Hilafet’i İstemeyenler ve Onun Emrini Önemsemeyenler İçin: Aşağıdakileri Düşünün ve Doğrulayın!!
Bağımsız bir ülke olmadan önce bir İngiliz sömürgesi olan Amerika’yı düşünün. Zira onunla ve sakinleriyle hiçbir ilgisi olmadığı halde elliden fazla eyaletin birleştiği güçlü bir ülke haline geldi. Hatta İkinci Dünya Savaşı’nın üzerinden iki yüz yıl geçtikten sonra dünyanın en büyük ülkesi oldu. Şayet fikre dayalı bir devlet ve kendi fikrine göre hareket eden bağımsız yöneticileri olmamış olsaydı, Amerika ve sakinlerinin hiçbir değeri olmazdı.
Çatışmalı prensliklerden ibaret olan Almanya’yı düşünün. Zira Napolyon’un burayı işgal etmesi kolay oldu ve Bismarck gelip 1870 yılında bir devlet altında birleştirinceye kadar buranın hiçbir değeri yoktu. Nitekim Birinci Dünya Savaşı‘nda yenilinceye, Müttefikler servetlerinin yağmalanmasını dayatıncaya ve orada kendilerine bağlı aşağılayıcı bir Weimar hükümeti kuruncaya kadar dünyanın en büyük ülkelerinden biri oldu. Hatta Hitler gelip Almanya’yı kurtarmak ve onu kalkındırmak için belli fikre dayalı bir parti kurdu, sonra iktidara geldi ve onu büyük bir ülke yaptı. İkinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğrayınca, işgalcilerin direktiflerine göre demokratik bir devlet kurulmuş ve artık süper güç olamayacak şekilde bölünmüştür.
Halkının inandığı bir fikre ve kendi iradelerine dayalı bir devleti olmayan tüm ülke ve halkları düşünün. Onların, bu fikri uygulayan ve bu fikre göre yöneticilerini kontrol eden yöneticilerini getirdikleri bir otoritesi var. Şayet böyle olmamış olsaydı, bu ülke ve bu halk, aşağılanmış ve başka bir ülkeye boyun eğmiş olurlardı.
Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kurmadan önce devleti olmayan İslam’ı düşünün. Hiçbir değeri olmayan savaşçı kabilelerden oluşan Arapları düşünün. Zira onlardan bir kısmı Rumları ve Persleri takip ediyordu. Peki, onların bir değeri var mıydı? Tüm Arap ve acemleri kendi potasında eritecek bir devleti olmamış olsaydı İslam’ın bir konumu olur muydu? Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, on yıl boyunca ve ilk başkanlığı döneminin sonlarında, dünyanın en büyük iki ülkesi Fars ve Rum ile rekabet edebilecek büyük bir devlet haline geldi. Üçüncü başkanı ve İkinci Raşid Halifesi Ömer Radıyallahu Anh’ın döneminin son on yılının ardından dünyanın en büyük devleti haline geldi ve bu şekilde altı asır sürdü. Haçlıların ve Moğolların saldırılarından ve yüz yıldan fazla süren savaşlarından sonra, yaklaşık dört asır dünyanın en büyük devleti olacak şekilde kendisini yeniden inşa etti. O andan itibaren iki asırdan fazla hüküm sürdü, kâfirler ajan hain dostları aracılığı ile devirinceye ve halkı da bu hususta ihmalkâr davranıncaya kadar büyük bir devlet olarak kaldı! Peki, İslam’ın on üç asır devam eden bir devleti olmamış olsaydı, İslam’ın bir konumu olur muydu? Ümmetin mülkünün, okyanustan okyanusa dünyanın doğusuna ve batısına ulaşacak bir değeri olur muydu?! Ümmetin, kalkınması, izzeti ve gücü olur muydu?!
Bu devletin, sömürgeci kâfirlerin işgal ettiği, onların egemenliği altına girdiği ve farzların tacı olan Hilafet tacını kırdıklarındaki durumunu düşünün! Hatta Müslümanların onu talep etmemeleri için onun enkazının üzerine elli küsur tabi devletçikler kurdular. Sonra bütün halklara, işte bu kutsal sınırları olan milliyetçi ve vatancı devletinizdir, ölünceye kadar onu savunun dediler! Sonra da her bir devletin başına kendilerine bağlı yöneticiler diktiler. Bu devletlerin ne esas, ne inşa, ne de hakikat bakımından hiçbir meşruiyeti yoktur. Çünkü halkları tarafından değil işgalci kâfirler tarafından kurulmuşlardır. İşte bu yönden meşru değillerdir. Zira devleti, ümmetin fikriyle çelişen fikir üzerine inşa etmişler, anayasalarını koymuşlar ve yasalarını çıkarmışlardır. Aynı şekilde bu yönden de meşru değildir. Aslında ülke bile değillerdir. Çünkü kendi iradesi olmadığı için otoritesi gasp edilmiş ve sömürgeciye bağlı kalmıştır. Sömürgeci de demokratik seçimler gibi perde arkasından habis üsluplarla yöneticilerini dikmiştir. Dolayısıyla adayı da kazananı da belirleyen sömürgecidir. İşte bu yönden de meşru değildir.
