– 10 –
Âdemoğullarının kıssası
Onların farklı tutumları
İsrailiyatın reddi
Nefse uymak
Kıskançlığın tehlikesi
Hayır ve şer kavgası
Zalimlerin sınıfları
Âdem’in şeriatı
Defni öğreten karga
وَاتۡلُ عَلَيۡهِمۡ نَبَاَ ابۡنَىۡ اٰدَمَ بِالۡحَـقِّۘ اِذۡ قَرَّبَا قُرۡبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنۡ اَحَدِهِمَا وَلَمۡ يُتَقَبَّلۡ مِنَ الۡاٰخَرِؕ قَالَ لَاَقۡتُلَـنَّكَؕ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الۡمُتَّقِيۡنَ ﴿۲۷﴾ لَٮِٕنۡۢ بَسَطْتَّ اِلَىَّ يَدَكَ لِتَقۡتُلَنِىۡ مَاۤ اَنَا بِبَاسِطٍ يَّدِىَ اِلَيۡكَ لِاَقۡتُلَكَ ۚ اِنِّىۡۤ اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الۡعٰلَمِيۡنَ ﴿۲۸﴾ اِنِّىۡۤ اُرِيۡدُ اَنۡ تَبُوۡٓاَ بِاِثۡمِىۡ وَ اِثۡمِكَ فَتَكُوۡنَ مِنۡ اَصۡحٰبِ النَّارِۚ وَذٰ لِكَ جَزٰٓؤُا الظّٰلِمِيۡنَۚ ﴿۲۹﴾ فَطَوَّعَتۡ لَهٗ نَفۡسُهٗ قَـتۡلَ اَخِيۡهِ فَقَتَلَهٗ فَاَصۡبَحَ مِنَ الۡخٰسِرِيۡنَ ﴿۳۰﴾ فَبَـعَثَ اللّٰهُ غُرَابًا يَّبۡحَثُ فِىۡ الۡاَرۡضِ لِيُرِيَهٗ كَيۡفَ يُوَارِىۡ سَوۡءَةَ اَخِيۡهِؕ قَالَ يَاوَيۡلَتٰٓى اَعَجَزۡتُ اَنۡ اَكُوۡنَ مِثۡلَ هٰذَا الۡغُرَابِ فَاُوَارِىَ سَوۡءَةَ اَخِىۡۚ فَاَصۡبَحَ مِنَ النّٰدِمِيۡنَۛ ۙ ﴿۳۱﴾
“Onlara hakla Âdem’in iki oğluyla ilgili kıssayı anlat. Şöyle ki; ikisinin her birisi bir kurban taktim etti. Birisinden kabul edildi, diğerinden kabul edilmedi. (kurbanı kabul edilmeyen kardeş kurbanı kabul edilen kardeşe) seni öldüreceğim dedi. (kurbanı kabul edilen kardeş) ona “Allah ancak takva sahibinden kabul eder. Eğer beni öldürmek için elini uzatırsan seni öldürmek için elimi uzatmam. Ben âlemlerin rabbi olan Allahtan korkarım. Benim günahımı ve senin günahını üstlenmeni istiyorum. Böylece cehennem ehlinden olursun. İşte zalimlerin cezası budur. (kurbanı Kabul edilmeyen kardeş) kendi kardeşini öldürmeye nefsine (hırsı ve kıskançlığına) itaat etti. Böylece kardeşini öldürdü. Bu nedenle hüsrana uğrayanlardan oldu. Kardeşini toprağa nasıl defnedeceğini göstermek için Allah ona bir karga gönderdi. Dedi ki bana yazıklar olsun ki kardeşimi defnetmek için bu karga kadar olamadım. Bu halde pişmanlık duyanlardan oldu”. (Maide 27-31)
Ayette “Onlar” ifadesinden kastedilen Yahudilerdir. Zira bu kıssayı biliyorlar, kitaplarında geçiyor, ama yalanla doğru karışık geçiyor. Hatta bazı Müslümanlar onlardan etkilenerek geçen hikâyeleri anlatmaya başladılar. Oysa İsrailiyat denilen İsrail oğullarının hikâyelerini almak tehlikelidir. Zira keyfîlerine veya akıllarına göre ekliyor ve uyduruyorlar, başka kültürlerden etkilenerek de dinlerine eklediler. Nitekim birçok ayette geçtiği gibi onlar kendi kitaplarını elleriyle tahrif ettiler, manaları saptırdılar, yeni şeyler eklediler, hakikatleri gizlediler. Öyleyse onlardan hiç bir şey alınmaz.
