– 21 –

Resulün tebliğ etmekle emrolunduğu şey,

Ali’nin halifeliğinin ilan edilmesiyle ilgili iddia,

Allah’ın resulü ve daveti taşıyanları koruması,

Ehli kitabın fetih yoluyla tebliğ edilmesi,

Kâfirlerin memleketlerinde İslam devletini kurmak için çalışılmaması,

Onların hidayetli olmamasının nedeni,

Ayetlerin onların küfürlerini arttırması,

Onların kâfirliklerine üzülmemek,

Ayetlerin müminlerin imanını arttırması,

يٰۤـاَيُّهَا الرَّسُوۡلُ بَلِّغۡ مَاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡكَ مِنۡ رَّبِّكَ‌ ؕ وَاِنۡ لَّمۡ تَفۡعَلۡ فَمَا بَلَّغۡتَ رِسٰلَـتَهٗ‌ ؕ وَاللّٰهُ يَعۡصِمُكَ مِنَ النَّاسِ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الۡـكٰفِرِيۡنَ‏ ﴿۶۷﴾  قُلۡ يٰۤـاَهۡلَ الۡـكِتٰبِ لَسۡتُمۡ عَلٰى شَىۡءٍ حَتّٰى تُقِيۡمُوا التَّوۡرٰٮةَ وَالۡاِنۡجِيۡلَ وَمَاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡكُمۡ مِّنۡ رَّبِّكُمۡ‌ ؕ وَلَيَزِيۡدَنَّ كَثِيۡرًا مِّنۡهُمۡ مَّاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡكَ مِنۡ رَّبِّكَ طُغۡيَانًا وَّكُفۡرًا‌ۚ فَلَا تَاۡسَ عَلَى الۡقَوۡمِ الۡكٰفِرِيۡنَ‏ ﴿۶۸﴾ 

“Ey Resul! Rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et. Eğer yapmazsan O’nun risaletini tebliğ etmiş sayılmazsın. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah kâfirleri hidayete erdirmez  (67)

 Deki ey Ehlikitap! Tevrat, İncil ve rabbinizden size indirileni (Kuran’ı) uygulamadıkça siz (doğru) bir şey üzerinde değilsiniz. Muhakkak ki Rabbinden sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır. Bu nedenle kâfirler için üzülme” (68)

Daha önceki ayetlerde ehli kitap olan Yahudiler ve Hristiyanların gerçek yüzleri ifşa edilmiştir. Kâfir oldukları gibi fasık ve zalim oldukları da vurgulanmıştır, Allah hakkında kötü şeyler de söylediler.

Yahudiler ve Hristiyanlar iman etmediler, imanın gereğince amel etmediler. Onlar iman ve takvadan tamamen yoksundurlar. Hatta şirk koştular ve maslahat uğruna haramı helal kıldılar. Tevrat ve İncil’i uygulamadılar, tersine değiştirdiler, ayetlerin manalarına ters manalar verdiler. Zira bu iki kitapta onları Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ve kendisine indirilen Kuran’a inanmalarını emretmiştir. Bu nedenle onlar dinlerini tahrif edip bozdular.

Bu nedenle Allah bütün insanlara gönderdiği son Resulü ve peygamberi olan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitap ederek “Ey Rasul! Rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et” diye buyurdu: Burada bilhassa Yahudilere ve Hristiyanlara tebliğ emredildi. Çünkü kendilerinin mümin olduklarını zannederler. Oysa onların diğer kâfirlerden hiç farkı yoktur, hatta bazı noktalarda onları aşıyorlar. Çünkü şirk koştular, kitaplarını değiştirdiler, haramı helal kıldılar, resullerin ve nebilerin bir kısmını öldürdüler, bir kısmını yalanlardılar ve indirilen Kitapların bir kısmına inanmadılar. Muammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ve kendisine indirilen Kuran’a inanmazlar.

