Kocaları vefat eden ve Boşanan kadınların haklarıyla ilgili neshedilmiş hüküm:
Sırası önceki olan ayet sırası sonraki ayeti nesheder mi?
Kocası vefat eden kadının önceki iddeti ne kadardı?
Hangi ayetle neshedildi?
Boşanan kadınların hakları nedir?
Ayetleri düşünerek uygulamanın ehemmiyeti nedir?
﴿وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِّأَزْوَاجِهِم مَّتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ ۚ فَإِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِي مَا فَعَلْنَ فِي أَنفُسِهِنَّ مِن مَّعْرُوفٍ ۗ وَاللَّـهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ ﴿٢٤٠﴾ وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ ۖ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ ﴿٢٤١﴾ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّـهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٢٤٢﴾
“Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları maruf, meşru şeylerden size bir günah yoktur. Allah azizdir, hakîmdir. (240)
Boşanmış kadınların, marufa göre (şeri ölçüler dâhilinde tanınmış şekilde)(kocalarından) menfaat sağlama haklarıdır. Bu Allah korkusu taşıyanlar üzerine bir haktır, borçtur. (241) Allah size işte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız. (242)” (Bakara 240-242)
“Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler…” diye başlayan 240. ayet miras ayetleriyle neshedilmiştir. Ayrıca kocaları vefat eden kadınlar dört ay on gün beklemelerini beyan eden Bakara 234. ayetle nesh edilmiştir. İlk dönemde kadınlar kocaları vefat edince vefat eden kocalarının evlerinde bir seneye kadar ikamet edip malından bu müddete kadar geçimini sağlıyorlardı. Ancak, orada kalmak istememişse onun üzerine bir sakınca yoktur. Bu ona tanınan bir hak idi. Eğer kocası vefat eden kadın kendisine tayin edilen meskeni terk ederse kendisi için tayin edilen nafaka düşmüş olur, hakkı kalmaz. Evde iddeti beklerken ona nafaka vacip olur. Yine vefat eden adamın mirasçıları iddet geçmeden kadını tayin edilen meskenden çıkaramazlar ve nafakayı da kesemezler. Ayette: “çıkarılmadan” ve “çıkıp giderlerse” ifadeleri geçti.
Bundan sonra, 234. ayet nazil oldu:
وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا ۖ
“Kocaları vefat eden kadınların dört ay on gün beklemesi ve ondan sonra istediği kimseyle evlenebileceği” hükmü beyan edildi. Bir senelik nafaka yerine dul kadının mirastan hakkı doğmuştur. Eğer kocasının çocukları varsa bu kadın mirasın sekizde birini alır, çocukları yoksa mirasın dörtte birisini alır.
Sırası önce olan 234. Ayet, sırası sonra olan 240. Ayetini nasıl nesheder sorusu gelebilir! Buna cevap; Ayetlerin düzenlemesi apayrı bir şeydir; Allah’ın kendi Resulüne vahyettiği şekilde gerçekleşmiştir. Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem bu ayeti şu ayetten önce veya sonra koyun diyordu. Zira ayetler dağınıktı, kemikler, tahtalar, kâğıtlar ve ağaç levhaları üzerinde yazılıyordu. Ayet ayrı ayrı zamanlarda nazil oldu, dizilişi ve sıralamasını Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem belirliyordu. Allah’ın bir hikmeti vardır, biz onu tam bilemeyiz, ancak bunu açıklarsa veya bunu bir işaretle gösterirse veyahut vakıanın açıklanması olursa ayrı bir mesele olur.
İbni Abbas r.a:
وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِّأَزْوَاجِهِم مَّتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ
“Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler” (Bakara 240) ayeti ile ilgili olarak şöyle dedi: Adam ölüp de karısı dul kaldığında bir yıl boyunca iddet bekler ve kocasının malından harcardı. Daha sonra Allahu Teâlâ:
وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا ۖ
“Sizden vefat edenlerin geride bıraktıkları zevceler, kendi kendilerine (süslenmeden) dört ay on gün beklerler” (Bakara 234) ayetini indirdi. İşte kocası ölen kadının iddeti bu ayette olduğu gibidir. Ancak kadının hamile olması hâlinde ise iddet süresi karnındaki çocuğu doğuruncaya kadardır. Bu durumdaki bir kadının mirası hakkında ise şöyle demektedir:
وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ إِن لَّمْ يَكُن لَّكُمْ وَلَدٌ ۚ فَإِن كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُم ۚ مِّن بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَا أَوْ دَيْنٍ
“Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (hanımlarınızındır). Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır” (Nisa 12) Böylelikle Allahu Teâlâ, kadının mirasını, vasiyetin ve nafakanın durumunu beyan etmiştir.”(Tabari, Dürer-ulMansur)
İşte kocası vefat eden kadının iddeti bir sene idi, hiç süslenmezdi, evinden çıkmazdı, çıkarılmazdı ve evlenemezdi. Allah bu hükmü neshedip dört ay on güne indirdi. Artık kocası vefat eden kadın dört ay on günden sonra iddetten çıkar ve evlenebilir. Bu ayet kadınlara kolaylık getirerek hayırlı hüküm getirmiş oldu. Zira nesihle ilgili Allah şöyle buyurmuştu:
مَا نَنۡسَخۡ مِنۡ اٰيَةٍ اَوۡ نُنۡسِهَا نَاۡتِ بِخَيۡرٍ مِّنۡهَآ اَوۡ مِثۡلِهَا ؕ اَلَمۡ تَعۡلَمۡ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ قَدِيۡرٌ
“Biz, bir âyeti nesheder (hükmünü yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha hayırlısını (daha hayırlı hüküm içeren) veya benzerini (benzer hükmü içeren ayeti) getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 106)
Allah 234. Ayette kocaları vefat eden kadınlarla ilgili hükümleri göstermiştir. Sonra daha önceki hükümleri açıkladı, bu şekilde bir uygulama vardı, ama daha önce sözümle bunu neshettim manasında bir üslup olarak Allah göstermiş olabilir. Arapçada böyle üslup vardır, insan son fikrini söyledikten sonra önceki fikrini açıklar.