Hak ve doğru olan kıssalar sadece ve sadece Kuran’da veya sahih hadiste geçenlerdir. Ehl-i kitap, Yahudiler, Hristiyanlar, sair din ve kültür sahiplerinden dinle ilgili hiç bir şey alınmaz. Diğer insanlardan kültürle veya dinle karışmamış sırf ilim, sanayi ve teknoloji alınır. Zira bazıları ilimle fikirlerini, dinlerini ve kültürlerini karıştırırlar.
Allah kendi Rasulüne “onlara gerçeği anlat” diye hitap etti. Bu şekilde Yahudilerin hikâyelerini ve İsrailiyatını reddetti. Onlardan alınmayacağına dair bir işaret verdi. Bunun manası da onlar gerçeği örttüler ve başka şey uydurdular.
Ayrıca hakikat bütün insanlara anlatılmalıdır. Rasule hitap bütün Müslümanlara da hitaptır. Müslümanlar İsrailiyatı ve Yahudilerin hikâyelerini değil, sadece Kuran’da geçen kıssayı anlatırlar. Bu şekilde Âdem’in oğullarının kısassı ve ondan istifade edilen ve istenen şey anlatılmalıdır. Normal bir hikâye ve masal olarak değil, bir fikir olarak izah edilmelidir.
Taberi gibi tefsir kitapları Yahudilerin hikâyelerini ve İsrailiyata inanarak aktarılmadı, sadece bilgi olarak yazdı. Böyle söylendi, şöyle söylendi şeklinde rivayetler aktırır. Nitekim Yahudi hikayelerinde veya İsrailiyatta Âdem’in oğullarının hikayesi kız üzerinde bir kavga olarak geçti. Cennette doğan kız ile yerde doğan kızın hayali kavgasıdır. Akla uymayan ve dinimize aykırı olan bir masaldır. Nitekim cennette bir kız doğmadı. Kuran’da geçtiği gibi Âdem ve eşi dünyaya gönderildi, böyle çocukları yoktu. Ama Taberi bunlara inanmıyordu, sadece araştırılması gerekli olan rivayet ve bilgi olarak aktardı.
Ayrıca ne Kuran’da ne sahih Hadis-i şerif’te Âdem’in oğullarının o hikâyeleri geçmediği gibi isimleride, Habil ve kabil olarak hiç geçmedi. Bu da İsrailiyattır.
Oysa yukarıdaki ayetlerde geçtiği gibi bu iki kardeşten her biri bir kurban sundu, Kuran’da sunmanın sebebi gösterilmediği için hikâyeler ve masallar anlatmak doğru değildir. Fakat kurbanı kabul edilmeyen kardeşin takva sahibi olmadığı gözüktü. Kurbanı Kabul edilmeyince hemen kardeşini öldürmekle tehdit etmeye başladı. Kurbanı kabul edilen kardeş takva sahibidir. Kardeşine beni öldürmeye elini uzatırsan ben seni öldürmeye hiç elimi uzatmam dedi. Zira öldürmek en büyük suçlardan sayılır. Müslüman kardeşler bu tutumu edinmelidir, kardeşlerini haksızca öldürmeye kalkışmasınlar, yoksa Nisa suresinde geçtiği gibi katilin cezası pek ağırdır; cehennemdir, orada kalıcıdır, Allah’ın lanetlediği ve kendisine gazap ettiği kişidir.
