Soru:

 

Türkiye’nin uluslararası siyasi sahada konumu nedir?

Bazı politikalarında uydu bazı politikalarında tabi devlet şeklinde seyrediyor. Türkiye’nin müstakil devlet olma şeklinde bir gayesi var mıdır?

 

Cevap:

 

2002’de Erdoğan ve kendi partisi olan Ak Parti iktidara geçince Türkiye Amerika yörüngesinde yürümeye başladı. Türkiye çıkarlarını gerçekleştirmek için Amerika’nın çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışır, onun çıkarları ve siyaseti dâhilinde kendi memleketinin çıkarlarını gerçekleştirmeye gayret sarf eder.

 

Suriye’de Amerika’nın siyaseti oradaki kendisine bağlı olan rejimi ve başında bulunan ajanlarını korumak, bu rejimin düşmesini engellemek, yerine İslam’ın gelişi ve Hilafetin kurulmasını önlemektir.

Erdoğan ve Türkiye’nin siyaseti ise İslam’ın yönetime gelişine ve Hilafetin kurulmasına karşıdır. Zira Türkiye içinde bunun gerçekleşmesini engelliyor ve bunun için çalışanları cezalandırıyor, hizipler ve teşkilatlarını yasaklıyor.

Aynı anda Suriye’de Kürtlere ait siyasi bir varlığın kurulmasına karşıdır. Bu nedenle 24.08.2016’dan itibaren Amerika’nın taleplerine binaen Suriye’de ilk operasyonunu yaptı, arkasından iki operasyon daha yaptı, Rusya ile anlaştı. Silahlı grupları kandırıp Halep’ten çıkardı ve rejime devretmek üzere Rusya’ya teslim etti. Bütün bölgelerden onları çıkarıp İdlip’te mahsur bırakmak üzere Rusya ve İran’la anlaştı, Rusya ile Soçi anlaşmaları da yaptı. Bu şekilde Amerika’nın siyasetine uyarak devrimi arkasından ve yanlarından hançerleyip sekteye uğrattı. Bu da Türkiye’nin siyasetine uygundur. Suriye’deki silahlı örgütlerin siyasi uyanıklıktan yoksun olmasından dolayı bunları başarabildi. Ona güvendiler ve tuzağına düştüler. Siyasi uyanıklığa sahip olan Hizb-ut Tahrir ne kadar uyarsa da örgütlerin çoğu dinlemedi ve bu tuzağa düştü.

 

Libya’da İngiliz ajanı ulusal mutabakat hükümetinin Başbakanı Fayiz Saraç’ı önce Hafter’e karşı desteklediğini gösterdi, ondan sonra onu rezil etti, bu şekilde Saraç’ı istifaya sevk ettirdi ve Amerika ajanı Hafter’i korudu. Amerika böylece Libya’da İngiliz nüfuzuna büyük darbe indirdi. Buna mukabil Erdoğan Libya’da Türk şirketlerinin çalışmasına imkân sağladı, kendisiyle iyi anlaşan ve Türkiye ile ticaret yapan Amerikan ajanı olan Abdülhamit Dabibe’nin başbakan olmasını destekledi. 

 

Irak’ta Kürtlerinin bağımsız bir devlete sahip olmasını engellemekle ilgili Türkiye’nin siyaseti vardır. İngiliz ajanı olan Kuzey Irak bölgesinin Başkanı Mesut Barzani’nin referandum yapmasına karşı çıktı ve İran’la beraber ona ambargo koydu. Çünkü Amerika şu anda Kürt devletini kurmak istemiyor, işgalden sonra Irak’a koyduğu anayasayı, sistemi ve onunla yaptığı emniyet anlaşmasını devam ettirmek istiyor. Türkiye’de Kürt devletinin kurulmasını da istemiyor böylece bölgede Amerika’nın siyasetini uyguladı.

 

  Filistin’de Amerika’nın iki devletli planını destekliyor, Yahudi devletinin varlığını tanımakla ve normal ilişki kurmakla onu koruyor. Zira Yahudi varlığı İslam dünyasının kalbinde Amerika’nın en önemli üssüdür. Bu nedenle Amerikan siyasetine uyarak Filistin ve özellikle Gazze halkını rezil etti. Onlara sadece, laf ve lakırdı sattı. Laik Türk devletinin 1949’da Yahudi varlığını tanıdığı günden itibaren siyaseti budur. Böylece Erdoğan Amerikan siyasetine uyarak Türk siyasetini de uyguladı.

 

Azerbaycan’da Amerikan siyasetini uyguladı. Amerika Güney Kafkas Bölgesinden Rusya’yı çıkarmayı hedefliyor. Rusya’yı yıpratmak üzere orada bir savaşa sokma plan çizdi. Rusya bunu fark edip Ermenistan yerine savaşmak istemeden onu desteksiz bıraktı. Türkiye bu bölgede Rusya’nın egemenliğine karşıdır: Çünkü bu varlık eskiden olduğu gibi Türkiye’yi tehdit eder. Ayrıca Ermenilerin Türkiye aleyhine çalışmasına son vermek ister ve Azerbaycan’dan ucuz petrol ve gaz temin eder. Bu şekilde Erdoğan Amerikan siyasetini uygularken Türkiye’nin çıkarlarını düşünüyor.