Nitekim Allah bu üslubu başka ayetlerde de kullanmıştır. Misal olarak; Allah şöyle buyurdu:
سَيَقُولُ السُّفَهَاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلَّاهُمْ عَن قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُوا عَلَيْهَاۚ
“Sefih (beyinsiz, düşünmeyen) insanlar, onları (Müslümanları) yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir? Diyecekler (dediler).” ( Bakara 142)
Bu ayet kıble çevrildikten sonra nazil oldu, ama Kuranda sırası Kıblenin çevrilmesiyle ilgili ayetten önce oldu. Kıblenin çevrilmesiyle ilgili ayet şöyledir:
“قَدْ نَرَىٰ تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاءِ ۖ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا ۚ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۚ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ ۗ “
(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünü hep göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin!” (Bakara 144)
Bu 144. Ayette kıble Mescid-i Aksa’dan mescid-i Haram’a çevrldikten sonra 142. Ayette Yahudiler ve Hristiyanların kıblenin çevrilmesine kızdılar ve Müslümanlara alaylı sorular sormaya başladılar. Böyle yaptıklarından dolayı onları sefih beyinsiz olarak niteledi. Zira onlar Allah’ın hikmetini idrak etmez, her şeyi kendilerine göre isterler ve Müslümanların kendilerinden tamamen ayrıldıkları, kendilerine teba olmayacaklarını hissettiler. Oysa Müslümanların kendilerine tebaa ve bağlı olmalarını isterler.
İşte önce Kıble çevrildi, 144. Ayette açıklandı. Sonra ehl-i kitab Kıblenin çevrilmesine itiraz ettiler, 142. Ayette açıklandı. Allah bu şekilde ayetlerin sırasının yapılmasını Resulünden istedi. İşte bu bir üsluptur; en son durum, Kıblenin çevrilmesi anlatıldıktan sonra, önceki durum, sefihlerin tutumu anlatılır.
Bu münasebetle şu noktaya dikkati çekmek isterim; Sünneti inkâr eden sefihler sadece Kuran’ı kabul ettiklerini iddia ederler! Peki, ayetlerin sırasını gösteren Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’dir! Bir gün gelir, bu sıralamayı kabul etmeyiz diyebilirler! Bir gün de gelir, bu ayetler Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in ağızından çıktı, belki doğru değildir diyebilirler, çünkü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in sözlerini kabul etmezler! Bir gün gelir, zaten Kuran’ı toplayan ve bir kitap haline getiren Ebu Bekir, Ömer ve Osman gibi sıradan insanlardır, belki bir şey değiştirmişler, oynamışlar! İşte sünneti inkâr ettiklerinden dolayı küfre düşen kimseler bu duruma düşebilir ve azgın kâfir olurlar! Nitekim Libya’nın eski zorba Başkanı Kaddafi bu duruma düşmüştü. Sünneti inkâr ettikten sonra Kuran’la oynamaya başlamıştı. Zaten İslam’ı yıkmak maksadıyla kafir devletler, Yahudi ve Hristiyanlardan oryantalistler ve ajanlarıyla beraber sünnete karşı bu hamleyi yürütmektedirler.
Ayette ve Kuran’ın birçok yerinde maruf kelimesi geçiyor. Maruf kelimesi; Şeriatın gösterdiği hüküm, kabul ettiği hareket ve davranışlar manasını taşıyor. Marufun dildeki manası ise; bilinen veya tanınmış şekildir. Şeri hükümlerin dairesinde insanların davranışı da maruf olur, meşru bir davranıştır.
İnsanların hareket ve davranışları Şeriata aykırı ise reddedilir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem;
“مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهَوَ رَدٌّ” (مسلم)
“Kim emrimize (dinimize) aykırı bir iş yaparsa o reddedilir” (Müslim) diye buyurmuştur.”
