-172-
Mümin askerlerin denenmesi ve az grubun Allah’ın izniyle büyük gruba galip gelmesi, Sabreden müminlerin zaferi, büyük işleri yapanların hükümdar olabilmesi, insanların birbirlerinin kötülükten menetmesi:
Kumandan kendi emri olanların ihlaslı ve ciddi olduklarını nasıl bilecek?
Hükümdara ne zaman itaat edilir?
Zafer neyle gerçekleşir?
İhlas ile halis ihlas arasında fark nedir?
Fesadı ve bozgunculuk nasıl zail olur?
﴿فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّـهَ مُبْتَلِيكُم بِنَهَرٍ فَمَن شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَن لَّمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِّنْهُمْ ۚ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ ۚ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلَاقُو اللَّـهِ كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّـهِ ۗ وَاللَّـهُ مَعَ الصَّابِرِينَ ﴿٢٤٩﴾ وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ قَالُوا رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿٢٥٠﴾ فَهَزَمُوهُم بِإِذْنِ اللَّـهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللَّـهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاءُ ۗ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّـهِ النَّاسَ بَعْضَهُم بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الْأَرْضُ وَلَـٰكِنَّ اللَّـهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ ﴿٢٥١﴾
“Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek; Kim ondan içerse benden değildir, ancak eliyle bir avuç içen müstesnadır, kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler. Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, bize cesaret ver ki tutunalım, kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler.
Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût’u öldürdü. Allah ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah’ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir”. (Bakara 249-250-251)
Allahu Teala müminleri değişik şeylerle dener ki gerçek mümin ile gerçek olmayanlar ortaya çıkıp belli olsun. Ali İmran 179. ve Ankebut 2-3. ayetlerinde geçtiği gibi bunu birçok ayette pekiştiriyor. Burada müminleri bir nehrin suyundan içilmemesi konusunda deneniyor. Yalnız bir avuç içilmesi müstesna kılınıyor. Ancak çoğu sudan fazlaca içtiler, çok az bir grup bir avuç içti. Bir avuçtan fazla içenler hükümdara veya komutan olan Talut’a isyan etmiş oldular, onunla savaşa gitmeleri uygun düşmedi. Daha doğrusu tehlikelidir. Çünkü onlar daha ilk adımda komutana isyan ettiler, sözünü dinlemediler. Oysa samimi, güvenilir ve ciddi olan askerler Allah yolunda savaşan ihlaslı komutanlarına tereddütsüz itaat ederler. Orduda mücadelede ve cemai işlerde temel olan kabul ettikleri hedef ve komutana veya başkana veyahut emire itaat etmektir. Zira Allah yolunda savaşmak üzere Talut Allah tarafından seçildiğine tabutun mucizesiyle kani oldular, bu nedenle onunla birlikte savaşmayı kabul edip yürüdüler. Ama Allah ölüme kadar savaşacak, ciddi ve samimi olan itaatkar kimselerin kim olduklarını ortaya çıkarmak için bu denemeyi yaptırdı.