Hilafet Devleti’ni istemeyen ve onun kurulması için çalışmayı önemsemeyen bir kişi, ne istiyor acaba?! Çünkü belli bir fikre sahip olan her grup insan devletsiz yaşayamaz. Vakıa, devletin varlığını zorunlu kılmaktadır. Yoksa İslam, kendisine iman eden insan grubuna onu neden farz kılsın! Hilafet Devleti’ni istemeyen kimse, sömürgecinin kurmuş olduğu devlete ve ona tabi olmaya mı razı olacak?! Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
سَتَكُونُ أُمَرَاءٌ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ، فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ، وَمَنْ أَنْكَرَ سَلَمَ، وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابعَ. قَالوُا أَفَلاَ نُقَاتِلهم؟ قَالَ: لا، ما صَلّوا
“Öyle emirler olacak ki! Tanıyacaksınız ve inkâr edeceksiniz. Kim tanırsa beri olur, kim inkâr ederse kurtulur. Fakat kim onlardan razı olur ve tabi olursa (beri olmaz ve kurtulmaz.) Dediler ki: Ey Allah’ın Rasulü onlarla savaşmayalım mı? Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır.” [Müslim rivayet etti.]
Dolayısıyla onlar, yöneticilerin İslam’a aykırı olanları yapmalarına razı olanlar ve onlara tabi olanlar, şayet tevbe edip düzelmez ve Allah’ın dinine karşı samimi olmazsa, Allah’ın azabından ve gazabından kurtulamayacaktır demektir. Küfürle hükmedip namaz kılmamaları, dini ikame etmekten ve İslam ile hükmetmekten kinayedir. Dolayısıyla da onların hemen azledilip şayet Hilafet varsa yeni bir Halife’nin nasbedilmesi gerekir. Şu anda olduğu gibi şayet Hilafet yoksa, onu ikame etmek için çalışmak gerekir. Müslümanların üzerine İslam’dan başkasıyla hükmedilmesi ise reddedilir! Zira bu, Allah’ın rızasına teslim olan ve Allah’tan başka Rab aramayan Müslümanlar olmaları bakımından aykırıdır. Bu yüzden onların, İslamları ile hükmedecek bir devletlerinin olması gerekir.
Şöyle diyen şair, ne kadar da doğru söylemiş:
Dayanağı olmayan insanlar kaosu ıslah edemez
Cahilleri yönetici olanların ise bir dayanağı olmaz
Bir ev kolonsuz inşa edilmez
Kalıplar olmadan da kolonlar olmaz
Kalıplar ve kolonlar bir araya gelirse
Topluluk neredeyse işine ulaşmış olur
Her insan grubu, uygulamak istediği belli bir fikir üzerinde toplanır, onun nizamını ikame eder ve kendisi için ümmete ve fikrine sadık akıllı yöneticilerden oluşan bir dayanak seçer. Zira devlet, insanların benimsemiş olduğu mefhumların, ölçülerin ve kanaatlerin toplamının yürütme organıdır. İslam ümmetinin tamamı, İslami fikirlerden kaynaklanan mefhumların, ölçülerin ve kanaatlerin tamamını benimseyen tek bir insan grubudur. Dolayısıyla bazı sisli havalar olmasına rağmen 13 asır boyunca tek bir Halife’nin yönettiği tek bir devleti oldu. Devletin cihazları, kolonlar mesabesindedir. Hilafet Devleti’nde İslami fikirlere ve şeri hükümlere dayanan on üç cihazımız, kolonlar mesabesindedir. Zemine sabitlenmiş, güçlü, temele sıkıca bağlandığında yıkılmayacak olan şey ise akidedir. İşte o zaman halkı neredeyse istediklerine ulaşmış olur.
Biz onu bir ağaca benzettik ve bunun da İslam ağacı olduğunu söyledik. Gövde devlettir. Tohumların filizlendiği yer akidedir. Nizamları, cihazları ve kanunları, şeri hükümler ve İslami fikirler olup kökü sabit ve yerin derinliklerde olan akideye bağlı kökler mesabesindedir. Dallarının gür bir şekilde göklere uzanması ise İslam’ın hükümlerinin tatbik edilmesidir. Bu tatbikin sonuçlarının güzel meyveleri de dünya ve ahiret saadetidir.
Hilafet Devleti olan bu devleti istemeyen ve onun için çalışmayan kişi, ne istiyor acaba? Sömürgecinin yozlaşmış malı ve egemenliğinin aracı olan demokratik sivil devleti mi istiyor?! Oysa o, otorite rotasyonu dışında mevcut ülkelerden farklı değildir! Türkiye, Lübnan, Tunus, Irak, Pakistan ve Afganistan buna dair örnektir! Onu kurun ey Müslümanlar ki Allah sizlere merhamet etsin ve Hilafetinizi kurun ki Allah sizleri izzetlendirsin.
Esad Mansur