– 15 –

Allah’a teslim olmak

Kitabı korumak

Kitabın emaneti

Ayetleri satmak

Allah’tan korkmak

İnsanlardan korkmamak

Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler

Can, göz, burun, kulak, diş ve yaralara kısas

İncil sahipleri

وَكَيۡفَ يُحَكِّمُوۡنَكَ وَعِنۡدَهُمُ التَّوۡرٰٮةُ فِيۡهَا حُكۡمُ اللّٰهِ ثُمَّ يَتَوَلَّوۡنَ مِنۡۢ بَعۡدِ ذٰ لِكَ‌ ؕ وَمَاۤ اُولٰٓٮِٕكَ بِالۡمُؤۡمِنِيۡنَ ﴿۴۳﴾  اِنَّاۤ اَنۡزَلۡنَا التَّوۡرٰٮةَ فِيۡهَا هُدًى وَّنُوۡرٌ‌ ۚ يَحۡكُمُ بِهَا النَّبِيُّوۡنَ الَّذِيۡنَ اَسۡلَمُوۡا لِلَّذِيۡنَ هَادُوۡا وَالرَّبَّانِيُّوۡنَ وَالۡاَحۡبَارُ بِمَا اسۡتُحۡفِظُوۡا مِنۡ كِتٰبِ اللّٰهِ وَكَانُوۡا عَلَيۡهِ شُهَدَآءَ‌‌ ۚ فَلَا تَخۡشَوُا النَّاسَ وَاخۡشَوۡنِ وَلَا تَشۡتَرُوۡا بِاٰيٰتِىۡ ثَمَنًا قَلِيۡلًا‌ ؕ وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡكٰفِرُوۡنَ‏ ﴿۴۴﴾  وَكَتَبۡنَا عَلَيۡهِمۡ فِيۡهَاۤ اَنَّ النَّفۡسَ بِالنَّفۡسِۙ وَالۡعَيۡنَ بِالۡعَيۡنِ وَالۡاَنۡفَ بِالۡاَنۡفِ وَالۡاُذُنَ بِالۡاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالۡجُرُوۡحَ قِصَاصٌ‌ؕ فَمَنۡ تَصَدَّقَ بِهٖ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهٗ ‌ؕ وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ‏ ﴿۴۵﴾  وَقَفَّيۡنَا عَلٰٓى اٰثَارِهِمۡ بِعِيۡسَى ابۡنِ مَرۡيَمَ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيۡنَ يَدَيۡهِ مِنَ التَّوۡرٰٮةِ‌ وَاٰتَيۡنٰهُ الۡاِنۡجِيۡلَ فِيۡهِ هُدًى وَّنُوۡرٌ ۙ وَّمُصَدِّقًا لِّمَا بَيۡنَ يَدَيۡهِ مِنَ التَّوۡرٰٮةِ وَهُدًى وَّمَوۡعِظَةً لِّـلۡمُتَّقِيۡنَ ؕ‏ ﴿۴۶﴾  وَلۡيَحۡكُمۡ اَهۡلُ الۡاِنۡجِيۡلِ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فِيۡهِ‌ؕ وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡفٰسِقُوۡنَ‏﴿۴۷﴾

“İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılarlar, ondan sonra yüz çevirirler. Onlar mümin kimseler değildir”. (43)

 “Şüphesiz ki, biz, içinde hidayet ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini Allah’a teslim etmiş olan peygamberler, hidayetliler, rabbaniler ve âlimler onunla hükmederler. Çünkü korumak ve uygulamak üzere Allah’ın kitabı onlara emanet olarak verildi. Bunun hak olduğuna şahitlik yaptılar. Öyleyse insanlardan korkmayın Ben’den (Allah’tan) korkun. Ucuz fiyatla ayetlerimi satmayın. Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir” (44)

“İçinde onlara şunu yazdık: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas uygulanır. Kim bu kısas hakkını bağışlarsa kendisi için bir kefaret yazılır. Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar zalimlerin ta kendileridir” (45)

“ Onların izi üzerinde Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Kendisinden önce indirilen Tevrat’ı tasdik eder, içinde hidayet ve nur olduğu halde İncili verdik. İncil de kendisinden önce indirilen Tevrat’ı tasdik eder, Takva sahiplerine bir hidayet ve öğüttür”. (46)

 “Öyleyse İncil sahipleri Allah’ın içinde indirdiği hükümlerle hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar fasıkların ta kendileridir” (47)

Bu ayetlerde şu hakikat ortaya çıkmıştır: Allah indirdiği Kitapları okumak ve ezberlemek için değil uygulamak için indirdiğini açıklamıştır. İslam devleti dışında yaşayan Yahudiler aralarında muhakeme olunmak ve özellikle hükümlerini değiştirdikleri meseleler hakkında hüküm öğrenmek üzere Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e başvurmaya başladılar.

