HEDEFLERİN SİYASİ VE ASKERİ FAALİYETLERDEKİ ETKİSİ
Hedefler hakkında düşünme yani insanın istediği şeyler hakkındaki düşüncesini tam ve net olarak sınırlandırabilmesi ve hedefleriyle uyumlu işler yapması, başarmanın ve ilerlemenin en önemli bileşenidir. Düşünme eylemi vakıanın hissedilmesidir. Çünkü vakıanın hisler vasıtasıyla beyne ulaştırılması ve ön bilgiler aracılığıyla da bunun yorumlanmasıdır. Kişi düşünme eylemi sonrasında hedefini gerçekleştirmek için çalışmaya başlar. Şayet derin ve aydın bir düşünmeyi gerçekleştirmişse vakıayı ve gereklerini iyi ve doğru bir şekilde kavramıştır. Çünkü vakıa hakkında hüküm vermek suretiyle bir düşünce üretmiştir. Buna bağlı olarak da tasarrufta bulunur, vakıa ile ilgili olarak çalışmayı gerçekleştirir.
Bir insan düşünce olmadan sadece duygularına dayanarak bir işe girişecek olursa yapmış olduğu işe duygular egemen olur ve muhtemelen de sonuçları iyi olmaz, kötü ve olumsuz yansımaları ortaya çıkar. Aynı şekilde herhangi bir hedefi olmadan harekete geçtiğinde de boşa çalışmış olur. Nitekim birçok insan hedefsiz olarak işe koyulmaktadır. Veya vakıa ile hedefi arasında uyum yoksa ya da hedefe uygun çalışma yapmıyorsa vakıanın gereği olan işi gerçekleştiremez.
Kalkınmak isteyen bir kimse kalkınmanın vakıasını, mahiyetini ve nasıl gerçekleşeceğini bilmiyorsa ya da kalkınmaya götürecek türden işler yapmıyorsa kalkınma hedefini gerçekleştiremez. İnsanların düşünce düzeyini yükseltecek, kavramlarını, standartlarını, inançlarını değiştirecek çalışmalar yapmıyorsa, bununla alakası olmayan işleri yapıyorsa hiçbir şekilde kalkınmayı gerçekleştiremez. Zira kalkınma fikren yükselmektir.
Derin ve aydınlanmış bir gerçeklik anlayışı olmadan bir ülkeyi özgürleştirmek istiyorsa ve silahlı bir örgüt kuruyorsa, kesinlikle amacına ulaşamayacak ve yarıda bırakacaktır ya da hedefinin bir kısmını gerçekleştirmeye yönelip her türlü çözümü kabul edecektir. Silahlı örgütün, savaşa devam edebilmesi için savaşçıların karargâh olarak konuşlanabilecekleri ve savaşını sürdürebilmek için gerektiğinde geri dönebilecekleri, sırtını dayayabileceği bir mekâna, silaha, teçhizata ve malzemeye ihtiyacı vardır.
Örneğin Filistin gerçeğini düşünürsek çevre ülkelerdeki rejimler suç ortağıdır ve Filistin’i özgürleştirmek istememektedir, düşmanı yasal kabul etmişler ve onunla ilişki kurmuşlardır. Bu ülkeler Yahudi varlığını oraya yerleştiren, bekasını sağlamak ve onu korumak için her türlü yöntemi, imkânı sunan sömürgeci ülkelerle iş birliği halindedirler. Öyleyse silahlı örgütlerin ihtiyaç duydukları silah, para ve daha başka hususları onlara vermeyecekler. Sadece siyasi hedefleri nedeniyle sömürgeci devletler tarafından izin verilen şeyleri verebilecekler. Bu durumda savaşçılar, kaderlerini kendilerine komplolar kuran hainlerin ellerinde bırakmış olacaklardır.
Bu nedenledir ki gerçeklere bakıldığında Filistin’i özgürleştirmenin yolunun çevresindeki ülkelerden geçtiği ve öncelikli olarak da bu ülkelerdeki suç ortağı rejimlerin değiştirilmesi ve onlardan başlanması gerektiği görülür. Zira bu ülkelerde hedefi gerçekleştirmeye yetecek imkânlar ve araçlar bulunmaktadır ki nitekim bu husus geçmişte haçlı savaşları sürecinde de yaşanmıştır.
Örneğin Keşmir Cihad hareketi, 1999 yılında Keşmir’i kurtarmak için Pakistan ordusunun desteği ile Pakistan’dan harekete geçmiş, Kargil Tepeleri Savaşında Hind ordusunu hezimete uğratmış ve neredeyse kurtarma eyleminin gerçekleşmesine ramak kalmışken Amerika, Başbakan Nevaz Şerif’e ve Genel Kurmay Başkanı Pervez Müşerref’e verdikleri desteği geri durdurmalarını ve orduyu derhal geri çekmelerini emretmiş onlar da verilen emri yerine getirmişlerdi. Çünkü her ikisi de Amerika ile irtibatlı idi. Hatta Pervez Müşerref’e askeri darbe yapıp Nevaz Şerifi’i düşürmesini emrederek bu hareketin faaliyetlerini yasaklamasını ve terör örgütü olarak ilan etmesini emretmiş o da emri aynen uygulamıştı. Pakistan yöneticilerinin ve ordu komutanlarının ihaneti sonucunda Hindistan, Keşmir’in geniş yetkilere sahip özerk yönetim statüsünü kaldırıp merkeze ilhak etmesi halinde, Pakistan’ın kesinlikle hareket etmeyeceğine ve herhangi bir cihatçı hareketin faaliyetine de engel olacağına inanıyordu ve de Hindistan bunu yaptı.