Müşrik Araplar Allah tektir dediler, fakat Zumer suresi 3. Ayette açıklandığı gibi “Allah dışında edindikleri evliyalar için; ancak Allah’a yaklaşmak için onlara tapıyoruz dediler”. Allah’a ulaşmak için putları aracı kıldılar, kendilerine yardım sağladığı ve kendilerini Allah’a ulaştırdığına inandılar. Bazıları Hint felsefesinden etkilenerek bir insanı evliya olarak sayıp Allah’a yaklaşmak veya ulaşmak için aracı kılarlar. Bu bir şirktir.

Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ehl-i kitaba ve sair insanlara Allah’ın risaletini tebliğ etmekle mükellef kılındı. Tefsir ettiğimiz Maide suresinin birçok ayeti ehli kitaptan söz ediyor, onlara hitap ediyor, onların gerçekliğini ifşa ediyor.

Şura suresinde 214’te Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendi en yakın aşireti ve kavmine tebliğ etmekle emredildi.  Araf suresi 157. Ayette ehli kitaba ve Araf suresi 158. Ayette bütün insanlara tebliğ etmekle emredildi. Yine Cin suresinin ilk ayetlerinde geçtiği gibi Cinlere tebliğ etmeye emredildi. Onun daveti bütün insanlara ve cinlere evrenseldir, eski nebiler gibi tek bir kavme yönelik değildir. Onlar sadece kavimlerine geldiler. Zira onun risaleti ve nübüvveti son risalet ve nübüvvettir. Eski şeriatları ve metotları ne kadar tasdik etse de aynı anda onları neshetmiştir. Evet, öyle şeriatlar ve metotlar vardır, fakat İslam şeriatı ve metodu onların geçerliliğini kaldırdı, sırf İslam şeriatı ve metoduyla amel edilir. Maide suresi 48. ayeti tefsir ederken bunun detaylarını gösterdik.

İsrail oğullarının kendilerine kendilerinden bir takım Resul ve nebiler geldi, bununla yetinmesinler, Muammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem diğer insanlara geldiği gibi kendilerine de geldi. Bu nedenle birçok ayette onların ona iman etmeleri talep edildi. Bu ayete göre Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlara da tebliğ etmelidir.

“Eğer yapmazsan, O’nun risaletini tebliğ etmiş sayılmazsın”.

Diğer insanlara tebliğ ettiğin gibi Yahudilere ve Hristiyanlara da tebliğ etmezsen Allah’ın risaletini tebliğ etmiş sayılmazsın diyerek Allah ona direk hitap etti.

Bu devlet yoluyla olacaktır; onların memleketlerini fethetmeye başlayacaktır. Hudeybiye anlaşması yapıldıktan sonra Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Yahudi devleti olan Hayber’i fethetmek için bir ordunun başına yürüdü, savaşıp galip geldi ve fethi gerçekleştirdi. Ondan sonra Hristiyan olan Rum devletinin kralını İslam’a davet için bir mektup gönderdi. Ondan sonra onlara karşı savaş başlatmak üzere Hicri 8. Senede Mute gazvesini gerçekleştirmek için 3 bin kişilik bir ordu gönderdi. Hicri 9. Senede vefat etmeden bir sene önce onlara karşı Tebük yerine 30 bin askerin başında yürüdü, onun önünden kaçtılar. Ondan sonra onlara karşı Usame komutanlığında 30 bin kişilik bir ordu hazırladı, göndermeden vefat etti. Ondan sonra Halifeleri bütün Rum diyarlarını fethetmek için savaşları devam ettirdiler, Viyana’ya kadar ulaştılar.

İşte, Maide suresinin bu ayeti Medine’de İslam devletini kurduktan sonra nazil oldu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem 13 senede müşrik Arap kabilelerine tebliğ ede ede devlet kurabildi. Birçok Arap kabilesiyle temas etti, onlardan İslam’a girmelerini ve nusret istedi. Bunu ancak Medine’de bulabildi. Mekke’de mücadele ederken Yahudi ve Hristiyan kabilelerle fazla uğraşmadı, ama bazı Hristiyanlar, özellikle Habeşistan’dan yanına geldi ve Müslüman oldular. Orada devleti kurmaya çalışmadı, İslam’a giren Hristiyanlar ve oraya hicret eden Müslümanlar İslam’ı yaymaya çalışıyorlardı. Bu asırda Avrupa devletleri gibidir. Buralarda İslam devleti kurmaya çalışılmaz, İslam memleketlerinde çalışılır, çünkü halkı Müslümandır.