Zannettiler ki Rasulullah kendi isteklerine göre hüküm verecektir, bu şekilde kurtulacaklar ve tahrif ettikleri Tevrat’ın manalarına uygun olacaktı. Oysa verdiği hüküm tahrif olmadan onların kitaplarında mevcuttur. Bu nedenle Allah şöyle buyurdu:

“İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılarlar?!”

Aynı hüküm, İslam’daki hüküm onlarda da vardır. Fakat başka hüküm aradılar, çünkü Tevrat’ta bu hükmü geçen ayetin manasını değiştirdiler. Misal olarak, zina edene recim, taşlama cezası yerine hafifletici bir cezaya çevirdiler: biraz tokatlar ve eşeğe ters bindirirler! Faizi de bu asırdaki sahte hocaların yaptıkları gibi değişik bahanelerle mubah kıldılar vs.

Allah onları azarlayıp kötülediği gibi teşhir etti. Tevrat’a inandıklarını iddia ederken içinde geçen hükümleri niçin uygulamak istemiyorsunuz? Bu asırda onlara benzer Müslümanım diye iddia eden kimseler vardır; Kuran’a inandıklarını iddia edip uymayanlardır. Kuran’ı ve şeriatı uygulamak istemezler. Sadece Yahudiler gibi okuyacaklar, mukabele yapacaklar!

  Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlara Allah’ın hükmünü bildirdikten sonra yüz çevirirler. Tamamen Tevrat’tan yüz çevirdikleri gibidir. Kendi tahriflerine, heva ve heveslerine göre hüküm isterler. Böyle hüküm verilmezse peygamberi yalanlarlar veya öldürürler.

 Onlar mümin kimseler değildir. Zira mümin kimseler Allah’ın indirdiği kitapta ne hüküm varsa hemen uygularlar. Yahudiler de Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e inanmakla emredildiler. Eğer iman etmişlerse Allah ve Rasulü ne derse hemen dinleyip uyarlar, emirlerinden ve nehiylerinden hiç yüz çevirmezler. Zira iman Allah’ın ve Rasulünün emrini uygulamayı, dışındaki hükümleri reddetmeyi gerektirir. Böyle olmayanlar gerçek mümin değildir, ondan önce tefsirini yaptığımız Maide suresi 41. ayette geçtiği gibi kalpleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyla iman ettik derler.

Yine Nisa suresi 60-61. Ayette geçtiği gibi Allah’ın hükmünden yüz çevirip Tağuta, beşeri hükme uyan kimseler “iman ettiklerini iddia edenlerdir”, “onlar birer münafıktır”. Zira Allah’ın ve Rasulünün hükmünden yüz çevirirler.  

 Allah İsrail oğulları için Musa’ya Tevrat’ı indirdi. Allah’ın kitabı olduğundan dolayı muhakkak ki hidayettir; doğru hükümler içerir. Aynı anda nurdur, her şeyi aydınlatır. İsrail oğullarını karanlıktan çıkarır, yollarını aydınlatır. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem gönderilince hemen tabi olmalılar. Tevrat ona iman etmeyi ve tabi olunmayı talep eder. Fakat İslam devleti içinde yaşayanlar zimmi sayıldı, İslam’a zorlanmazlar. Dışarıda yaşayanlarla bilahare savaşıldı ve ihanetlerinden dolayı Arap yarım adasından kovuldular.

İsrail oğullarından kendilerini Allah’a teslim etmiş olan peygamberler, hidayetliler, rabbaniler ve âlimler Tevrat ile hükmederler.

