Soru:

Saff suresi 10-11-12. ayetlerin tefsirini özellikle 12. Ayetin tefsirini yapabilir misiniz? Bu zaman da Allah yolunda canlar ve mallar ile savaşmak ne demek bir müminin buna göre nasıl hareket etmesi gerekir?

Cevap:

Allah-u teala şöyle buyurdu:

يٰۤاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا هَلۡ اَدُلُّكُمۡ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنۡجِيۡكُمۡ مِّنۡ عَذَابٍ اَلِيۡمٍ‏  تُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ وَتُجَاهِدُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ بِاَمۡوَالِكُمۡ وَاَنۡفُسِكُمۡ‌ؕ ذٰلِكُمۡ خَيۡرٌ لَّـكُمۡ اِنۡ كُنۡتُمۡ تَعۡلَمُوۡنَۙ‏  يَغۡفِرۡ لَـكُمۡ ذُنُوۡبَكُمۡ وَيُدۡخِلۡكُمۡ جَنّٰتٍ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُ وَمَسٰكِنَ طَيِّبَةً فِىۡ جَنّٰتِ عَدۡنٍ‌ؕ ذٰلِكَ الۡفَوۡزُ الۡعَظِيۡمُۙ‏ وَاُخۡرٰى تُحِبُّوۡنَهَا‌ ؕ نَصۡرٌ مِّنَ اللّٰهِ وَفَـتۡحٌ قَرِيۡبٌ‌ وَبَشِّرِ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ‏

“ Ey İman edenler! Sizi acılı azaptan kurtaracak ticareti göstereyim mi? (Bu ticaret) Allah’a ve Resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ederseniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için en hayırlı şeydir. (kazancınız ise) Allah günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennete ve Adn (meyveleri ve güzellikleri tükenmez) cennetteki meskenler de yerleştirir. İşte en büyük kazanç budur. (dünyada) seveceğiniz şey vardır; Allahtan yakın bir zafer, bir nusret ve fetih vardır. (Ey Resul) Müminleri bunlarla müjdele! (Saf10-13) 

Tevbe suresi 19-22. ayetlerinde Allah-u teala imandan sonra cihadın hacılara su ve yemek vermek, Mescid-i haram’ın imarı ve onarımını yapmaktan daha üstün olduğunu, malla ve canla cihad etmenin Allah indinde en büyük salih amel olduğunu, malla ve canla cihad edenlerin kazananların ta kendileri olduğunu, rablerinin kendisinden rahmet, rıza ve daimi nimetlere sahip olan cennetle ve orada ebediyen kalacaklarını müjdelediğini bildirmiştir.

Nisa suresi 95-96. Ayette Allah-u teala Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminlerin cihad etmeyen müminlerden yüksek derecelerle daha üstün olduklarını bildirmiştir.

Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

” إن في الجنة مائة درجة أعدها الله للمجاهدين في سبيل الله، ما بين الدرجتين كما بين السماء والأرض” (البخاري)

“ Şüphesiz ki cennette 100 derece vardır. Allah bunları kendi yolunda cihad edenlere hazırladı. Her iki derece arasındaki mesafe gök ile yeryüzü arasındaki mesafe kadardır” (Buhari)

Şöyle de buyurdu:

” ذُرْوَةُ سَنَامِ الإسْلامِ الْجِهَاد” (ابن حنبل)

“ İslam’ın zirvesi, doruğu ise cihattır”. (Tirmizi, İbni Hanbel)

Şöyle de buyurdu:

” لغدوة في سبيل الله أو روحة خير من الدنيا وما فيها ” (البخاري ومسلم)

“ Allah yolunda cihad etmeye sabah erken bir gidiş veya (her hangi bir vakitte) bir çıkış dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır” (Buhari ve Müslim)

Bu ayetler, imandan sonra en büyük salih amelin Allah yolunda malla ve canla cihad etmek olduğunu göstermiştir. Birçok ayet ve sahih hadis-i şerifte cihadın en büyük farz ve en üstün amel olduğunu pekiştirmiştir.

Buradaki cihad diğer insanların İslam’ın hidayetini görmeleri ve idrak etmelerini engelleyen maddi engelleri kaldırmaktır. Fetihleri gerçekleştiren İslam Hilafet devletinin veya cihad eden İslami bir varlık veya bir vilayetin bulunmasıyla gerçekleşir.

Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’deyken İslam hâkimiyetini ve devletini kurmaya çalışıyordu. Allah onlara silahla cihad etmeyi farz kılmadı. Medine’de İslam Devletini kurduktan sonra cihadı ilan edip başlatmıştır. Cihadla ilgili ayetler inmeye başlamıştır. İlk savaş Bedir muharebesidir. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem yönetimi boyunca 10 sene cihad etmiştir. İbni Hacer el Askalani’nin tespit ettiği rivayetlere göre Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendi komutası altında 29 savaşa ve gazveye liderlik etmiştir. Katılmayıp gönderdiği gazvelerin sayısı ise 100’e ulaşmıştır. Dünyada ki en büyük devletlerle savaş başlatarak İslam devletini büyük devlet haline getirdi. Bu şekilde hem dünyada fetih ve zaferler gerçekleşir, hem de cihad eden müminler cennetliktir, cennette en üst derecede ikamet ederler ve en güzel şeyleri elde ederler.

Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sonra Raşidi Halifeler cihadı devam ettirdiler. İslam Hilafet devletini dünyada en büyük devlet haline getirdiler. Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar kendi dönemlerinde cihadı devam ettirdiler. Eski dünyanın çoğunu fethettiler ve buralarda İslam’ı yaydılar. Zira İslam’ın yayılmasını engelleyen güçler ve insanların İslam hidayetini görmesini engelleyen küfür güçleri ve devletleri yıkıldı. Böylece insanlar fevc fevc, grup grup, kalabalıklar halinde İslam’a girmeye başladı. Zira o küfür güç ve devletleri yıkılıp insanlar kendi üzerlerinde İslam uygulanınca İslam’ın doğruluğunu ve adaletini görebildiler. Zaten Allah–u teala bu hakikati Nasr suresinde şöyle göstermiştir:     

اِذَا جَآءَ نَصۡرُ اللّٰهِ وَالۡفَتۡحُۙ‏ وَرَاَيۡتَ النَّاسَ يَدۡخُلُوۡنَ فِىۡ دِيۡنِ اللّٰهِ اَفۡوَاجًا ۙ‏

“Eğer Allah’ın zaferi ve fethi gelirse (gerçekleşirse) insanların Allah’ın dinine fevc fevc girdiklerini göreceksin”.

Buna göre cihadı başlatacak İslam Hilafet devletinin kurulmasına büyük ihtiyaç vardır, bunun için çalışmak en büyük farzdır. Bunun kurulmasıyla bütün farzlar eda edilir ve bütün günahlar kalkar, Müslümanlar İslam hayatını yaşarlar, bunun hükmü altında bulunan kâfirler emniyetle yaşar ve adaleti görürler, İslam’a girmek için bir vesile olur.

Fakat bu günlerde, fetihleri gerçekleştirmeye yönelik cihadı başlatan devlet olmayınca Müslümanların dinlerini, ırzlarını, mallarını ve diyarlarını korumak ve kurtarmak için Allah için savaş ise cihad sayılıp haktır, farzdır. Zira kalkan ve koruyucu sayılan Hilafet Devleti olmayınca kâfirler sürekli Müslümanlara, dinlerine, ırzlarına, diyarlarına ve mallarına saldırıyorlar. Bunları savunmak ve kâfirleri defetmek cihad sayılır. Allah-u teala şöyle buyurdu:

فَلۡيُقَاتِلۡ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ الَّذِيۡنَ يَشۡرُوۡنَ الۡحَيٰوةَ الدُّنۡيَا بِالۡاٰخِرَةِ‌ ؕ وَمَنۡ يُّقَاتِلۡ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ فَيُقۡتَلۡ اَوۡ يَغۡلِبۡ فَسَوۡفَ نُـؤۡتِيۡهِ اَجۡرًا عَظِيۡمًا‏ وَمَا لَـكُمۡ لَا تُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ وَالۡمُسۡتَضۡعَفِيۡنَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَآءِ وَالۡوِلۡدَانِ الَّذِيۡنَ يَقُوۡلُوۡنَ رَبَّنَاۤ اَخۡرِجۡنَا مِنۡ هٰذِهِ الۡـقَرۡيَةِ الظَّالِمِ اَهۡلُهَا‌ ۚ وَاجۡعَلْ لَّـنَا مِنۡ لَّدُنۡكَ وَلِيًّا ۙ وَّاجۡعَلْ لَّـنَا مِنۡ لَّدُنۡكَ نَصِيۡرًا ؕ‏  اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا يُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ‌‌ ۚ وَالَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا يُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ الطَّاغُوۡتِ فَقَاتِلُوۡۤا اَوۡلِيَآءَ الشَّيۡطٰنِ‌ۚ اِنَّ كَيۡدَ الشَّيۡطٰنِ كَانَ ضَعِيۡفًا

