– 20 –
Allah’ın elinin manası,
Sıfatlarının tartışılmaması,
O’nu cimrilikle itham etmek,
O’nun sınırsız cömertliği,
Ayetlerin kâfirleri azgınlaştırması,
Yahudiler arası buğuz ve düşmanlık,
Yaktıkları savaşın ateşinin söndürülmesi,
Yeryüzünde fesadı yaymaları,
Ehli kitabın kâfirliği ve fıskı,
Aşırı olan ile düzgün olanlar,
Gök ve yerin servetlerinin dağılması,
Şeriat’ın uygulanmamasından sıkıntı doğması,
وَقَالَتِ الۡيَهُوۡدُ يَدُ اللّٰهِ مَغۡلُوۡلَةٌ ؕ غُلَّتۡ اَيۡدِيۡهِمۡ وَلُعِنُوۡا بِمَا قَالُوۡاۘ بَلۡ يَدٰهُ مَبۡسُوۡطَتٰنِ ۙ يُنۡفِقُ كَيۡفَ يَشَآءُ ؕ وَلَيَزِيۡدَنَّ كَثِيۡرًا مِّنۡهُمۡ مَّاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡكَ مِنۡ رَّبِّكَ طُغۡيَانًا وَّكُفۡرًا ؕ وَاَلۡقَيۡنَا بَيۡنَهُمُ الۡعَدَاوَةَ وَالۡبَغۡضَآءَ اِلٰى يَوۡمِ الۡقِيٰمَةِ ؕ كُلَّمَاۤ اَوۡقَدُوۡا نَارًا لِّلۡحَرۡبِ اَطۡفَاَهَا اللّٰهُ ۙ وَيَسۡعَوۡنَ فِى الۡاَرۡضِ فَسَادًا ؕ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الۡمُفۡسِدِيۡنَ ﴿۶۴﴾ وَلَوۡ اَنَّ اَهۡلَ الۡـكِتٰبِ اٰمَنُوۡا وَاتَّقَوۡا لَـكَفَّرۡنَا عَنۡهُمۡ سَيِّاٰتِهِمۡ وَلَاَدۡخَلۡنٰهُمۡ جَنّٰتِ النَّعِيۡمِ ﴿۶۵﴾ وَلَوۡ اَنَّهُمۡ اَقَامُوا التَّوۡرٰٮةَ وَالۡاِنۡجِيۡلَ وَمَاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡهِمۡ مِّنۡ رَّبِّهِمۡ لَاَ كَلُوۡا مِنۡ فَوۡقِهِمۡ وَمِنۡ تَحۡتِ اَرۡجُلِهِمۡؕ مِنۡهُمۡ اُمَّةٌ مُّقۡتَصِدَةٌؕ وَكَثِيۡرٌ مِّنۡهُمۡ سَآءَ مَا يَعۡمَلُوۡنَ﴿۶۶﴾
“Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, skıdır dediler. Bunu dediklerinden dolayı onların eli bağlı ve onlara lanet olsun. Daha doğrusu o’nun iki eli apaçık olup istediği şekilde harcar. Muhakkaki Rabbinden sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığı ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamet gününe kadar birbirlerine düşmanlık ve boğuz yerleştirdik. Savaş için bir ateş yaktıkça Allah onu söndürür. Yeryüzünde hep fesat ve bozgunculık yapmaya ve çıkarmaya çalışırlar. Oysa Allah müfsit olanları hiç sevmez. (64)
Ehli kitap iman etse ve Allah’tan korksalar onların kötülüklerini örter ve nimetleri bol olan cennetlere dâhil ederdik. (65)
Tevrat, İncil ve Rablerinden kendilerine indirileni (Kuran’ı) uygulasalardı, muhakkak ki yukarıdan başlarına indirilen ve ayakları altından çıkan rızklardan yiyeceklerdi. Onlardan aşırılığa gitmeyen bir grup vardır, fakat onların çoğu yaptıkları çok kötüdür” (66)
Bu ayetlerde yahudilerin Allah’a yalan ve iftiralarını teşhir etmeye devam ediliyor: “Allahın eli bağlıdır, skıdır” dediler. Bu ifade mecazdır. Bunun manası cimridir demektir. Lanetli Yahudiler cömertliği sınırsız olan Allah’a bu sıfatı isnat ettiler. Zira kendilerine verdiğinden daha daha fazla istediler, hiç doymazlar. Oysa Allah herkese blirli bir miktarla verir, bununla onu dener. Bu malı nasıl harcarlar, hakkını verirler mi, günah işliyerek israf ederler mi? kıyamet gününde onları bunun için hesaba çeker.
