NEBİ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM’İN DOĞUMU ÜMMETİN VE DEVLETİN DOĞUŞUDUR

O, gökyüzünde parlayan ve karanlıkları aydınlatan bir ışıktır. Bu ışıkla yeryüzü ve üzerindekiler aydınlandı. Biz biliyoruz ki Rableri, Rasülü ile onlar hakkında hayır diledi. Küfredip yüz çevirenlere azap, iman edip hakkıyla sakınanlara ise cennet hak oldu.

Şüphesiz ki Nebi SallAllahuAleyhi veSellem’in doğumu tarihin akışını değiştiren büyük bir olaydır. O’nun doğumu ile ümmetlerin en köklüsü ve en üstünü de doğmuş oldu. O’nun doğumu ile devletlerin en büyüğü ve en güçlüsü bir devlet doğdu. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarttı, cehaletin dehlizlerinden ilimde, düşüncede ve ahlakta en üst mertebelere yükseltti. Yüksek ve yüce bir hadaratı, sahih bir kalkınmayı gerçekleştirdi. Hayatın her alanında icatlar ve ilerlemeler gerçekleşti.

Muhtaç bir yetim ve ümmi birisi mi bunları gerçekleştirdi? Akıl bunu kabul edebilir mi? Bundan önce herhangi bir düşünceyi ve felsefeyi bilmeyen, dinler ve kültürler hakkında herhangi bir bilgi edinmeyen, okuma ve yazma bilmeyen birisi! Bu durumda olan bir şahıstan böyle bir durum nasıl gerçekleşir?! Evet, gerçekleşir, çünkü bu sadece ve sadece gerçek bir nübüvvetin sonucudur. Aksi hâlde böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün değildir ve bu durumda olan bir kimsenin böyle bir fiili mümkün hâle getirmesi söz konusu dahi olamazdı.

Silah taşımayan, yar ve yardımcısı olmayan, etrafına insanları toplayacak bir makamı bulunmayan, dost ve düşmanları satın alacak malı bulunmayan yapayalnız bir adam! Kendisine sadece fakirlerin, zayıf ve güçsüz kimselerin iman ettiği bir adam. İnsanların kendilerini yakalayıp işkence yapmalarından korktukları için dinlerini gizleyen kimselerle böyle bir devleti nasıl kurabilirler?!

Onlarla birlikte büyük bir şevkle İslâm’ı kabul eden bir kitle kurdu. O’nun tertemiz ellerinden büyük bir aşk ve istekle öğrenmeye ve kültürlenmeye yöneldiler. Şayet uykuya, evlerine ve ailelerine yönelik ihtiyaçları olmasaydı neredeyse O’nun yanından hiç ayrılmayacaklardı. Böylelikle onları ikinci aşamaya, kör cahiliye fikriyle mücadele, Kureyş’in ileri gelenleriyle çatışmak üzere kaynaşma merhalesine hazırladı. İşte burada sıkıntılar ve imtihan vardı. Kâfirler tarafından türlü türlü işkencelere mazur kaldılar. Fakat sabrettiler, sabit durdular ve hiçbir şeyle değiştirmediler. Böylelikle bir devlete liderlik etmeye hazır mütekâmil bir parti oldular.

Allah onların kalplerindeki sadakati, ihlası, sebatı ve fedakârlığa hazır olduklarını bildi. Liderlerine nusret talebinde bulunmasını vahyetti, O’na zafer ve yardım vadetti. Ancak, gayret göstermesini, sebeplere sarılmasını istedi. Zira zafer, altın bir tepsi içinde değil, ancak birtakım belalarla, sıkıntılarla imtihan edildikten sonra geliyordu. Kapılar çalındı, kavimlerin liderleriyle görüşüldü. Onlardan kimileri tümüyle reddetti, karşı çıktı, şart koşanlar oldu. Ancak O, Allah için halis nusreti istemekten, nusreti verecek olana da cenneti vadetmekten vazgeçmedi. Allah O’na nusret ehlini ulaştırdı, devleti kurdu, sancağı bağladı ve Allah yolunda hakkıyla cihad etti.

On yıl boyunca devlet başkanı olarak içeride devleti bina etti, dışarıda ise cihadı. Yaklaşık kendi komutası altında 29 savaşa ve gazveye liderlik etti. İbni Hacer el-Askalânî’nin rivayetine göre göndermiş olduğu gazvelerin sayısı 100’e ulaştı. İşte bu şekilde devleti bina etti ve içeride İslâm hükümlerini uyguladı, dışarıda ise cihad ile İslâm’ı taşıdı.

Bu yolu nereden öğrendi? Bir parti kurmak, kitle oluşturmak, örgütlemek, kültürleştirmek, fikrî ve siyasi çatışmaya girmek, nusret talebinde bulunmak ardından da bir devleti ilan etmek! Bunun ardından dâhili ve harici, eğitim ve savaş siyasetlerini belirledi, yönetim, ekonomi ve ictimai sistemi kurdu. Bunu nasıl yaptı? Gerçekten, bunların tümü ancak vahiyle oldu. Zira içerisinde bulunduğu ortamda fikirden, ilimden, felsefeden ve kültürden uzak kendisi gibi bir kavim içinde bulunan bir kimsenin aklında bunların yer alması mümkün olmazdı! Onlardan bir ümmet meydana getirdi, onlarla dünyanın en büyük devletlerini sarsacak ve asırlar boyu dünyaya liderlik edecek bir devlet kurdu!