Bundan dolayı Talut kendisini dinlemeyenleri beraberinde götürmedi. Sadece imtihanı geçen, pek az su içenler sabrederek sebat göstereren gerçek müminler kendisi ile beraber devam ettiler. Bu deneme savaşla ilgilidir. Savaşta insan su bulamaz veya az bulur onunla yetinir. Tebük savaşında Müslümanlar su bulamadılar. Ancak bir yerde az miktarda suyun bulunduğu bilinince Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu askerlere az az içirmek üzere biz varmadan kimse içmesin emrini verdi. Fakat münafıklardan bir kaç kişi oraya koşup hepsini içtiler, Resulullah oraya varınca kimin içtiğini sorunca falan falan deyince onlara biz gelmeden bunu içmeyi nehyetmedim mi diye söyleyerek onları lanetledi ve beddua etti. (İbni Hişam Siyeri)
Bu şekilde ancak Allah’a itaat edenler emire itaat ederler ve Allah yolunda samimi ve ciddi olarak savaşırlar. Emir Allah ve Resulüne itaat etmiyorsa itaat edilmez. Allah şöyle buyurdu:
يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡۤا اَطِيۡـعُوا اللّٰهَ وَاَطِيۡـعُوا الرَّسُوۡلَ وَاُولِى الۡاَمۡرِ مِنۡكُمۡۚ فَاِنۡ تَنَازَعۡتُمۡ فِىۡ شَىۡءٍ فَرُدُّوۡهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُوۡلِ اِنۡ كُنۡـتُمۡ تُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ وَالۡيَـوۡمِ الۡاٰخِرِ ؕ ذٰ لِكَ خَيۡرٌ وَّاَحۡسَنُ تَاۡوِيۡلًا ﴿۵۹﴾
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resule ve sizden olan ul-ilemr’e itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allaha ve Resulüne götürün. İşte Allaha ve ahirete inanıyorsanız böyle davranın. En hayırlısı ve tevilin en güzeli budur” (Nisa 59)
Bu ayet şu münasebetle indi: “ Resullullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir Seriyye (bir grup askeri) yi bir yere gönderdi. Başlarına Ensarlar’dan bir adamı tayin etti. Çıkıp bir yere giderken bu adam onlar üzerinde kendi nefsinde bir şey bulmuştur (kendini görmüş, mağrur olmuş). Onlara dedi ki, bana itaat etmek üzere sizin üzerinize Resullullah beni bir emir olarak tayin etmedi mi? Evet dediler. Dedi ki, odun toplayın, bunu yakmak için ateş isteyerek yaktı. Sonra şöyle dedi: bu ateşe girmenize dair karar aldım. Onlar ise girmeye hazırlandılar. Onlardan bir genç şöyle dedi: siz ateşten kaçarak Resulullaha geldiniz. Resulullaha gelip sormadan acele etmeyin. Eğer ateşe girin derse girin. Resulullaha döndüler ve olay hakkında haber verdiler. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onlara şöyle dedi:
” لو دخلوها لم يزالوا فيها إلى يوم القيامة. وقال للآخرين: لا طاعة في المعصية، إنما الطاعة في المعروف”
“ İçine girseydiler kıymet gününe kadar ondan çıkmayacaklardı. Diğerlerine şöyle dedi: Allaha isyanda itaat yoktur. İtaat ancak marufa (İslamda bilinen hükümlere) göre olur”. (Buharı, Müslim, İbni Hanbel)
Resullullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
” لا طاعة لمخلوق في معصية الخالق”
“ Yaratıcıya isyan etmede hiç bir mahlûka ( yaratılmış) olana itaat yoktur” (İbni Hanbel)
Yaratıcıya isyan etmek Resulüne vahyettiğine muhalefet etmektir. Kuran’da ve onu açıklayan Sünnete muhalefet etmektir. Yukarıdaki ayet bunu bildirmişti: “Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allaha ve Resulüne götürün”.
İşte Allaha ve o zamandaki Nebi’ye itaat eden Talut’a itaat etmek İsrailoğullarına farzdır. Talut Allah’ın emrini onlara bildirdiği halde muhalefet ettiler:” Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek; Kim ondan içerse benden değildir, ancak eliyle bir avuç içen müstesnadır, kim ondan içmezse bendendir, dedi”. Talut nebi, peygamber değildi, kendisine vahyedilmedi, yalnız bir komandandır, hükümdardır. O zamanki nebi insanlara bildirmek üzere bu emri Talut’a bildirmiş olmalıdır. Bunun manası da o nebi bu savaşa katılmıştı, hep Allahtan gelen vahyi Talut’a bildiriyordu ve Talut bu vahye göre hareket edip Allah’ın emrinden hiç çıkmıyordu. Bu nebiye bir kitap indirilmedi. Tevrat’ı tebliğ ediyordu ve uygulamaya çağırıyordu. Çünkü Tevrat kendisine indirilen Musa a.s’dan sonra geldi. O zaman Kitap dışında vahiy vardır. Bu da Kuran dışında vahiy yoktur deyip sünneti inkar eden kafirlere susturucu bir hüccettir.