Bozuk niyetle veya başka maksatla veyahut Allah’la birlikte başka maksadı katmakla hiç bir iyilik kabul edilmez. Sırf Allah için halis niyetle bir kurban sunmadığı için Allah onun kurbanını kabul etmedi.
Burada Müslümanlara sunulan mesaj: Allah ancak Kendisi için halis niyetle ve takva sahibinden kabul eder. Zira takva ve şirksiz halis niyet her salih amelin esasıdır. Bakara suresi 264 -265. Ayetlerde minnet etmek, başa kakmak, riyakârlık ve gösteriş için bir harcama veya bir iyilik yapmak haram kılındığı gibi bu iyilik kabul edilmez, sevabı yoktur. Sırf Allah’ı razı etmek için yapılırsa kabul edilir. Bakara suresi 272. Ayette bu husus tekrarlanıp sırf Allah’ın yüzü için yapılan hayır ve harcama kabul edilir, sevaptan karşılığı tam verilir.
Kehf suresi 110. Ayette imana dayalı, başka niyet katmaksızın şirksiz olması, Allah’ın rızası dışında başka niyetle olmaksızın salih amel yapılması ve Allah’a kulluk edilmesi emredilmektedir. Leyl suresi 19-21. ayetlerde bir kimse sadece Allah’ın rızasını hedef edinerek iyilik yaparsa sevaptan karşılığını alır.
Takva ise Allahtan korkmak ve azabından sakınmaktır. O’nun azabından korkarak emrini yerine getirmek ve nehyinden vazgeçmektir. Sırf O’nun yüzü için harcamak ve salih amel yapmaktır.
Bu ayetlerden anlaşılan husus; hayır ile şer, takva sahipleri ile takvasız kavgası ebedidir. Daima şerli veya takvasız kimseler hayırlı ve takvalı kimseleri kıskanırlar, alaya alırlar, ezmeye çalışırlar, onlara galip gelmeye ve hâkim olmaya hırs gösterirler. Zira onlar sırf dünyayı düşünür, ahireti hiç düşünmezler. Bencil ve oburdurlar, hiç doymazlar.
Eğer takva sahipleri ve hayırlı kişiler gücü ve otoriteyi elde etmese şerliler ve takvasızlar hâkim olur, yeryüzünü bozar ve istediklerini öldürür ve istediklerini zulme uğratır. Bu asırda dini hayattan ayıran laik demokratik kimseler ve sistemlerinin nasıl fesadı, zulmü ve katli yaydıklarına şahidiz. Onlar sadece çıkar, menfaat ve maddiyatı anlarlar. Allah’tan korkmak diye bir şey yoktur. Hiçbir emrini kabul etmezler ve nehyinden vazgeçmezler, hürriyetler adı altında her haramı serbest kıldılar.
Bu nedenle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem hayrı ve hidayeti yaymak, Allah’ın emirlerini uygulamak ve nehiylerini yasaklamak, şerli, takvasız ve çıkarcı olanların iktidarını yıkmak için mücadele edip İslam devletini kurdu. Müslümanlar 13 asır boyunca bunu yaşatıp devam ettirdi, hayrı ve hidayeti yaydılar, herkese hakkını verdiler ve adaleti gerçekleştirdiler.
Ama şerli iç ve dış güçler birleşerek İstanbul’da H.1342 – M.1924’te bu devleti yıktılar. Şerli laik demokratik cumhuriyeti kurdular. Takvalı ve iyi niyete sahip olanlar siyasi meydanı şerli ve takvasız kimselere bıraktılar. İslam’a dayalı siyasi parti kurmadılar, fikirleri billurlaştırmaya çalışmadılar ve yeni meselelere şeri hükümleri belirlemek üzere içtihadı canlandırmadılar.