Dolayısıyla akıl O’nun metoduna tabi olmayı, sireti ile yetinmeyi gerekli görürken kesin deliller O’nu örnek almayı nasıl gerektirmez?!

Öyleyse Nebi SallAllahuAleyhi veSellem’i sevdiğini iddia eden kimse O’nu takip etsin ve her yönüyle O’nu örnek alsın. Yüz yıl önce kâfirlerin yıktığı devletini yeniden kursun. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in doğum gününü hatırlamak birtakım törenler, kasideler ve mevlit okumakla, tatlı dağıtıp Mevlevi sema törenleri düzenlemekle olmaz. Tam tersine adım adım, karış karış en ufak bir şekilde sapmadan O’nun yolunda yürümekle olur.

Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem sadece bir tebliğci değildi. Bilakis Allah’ın indirdikleri ile yöneten bir hâkim ve devlet başkanı, Allah yolunda savaşan ordunun komutanı, planlar çizen büyük bir siyasetçi, antlaşmalar yapan, savaş ilan eden, savaşlara liderlik edip sancaklar bağlayan, yardımcıları, valileri ve memurları tayin edip azleden, elçileri kabul eden veya etmeyen birisi idi.

Akademik bir üslup veya beyinleri bilgi ile doldurmuyor veya gözleri yaşartan bir öğütle insanlara İslâm’ı tebliğ etmiyor ve öğretmiyordu. İnsanları hem dünyada hem de ahirette huzura kavuşturmak için hükümleri vakıaya indiriyor, bu hükümlerle sorunları çözüyor, gerekli maslahatları gerçekleştiriyor ve mefsedeti ortadan kaldırıyordu. Onları hareket eden kitaplar veya disketler ya da ilmi ile amel etmeyen âlimler değil, sakınmaları için dinde fakih, anlayışlı kimseler hâline getiriyordu.

Hiçbir eksiği olmayan mükemmel bir din getirdi. Her şeyi apaçık beyan eden Allah’tan gelen bir kitaptaki mücmeli açıklıyor, âmm ve mutlak olanların tahsis ve takyid ediyor, asla (asıl olana) birtakım ferileri ilhak ediyor veya Kur’an’da olmayan bir hükmü getiriyordu. İşte bunların tümü Allah’tan gelen vahiydir. Şeriatın kaynakları Kitap ile birlikte Sünnet ile tamamlandı.

Bütün bunlar, Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem ’i sevenlerin dikkatini çekmiyor mu? Kalplerinin Allah’ın zikri ile korkup, doğru olana dönüp, O’nun yaptığı gibi yapmalarının zamanı gelmedi mi? Küfür sisteminin gölgesinde kendisine verilen mülkü ve yönetimine ortak olmayı reddetmedi mi? Zira O, yönetimi bir bütün olarak ele almakta ısrar etti ve şu meşhur sözünü söyledi: “Allah bu dini güçlü ve aziz kılıncaya ya da bu baş bu vücuttan ayrılıncaya kadar.” İşte bu ideolojik bir duruşun, ya İslâm’ın hâkimiyeti ya da bu yolda ölme seçeneğinin gereğidir.

Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem doğum gününü türküler, ulumalar, danslar, davullar ve teflerle kutlanmasını mı istedi? Emreden ve nehyeden bunu mu istedi?! Yoksa o, zaferler üstüne zaferlerle, ayetlerin inmesi ve hayatta uygulanmasıyla ve birçok mesele hakkında çözümler oluşturmakla kutlamadı mı?! Bir Yahudi Raşid Halife Ömer’e kitabınızda okumakta olduğunuz bir ayet şayet bize inmiş olsaydı biz Yahudiler topluluğu o günü bayram yapardık dedi ve şu ayeti işaret etti: [اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ]“Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslâm’dan razı oldum.” Eski ve yeni kâfirler, bu dinin değerini, büyüklüğünü, kemale erdiğini ve mükemmelliğini, kapsamlı bir ideoloji olduğunu idrak ettiler. Ancak inat ettiklerinden veya kendilerinde bulunan hasetten veya çıkarlarına ve liderliklerine olan hırslarından ya da arzu ve isteklerine tabi olmalarından dolayı iman etmediler. İşte bu nedenle onlar İslâm’la ve onlara rağmen kurulacak olan İslâm’ın devletini yeniden kurmak isteyenlere karşı savaşıyorlar. Zira bu devletin kurulacağını Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem şu hadisiyle müjdelemektedir:[ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ]“Sonra nübüvvet metodu üzere hilâfet olacaktır.” Rabbime andolsun ki bu devlet elbette kurulacaktır. Ancak Allah’ın dilediği bir vakitte. Çünkü O’nun müjdesi haktır. Nasıl olmasın ki? Bu müjde görünür görünmez her şeyi bilen Allah’tan gelen bir vahiydir. Bunun için çalışanlara müjdeler olsun. Ne güzel bir gelecek.

Esad Mansur