– 30 –
Fuzuli sorular
Bu soruların sıkıntısı
Ciddi sorular
Bu soruların gerektirdiği hususlar
İsrailiyatın doğuşu
يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَسۡـــَٔلُوۡا عَنۡ اَشۡيَآءَ اِنۡ تُبۡدَ لَـكُمۡ تَسُؤۡكُمۡۚ وَاِنۡ تَسۡــَٔـلُوۡا عَنۡهَا حِيۡنَ يُنَزَّلُ الۡقُرۡاٰنُ تُبۡدَ لَـكُمۡ ؕ عَفَا اللّٰهُ عَنۡهَا ؕ وَاللّٰهُ غَفُوۡرٌ حَلِيۡمٌ ﴿۱۰۱﴾ قَدۡ سَاَلَهَا قَوۡمٌ مِّنۡ قَبۡلِكُمۡ ثُمَّ اَصۡبَحُوۡا بِهَا كٰفِرِيۡنَ ﴿۱۰۲﴾
“Ey iman edenler! Öyle eşyalar hakkında sormayın ki, eğer size açıklanırsa sizi sıkıntıya sokar. Fakat onun hakkında Kuran nazil olunca size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah bağışlayıcı ve halimdir (101)
Sizden önce bir kavim onları sordular, sonra onları inkâr ettiler. (102)
İbni Abbas r.a’ın rivayetine göre “Bir takım kişiler alay ederek Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e babam kimdir? Devesini kaybeden kişi “devem nerede? Gibi sorular soruyorlardı. Bunun üzerine “Allah Öyle eşyalar hakkında sormayın ki, eğer size açıklanırsa sizi sıkıntıya sokar” ayeti nazil oldu. (Buhari).
Başka bir rivayette Enes bin Malik r.a’ın aktardığına göre “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem (bazı) Sahabeler hakkında kendisine bir şey ulaşınca kalkıp şöyle hitap etti: Cennet ve cehennem bana gösterildi. Bu gün kadar hayır ve şer görmedim. Benim bildiğimi bilseniz çok az gülerdiniz ve çok ağlardınız! Öyle eşyalar hakkında sormayın ki, eğer size açıklanırsa sizi sıkıntıya sokar. Sahabeler o gün gibi böyle sıkıntılı bir gün geçirmedi. Kendi başlarını örttüler, ağlama sesleri işitiliyordu. O anda Ömer r.a kalkıp şöyle dedi: Allah’tan bir rab, İslam’dan bir din ve Muhammed’den bir nebi olarak razı olduk. Bir adam kalkıp babam kimdir? Diye sorunca Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem baban filandır dedi. Bunun üzerine “Allah Öyle eşyalar hakkında sormayın ki, eğer size açıklanırsa sizi sıkıntıya sokar” ayeti nazil oldu”.(Buhari ve Müslim)
Allah Müslümanların Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e fuzuli, basit ve değersiz soruları sormalarının kerih olduğunu gösterdi. Aynı anda makama ve yere göre sormak gerekir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem gibi bir nebi ve bir devlet başkanına böyle soru sormak düşüklüktür. Aynı şekilde bir Halifeye veya bir emire veya belli makam sahibine alakası olmayan soru sormak uygun değildir.
İnsan babasını veya devesini ve buna benzer eşyaları soracaksa alakadar kişilere sorar. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem cennet nimetleri ve cehennem azabı hakkında konuşurken bir adamın kalkıp babam kimdir diye sorması yere ve konuma göre hiç uygun değildir.
Allah bu ayette soru sormanın adabını ve kurallarını öğretiyor. Değersiz veya yeri uygun olmayan veya alakadar olmayan bir soru sormaktan nehyediyor. Böyle Müslümanalar azar işitiyor.
Ayetin “Fakat onun hakkında Kuran nazil olunca size açıklanır” şeklinde devamından anlaşılan şey şeri hükümlerin geneli hakkında sorulduğudur. Sorulması istenmiyor, olduğu gibi alıp uygulayın yeter. Çünkü yeni açıklamalar gelirse Müslümanları sıkıntıya sokar. “eğer size açıklanırsa sizi sıkıntıya sokar”.