Bundan sonra şerli ve takvasız kimseler ve sistemleri takva sahibi olan âlimleri ve fakihleri öldürmeye başladılar. Böylece hilafeti, şeriatı ve takva sahiplerini öldürdüler.
Kurbanı kabul edilmeyen kardeş takvasız olduğundan dolayı Allah’ın azabından korkmayarak nefsine uyarak takva sahibi olan kardeşini öldürdü. Ona haset etti, kıskandı, bu şekilde kötü yere kıskançlık veya haset etmek kötüye götürür, kıskandığı kişiyi veya üzerindeki nimetinin yok olmasını diliyor, sadece kendisinin üstün olmasını ve nimetlerin sadece kendisinde olmasını ister.
Felak suresi 5. Ayette Allah hasedi yasakladığı gibi hasedin şerrinden Kendi ’sine sığınmamızı talep etti.
Eğer iyilik diliyorsa Allahtan istesin, Allah onun nasibini verir. Ayrıca insanlar Allah’ın rızasını kazanmaya yarışsınlar, Allah hepsine karşılık verir. Rahmeti, rızkı, nimetleri ve iyiliği çok geniştir. Aynı anda herkes kendi iyi halinden memnun kalsın. Allah herkese dilediğini verir, onlara göz dikmesin.
Bakara suresi 109. ayette Allahu tealanın belirttiği gibi, Ehli Kitap ve özellikle Yahudiler Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendilerinden çıkmadığı için kıskandılar, bu nedenle Müslüman olmak istemedikleri gibi değişik üsluplarla Müslümanları dinlerinden döndürmeye çalıştılar. Hatta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i öldürmeye teşebbüs ettiler. Müşriklerle İşbirliği yaparak Hendek savaşında İslam devletini kuşatıp yok etmek için hareket ettiler, ondan sonra Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i öldürecek ve böylece İslam’ı ortadan kaldıracaklardı.
Zira onlar bilinçli olarak İslam’a düşmanlık yaparlar, hakkı bildiler, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in gerçek rasul ve nebi olduğunu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Haset ve kıskançlık duygusu onlara galip geldi.
Bu nedenle Maide suresi 82. Ayette müminlere karşı en azgın düşmanın Yahudiler ve müşriklerin olduklarını açığa çıkarıp uyardı.
Hilafeti yıkmak için İngilizlerle İşbirliği yaptılar, dönme Yahudiler başrol oynadılar. Onlardan olan Mustafa Kemal İngilizlerin yardımıyla bu devleti yıkabildi.
Şerli Batılılar Yahudilerin Müslümanlara düşmanlığı kullandılar, onlara Filistin’de bir devlet kurdurdular ve Müslümanlara sürekli saldırtıyorlar, her tür yardım sunuyorlar, vahşice Müslümanları öldürüyorlar. Oysa Müslümanlar Endülüs ve Osmanlı devleti döneminde onları şerli Batılılardan korumuştu. Fakat Yahudiler nankör oldukları ve Müslümanları kıskandıkları için Müslümanların iyiliğini unuttular ve onların aleyhine çalışmaya başladılar.
Bu sebeple bir kişi nankör veya kıskanç ise ona iyilik yapmak iyi değil, zararlıdır. Zira bu tür insanlar iyilik yapanlar aleyhine de, onlardan her şeyi almaya çalışırlar.
Nefse uymanın manası nefsin isteklerine ve arzularına tabi olmaktır. Nefis içgüdüler ve uzvi ihtiyaçlardan oluşur. Eğer insan takvalı olmazsa içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçlarını istediği gibi tatmin etmeye ve doyurmaya başlar. Bu şekilde zalim olur, azgın da olur. Kardeşini öldüren kişi gibi olur. Kendi geleceğini düşünmez, anı ve arzularını düşünür.
Takvalı ise Allah’ın emrine göre hareket eder. Nefsini Allah’ın ahkâmına zapteder, tatmin eder. Geleceği düşünüp ahireti için çalışır.