Kana kana ağızlarıyla bolca nehirden içtiler. Ama nehirden avucuyla bir sefer içen az kimse kaldı. Diğerleri döndü, onlar savaşa yaramaz, Talut bu kalan az müminlerle nehri geçince karşı tarafta sayıca çok kalabalık olan Calut komutasındaki düşman ordusuyla karşı karşıya geldiler. Talut’un beraberinde olanlardan bazıları düşman gücünün fazlalığı karşısında şaşırarak şöyle dediler: “Bu gün Calut ve beraberindekilere karşı koyacak güç bizde yoktur.” Fakat aralarında Allah’a kavuşmayı düşünen müminlerse şaşıran müminlere şunu hatırlattılar: “Nice sayıca az grup sayıca çok kalabalıkları Allah’ın izni ile yendiler.” Çünkü Allah sabredenler ve sebatlık gösterenlerle beraber olur, onlara yardım eder ve nihayet onlara zafer nasip eder. İşte az olan müminlerin azı ancak sebat gösterdiler, sebat ve sabır göstermek üzere diğer kardeşlerine moral ve güç vermeye çalıştılar, ancak bu şekilde diğerleri sebat gösterdiler. Belki onları arka safta koydular ki kaçmasınlar. Bundan anlaşılan husus muhlis, ihlaslı olanların tümü tam ihlaslı değildir. İşte ihlaslılar da iki gruptur; ihlaslı vardır, tam ihlaslı vardır. Tam ihlaslı olanlara halis muhlis deriz, bunun manası İslam davası her şeyden önce gelir, işini, gücünü, eşini, çocuğunu, malını, mülkünü bırakıp önce İslam davetinin gerektirdiği hususları yapar, kendini tam davete verir. İhlaslı ise bunun gerisindedir, İslam davetine ne kadar sadıksa da tam kendini vermiyor, tam fedakârlık göstermiyor. İhlaslı olmayan hiç fedakârlık göstermeye hazır değildir, zarar görecekse, çıkarına ve işin uygun gelmezse yapmaz, eşi ve çocuklarını davete tercih eder. O bir şeye yaramaz. Bu nedenle Allah müminleri uyarak şu ayeti indirdi:
قُلۡ اِنۡ كَانَ اٰبَآؤُكُمۡ وَاَبۡنَآؤُكُمۡ وَاِخۡوَانُكُمۡ وَاَزۡوَاجُكُمۡ وَعَشِيۡرَتُكُمۡ وَاَمۡوَالُ ۨاقۡتَرَفۡتُمُوۡهَا وَتِجَارَةٌ تَخۡشَوۡنَ كَسَادَهَا وَ مَسٰكِنُ تَرۡضَوۡنَهَاۤ اَحَبَّ اِلَيۡكُمۡ مِّنَ اللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ وَ جِهَادٍ فِىۡ سَبِيۡلِهٖ فَتَرَ بَّصُوۡا حَتّٰى يَاۡتِىَ اللّٰهُ بِاَمۡرِهٖ ؕ وَاللّٰهُ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الۡفٰسِقِيۡنَ
“Deki, eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mal ve para, kesadından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allahtan, Resulünden ve onun uğrunda cihattan daha sevimli ise, Allah’ın emri gerçekleşinceye (azabı gelinceye) kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri hidayete erdirmez” (Tevbe 24). Bu tür kimseler fasıktır, günahkâr, hiç ihlaslı, samimi değillerdir.