Müşrik Araplar saf idiler, kültür ve felsefeleri yoktu, dini Kabul ederlerse İslam’a bir şey eklemeden veya eksiltmeden dinin bütün taraflarını alıyorlardı. Sanki Allah dini saf ve temiz şekilde onlarla tutmak istedi.

Yahudi ve Hristiyanlar İslam yerleşmeden ilk zamanlarda dine girselerdi ve onlarla devlet kurulsaydı İslam dinine kendi dinlerinden birçok şey eklemeye çalışacaklardı. Nitekim bu dönemden sonra onlardan İslam’a giren olunca bir şey eklemeye başladılar. Bunlara israiliyat denilir, bunlar reddedilir. Eski kültürü ve felsefesi olmayan İslam’a giren Araplar bir şey ekleyemiyorlardı. Kuran’ı ve hadisi ezberliyorlardı, olduğu gibi aktarıyorlardı.

Bir başka yön de var; Yahudiler ve hırıltıyalar kendi Resullerine ve nebilerine hep isyan ettiler, hatta bir kısmını öldürdüler, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i de öldürmeye teşebbüs ettiler. Onlar daveti taşımaya ve cihad etmeye ehil değiller, inansalar bile çoğu sadakat ve samimiyet göstermezlerdi. Ama İslam’a giren Araplar böyle değillerdi, çoğu tam sadakat ve samimiyet gösterdiler, çünkü eski kültür ve felsefeleri yoktu, zihinleri bomboş idi, doldurulmaya hazır idiler.

Eski kültürü ve felsefesi olmayan Türkler ve benzerleri de İslam’ı olduğu gibi kabul ettiler ve samimiyet gösterdiler. İran ve Hindistan fethedilince onların eski felsefeleri vardı, İslam oralarda yayılınca bazıları o felsefeyi İslam’la karıştırmaya başladı. Keza Irak ve Suriye’de Süryani Hristiyanlar Yunan felsefesinden etkilendi. İslam yayılınca bu felsefeden etkilenenler İslam’la karıştırmaya çalıştılar. Keza bu asırda Batı kültüründen veya sosyalist fikirlerden etkilenenler İslam’la karıştırmaya çalışırlar.

Ama Allah Kuran’ı ve açıklaması olan sünneti koruduğu için İslam Allah’ın vahyettiği gibi sapasağlam ve tertemiz kaldı. Ondan sonra yalan hadis uydurmaya çalışanlar çıktı. Bunlar belli oldu, Sahih hadisler tespit edildi. Bu şekilde Allah saf, sadık kişiler yoluyla dinini korudu.

Hint, Pers ve Yunan felsefeleri, İsrailiyat, Batı kültürü ve sosyalist fikirlerden uzak tutulmuş sapasağlam, tertemiz İslam vardır; Kuran ve sahih hadislerdir. Bunlar yegâne İslam kaynaklarıdır. İcma-i sahabe bir hadis vardır diye keşfeder, bu icma ile ortaya çıktı. Bu nedenle icma-i sahabe sünnetten bir parça sayılır. Şer’i kıyas ise kuran ve Sünnette mevcut olan illetlere dayalıdır.

 Bu asırda Muammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem gibi tebliğ etmek gerekir, nitekim bu farzdır, Kuran ve Sünnete dayalı çalışma yapılması gerekli olduğu gibi içtihat yapılmalı ve devlet kurulmaya çalışılmalıdır.  

Eğer bunlara dayanmadan davet taşınırsa Allah’ın risaleti tebliğ edilmiş sayılmaz. Başka fikirlere çağırıp İslam’la karıştırmaya çalışanlar vardır, onlar İslam risaletini taşımış sayılmazlar. Daha doğrusu İslam’a ve Müslümanlara zarar getiren zıt davet taşımış olurlar.