Allah şöyle buyurdu:
وَنَفۡسٍ وَّمَا سَوّٰٮهَا ﴿۷﴾ فَاَلۡهَمَهَا فُجُوۡرَهَا وَتَقۡوٰٮهَا﴿۸﴾ قَدۡ اَفۡلَحَ مَنۡ زَكّٰٮهَا﴿۹﴾ وَقَدۡ خَابَ مَن دَسّٰٮهَا ؕ ﴿۱۰﴾
“ Yarattığı nefse and olsun, ona facirliği ve takvalılığı ilham etti. Kim nefsi tezkiye ederse felaha kavuşur, kim nefsine ihanet ederse başarısız olur” (Şems 7-10)
Allah şöyle buyurdu:
فَاَمَّا مَنۡ طَغٰىۙ وَاٰثَرَالۡحَيٰوةَ الدُّنۡيَا ۙ فَاِنَّ الۡجَحِيۡمَ هِىَ الۡمَاۡوٰىؕ ﴿۳۹﴾ وَاَمَّا مَنۡ خَافَ مَقَامَ رَبِّهٖ وَنَهَى النَّفۡسَ عَنِ الۡهَوٰىۙ ﴿۴۰﴾ فَاِنَّ الۡجَـنَّةَ هِىَ الۡمَاۡوٰىؕ ﴿۴۱﴾
“ Kim haddi (Allah’ın sınırlarını) aşarsa ve dünya hayatını (ahirete) tercih ederse onun geleceği ve barınağı cehennemdir. Kim Rabbinin makamından korkarsa ve nefsinni heva ve hevesten nehyederse onun geleceği ve barınağı cennettir” (Naziat 37-41)
Allah şöyle buyurdu:
اِنَّ النَّفۡسَ لَاَمَّارَةٌۢ بِالسُّوۡٓءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبِّىۡ ؕ
“ Şüphesiz ki nefis kötülüğe emreder, ancak Allah’ın rahmetiyle kurtulanlar müstesnadır” (Yusuf 53)
Allah’ın rahmeti onun dinidir, hidayetidir. Hidayetli kimseler ve Allah’ın dinine bağlı olanlar kendi nefislerini kötülükten nehyedebilirler.
Nefsi Allah yarattı aynı anda insanda irade yarattı. İnsan iradesini şöyle veya böyle kullanabilir. Bu nedenle Allah haşa zalim değildir, ona göre ödüllendirir. Kim nefsini tezkiye ederse, temiz tutarsa felaha kavuşur, cenneti kazanır. Kim nefsine ihanet ederse, Allah’ın yasaklarını aşıp emirlerine uymazsa başarısız olur, cenneti kazanamaz, cehennemlik olur.
Nefsini lavm edip muhasebe eden kimseyi Allah övdü. Böyle nefse and içti. Şöyle buyurdu:
وَلَاۤ اُقۡسِمُ بِالنَّفۡسِ اللَّوَّامَةِؕ ﴿۲﴾
“ Kendini lavm eden nefse yemin ederim” (Kıyamet 2)
Lavm etmek: Kınamak, hesaba çekmek, pişmanlık duymak manalarına gelir. Günah işlediğinden veya kusur gösterdiğinden dolayı kendi nefsini lavm eden kimsenin değeri yüksektir. Bir hata işlediğinde, bir daha işlememek için pişmanlık duyar. Bir farzı yerine getirmediği zaman kendi kendini kınar ve telafi etmeye çalışır, o farzı yerine getirir. Al-i İmran suresi 135. Ayette geçtiği gibi mümin kendi nefsine zulmederek bir günah işlerse Allah’ı hatırlar, O’ndan mağfiret diler, pişmanlık duyar, günah işlemeye ısrarlı kalmaz, tekrar bunu yapmamak için söz verir ve salih amel yapmaya çalışır.