Şura suresi 27. Ayette “Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, muhakkak ki yeryüzünde taşkınlık ederlerdi, fakat dilediği belli miktara, ölçüye göre verir. Çünkü kullarını iyi biliyor ve ne yapacaklarını de kesin biliyor ve görüyor”. Bu nedenle imanı sağlam olmayanlar kendilerine bol rızık verirse taşkınlık ederler, kibirlilik gösterir, şımarırlar, fıskı fucuru da yaparlar.
Şu varki, Allah’ın eli var veya yok diye tartışılmaz. Çünkü buradaki mana mecazidir. Zira Şura suresi 11. Ayette “O’nun benzeri bir şey yoktur” ve İhlas suresi 4. ayette “Hiç bir şey O’na benzemez” diye geçti. Bu nedenle Allah’ın sıfatları tartışılmaz. Ayrıca Allah aklın ötesindedir, akıl ötesini düşünemez, sadece hisettiğini düşünebilir. Böylece Allah’ın zatı düşünülemediği gibi O’nun zatına bağlı olan sıfatlar da düşünülemez, tartışılamaz.
Ena’m suresi 103. Ayette “ Gözler O’na idrak etmez, erişmez, fakat O bütün gözleri idrak eder, kuşatır” diye buyrulmuştur. Gözler bir his, bir duyu organıdır. Bunun gibi kulak, burun, dil ve sair organlar duyu organlarıdır. Gözle görür, kulakla işitir, burunla kuklar, dille tadar ve sair vücut organlarıyla dokunur. Bu organlarla insan vakıayı hisedip beyine nakleder ve ön bilgiyle düşünmeye başlar. Eğer duyu organlarıyla vakıayı nakledemezse düşünemez. En önemli duyu organı gözler, Allah onu örenk verdi, eğer gözler Allah’ı göremiyorsa, O’na erişemiyorsa diğer organlar onu hisedemez, bu nedenle insan O’nun zatını düşünemez. Ancak yaratılan eşyaları, hisedebildiğini düşünebilir, bunların acziyetini, muhtaçlığını, eksikliğini ve sınırlı olmasını idrak edebilir, yaratıldıkları kanaatine varır, bu şekilde Allah’ın varlığına inanır.
Allah bir kaç yerde yahudilere tekrar tekrar kızgınlığı gösterip lanetliyor. Allah hakkında kötü veya yalan bir söz söylemekten geri durmadılar. Al-i İmran suresi 181. Ayette kendilerinin zegin olup Allah’ın fakir olduğunu, kendilerine muhtaç olduğunu söylediler. Al-i İmran suresi 183. Ayette Onlar “Allah bize ateşin yiyeceği (yakacağı) bir kurban getirmedikçe hiç bir peygambere inanmamamızı emretti” dediler”. Bakara suresi 80. Ayette Allah işlediğimiz kötülüklere karşı bize azap vermez, verecekse pek az azap verir “ateş bize ancak birkaç gün dokunur” dediler. Kendileri ve Hrıstiyanlar da Bakara suresi 82. ayette “ cennete ancak yahudi veya Hrıstiyanlar girer” deyince Allah onları yalanladı. Maide suresi 18. Ayette biz Allah’ın çocukları ve sevgilileriyiz dediler. Hıristiyanlar Mesih Allah’ın çocuğudur dedikleri gibi Yahudiler Uzeyir Allah’ın oğludur dediler. Bakara suresi 79. Ayette kendi elleriyle bir şey yazıp Allah’ın indirdiği kitaptan olduğunu gösterip kendi halklarına yalan söylerek yalan fetva sattılar. Allah’a çok yalan uydurdular.
Allah onların ellerinin bağlı, sıkı olduğunu teşhir ederek kötülüyor. Bu da mecazdır. Bunun manası cimri olanlar kendileridir. Gerçek te dünyada en cimri insanlar onlardır, Allah için bir kuruş dahi harcamazlar, hiç bir insana yardım etmezler. Harcayacaklarsa sırf kendileri için harcarlar. Malı ve parayı çok severler, helale ve harama bakmaksızın malı ve parayı toplamaya çalışırlar, çok bencildirler, başkalarını hayvan sayıp istismar etmeye çalışırlar. Böyle kültür ve fikir edindiler.