Allah kendi Resulü olan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitap ederek “Allah seni insanlardan koruyacaktır” diye buyurdu. Bunun manası bu risaleti tebliğ edinceye kadar Allah onu koruyacaktır, hiç bir kimse onu öldüremeyecek ve engelleyemeyecektir. Onu öldürmeye veya tebliği engellemeye çalışanlar başarısız oldular. Çünkü risaletini tamamlayacak, bu nedenle o zamana kadar resulünü yaşatacaktır. Ne zaman risalet tam şekilde tebliğ edilir ve tatbik edilir ise Muammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu dünyadan göç edecektir. 23 sene zarfında hem tebliğ etti, hem de tatbik etti.

“Şüphesiz ki Allah kâfirleri hidayete erdirmez”. Bir insan kâfirlik üzerinde inat edip ısrarlı kaldıkça Allah onu hidayete erdirmez, bu kişi İslam nurundan ve nimetinden mahrum olup karanlıkta yaşar ve bedbaht olur.

Daveti taşıyan kimse insanlardan korkmaz. Zira Allah bir şey takdir etmedikçe insanların kendisine asla zarar veremeyeceğini ve ömrünü kısaltamayacaklarına kesin olarak inanır. Böylece bütün cesareti ile ve korkusuzca durmadan Allah için mücadele eder. Hâlbuki bu namaz gibi bir farzdır, ömür boyunca onu eda etmeye çalışır. Daha doğusu İslam hâkimiyetini tesis etmek, içeride uygulamak ve dışarıya taşımak için İslam Hilafet devletini kurmak ve yaşatmak kendisi için ölüm kalım meselesidir.

Şu var ki, Hilafetin ehl-i beyt’te olmasını savunanlar bu ayeti ters bir şekilde tevil ettiler. Şöyle batıl iddiada bulundular: Ğadir-i Hum adlı mekânda Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Veda Haccından dönerken Allah “Ey Rasul! Rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et. Eğer yapmazsan O’nun risaletini tebliğ etmiş sayılmazsın. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah kâfirleri hidayete erdirmez” ayeti indirince “Cibril Rabbimden bana emir getirerek bu gün muhteşem sahnede kalkıp beyaza siyaha herkese şunu bildireceğim: Ali bin Abi Talib benim kardeşim, vasiyim, halifem ve benden sonra imamdır” diye talep etti.

Oysa yukarıda gösterdiğimiz gibi bu ayetin sıyakından mefhumundan ve mantukundan anlaşıldığı gibi böyle bir konuyla hiç bir alakası yoktur. İnsanlara, özellikle Ehl-i kitap Yahudiler ve Hristiyanlara Rasulün İslam’ı tebliğ etmesini emreder. Çünkü bu ayetten önce ve sonra gelen ayetlerin hepsi ehl-i kitapla ilgilidir.

Ayrıca Maide suresi dâhil olmak üzere bu ayet Hudeybiye anlaşmasının yapıldığı senede, Hicri 6. Senede, Fetih suresinden sonra indirildi. Hicri 10. Senede Veda haccından ve hutbesinden sonra indirilmedi.

Ayette “Rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et” ifadesi geçmektedir. İndirdiği şey Kuran’dır. Allah’ın Risaleti budur, İslam risalesidir. Kuran’da tebliğ etmek ifadesi nerede geçerse İslam’ı tebliğ etmek kastedilir. Yine nerde de Allah’ın indirdiği ifadesi geçerse Allah’ın Kitabı kast edilir.  

Ayrıca “sana ne indirildiyse onu tebliğ et” daha önce indirilmiş olan ayetleri tebliğ et. Geçmiş zaman ifadesiyle geçti. Şimdiki zaman değildir; oysa “Cibril Rabbimden bana emir getirerek bu gün muhteşem sahnede kalkıp beyaza siyaha herkese şunu bildireceğim: Ali bin Abi Talib benim kardeşim, vasiyim, halifem ve benden sonra imamadır” ifadesi şimdiki zaman ifadesidir.

Ayetteki “ne indirildiyse” ifadesi kapsamlıdır. Kuranın tümü kastedilir. Belli bir konu değildir. İddia edilen Ali’yle ilgili konu olamaz. Çünkü bu tek bir konudur.