Allah’a teslim olmak, Allah ne dedi ise Kabul edip uygulamaktır. Bu nedenle Müslümanlara Müslüman adı verildi. Öyle değilse sözde Müslümandır, gerçek değildir. Peygamberler hakkında şüphe yoktur, Allah’a tam teslim olmuşlar. Hidayetliyiz diyenler de teslim olmuşlar. Yoksa hidayetli sayılmazlar. Rabbani kimseler Allah’ı rab edinenlerdir. Sadece O’nun ermine ve şeriatına uyarlar. İnsanları rab edinmezler, onların çıkardıkları kanunları Kabul etmezler. Zira bir takım hahamlar ve rahipler Allah’ın kitaplarını tahrif edince Yahudiler ve Hristiyanlar onlara tabi olunca onları rab edinmiş oldular. Tevbe suresi 31. Ayet onları teşhir etmiştir.

Hakiki âlimler Allah’ın emrini olduğu gibi açıklarlar, Allahtan korkarlar, Allah’a tam manasıyla teslim olmuşlardır, bunlar gerçek Müslümandır. Zira Fatır suresi 28. Ayette âlimlerin en önemli sıfatının Allah’tan korkmaları olduğunu gösterdi. Âlim Allah’tan korkmuyorsa sahte hahamlar ve rahipler gibi olurlar, ilimleri çok olmasına rağmen kitap taşıyan merkep gibi olurlar, insanları da saptırırlar.  

Allah’ın kitabını korumak ise uygulamakla gerçekleşir. Kitap onlara emanet olarak verildi, hiç bir şeyi tahrif etmeyecek, emanetle hiç oynamayacaklar, olduğu gibi eda ederler, özen gösterirler.  

İman ettikleri zaman Allah’ın kitabının hak olduğuna şahitlik etmiş oldular. Bu durumda insanlardan korkmaları kendilerine hiç yakışmaz. Daha doğrusu kendini Allah’a teslim etmiş kimse insanlardan korkmaz, sadece Allah’tan korkar. Çünkü Allah insanları yarattı, her an onları yok edebilir, onlara verdiği gücü çeker. Bir zarar vereceklerse ancak Allah’ın izniyle verirler, bu da müminlere bir imtihandır, buna karşı sabretmek büyük sevapdır. Ecel ve rızk onun elindedir. Öyleyse bu konulara iman etmiş kimse nasıl insanlardan korkar?!

 Zira Allah’tan korkmak ve insanlardan korkmamak bir farzdır. Mümin insanlar gerçek zarar verirse bile onlardan korkmayacaktır. İnsanlardan korkmanın alametleri imanı açıklamaktan ve dinini uygulamaktan vazgeçmek veya bazı hükümleri uygulamaktan vazgeçmek, baskı altında veya çıkar karşısında taviz göstermektir. Allah birçok ayette insanlardan korkmayın sadece benden korkun diye emir verdi. Hatta Al-i İmran suresi 175. Ayette şeytanın dostlarından korkmayı nehyederken “eğer mümin iseniz sadece benden korkun” diyerek meydan okudu.

Kâfir veya fasık veyahut zalim insanlar müminlerin kendilerine hak söz söylemesini, hakka çağırmasını, dini uygulamasını ve yaşanmasını istemezler, onların da kendileri gibi olmasını isterler. Öyleyse gerçektten kendini Allah’a teslim etmiş olan kimseler kafirlerden ve zalimlerden korkmazlar.

Musa a.s Allah’ın dinine çağırınca o asrın kralı Firavun ona karşı çıkarak Musa ve onunla birlikte olan müminlere savaşı ilan etti. Taha suresi 71-76. Firavun onları ölümle, elleri ve ayaklarını kesmekle ve ağaçlara germekle tehdit etti. Müminler korkmadılar, ona ne yaparsan yap dediler. Sen ancak dünyada bize azap verirsin, asla korkmayız, zaten Allah’a döneceğiz, ebedi hayat oradadır, bize cennetler vardır deyip sebatlık gösterdiler.   

İşte, yalnız Allahtan korkup insanlardan korkmayanlar bunlardır. Mümin, zalim insanların getirecekleri zarar ve eziyetten çekinmeyip Allah’ın ipine sarılır, dinini uygulamaya ve yaymaya çalışır. Zalim insanlar bunu Kabul etmeyecek ve kendilerine zarar ve eziyet getirmeye çalışacaklarını bilirler. Bakara suresi 214. Ayette geçtiği gibi İslam uğrunda müminlerin eziyet ve zarar görecekleri, hatta sarsılacakları beyan edildi. Bundan sonra onlara zafer gelecektir ve cennete girecekler. Bedava zafer ve cennet yoktur!