Ayrıca birçok ayet yalnız Allah’ın indirdiğine, Resulün söylediği, yaptığı ve kabul ettiğine tabi olmamızı kesin bir şekilde emretmektedir.
Allah ayetinin sonunda gücünü ve hikmetini hatırlattı. Kendi emrine muhalefet edenlere ağır ceza vermeye kadirdir, güç sahibidir. İnsanlar idrak etmeseler de indirdiği hükümlerle ilgili hikmetleri vardır, böyle hükümlerin niçin indirdiği ve neticelerin ne olduğunu biliyor. Bu nedenle insan Allah’a güvenip hükmüne uysun dünyada ve ahirette karlı çıkar. Zira kullarına karşı lütuf sahibidir, hayırlarını ve geleceklerini daha iyi bilir.
Ondan sonra boşanmış kadınlarla ilgili Allah’ın beyanı geldi. Onların da marufa göre hakları vardır. Şöyle buyurdu:
وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ ۖ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ
“Boşanmış kadınların, marufa göre (şeri ölçüler dâhilinde tanınmış şekilde)(kocalarından) menfaat sağlama hakları vardır. Bu Allah korkusu taşıyanlar üzerine bir haktır, borçtur”. (241)
Bu hakkı takvalılar hemen verirler. Zira ayetin nüzul sebebinde, bir adam boşadığı kadın için; “istersem ona nafaka veririm, istemezsem vermem” iddiasına karşılık ayetlerde Allahu Teala;
حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ “Bu, takvalılar üzerinde bir haktır”. Yani bir vaciptir. Ama takvalılar hiç zorlanmadan verirler. Takvasız olanlar ise zorlanırlar, İslam Hilafet Devletindeki hâkimler onları bu hakkı vermeye zorlar. Nitekim boşanmış kadının mirasta hakkı yoktur. Bir adam mehir tayin etmeden bir kadınla nikâh sözleşmesini yaparsa ve cima yapmadan onu boşarsa boşadığı kadına mehrin yarısını verir. Bu ayet bir pekiştirme olarak indirildi, takvalı kimseleri hatırlatır, keyfi bir mesele değildir, istesem veririm, istemezsem vermem diyemez, bunun bir farz olduğunu bilsinler.
Ayrıca boşanan kadın, cima yapıldıktan sonra kocası başta mehrini hiç ödememişse veya tümü ödememişse kalan kısmı kendisine vermeye zorlanır ve iddet zarfında nafaka vermeye zorlanır. Ancak, kadın kocasından boşanmayı istemişse kocasının kendisine verdiği mehri iade eder ve nafakadan hakkı kalmaz, zira kadın kendisi evlilik akdinin bozulmasını istedi. Buna hul’ denilir. Bunu daha önceki ayetlerde de açıklamıştık. Ama bu ayet özellikle mehri tayin edilmeyen ve kendisiyle cima yapılmadan boşanan kadınla ilgilidir. Bu durumda hakları emsali olan kadınların mehrinin yarısıdır.
كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّـهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٢٤٢﴾
“Allah size işte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız” (242)
Allahu Teala ayetleri gösterir ki, insanlar bunları düşünüp anlasın ve uygulasın. Derince inceleyip kavradıktan sonra uygulasınlar. Bilinçli şekilde Allah’a itaat etsinler. Ancak, Allah’ın ayetlerini düşünmeyen kimseler ise bunları anlamaz ve uygulamazlar. Oysa Allah ayetleri indirirken bunların düşünülmesi ve uygulanmasını talep ediyor, birçok ayette; “amel edin, yapın, uygulayın, yerine getirin” diye hitap ediyor. Yine birçok ayette; “düşünün, umulur ki düşünürsünüz, umulur ki hatırlarsınız, bilesiniz” gibi ifadeleri kullanıyor.Buna göre, insan önce Allah’ın ayetlerini düşünecek ve anlayacak, ondan sonra onları yerine getirecektir. Önce, fikir sonra ameldir. Bu da imana dayalı olmalı, çıkar veya gösteriş için olmamalıdır. Hedefi Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır.Böylece, kural şu şekilde olur: “İmandan hareket edip Allah’ın rızasını hedef edinerek, fikir elde ettikten sonra amel yapmaktır.”Bu kural uygulanmayınca iş bozuk olur, imana göre olmazsa amel fasit olup kesinlikle kabul edilmez. Eğer fikir elde etmeden imana dayalı olursa amel duygusallığa göre gerçekleşir, geçici olur, ilerde gevşeklik hâsıl olur. Yalnız insan fikir edinip bunu yerine getirmez ise sırf bilgi edinmiş olur, bu bir işe yaramaz ve Allah nezdinde de en sevimsiz şeydir. Hedef olmazsa boş dairede dönüp durmak gibidir. Aynı anda başarısızlığa veya o işten vazgeçmeye götürür. Zira bir daha o işi yapmak için pek istek kalmaz veya gösteriş için o işi yapmaya kalkışır.
İşte Müslümanlar Allahtan korkarak bilinçli şekilde Allah’ın hükümlerini uygularlarsa hem dünyada hem ahirette mutlu olurlar.