Allah onları cimrilerin ta kendileridir diye teşhir ettikten sonra lanetliyor. Onlara rahmet indirmiyeceğini sırf azap vereceğini bildiriyor. Zira lanetin manası azaptır, rahmetin tersidir.
Şu varki, hepsi aynı sözü söylemezler, fakat biri söyler, diğerleri destekler veya susar. Bu şekilde hepsi söylemiş olurlar. Bazı liderleri ve hahamları Bu günlerde Gazze’ye saldırıp katliam işlerken; Müslüman Filistin halkı beşeri hayavanlardır, çocukları ve kadınları da öldürmek gerekir diye söylerken diğerleri ya destekledi ya da sustu, onlardan itiraz eden çıkmadı. Bu şekilde hepsi suç ortağı oldular. Allah’ın azabı ve laneti hepsine dokunur.
Allah kendisinin sınırsız cömertliğini göstererek “Daha doğrusu O’nun iki eli apaçık olup istediği şekilde harcar” diye cevap verdi. Bir kimseye eli açık denilirse bunun mecazı manası cömert demektir. İki eli açık denilince çok cömert demektir. Allah istediği şekilde harcar diyerek sınırsız cömertliğini de pekiştirir. Nitekim herkese rızkını yarattı, göklerde ve dünyada o kadar mal ve rızk yarattık ki insanlar gece gündüz kullansalar bitmez, tükenmez.
Casiye suresi 13. Ayette beyan edildiği gibi, göklerde ve yeryüzünde ne varsa insanlara boyun eğdirdi, bunlardan istifade edebilir ve rızklarını temin edebilirler. Çok mal ve mülk sahibi olabilirler. İnsana akıl ve güç verdi, ey insan! Kalk gökler ve yeryüzündedeki eşyların kanunlarını ve özelliklerini keşfet ve onlardan istifade et diye, bir şekilde hitap etti. İnsanlar bütün ilmi keşiflerden istifade edip rızıklerını ve rahatlarını temin ederler. Allah aklı kullanmaya, düşünmeye, araştırmaya ve ilmi keşifler yapmaya teşvik etti, daha doğrusu emretti. Bu şekilde insan Allah’a imanı sağlamlaştırır, onun büyüklüğünü, azametini ve kudretini daha fazla idrak eder de imanını daha fazla pekiştirir. Aynı anda kendi rahatı için bunları kullanır, hayatını kolaylaştırır ve güzelleştirir. Bunların tümü Allah’ın cömertliğine birer kesin delillerdir.
Nahl suresin 18. Ayette Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışırsanız o kadar çokturki onları sayamasınız diye eyan edildi. İnsanın yaratılışı, vücudunun her organı ve her parçası birer nimettir, sağlığı bir nimettir. Bunların hepsi Allah’ın insanlara minneti ve cömertliğidir. Fakat Yahudiler gibi insanların çoğu Allah’a teşekkür etmezler, nankörlük gösterip O’na kulluk etmek istemezler, isyan ederler ve kendi heva ve heveslerine göre hareket etmeye çalışırlar. Şeriatını reddederler ve kendi arzularına ve benciliklerine göre kanun çıkarırlar.
Yahudiler müslümanlara karşı birleşirken, o kadar kindar olurken aynı anda birbirlerini sevmez, birbirlerinden nefret eder, birbirlerine düşmandırlar. Allah bunların hakikatini ortaya çıkararak “Biz onların arasına kıyamet gününe kadar birbirlerine düşmanlık ve boğuz yerleştirdik” diye teşhir etti. Bütün grupları birbirlerini tekfir ederler, hatta bazı gruplar birbirlerine kız vermez, içlerine kapanıktır. Herkes bencildir, sadece kendisi için çalışır, tarih boyunca birbirleriyle çatıştılar ve dağıldılar. Ancak müslümanlara karşı birleşirler.
Allah müslümanları onların durumuna düşmemeleri için uyardı. Maide suresinin 2. Ayetinde müminlere “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah işlemek ve haksızlık yapmak için yardımlaşmayın”, Al-i imran suresi 103. Ayette “Allah’ın ipine bütün olarak hepiniz sımsıkı yapışın ve hiç bölünmeyin! Sizin üzerindeki Allah’ın nimetini hatırlayın! Şöyle ki birbirinize düşman idiniz, fakat kalplerinizi birleştirdi. Böylece onun nimeti sayesinde birbirinize kardeş oldunuz, ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi ordan kurtardı” diye emrederken Al-i İmran suresi 105. Ayette “Kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın. İşte onlar için pek büyük azap vardır” diye buyurarak Yahudiler ve Hrıstiyanların düştükleri duruma düşmekten sakındırdı.