Aynı anda dünya zevklerine dinini satmaz. Kâfirler veya zalim yöneticiler Kitabı uygulamamak veya yaymamak ve gerçeği söylememek için müminleri bir makamla, bir maaşla veya dünyevi her hangi bir şeyle kandırmaya çalışırlar.

Kısaca ya sopayla veya kılıçla korkutarak ya da havucu veya altını yedirerek müminleri davetlerinden vazgeçirmeye çalışırlar.

Bu nedenle bu ayette Allah ne bundan korkun ne de dünyevi bir şey karşısında ayetlerimi satmayın diye emri verdi.   

Allah “Gerçek mümin ayetlerimi ucuz olan dünya bedeline hiç satmaz” diye bildirir.

Bu hitap ne kadar İsrail oğullarına yöneltilmişse de Müslümanlara yöneltilmiştir. Zira direk Müslümanlara aynı hitap birçok ayette yöneltilmiştir. Kuran sırf İsrail oğullarının kıssalarını açıklamak için gelmedi, onların durumlarından ibret ve ders almak için, aynı duruma düşmemek, sapasağlam mümin olmanın yolunu izah için geldi.

Nitekim ayetin sonunda genel bir lafız kullandı:

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmese onlar kâfirlerin ta kendileridir”.

Allah’a kendilerini teslim eden İsrail oğullarının peygamberleri, hidyetlileri, rabbanileri ve âlimleri Allah’ın kitabıyla hükmederler: ya yönetici olur ya da insanlara Allah’ın hükmünü bildirir ya da insanlar arasındaki ihtilaflar hakkında hüküm verirler. Her hâlükârda Allah’ın indirdikleriyle hüküm verirler.

 Fakat sonra sahte âlimleri çıktı, insanlardan korktukları veya dünyevi bir şey karşısında Tevrat’ın ayetlerinin manalarıyla oynamaya başladı, manalarını saptırdılar. Bu asırda insanlardan ve zalim yöneticilerden korkan veya dünyaya düşkün olan sahte âlim ve hocalar gibidir. Ama Allah’a kendilerini teslim etmiş, gerçek manada O’na inanmış, rabbani âlimler ve yöneticiler Allah’ın indirdikleriyle hükmederler.

Eğer Allah’ın indirdiklerine gerçek manada inanıyorlarsa fakat korktukları için uygulamazlarsa büyük günahkâr, zalim ve fasık olurlar. İnanmıyorlarsa kâfir olurlar. Allah bu iki sınıfa da acılı bir azap hazırladı.

 “İçinde onlara şunu yazdık: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas uygulanır. Kim bu kısas hakkını bağışlarsa kendisi için bir kefaret yazılır. Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmese onlar zalimlerin ta kendileridir”

İsrail oğullarına Tevrat’ta bu hükümler yazıldı. Bizdeki hükümler ise farklıdır: cana can ve dişe diş kısas vardır. Fakat buruna burun, kulağa kulak ve yaralara kısas yoktur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem burun, kulak, yaralar ve sair organların diyetlerini gösterdi.

Kendi hakkından feragat eden, bağışlayan kimse sevap kazanır, kendisi için bir kefaret yazılır, Allah belli günahları siler.

Maide suresi 38. Ayette gösterdiğimiz gibi İslam’da; İslam Hilafet devletine ulaşan davalarda af yoktur, devlete varmadan affederse olabilir. Ancak cana can meselesinde öldürülen kimsenin velisi affedip diyeti alabilir.

Bu ayette Allah Tevrat’ta onlara yazdık diye açıkladı. Bunun manası bizi bağlamaz. Bu nedenle; şer’i kaide şöyledir: “Eski şeriatlar bizim için şeriat değildir”. Ayetlerde ve hadislerde cana can bize yazıldığından dolayı bizim için geçerlidir. Yine hadis-i şerifte geçtiği için dişe diş bize geçerli olur.

Fakat gerek İsrail oğulları olsun, gerek bizler Müslümanlar olsun, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemiz farzdır. Zira ifade genel olarak geçti: “Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmese onlar zalimlerin ta kendileridir”.