“Allah seni insanlardan koruyacaktır” ifadesinde onların batıl tevillerine göre: Allah Ali’den kıskanan Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğerlerinden koruyacakmış! Oysa ayet bütün insanları kapsıyor, fakat kâfirleri kastetti ve özellikle ehli kitaptan koruyacaktır. Çünkü onlar Resulü öldürmeye teşebbüs ettiler. Ayetin sonunda geçen “Şüphesiz ki Allah kâfirleri hidayete erdirmez” ifadesi pekiştirir. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğer sahabeler Ali kadar Rasulullah Muammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i korumaya çalışıyorlardı, ona en ufak zarar veya eziyetin gelmesinden himaye ediyorlardı, onun için canlarını, evlatlarını ve mallarını feda ediyorlardı. Allah onların fedakârlıklarını birçok ayette övdü.

Bu nedenle, bu konuyla ilgili onların rivayetleri ve açıklamaları uydurmadır, batıldır, Kuran’a zıttır dirayeten reddedilir.

Bu ayetten sonra hemen Allah ehl-i kitaba risaletini tebliğ etmek üzere; “Deki ey Ehlikitap! Tevrat, İncil ve rabbinizden size indirileni (Kuran’ı) uygulamadıkça siz (doğru) bir şey üzerinde değilsiniz. Muhakkak ki Rabbinden sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır. Bu nedenle kâfirler için üzülme” (Maide 68) kendi Rasulü Muammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitap etmiştir.

Daha önceki Maide suresi 66. Ayetin tefsirinde gösterdiğimiz gibi Tevrat ve İncil Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ve ona indirilen Kitaba iman etmeyi onlara emretmiştir. Araf suresi 157. Ayette bunu bildirmiştir. Eğer Tevrat ve İncili uygulamaya kalkışırlarsa buna inanacaklar ve Kuran’ı uygulayacaklardı.

Ama tersi oldu; “Muhakkak ki Rabbinden sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığı ve küfrünü artıracaktır”.

İşte Resule ayet indikçe çoğu kudururlar, hiç çekemezler, hasetten dolayı tahammül edemezler, daha fazla azgınlaşır ve kâfirlikleri artar. Zira Resule kalpleri kinle doldu.

Allah kendi Resulünü teselli ederek “Bu nedenle kâfirler için üzülme” diye buyurdu. Zira Rasullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onların iman etmelerini çok arzu ediyordu. Herkesin mümin olmasını diliyordu, onların bedbahtlıklarından ve ileride cehennem azabından kurtulmalarını hedef ediniyordu. İnsanların iman etmelerine o kadar özen gösteriyordu ki neredeyse kendini üzüntüden yıpratacaktı. Allah azze ve celle Kehf suresi 6. Ayette;

 “ Onlar Kuran’a inanmadıklarından dolayı üzüntüden dolayı neredeyse kendini helak edeceksin”. Diye buyurarak bu durumu bildirmiştir.

Yahudiler ve Hristiyanlar Kuran’a inanmadıklarından dolayı hiç üzülme. Ancak onlar iman etmediklerinden dolayı kendi kendilerine zarar verirler.

Öte yandan, Enfal suresi 2. Ayette;

“Müminler Allah’ın ayetleri okundukça imanları artar”, Fetih suresi 4. Ayette “Müminlerin kalplerine huzur ve sükûnet indirdi, böylece daha önceki imanlarıyla beraber imanları arttı” diye açıklarken Ahzap suresin 22. Ayette “Müminler ahzapları (Medine’yi kuşatan küfür güçlerini) görünce.. Onların imanları ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı” diye müminlerin hakikatlerini açıklayıp vurgular. Bu durum, birçok ayette beyan edildiği gibi Yahudiler, Hristiyanlar, münafıklar ve kalbi hasta olanların tersidir. Ufak bir zarar veya tehlike görürlerse isyan ederler ve suçlarlar, senin yüzünden geldi derler, Allah ve Rasulü hakkında kötü zan beslerler ve yüz çevirirler.