Akide ve iman birdir, bunda ihtilaf olmaz. Bunun delili kesin ve delaleti kati olmalıdır. Böyle olmayınca akide olmaz, tercih edilen görüş olup tasdik edilir. Fıkıhta ihtilaf caiz olurken akidede ihtilaf asla caiz değildir. Zira fıkhın delilleri veya delelatları, manaları zanni olması caizdir. Fakat akidenin delilleri ve delaletleri, delillerin taşıdığı mana kesin olmalıdır, zanni olamaz.
Hucuret suresi 10. Ayette müminler birbirlerinin kardeşidir, ihtilaf eder veya çekişirlerse onların arasını bulun, sulh yapın diye emretmiştir. Müminlrin kardeşliğiyle ilgili birçok sahih hadis geçmiştir. Şahsi, ailevi ve menfaatlar üzerinde ihtilaf olursa şer’i hükümlere göre sulh yapılmalıdır: Nisa suresi 59. ayaette “Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah’a ve Resulü’ne götürün. İşte Allah’a ve Ahirete inanıyorsanız böyle davranın. En hayırlısı ve tevilin en güzeli budur” diye buyuruldu. Bunun manası; Yalnız Kuran ve sünnete muhakeme olun demektir.
Allah Yahudilerin sürekli fitne ve savaş çıkarmaya çalıştıklarını bildirirken bunu nihayet söndereceğini “Savaş için bir ateş yaktıkça Allah onu söndürür” şeklinde bildiriyor. Ateşi yakmak savaş çıkarmaya bir kinayedir. Onlar fitne ve savaş çıkarmya çalışırlar. Siyasi, fikri askeri ve ekonomik alanlarda olabilir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e vahyedilen Kuran ve sünnetle savaşı Batılılarla beraber başlattılar. Hıristiyan oryantalistler yanında 1921’de ölen Yahudi oryantalist Ignaz Goldzehr’den tutun 2018’de ölen Yahudi oryantilist Bernard Lewis’e kadar birçok Yahudi oryantalist Allah’a, Rasulüne, Kuran’a, sünnete, Müslümanların kahramanlarına ve tarihlerine dil uzattılar ve kötülemeye çalıştılar.
Bu şekilde Allah’ın ayetlerinden söz edildikçe, İslam’a, hâkimiyetine ve Hilafete davet oldukça kudururlar. Müslümanları saptırmaya ve birbirine düşürmeye çalışırlar. Selanik’te dönme Yahudiler Avrupa devletleriyle işbirliği yapıp Hilafeti yıkmaya çalıştılar. Onlardan Mustafa Kemal İnglizlerle işbirliği yaparak Hilafeti yıkabildi. Böylece yeryüzünde fesadı yaymaya çalıştılar. Cumhuriyeti kurup dinle ve şeriatla savaştı her tür fesadı yaydı, her haramı mübah kıldı. Türkleri kardeşleri olan Araplara karşı kışkırttı, milliyetçiliği ve ırkçılığı çıkarttı. Çünkü Osmanlı devletine Araplar çok sadık idiler, Hilafeti Yavuz Selim’e devrettiler ve o tarihten beri sahip çıktılar. Hilafetin ordusunda önemli kesimi onlardandı, Kuran ve Sünnetin dili arapçadır, arapça bilmeyince anlaşılmaz, içtihat yapılamaz, bundan dolayı Mustafa Kemal Arapça ve araplarla savaştı, Türkleri onlardan uzaklaştırmak için ilişkiyi kopardı. Araplar Türklere en sevilen halk iken en nefret edilen halk haline getirtebildi. Ondan önce dönme yahudiler tarafından yönlendirilen ve Batıya hayran kalan İttihat ve Terakki cemiyeti ve Jön Türkler bu davayı başlatmışlardı. İnglizler bunu istismar ederek Araplar arasında milliyetçiliği yaymaya ve Osmanlı devletine karşı kışkırtmya çalışıp Araplardan bazı cahil ve hain kişileri kazandılar. Böylece Arap olsun Türk olsun Yahudilerin ve Hırıstiyan olan Batılıların oyununa geldiler.