Müslümanlar hemen hemen her savaşta sayıca ve silahça kâfirlerden çok azdı. İlk savaşta Bedir Müslümanlarının sayısı kâfirlerin üçte birisi idi. Sadece iki atı vardı, kâfirlerin 70 atı vardı. Ama Müslümanlardan bir tanesi bile savaştan geri kalmadı, hepsi Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e itaat ederek savaştılar ve galip geldiler. Mute savaşında Müslümanlar 3 bin iken (Rum ve Arap) kâfir Hristiyanların ise 200 bine yakın sayısı vardı, Müslümanlar kaçmadan 6 gün savaştılar ve yenilmeden savaş meydanından çekildiler, daha doğrusu düşmanı korkutarak döndüler. Yermük savaşında Halid bin El-Velid’in komutasında Rumlarla karşılaşınca bir Müslüman şöyle demişti: “Rumların sayısı ne kadar çok ve bizim sayımız ne kadar azdır.” Çünkü o savaşta Rumların sayısı 240 bin kişi civarında idi. Müslümanların sayısı ise 36 bin idi. Başka müminler bu Müslüman’a şöyle dediler: “Biz ne zaman sayıyla savaştık? Hep imanla savaştık. Onun için bizim sayımız çoktur ve kâfirlerin sayısı azdır.” Zira imansız kalabalıklar boştur. Çünkü sebatlılık gösteremezler, canlarını korumak için kaçarlar. Böylece Müslümanlar Yermük’te Rumları Allah’ın izni ile yendiler ve Şam’a kadar onların peşlerine düştüler ve nihayet Şam’ı fethettiler.
Tamamen tarih boyunca, Müslümanlar İslam devletinin Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından kurulduğu günden Hilafet yıkılıncaya kadar imanları nedeniyle dünyanın birçok yerini fethettiler. Ancak cihadı ihmal etme dönemleri müstesnadır. İmana dayalı devletleri ve komutanları kalmayınca hezimet kapılarından ayrılmadı. Hatta günümüzde kendilerinden günah işleyenler arttı. Bunlara ses çıkartılmazken şeriatçı diye Müslüman olanlar ordulardan atılmaktadır.
Allahu Teala ayette yalnız mümin olup sabredenlerle beraber olduğunu bildirdi. Bu ifade geneldir, her asırda geçerlidir. Nitekim Muhammed suresi 7. ayetinde müminlere şöyle seslendi:
يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡۤا اِنۡ تَـنۡصُرُوا اللّٰهَ يَنۡصُرۡكُمۡ وَيُثَبِّتۡ اَقۡدَامَكُمۡ
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar, kaydırmaz.” (Muhammed 7)
İşte, düşmanların veya kâfirlerin sayıca çokluğu bizi aldatmasın. Her zaman müminlerin sayısı az kâfirlerin sayısı çok olmuştur. Cennetlikler de az cehennemliklerse fazla olacaktır. Günümüzde daveti yüklenenler, mücadelede sebatlık gösterenler azdır. Ama Allah’ın izni ile zafer mümin olup sabredenlerindir. Bu günümüzde sabreden davetçilere bir müjdedir. Daveti yüklenenlerin hepsi muhlistir, ihlaslıdır, fakat hepsi tam ihlaslı, halis muhlis değildir. Öyleyse halis muhlis kimseler diğer ihlaslı kardeşlerini teşvik etsinler, güç ve moral versinler, onların ayakları kaymasın.
Müminler kâfir ordularına karşı çıkınca Allah’a dua etmeye başladılar. Yalnız dua ile yetinip bir köşeye çekilmediler. Hem düşmana karşı hazırlığı yapıp meydana geldiler hem de dua etmeye başladılar. Bu nedenle bir neticeyi gerçekleştirmek için hem amelde bulunmak hem de dua etmek gerekir. Bundan dolayı imana bağlı kalmak gerekir. Çünkü o kişiler imana dayalı idiler ve imanlarının gereği savaşa çıktılar. O zaman başta iş imana dayalı olmalı, o kişiler gerçek mümin olmalı, gayeleri küfre karşı çıkıp iman için mücadele etmektir. Sebatlık göstermeli ve Allah’a bol bol dua etmelidirler.
