karşısındaki meseleler karmaşıklaştığından dolayı ona saldırmaya, onunla yüzleşmeye ve ona isyan etmeye başlarlar. Çünkü onun etkisi, kendisine olan güven ve sadakate ve uluslararası kanunlara ve genel örflere olan bağlılığına dayanmaktadır.
Örneğin 2001 yılının başında, diğer büyük devletlere ve halkların politikasına yönelik muhalefetine kayıtsız kalarak uluslararası konumda münhasırlık politikasını tekrar ilan eden ABD Başkanı oğul George Bush, Amerika ile olmayanların ona karşı olduğunu açıklayınca, dünyanın öfkesini üzerine çekti, insanların çoğu ondan nefret etmeye başladılar ve ona karşı tavır almayı talep ettiler. Nitekim diğer büyük devletler bu vakıayı istismar ettiler. Zira Fransa’nın harekete geçmesi beraberinde Almanya ve Rusya’yı da getirdi ve Amerika’nın Irak işgaline karşı bir muhalefet ekseni oluşturdular. Bu durum Amerika’yı etkiledi ve Bush’u Avrupa ile ilişkileri tamir etme gezisi olarak bilinen olayda Avrupalılarla uzlaşmak için 21 Şubat 2005 tarihinde Brüksel’i ziyaret etmeye zorladı. Nitekim orada şöyle bir açıklamada bulundu: “Amerika Birleşik Devletleri güçlü bir Avrupa’nın ortaya çıkmasını desteklemektedir. Çünkü başta dünyada özgürlük ve demokrasinin gerçekleşmesi de dahil bizi bekleyen önemli görevleri yerine getirmek için güçlü bir ortağa ihtiyacımız vardır.” (Alman Radyosu 21/02/2005) Yine aynı gün Chirac ile bir araya geldiğinde de şöyle dedi: “Aramızda anlaşmazlıklar çıktı ama şimdilik onları bir kenara bırakmalıyız.” (Aynı Kaynak)
Esad Mansur