İnsan imanlı olup salih amel yapan kimse olarak, günahtan tövbe ederse ve özellikle büyük günahlardan temiz olarak vefat ederse üstün nefse sahip sayılır, nefs-i mutmainne denilir. Huzurlu ve mutlu nefistir. Allah şöyle buyurdu:
يٰۤاَيَّتُهَا النَّفۡسُ الۡمُطۡمَٮِٕنَّةُ﴿۲۷﴾ ارۡجِعِىۡۤ اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرۡضِيَّةًۚ ﴿۲۸﴾ فَادۡخُلِىۡ فِىۡ عِبٰدِىۙ ﴿۲۹﴾ وَادۡخُلِىۡ جَنَّتِى ﴿۳۰﴾
“Ey nefs-i mutmainne! Rabbinin rızasını kazanarak O’na dön. Benim kullarım arasına katıl ve cennetime gir” (Fecr 27-30)
Bazen insan Allah’ın emrine muhalefet eder sadece kendine zulmeder. İçki içenler veya namazı bırakan veyahut orucu tutmayanlar gibidir.
Kardeşini öldüren kişi ise, bu cinayeti işleyince iki kat zalim olur. Hem Allah’ın emrine karşı geldiği için zalim oldu hem de bir insanı haksızca öldüğü için zalim oldu.
Bazıları kat kat zalim olur. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen yöneticiler gibi. Allah’ın emrine uymadıkları gibi O’nun hükmilerini uygulamaya karşı geldiler, Allah’ın hâkimiyetine davet edenlerle savaşırlar ve ceza verirler, hem de halklarına haram işlemeyi serbest bıraktılar, Allah’ın hadlerini ve cezalarını hiç uygulamazlar, her haramı işleyen kimsenin günahından pay alırlar. Vay onlara ve tabilerine! Bu nedenle en büyük zalim kimse Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen yöneticilerdir.
Âdem’in oğullarına tebliğ edildiği anlaşılıyor. Zira her kes Allah’a bir kurban sundu. Kurbanı kabul edilen kardeş takvadan söz etti, Allah ancak takvalı kimseden kabul eder dedi. Kardeşini uyardı, cinayet günahını üstleneceksin ve benim günahlarım benim üzerimden kaldırılır ve senin üzerine atılacaktır. Şöyle dedi “Benim günahımı ve senin günahını üstlenmeni istiyorum”.
Eğer beni öldürürsen Allah sana katil cezasını versin ve günahlar içerisinde boğulasın, cehennemden kurtulmayasın manasındadır.
Onların babası Âdem ilk nebidir. Onlara tebliğ etmiş, Allah’ın emirlerini ve nehiylerini öğretmiş olmalıdır.
Anlaşılan husus dünyada ilk cinayet olduğu gibi ilk ölüm idi. Aynı anda ölüye ne yapılır diye bilgi ve hüküm yoktu.
Allah bir vahiy veya bir melek göndermedi, bu şerli katil kimseye vahiy veya melek gelmez. Ona insanın defnini öğretmek için bir karga gönderdi. Bu şekilde onu horlayıp onun değerinin düşük olduğunu gösterdi.
Kendisi de bunu fark edip kendini ayıplayarak, bana yazıklar olsun diyerek kendine beddua ederek te ben karga kadar olamadım dedi. Sanki kuş benden daha akıllıdır demek istedi. O anda akli çalıştı ve pişmanlığı hissetti. Daha önce neticeleri ve geleceği düşünmeden nefsine uydu, sadece kendi önünü gördü, kıskançlıktan dolayı intikam almak istedi. Oysa Allah’tan intikam alamaz.
İnsan pişman olmamak için önce hesaplar yapmalı, geleceği düşünmeli, her günahın akıbetini beklesin, böylece Allah’ın azabından korksun. Daha doğrusu O’nun ermine uyarak ve nehyinden vazgeçerek rızasını ve cennetini kazanmayı hedef edinsin.