Ama er ya da geç bunların yaktıkları ateşi, açtıkları savaşı Allah müminlerin elleriyle söndürecektir. Allah bunları söndürmek için müminlerden dava adamları seçer, onların savaşlarına karşı dururlar. Kuran ve Sünnete dayalı hizip ve grup kurar, Kitab’ı ve Sünneti ihya eder, tekrar Hilafeti kurar, müslümanları birleştirir ve dünyaya hidayeti götürürler.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bir ayet nazil oldukça haset ve nefretlerinden dolayı mütemadiyen azgın olur, kâfirlikleri artar, bunun hak olduğunu bildikleri halde inadına kibirlenir ve daha fazla taşkın ve iftiracı olurlar. Hatta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i öldürmeye kalkıştılar, onu ve İslam devletini yok etmek üzere müşriklerle birleşip Medine’yi kuşattılar. Ama Allah korudu, İslam devleti onları bitirdi. Bu şekilde çıkardıkları savaşları Allah müminlerin elleriyle söndürdü, nihayet Müslümanları onlara galip getirdi.
Bu asırda da dünyadaki bütün kâfirlerle işbirliği yapıp müslümanlara saldırıyorlar. Britanya ve Amerika başta olmak üzere Batı dünyasının İslam’a ve Müslümanlara Yahudilerin düşmanlığını ve kinini keşfedip Filistin’i gasp edip te onlara kaptırdılar. İslam ve Müslümanlara karşı onları kullanıyor, her tür silah ve yardımı sağlıyorlar. Amaçları Müslümanların kalkınması, birleşmesi ve tekrar Hilafet devletini kurmalarını engellemek ve onlar üzerinde sömürgeciliğini sürdürmektir. Yahudi varlığını kendilerine üs olarak kullanarak bu hedeflerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Ama Allah vaad ettiği ve Rasulü mücdelediği gibi müminlerin elleriyle bu ateşi sönderecek ve müminleri onlara galip getirecektir.
“Yeryüzünde hep fesat ve bozgunculık yapmaya ve çıkarmaya çalışırlar.” Bencil oldukları ve diğer insanları kendilerinden daha aşağı saydıkları, hatta hayavan gibi saydıklarından ve kendilerinin en üstün halk olduklarını iddia ettiklerinden dolayı diğer insanlara egemen olabilmek veya kendilerini korumak ve çıkarlarını temin etmek için fesat ve bozgunculuk yaparlar, nereye giderlerse bunu yaparlar. Bu nedenle bütün halklar onlardan nefret etti.
“Oysa Allah müfsit olanları hiç sevmez” derken umumi, genel lafızdır. Bütün insanlar ve müslümanlar da muhatap olunur. Yahudiler fesat hususunda örnek olurlarsa Müslümanlardan müfsit, bozguncu çıkarsa Allah onu sevmez. Fesat yapmak ve yaymak en büyük günahlardan biri sayılır. Zira Müslümanım diye iddia eden yöneticiler laikliği ve demokrasiyi uygularken büyük fesat yapar ve yayarlar. Her haram iş fasittir, bozuktur. Laik, demokratik devlet fesatçı devlettir, yöneticileri müfsittir. Yahudilerin yaptıkları fesattan hiç bir farkı yoktur. Dünyada fasit olan faizi yayan Yahudiler olurken, Müslüman olduğunu iddia edenler de bunu yayarlar ve teşvik ederler. Kuran ve sünnetin hükmünü de kabul etmezler. Hatta Kuran ve sünnete dayalı anayasa çıkarıp Hilafet devletini kurmaya çalışanlara karşı savaşırlar. Allah Yahudilere kızgınlığını gösterdiği ve lanet yağdırdığı gibi onlara da gazab etti ve lanetini yağdırdı, ama düşünmedikleri için hisetmezler, karanlığa boğuldular, dünyada rezillikleri vardır, kıyamet günü şiddetli azaba uğrayarak rezil olacaklar.
Ehli kitap olan yahudiler ve hırıstiyanlar Allah’a şirk koştukları, Allah’a yakışmıyan sözler, şeyler ve sıfatlar isnat ettikleri, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem başta olmak üzere bir kısım nebi ve Resullere inanmadıkları, Kuran başta olmak üzere Allah’ın indirdiği bir kısım kitaplara inanmadıkları, kendilerine indirilen kitapları değiştirdikleri ve buna benzer akaidi konular hakkında ters fikirler söylediklerinden dolayı kâfir oldular.