“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar Allah uğrunda kıtal yapsınlar (savaşsınlar). Kim Allah uğrunda kıtal yaparsa (savaşırsa) ve öldürülür veya galip gelirse biz ona büyük sevap (mükâfat) vereceğiz. Size ne oldu da Allah uğrunda ve “Rabbimiz, bizi ehli zalim olan bu beldeden çıkar, bize senin tarafından bir veli (bize sahip çıkacak dost) gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen mustazaf (zaafa uğratılan çaresiz) erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? İman edenler Allah uğrunda kıtal yaparlar (savaşırlar). Kâfirler ise tağut uğrunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın hilesi, tuzağı daima zayıftır”. (Nisa 74-76)

Ehli zalim olan beldenin manası, kâfirlerin sahip olduğu beldelerdir, oraya dar-ul küfür denilir. Oradaki hâkimiyet ve emniyet kâfirlerindir. Zira ehlinin manası sahipleridir. Orada Müslümanlar yaşarken dinlerinden dolayı o kâfirler tarafından eziliyorlar. Mekke’deki durum böyle idi. İslam devleti kurulduktan sonra orada kalan Müslümanlar kâfirler tarafından eziliyordu. Onları kurtarmak İslam devletine ve Müslümanlara farz kılınmıştır. Bu asırda bir İslam memleketi kâfirler tarafından saldırıya veya işgale uğramışsa oradaki hâkimiyet ve emniyet kâfirlerin olunca Müslümanlara yardım etmek ve o memleketi kurtarmak farzdır. Oradaki Müslümanların direnişi haktır, cihat sayılır, Allah için bu işi yapanlar öldürülünce şehit olurlar.

Ayrıca Müslümanların yöneticileri zalim olsa da o memleketleri kurtarmak için savaş ilan edilirse cihad etmek farzdır. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

” والجهاد ماض منذ بعثني الله إلى أن يقاتل آخر أمتي الدجال، لا يبطله لا جور جائر، ولا عدل عادل “

“ Allah beni gönderdiğinden beri ümmetin sonu Daccal’la savaşıncaya kadar geçerlidir. Ne zalimin zulmü ne de adaletlinin adaleti onu durdurmaz” (Ebu Davut ve Said bin Mansur)

Bu hadisin manası Müslümanların yöneticileri zalim olsa da diğer memleketlerde ezilen Müslümanları ve diyarlarını kurtarmak için cihadı ilan ederlerse savaşmak farzdır. Misal olarak Filistin’i ve ahalisini kurtarmak için cihadı ilan ederlerse Müslüman askerler savaşmalıdır, sair Müslümanlar onlara her türlü yardımı sunmalıdır. 

Ne fetihler gerçekleştirmek ne de Müslümanları ve diyarlarını kurtarmak için bir devlet yoktur. İşte bu devleti kurmaya çalışanlar mücahidin sevabı kadar sevap alırlar. Bunun uğrunda öldürülürse şehitlerin efendisi olur. Fakat buradaki cihad silahlı değil fikri ve siyasidir. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’deyken hiç silah kullanmadı, kendi hizbine de silah kullanmaya müsaade etmedi. Zira Allah silah kullanmaya izin vermedi. Devlet kurulduktan sonra izin verdi ve silahla cihadı farz kıldı.

Allah-u Teala şöyle buyurdu:

فَلَا تُطِعِ الۡكٰفِرِيۡنَ وَجَاهِدۡهُمۡ بِهٖ جِهَادًا كَبِيۡرًا‏

“ Kâfirlere uyma ve bununla (Kuran’la) onlara karşı büyük cihad et” (Furkan 52)

Buradaki cihad Kuran’la olunca fikri ve siyasi demektir. Zira lügatte cihadın manası ceht etmek, gayret sarf etmektir. Şeri ıstılah ise Allah’ın rızası için İslam’ın yayılması karşısında duran maddi engelleri kaldırmak üzere malla ve canla çarpışmaktır, savaşmaktır.