 

Aynı anda bölgesel büyük devlet olma arzusunu gerçekleştirmek üzere bölgede egemen olan Amerika’nın çıkarlarını gerçekleştiriyor.

 

Bu misalleri vererek Türkiye’nin konumunu izah etmeye çalıştık. Buna göre Türkiye’ye yörünge devleti deriz. Amerika’nın yörüngesinde yürür.

 Türkiye’deki siyasi ortamda çalışanlar, siyasilerin zihniyetleri ve yürüttükleri siyaset, kurdukları siyasi partilerin programları Türkiye’nin bağımsız olarak yürüdüğünü göstermez, hep bağımlıdır.

 

Siyasiler iktidara gelebilmek için büyük devletlere bağlanırlar. Britanya’ya bağlanan Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Ecevit ve bunların partisi CHP, birçok rütbeli asker ve özellikle darbe yapan ve girişim yapanlar hep dışa bağımlı kaldı. İngilizler Hilafeti yıktığı, Cumhuriyeti kurduğu ve kendilerini iktidara getirdiği için onlara sevgi ve minnettarlık gösterirler. CHP ve Kemalistlerin çoğu bu zihniyete sahiptir. Türkiye’nin çıkarlarını gerçekleştirmek ve korumak için Britanya’ya muhtaç olduklarını hissederler, onun yardımına güvenip dayanırlar.

 

Misal olarak, 1974’te Kıbrıs’ta Amerika ajanları darbe yapınca hemen Türkiye Başbakanı ve CHP Başkanı Ecevit Britanya’ya koştu, oradan fikir ve destek alıp Kıbrıs müdahalesini yaptı.

 Menderes, Demirel, Özal, Tansu Çiller ve Erdoğan gibi siyasiler Amerika’ya bağlandılar. Partilerini bu istikamette yürüttüler. İktidara gelebilmek, iktidarda kalabilmek, Türkiye’nin çıkarlarını sağlayabilmek ve İngiliz ajanlarına karşı durabilmek için Amerika’nın yardımına muhtaç olduklarını düşünürler.

Diğer siyasiler de onlar gibi olup ya Britanya ve Avrupa’ya ya da Amerika’ya bağlanırlar.

Türkiye’deki bütün siyasiler, büyük devletin desteği olmadan iktidara gelemeyeceklerine ve Türkiye’nin çıkarlarını temin edemeyeceklerine dair bir kanaate sahiptir. Kendilerine ve halklarına güvenmiyorlar. Nitekim her biri diğerine bakıyor, yabancı güce dayanmadan iktidara gelemiyor, karşıt yabancı güce karşı yabancı güçten yardım isterler. Erdoğan karşı tarafın Britanya’ya dayandığını görünce kendisi Amerika’ya tabi oldu. Onların kendisine karşı çalıştıklarını görünce Amerika’ya daha fazla bağlandı. Türkiye’de Mustafa Kemalden beri Britanya nüfuz sağladı, özellikle askerler kendisine tam bağlıdır. Bunlar hep Mustafa Kemal’in partisi CHP’yi desteklerler. Hep askeri darbeler yaptılar veya başarısız girişimlerde bulundular.

 

Öbür taraf bunlardan kendisini korumak için Britanya’nın rakibi olan ve nüfuz sağlamaya çalışan Amerika’ya başvurup bağlanırlar.

İngilizlere bağlı olan askerlerden korkuyorlardı.  Askerler her an bir darbe yaparlar, bizi aşağıya indirirler, bundan dolayı sırtımızı büyük güce dayandırmamız gerekir derler. Onlara halka dayanın denilince halk bir şey yapamaz, ordu hemen darbe yapar, ezer diye cevap verirler.

İki tarafın siyasetçileri de ideolojik değil, çıkarcıdır, hep iktidara geçmeyi düşünürler. Nitekim Batı fikirlerini benimsediler, Türkiye’nin Batının bir parçası olmasını hedef edindiler. Mustafa Kemal’in “Avrupai (Avrupalı) olmalıyız” fikrini benimserler.

Bu nedenle Türkiye bağımsızlığa doğru gitmiyor, hiç bir siyasi kimse ve parti onu gerçek manada bağımsız yapmaya çalışmıyor, öyle bir fikirleri ve planları yoktur.   

Sırf ümmetin gücüne dayanan, İslam’ı bir ideoloji ve İslam Hilafet devletini bir metot olarak benimseyen siyasi kimseler ve hizipleri, yalnız bunlar, Allah’ın izniyle sömürgeci güçlerden memleketi kurtarıp büyük devlet haline getirebilirler.

 

Esad Mansur