İmandan sonra Allah’tan korkmak gelir; fakat onlar onun azabından sakınarak emir ve nehylerine riayat etmediler, hep Allah’a isyan ettiler. Birçok haramı maslahat, zaruret, yöneticilerin ve insanların arzularına göre helal kıldılar. Misal olarak hahamları; karşı taraf bizim dinimize mensup değildir diyerek onunla faiz muamelesi yapılır diye fetva çıkardılar. Ondan sonra kendi aralarında maslahat ve zaruret bahanesiyle faizi helal kıldılar. Bu nedenle Nisa suresi 161. Ayette geçtiği gibi Allah faiz hususunda böyle davrandıkları için onlara sert bir şekilde çatarak aşağıladı, onlara elim bir azap hazırladı.
Bu asırda sahte hoca veya âlim unvanı alan ve Müslümanım diye iddia eden kimselerde aynı şeyi söyleyerek faizi helal kıldılar. Onlar gibi birçok haramı helal kıldılar, hatta küfür yönetimine katılmaya cevaz verdikleri gibi yöneticinin küfür hükümlerini uyguladığı zaman ona itaat etmeyi farz kıldılar!
Bu nedenle Allah “Ehli kitap iman etse ve Allahtan korksalar” diye buyururken bunların kâfir ve fasık olduklarını pekiştirmiştir.
İman edip takva sahibi olsalardı Allah onların kötülüklerini örtecekti ve nimetleri bol olan cennetlere dâhil edecekti, yerleştirecekti, fakat kâfir oldukları gibi değişik bahanelerle haram işleyerek fasık oldular, böylece cehennemi hak ettiler ve orada ebediyen kalacaklar. Müslümanım, iman sahibiyim diye iddia etse de, kim onlar gibi olursa onun geleceği de aynıdır. Zira bu hükümler Yahudilere has değildir, kim onlar gibi davranırsa onlar gibi olur.
Yine de Allah onların mümin olmayıp kâfir olduklarını pekiştirerek “Tevrat, İncil ve Rablerinden kendilerine indirileni (Kuran’ı) uygulasalardı, muhakkakki yukarıdan başlarına indirilen ve ayakları altından çıkan rızklardan yiyeceklerdi. Onlardan aşırılığa gitmeyen bir grup vardır, fakat onların çoğu yaptıkları çok kötüdür” diye buyurmuştur.
Daha önce Tevrat ve İncil’i uygulamadıkları gibi bu kitapları tasdik eden Kuran nazil olunca onu uygulamayı da reddettiler. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e muhakeme olunmaya gelince onun verdiği hükümden yüz çevirdiler. Ayrıca Tevrat ve İncil’de Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e iman etmekle emredildiler, fakat bunu örttüler ve ona iman etmeyi reddettiler.
İman etselerdi gökten gelen ve yerden çıkan meyve ve servetleri Allah’ın emirlerine göre yürütselerdi ve dağıtsalardı hepsi bunlardan istifade edeceklerdi. Fakat Allah’ın dinini uygulamadıklarından dolayı zulüm ve fesadı yaydılar, onlardan belli zümre malın çoğunu topladı, halkın çoğu ezilmeye mahküm oldu. Tamamen kapitalist sistem gibi bir sistem kurdular.
Onların çoğu bu zalim sisteme uydu. Allah’ın emirlerinden çıktılar ve uzak durdular böylece fasık oldular. Zira fasık olan kimse dinden çıkandır, ya külli ya da cüzi olarak dinden çıkandır.
Külli olarak çıakanlar: ya akideyi veya bir kısmını reddeder, veyahut karıştırır ve başka mana uydurur. Yahudiler ve Hristiyanlar külli olarak dinden çıkıp Allah’ın emrine muhlefet ettiler. Bu nedenle bu servetlerden çoğu istifade edemedi ve bu rızklardan yiyemediler. Bu şekilde onların yaptıkları ameller çok kötüdür. Allah’ın ermine muhalif her şey kötüdür. Sadece Allah’ın hükmü güzeldir, ondan daha güzel hüküm yoktur. Maide sursi 50. Ayette geçtiği gibi yakinen, tereddütsüz ve sıkıntısız kesin şekilde iman edenler Allah’ın hükümünden daha güzel hüküm görmezler, onun dışında her hükm cahiliye hükmü olup onu reddederler.