Bunun bir başka örneği Gazze’de yaşananlardır. Cihadi hareket, Filistin’i işgal eden düşmana saldırdığında onu alçalttı. Bunun üzerine düşman Gazze’ye acımasız bir şekilde saldırdı, her türlü yaşam kaynaklarını kesti. Mısır rejimi harekete geçmedi, ordunun hareket etmesini engelledi. Zira Amerika, Mısır’a herhangi bir şekilde harekete geçmemesini ve orduyu yerinden oynatmamasını emretti. Bölgedeki tüm rejimlerden de bunu istedi. Açık bir şekilde onlara savaşın genişlemesini istemediğini bildirdi. Yani sizden herhangi birisinin hareket etmesini istemiyorum dedi. Bu nedenle Yahudi varlığı kendisinden emin oldu ve gözünü katliamlara, yakıp yıkmaya dikti. Ta ki tüm dünya ülkelerinin utanmaz, aşağılık ve işbirlikçi duruşuyla, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir tabloyla içinde enfekte hastaların bulunduğu hastaneler yerle bir edildi, buldozerlerle sürülüp insanlar diri diri gömüldüler. Yahudi varlığının bu tavrı desteklenerek yaptıkları kendisini savunma hakkı olarak kabul edildi. Filistinlilere ise herhangi bir hak tanınmadı. Bölgedeki ne bir rejim ne de bir ordu Gazze halkana ve cihad hareketine yardım etmedi.
Gerçekliği yoksa ve gerçekte ulaşılamıyorsa hedefler hayalidir ve insan boşa çalışacak demektir. Ancak kendisinde yaratıcı bir hayal gücü varsa bu, hayali hedefler kapsamına girmez. Çünkü vakıa olarak tasavvur edilebilir ve gerçekleşmesi için imkânlar araştırılır.
Gerçekleşmesi mümkün olmayan hedeflerin vakıası da yoktur. Alman Der Spigel gazetesi kapağında şöyle bir soruya yer veriyor. “Hamas’ın yenilmesi mümkün mü?” Cevabında da şöyle diyor: “Hamas’ın toplum içerisinde çok güçlü kökleri var.” buna cevap şöyle olur: “ Mesele Hamas’ın kendisi değildir. Çünkü yaşanan gerçeklik bize insanların işgali kabul etmediklerini ve buna karşı koyanı da desteklediklerini gösteriyor. Bu nedenle direnişin kökleri güçlü ve kuvvetlidir, Hamas gittiği zaman bir başkası gelir. Gazete hareket hususunda uzman birisinden şunları naklediyor: “Askeri olarak hareketin yok edilmesi düşüncesinin gerçek bir düşünce olmadığı görülüyor.” Bu sözleriyle savaşın durmasını ve siyasi olarak hareketin yok edilmesini kastediyor. Yani önerilen siyasi çözüme entegrasyonu kastediyor. Siyasi hareket liderleri buna hazır olduklarını ilan ettiler. Daha önce Fetih hareketinde olduğu gibi silahlı hareketlerin siyasi çözüme entegre edilmesi böylelikle de askeri olarak sona ermesi sağlanmış olur.
Gazete, “Aksa Tufanı operasyonunun Filistin meselesini yeniden küresel ilgi odağı haline getirdiğini” belirtti. Çünkü siyasi çözümü, iki devletli çözümü hayata geçirmek için askeri eylemlerle konuyu kızıştırmak isteniyor. Aksi halde Yahudi varlığı bu çözümü kesinlikle uygulamayacaktır. Yahudi varlığına göre çözüm, Filistin Yönetimi’nin Yahudi varlığına güvenlik koordinasyonu yoluyla hizmet etmeye devam etmesi ve Başbakan Netanyahu’nun söylediği gibi buranın bir devlet veya imparatorluk olarak adlandırılmasıdır.
Askeri hedefler; kurtuluş ve fetih için konulmuştur, dolayısıyla kim isterse bu düzeyde eylemler hazırlar ve yürütür. Siyasi hedefler, birtakım planların gerçekleştirilmesi, iki devletli çözüm gibi siyasi çözümler kimi zaman da askeri operasyonlar için kullanılır.
Vakıası olmayan hayali hedeflerin gerçekleşmesi için çalışma yapılmaz. Hilafetin ikame edilmesi ise düşmanların ve dostlarının insanları hilâfet için çalışmaktan uzaklaştırmak için tasvir ettikleri gibi, gerçekleşmesi imkânsız, hayal değildir. Bilakis vakıa bunu gerektiriyor tahakkuku da mümkündür. Zira insanlar tarafından benimsenen her düşünce üzerine devlet kurulabilir. Bu düşünceyi benimseyen bir topluluk vardır, yönetime gelmiştir, yaklaşık 13 asrı bulan köklü bir geçmişi vardır. Geçmişte eşi benzeri görülmemiş başarılara imza attığı gibi şu anda da Allah’ın izniyle neredeyse kurulmasına ramak kalmıştır. Çünkü onu taşıyan samimi ve sebatlı adamlar vardır.
Esad Mansur