Böylece Talut ve Davud döneminde müminler kâfir millete karşı galip geldiler. O zaman Davud Talut ordusunda bir asker idi. Davud kâfirlerin lideri olan Calut’u öldürdükten sonra Allah Davud’u nübüvvet için seçip onu hem peygamber hem de yönetici olarak kıldı.
Zira bütün insanlar, kâfirlerin liderini öldürdüğü için Davud’un büyüklüğü ve kahramanlığını görünce hiç bir kimse onun hükümdar olmasına itiraz edemez. Nitekim insanlar bir kişi veya bir komutan kahramanlık gösterince kendi halkı için büyük işler yapınca onun liderliğini hemen kabul ederler. Bu büyük işleri mucize gibi görürler. Bu nedenle Davud’un Nebi ve yönetici olarak ilan edilmesi için uygun bir ortam hazır oldu. Daha doğrusu Allah bu durumu hazırladı. Ayette; ona, Davud’a hikmet verdi ve Allah’ın dilediğinden şeyler öğretti. Başka ayetlerde (İsra 55) Davud’a peygamberlik verdiği doğrudan anlatılıyor. İşte hikmet nübüvvet manasında geçti.
Allah Sab’a suresinde 10. Ayette Davut’e demiri yumuşattı, Enbiya 80. Ayette demirden silah sanayisini öğrettiğini açıkladı.
Burada bir işaret delaleti vardı; Müslümanlar demir çelik fabrikaları kurmalılar, ağır silah sanayisini de kurmalılar. Zira silah çok zaman demirden yapılır. Ayrıca demir bir madendir, silah sanayisi için sair madenler kullanılmalıdır.
Allah insanları bir takım insanlarla savmazsa yeryüzünde bozgunculuk egemen olur. Bu nedenle cihadı farz kıldı, cihatla bozgunculuk kaldırılır ve Allah’ın dini olan hak hakim olur, adalet gerçekleşir, herkes canı, malı ve ırzı için emin olur.
Allah önce peygamberleri ve ondan sonra müminleri insanları zalimlerin zulmünden kurtarmak için gönderir. Allahu Teala hep peygamberleri gönderdi ve onlara iman eden grupla dünyayı kurtarıyordu. İslam’dan önce bozgunculuk ve fesat yeryüzünde hâkimdi. Kureyşin zulmü, Pers ve Rum İmparatorluklarının zulmü dünyayı kaplıyordu. Allah Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellemigönderince onunla beraber iman eden müminlerle dünyayı kurtardı. Raşidi Hilafet, Emevi Hilafeti, Abbasi Hilafeti ve Osmanlı Hilafeti dönemlerinde müminler dünyayı zulüm ve bozgunculuktan kurtarmak için cihad ettiler. Yeryüzünde adaleti, emniyeti, istikrarı ve refahı gerçekleştirdiler. Osmanlıların sonlarına doğru Hilafet zaafa uğrayınca müminler kusur gösterdiler. Bu sefer kâfirler yeryüzünde bozgunculuk ve zulüm yaymaya başladılar. Hilafet tamamen yıkılınca ve o günden bu güne kadar kâfir güçler yeryüzüne hâkim olup bozgunculuk ve fesatlığı yaydılar. Demokratik laik sistem ve komünist, sosyalist sistemler hep fesat saçmaktadır, insanları eziyorlar ve servetlerini çalıyorlar. Zulüm ve fesadı her yerde yapmaktadırlar. Zira demokratik laik sistem sömürgeciliği benimsedi, servetin çoğu zenginlerin ellerinde bırakıp kendi halklarını ezdikleri gibi diğer halkları ezip servetlerini çalıyorlar. Dünyayı tekrar kurtarmak, fesat ve zulümden temizlemek, adaleti, istikrarı, emniyeti ve refahı gerçekleştirmek için müminler imana dayalı Hilafet devleti kurmalı, ondan sonra mücadele edecek ve Allah’a dua edip bağlanacaklar. Müslümanlar böyle olunca; Allah onları yeryüzünden fesadı, bozgunculuğu ve zulmü kaldırmak için gönderecek ve en güçlü zalim ve fesatçı devletlere galip getirecektir.