Mekke döneminde devleti kurmak için silahla çarpışmayı yasaklayan ayetler nazil oldu ve Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendisi de yapmadı, Sahabelere müsaade etmedi. Sırf sözle yetiniyordu. İşkence gören Müslümanlara sabrı ve sebatlığı tavsiye ediyordu. Kendilerine işkence çektirilen Yasir oğullarına şöyle dedi:

“صَبْرًا آلَ يَاسِرٍ إنَّ مَوْعِدُكُمُ الْجَنَّةُ”

 “Sabredin ey Yasir ailesi! Elbette ki size vaat edilen şey cennettir.”

(Müstedrek, 3/383; El-Metalibu’l âliye, 4034; El-Hilye, 1/140)

Zalimlere karşı hakkı söylemeyi emrederken bunun uğrunda öldürülenler hakkında şöyle buyurdu:

«سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَالَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ» رواه الحاكم في المستدرك وإسناده صحيح.

“Şehitlerin efendisi Hamza bin Abdul muttalip ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona marufu emredip münkeri nehyederek öldürülen kimsedir” (Elhakim Müstedrek hadis kitabında rivayet etti, senedi sahihtir)

“أفضل الجهاد كلمة حق تقال عند سلطان جائر” (أبو داود، الترمذي)

“Cihadın en üstünü zalim yönetici karşısında hak sözü söylemektir” (Ebu Davut, Tirmizi)

İşte İslam’ın hâkimiyetini tesis etmek ve korumak için fikri ve siyasi mücadelenin üstünlüğü büyüktür. Bunun uğrunda öldürülen kimse şehitlerin efendisidir. Hamza kadar yüksek mertebede olup büyük sevap alır. Malıyla ve canıyla Kuran’ın hâkimiyeti ve devletini kurmaya yönelik gayret sarf etmek savaş meydanındaki çarpışma kadar farz ve sevaplıdır. Marufu emretmek ve münkeri nehyetmenin farzı buna dâhildir. Bununla ilgili muhkem ayetler ve sahih hadisler geçmiştir. Nitekim Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem müminleri buna çok teşvik etmiştir, Mekke’de mücadele ederken Sahablere şöyle dedi:

كَونو كأصْحَابِ عِيسَى بْنِ مَرْيَمَ ، نُشِرُوا بِالْمَنَاشِيرِ وَحُمِلُوا عَلَى الْخَشَبِ فَوَالذي نَفْسي بِيَدِهِ لَمَوْتةُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ خَيْرٌ مِنْ حَيَاةٍ فِي مَعْصِيَتِهِ

 “Meryem oğlu İsa’nın arkadaşları gibi olun. Zira onlar testerelerle ikiye bölündüler ve çarmıha gerildiler. Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki Allah yolundaki ölüm, günah içindeki bir hayattan daha hayırlıdır.”

(El-Mu’cemu’s Sağîr, 749; El-Mu’cemu’l Kebîr, 9/20; Müsned eş-Şamiyyîn, 658)

Şöyle de buyurdu:

«أَلا لا يَمْنَعنَّ أحدَكُم رَهْبةُ النّاسِ أّن يَقولَ بِحقٍّ إذا رآه أَو شَهِدَه، فَإنَّه لا يُقرِّبُ مِن أَجلٍ، ولا يُبَاعدُ مِن رزقٍ أَن يَقولَ بِحقٍ أو يُذكِّرَ بعظيمٍ». (رواه أحمد).

“Biriniz hakkı görünce onu söylemek uğrunda insanlardan, onların kalabalıklarından korkmasın. Bu korku eceli yaklaştırmaz, rızkı uzaklaştırmaz. Hakkı görünce veya önemli bir şey görürse onu söylemekten geri kalmasın” (Ahmed bin Hanbel)

Bunlar hem dünyada hem ahirette Allah’ın yardımını ve rızasını kazanacaklar, mutlu olacaklar. Şöyle buyurdu:

اِنَّا لَنَـنۡصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا فِى الۡحَيٰوةِ الدُّنۡيَا وَيَوۡمَ يَقُوۡمُ الۡاَشۡهَادُ ۙ‏

 “ Şüphe olmaksızın, muhakkak ki, Resullerimize ve müminlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin kalktığı gün (ahirette) yardım edeceğiz”. (Gafir/Mümin 51)

Esad Mansur