Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden Çekilmesi Kâğıt Üzerindeki Mürekkepten İbarettir
Türkiye, “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekildiğini duyurdu. Buna ise 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi gereği karar verildi, Resmi Gazetede yayımlandı ve söz konusu anlaşmanın Üçüncü Maddesi uyarınca geri çekildiğini duyurdu.
Türkiye, aile içi şiddeti önlemeyi, yargısal olarak ele almayı, onu azaltmayı ve eşitliğe teşvik etmeyi taahhüt ettiği bu sözleşmeyi 2011 yılında imzalamıştı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “kadın haklarını hedef alan herkese karşı durmak bizim boynumuzun bir borcudur” vurgusu yaparak bu yılın başlarında yaptığı açıklamalarda, “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin” Türkiye’de üyeleri arasında daha fazla kadın bulunan parti olduğunu ifade etti ve “kadınların sadece siyasette değil, hayatın her alanında hak ettikleri seviyeye gelmesi için parti ve hükümetlerinin aralıksız çaba sarf ettiğini” söyledi. (El-Hurra – 01/07/2021)
“Kadına yönelik şiddetle mücadelemiz İstanbul Sözleşmesi ile başlamayacak, ondan çekilmemizle de bitmeyecek” dedi. Türkiye Cumhurbaşkanı bu açıklamayı, Ankara’da yapılan Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Dördüncü Ulusal Eylem Planı’nın tanıtımı toplantısında yapmıştır.
Aslında kendisi aynı yolda ve sözleşmenin şartlarını uygulamak için de çok çalışıyor; zira bir yandan kendisini reddedenler için sözleşmeden geri çekilmesini gerekçe gösterirken diğer yandan da kendisini destekleyenleri memnun etmeye çalışıyor ancak aynı zamanda “kadına yönelik şiddete” karşı mücadelesini sürdürdüğünü de itiraf ediyor. Kadın derneklerinin ve sivil toplum kuruluşlarının dillendirip durduğu ve kadınları ve haklarını savunduğunu göstermek için sempozyumlar ve konferanslar düzenlediği işte bu başlıktır. Aslında bu, kadınları doğasından koparıp labirentlere atmaya çalışan iğrenç ajandalara hizmet ediyor.
Erdoğan sözleşmeden çekildi ancak onun hedeflerini uyguluyor, fikirlerini öne çıkarıyor, “cinsiyete dayalı şiddetle mücadele” çağrısı yapıyor ve “bu çabada başarılı olmanın tek yolunun toplumun tüm kesimlerinin katılımı” olduğunu düşünüyor. Yani bu çabasının toplumun tüm kesimleri tarafından yaygınlaştırılmasını ve paylaşılmasını istiyor. Dolayısıyla çekici sözlerle, toplumun mefhum ve geleneklerinin koruyucusu ve savunucusu olarak ortaya çıkıyor, ona meydan okuyan ve onu baltalayan diğer kavramları yumuşak ve esnek bir şekilde aktarıyor, böylece insanları aldatıyor ve onları iddia ettiği şeyleri doğrulamaya yönlendiriyor.
Türk gözlemciler, anlaşmadan çekilme kararının Erdoğan’ın ülkedeki dini tabanının taleplerini karşılamaya yönelik bir adım olduğunu görüyor. Bu ise yıldızı sönmeye başladıktan sonra toplumun geniş bir kesiminin güvenini kazanmak için atılmış bir adımdır. Nitekim -bu geri çekildiğini açıklamasının ardından- yanlış bir adım attığını, bunun bir geri adım olduğu ifade edilerek bunu kınayan gösteriler yapıldı. İlk kez bir ülke Avrupa anlaşmasını onayladıktan sonra geri çekilmeye karar veriyor. Yoksa bu, isyan kılığına bürünmüş bir sadakatin mi ifadesidir?
Bu yöneticiler, Batı’nın, kendi amaç ve hedeflerini gerçekleştirmek, Müslümanların başlarına musallat olmalarına yardımcı olmak ve İslam ümmetini kertenkele deliğine sokmak için diktiği yöneticilerdir. Ama yüzlerindeki maskeleri düşmüş ve İslam’ı ve Müslümanları savunduklarını iddia ettikleri şeylerin yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Zira artık özel olarak Müslümanlar genel olarak da insanlar için, -özellikle devrimlerin ve Korona salgının patlak vermesinin ardından-, kapitalist ideolojinin fasit olduğu, kendilerine yardım etmekten aciz kaldığı ve hayatın âlemlerin Rabbinin ideolojisine göre yeniden başlatılmasının kaçınılmaz olduğu netlik kazanmıştır.
Esad Mansur