O zamanda İsrail oğullarının peygamberleri döneminde imana dayalı devleti olmasaydı kâfirlere galip gelemeyecek ve yeryüzünü kâfirlerin hükümdarlıklarından kurtaramazdı. Talut onların kralı veya hükümdarı idi. Ondan sonra Davud Aleyhisselam hem peygamber hem de hükümdar oldu. Ondan sonra Allah onun oğlu Süleyman’ı gönderdi ve yeryüzünden fesadı ve zulmü kaldırıp adaleti gerçekleştirdi.
Ondan sonra İsariloğulları bozuldular, birbirine girdiler, nebiler onlara geldikçe ya onları yalanladılar ya da öldürdüler. Zekeriye a.s ve Yahya a.s’ı öldürdüler, İsa a.s’ı Filisitin’i işgal eden Rumlara öldürtmeye kalkıştılar, Allah onu kurtardı, onları zalim Rumlarla cezalandırdı. Rumlar Yahudileri Filistin’den kovup yer yüzünde dağıttılar. İslam gelince, Müslümanlar 2. Raşidi Halife Ömer r.a döneminde Filistin’i, bütün Şam diyarları ve Mısır’ı bozguncu Rumların hükmünden kurtardı. İşte Allah müminlerin elleriyle ve kurdukları devletle fesadı kaldırdılar. Avrupa devletleri Haçlı seferleri başlatıp Filistin’i ve birçok Müslüman memleketi işgal edip fesadı ve bozgunculuğu yaydılar. Tekrar Müslümanlar toparlandılar Mısır’ı Fatımilerden kurtararak Hilafet devletini güçlendirip Haçlı Avrupa devletlerini yendiler ve memleketlerini fesat ve bozgunculuğundan kurtardı. Ondan sonra Moğollar geldiler, her şeyi yakıp yok ettiler, Hilafetin Başkenti Bağdat’ı yıktılar, Halife’ye verdikleri sözü tutmayıp onu öldürdüler, kime eman sözü vermişse ihanet edip öldürdüler. Mısır ve Şam valileri birleşip Allah kendi hükmünü uygulayan komutanların emrinde sabırlı ve sebatlı mücahit Müslümanların elleriyle onları yok etti ve insanları onların bozgunculuğundan kurtardı. Sömürgeci Avrupa devletleri, özellikle Britanya ve Fransa Osmanlı İslam devleti yönetimi altında İslam topraklarını işgal ettiler, ajanları vasıtasıyla Hilafeti yıktılar, İslam’ın hükmünü kaldırdılar, fesadı yaydılar, Filistin’i Yahudilere kaptırdılar. İhlaslı Müslümanlar bu fesadı kaldırmak için tekrar Hilafet devletini kurmaya çalışıyorlar. Muhakkak başaracaklar, çünkü bu ayete binaen Allah müminlerin elleriyle ve onların İslam hükümdarlığıyla fesadı zail edecektir.
Nitekim Müslümanlar için imana dayalı devlet olmasa, imana göre hareket etmezse ve Allah’a dua ederek kâfir milletlere karşı ve onların güçlerine karşı sebatlık göstermezse dünyaya bozgunculuk ve zulüm hâkim olur. Bunlar yerine getirildiği takdirde yeryüzü fesat ve zulümden kurtulur. Bu nedenle dünya Müslümanları bekliyor. Allah onlarla zalimleri defedecek ve mazlumları kurtaracaktır.İşte Allah’ın bütün insanlığa karşı lütuf ve keremi, ikramı budur.