Cüzi olarak çıkan kimsenin akidesi sağlamdır, Allah’a, Rasulüne, Kuran’a, Kuran’da geçen akait ve hükümlere ve Rasule vahyedilen Kuran’la birlikte Kuran’ın detaylarını açıklıyan sünnete iman ettiği halde, inkâr etmeden de bazı hükümleri uygulamıyorsa cüzi fasık sayılır.
Yahudilerden ve Hrıstiyanlardan ancak ufak bir grup aşırıya gitmedi, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e iman ettiler ve Allah’ın emirlerine uydular. Aşırıya gitmek Allah’ın sınırlarını aşmaktır. Maide suresi 77. Ayette Allah ehli kitaba hitap ederek hak dışında dininizde aşırıya gitmeyin diye buyurdu. Nisa suresi 171. Ayette dininizde aşırıya gitmeyin diye onlara hitap etti. Bunun manası Allah’ın emirleri dışına çıkmayın. Allah kitapta ne göstermişse onu uygulayın demektir.
İşte aşırı olan Allah’ın sınırlarını aşan, emirlerine uymayan ve nehylerinden vazgeçmeyen kimselerdir. Kâfirler ve fasıklar aşırı olurlar. Takva sahibi olan Müslümanlar aşırı değiller, müstekimdir, düzgündür. Ayette geçtiği gibi muktesittir. Bunun manası mutedil, düzgün, aşırıya gitmeyen kimsedir.
Fakat onların toplumlarındaki insanların çoğu fasık oldu. Çünkü fakir olanlar veya pek malı olmayanlar toplumu yürüten fasık olan zenginlere uydular. Bu şekilde Tevratı ve İncili uygulamadılar. Kuran nazil olunca onu da uygulamadılar, hayatları bedbaht oldu.
Bu asırdaki gibi, Kuran ve sünnet uygulanmadığından dolayı, insanların çoğu zalim yöneticilere tabi olup fasık oldukalrından dolayı gökten gelen ve yerden çıkan servetlerden hiç istifade edemiyorlar, Taha suresi 124. Ayette geçtiği gibi Allah’ın zikrinden, O’nu hatırlamadan indirdiği ayetlerden yüz çevirdiklerinden dolayı onlara sıkıntılı hayat hazırlandı. Allah’ın zikri O’nu hatırlayarak emrine uymak ve nehyinden vazgeçmektir. Kuran’ın adı da zikirdir. Hicr suresi 9. Ayette Kuran’ı kast ederek; zikri indirdik, muhakkaki onu koruyacağız diye buyuruldu. Nahl suresi 44. Ayette rasulüne hitap ederek sana zikri indirdik ki, insanlara indirileni açıklayasın diye geçti. Rasul Kuran’ın detaylarını açıklar. Bunun manası sünnet Kuran’ın açıklamasıdır.
Gökten gelen ve yerden çıkan servetler ve rızkler boldur. Fakat yöneticiler Allah’ın indirdikleriyle hükümetmediklerinden, İslam hükümlerinden yüz çevirdiklerinden dolayı bu servetler ve rızklardan doğru dürüst yiyemiyorlar, hiç istifade edemiyorlar. Sömürgeci devletlerin çaldıkları gibi onların ajanı olan fasık yöneticilerle beraber sermaya sahipleri bunların çoğunu kendilerine kaptırıyorlar. Böylece insanların çoğu huzursuz, sıkıntılı ve ezilmektedir.
Müslümanlardan az bir grup düzgün olup Hilafet devletini kurmakla Allah’ın indirdiklerini uygulamaya davet ediyor. Allahın izniyle İslam otoritesini kurup Allahın indirdiklerini ve bunlardan İslam’daki ekonomi sistemini de uygulamaya başlarlarsa bütün Müslümanlar gökten ve yerden gelen servetlerden afiyetle yiyecekler, haklarını alıp rahatça istifade edecekler. Zira İslam sistemi bütün servetleri Hilafet devletinin bütün tabilerine adaletle dağıtılmasını icab eder, bir fakirin dahi kalmasına müsaade etmez, herkesin bütün temel ve zaruri ihtiyaçlarını temin etmeyi gerktirir. Lüks ihtıyaçlarını temin etemye imkân tanır ve yol açar. İslam’daki Ekonomi Nizamı kitabında ve İslam Anayasa kitabında bunların detayları açıklanmıştır, bu kaynaklara dönmenizi tavsiye ederim.