Müslümanlar Kuran’la hükmetmezlerse zalim olurlar. Eğer biri Müslümanım diye iddia edip Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyi inkâr ederlerse kâfir olur.      

 Allah İsrail oğullarının peygamberlerinin izi üzerinde kendilerinden olan Meryem oğlu İsa’yı bir peygamber olarak gönderdi. İsa a.s’a kendisinden önce indirilen Tevrat’ı tasdik eden, içinde hidayet ve nur olduğu halde İncili verdi. İncil hem Tevrat’ı tasdik eder hem de Tevrat’ın bazı hükümlerini nesheder. Al-i İmran suresi 50. Ayette geçtiği gibi İsa Tevrat’ı tasdik ettiği gibi İsrail oğullarına haram kılınan şeylerin bir kısmını helal kıldı. Aynı anda yeni hükümler gösterdi. Tamamen Tevrat’ı neshetmeyip bir kısım hükümleri neshetmiştir. Akide ise aynıdır, bütün nebilerde değişmez, sadece nebilerin şeriatları değişir. Allah’ın Kitapları her zaman aydınlatıcı ve doğru yolu gösterir. Ayrıca İsa’nın mucizeleri Musa’nın mucizelerinden farklıdır.

Tahrif edilmeden gerçek İncil takva sahiplerine bir hidayet ve öğüttür: Takva sahipleri, Allah’tan korkan kimselere İncil’de geçen fikir ve hükümler birer öğütlerdir. Takva sahibi hemen o öğütle amel eder. Bunlar çok azdı, havariler idi. Allahtan korkmayan kimseye ne kadar öğüt verirsen ver hiç yaramaz. Bunlar şerli insanlar olup her türlü kötülüğü yapabilir. Allah’ın ne kadar güçlü ve O’nun azabının ne kadar şiddetli olduğunu düşünemezler, bunu hafife ve alaya alırlar.

Bu nedenle Zariyat suresi 55. Ayette geçtiği gibi, öğüt olan Allah’ın ayetleri sadece müminlere hatırlatılır. Müslüman olduğunu iddia eden kimse Allah’ın ayetlerini hatırlayınca veya kendisine hatırlatılınca hemen dinlemeli ve uymalıdır. Zira imanı kendisine hatırlatmak ve şeri hükmü imana bağlamak gerekir. Kâfirler ise inanmadıkları için hiç etkilenmezler. Bunları önce imana çağırmak gerekir. Ancak Hilafet devleti onlar üzerine şeri hükümleri uygulayınca İslam’ın azametini ve adaletini pratikte görürler. Bu durumda etkilenirler, onların İslam’a girmesi için bir vesile olur.  

Mademki İncil doğru ve nurdur, öyleyse İncil’e inanıp ona sahip olanlar, Allah’ın içinde indirdiği hükümlerle hükmetsinler. Zira İsrail oğullarına indirilmiştir, fakat çoğu inkâr ettiler. Şu var ki İsrail oğulları dışında birçok insan İncil’e ve İsa’ya inandı. Bundan dolayı İsrail oğullarına değil, İncil’e inanıp sahip olanlara hitap edildi. Ama hem İncil’i değiştirdiler hem de İsa hakkında batıl itikatları çıkardılar.

“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmese onlar fasıkların ta kendileridir”.

Bu ayet geneldir, İncil sahipleri ve kendilerine kitap verilenleri kapsar. Müslümanları da kapsar.

Kâfirler hem zalim olur hem de fasık olur. Öyleyse Allah’ın indirdiklerini inkâr ettiklerinden dolayı kâfir oldukları gibi zalim ve fasık’ta olurlar. Fakat inandıkları halde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezlerse zalim ve fasık olurlar. Bu ayetlerin tefsirinde ibni Abbas r.a bu görüşü savunmuştur. Hemen hemen bütün âlimler bunu benimsediler. Ancak hariciler ve herkesi kolayca tekfir edenler müstesnadır. Onlar gibi bu asırda çok insanlar vardır.

Şu var ki Tevrat’ta ve İncil’de hükmedilince Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ve Kuran’a inanmayı ve tabi olunmayı gerektirir. Kitaplarında bu hususlar yazılmaktadır. Araf suresi 157. Ayette ve birçok ayette apaçık şekilde beyan edilmektedir. Tevrat ve İncil neshedilmiştir. Maide suresi 48. Ayette bunu görürüz.