Şu rivayet bunu açıklar: Allah – u Teala:
” وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الۡبَيۡتِ مَنِ اسۡتَطَاعَ اِلَيۡهِ سَبِيۡلًا”
“kimin gücü varsa bu beyti (Kâbe’yi) haccetmesi o kişinin üzerinde Allah’ın bir hakkıdır” Al-i İmran 97. Ayetinde Haccı farzı kılınca birisi Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yanına gelip şöyle sordu: “Ya Rasulullah her sene mi hac yapacağız? Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem yüzünü ondan çevirdi. Bu adam üç defa Rasulullah’a aynı hususta sordu ve her defadasın da Resulullah ondan yüzünü çevirdi. Ondan sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem kızarak şöyle dedi: “Müslümanlardan en büyük günahı işleyen kimse, Müslümanlara haram kılınmayan bir şey hakkında sorar, sonra sorusundan dolayı Allah o şeyi haram kılar.” Yani o kimse haram kılınan şeyi yaparsa en büyük günahkâr kimse olur. Resulullah o sözleri sarf ettikten sonra şöyle dedi: “Sizi hangi şey üzerinde bırakmışsam onu öyle kabul edin. Sizden öncekileri helake düşüren şey çok soru sormak ve onların peygamberleri üzerine ihtilaf etmeleridir. Sizi hangi şeyden nehyettiysem ondan vazgeçin ve hangi şey hakkında emir vermişsem gücünüz yettiği kadar onu yerine getirin.” (Buhari ve Müslim)
Bundan sonra Sahabeler Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e bir şey hakkında sormaktan çekinmeye başladı. Çölden bedevilerin gelip sormasını beklerlerdi. O bedeviler yaşadıkları sert çöl hayatının şartlarından dolayı pek kural tanımıyorlardı. Her şeyi açık sorarlardı veya yaparlardı.
“Fakat onun hakkında Kuran nazil olunca size açıklanır”. Bunun manası da Müslüman ancak Kuran’dan ve onu açıklayan Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den hüküm bekler, başka yerden alması asla caiz değildir. Şer’i kaynaklar sadece Kuran ve Sünnettir. İcma-i sahabe sünnetten bir parçadır, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yaptığı veya söylediği veyahut bir şeye karşı sustuğunun var olduğunu gösterir. Sahabeler icmalarıyla bu husus ortaya çıkarır. Şer’i kıyas ise; Kuran’da ve sünnette geçen illetlere göre müçtehidin kıyas yapmasıdır.
“Allah onları affetmiştir” demesi bunların mubah olduklarını gösterir. Çünkü “Allah bağışlayıcı ve halimdir”. Müslümanlar tövbe edince onları affeder, günahlarını siler. Aynı anda halimdir; hemen ceza vermez, Müslümanın tövbesine mühlet verir.
Zira Halim kimse, hilm sahibi olan kimsedir, fevri harekette bulunmaz, hemen cezalandırmaz, mühlet verir, sabreder. Derin düşünür, durumu değerlendirir, ondan sonra karar alır.
Selman el Farisi r.a’ın rivayetine göre, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem kendisine tereyağı, peynir ve kürk hakkında sorulunca şöyle buyurdu:
” الحلال ما أحل الله في كتابه، والحرام ما حرم في كتابه، وما سكت عنه فهو مما عفا عنه”
“Allah Kitabında neyi helal kılmışsa o helaldir, Kitabında neyi haram kılmışsa o haramdır, karşısında sustuğu şey affettiği şeydir” (Tirmizi 1726. İbni Mace 3367. El hakim 129/4)
Ebu Derda yoluyla başka bir rivayette Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:
” ما أحل الله في كتابه فهو حلال، وما حرم فهو حرام، وما سكت عنه فهو عفو، فاقبلوا من الله عافيته، فإن الله لم يكن نسيا، ثم تلا هذه الآية ” وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّا”.
“Kitabında Allah neyi helal kılmışsa o helaldir, neyi haram kılmışsa o haramdır, karşısında sustuğu şey affedildi. Allah’tan affı kabul edin. Allah unutkan değildir”. Ondan sonra “ Senin rabbin unutkan değildir” (Meryem 64) ayetini okudu”. (Darekutni 137/2, El hakim 406/2, 10/2 Taberani 209/3)
Allah’ın affettiği şey mubahtır. O’nun Resulü de helal veya haram kıldıysa alınmalıdır. Bir şeye karşı susarsa affedilmiş demektir, mubahtır. Buna takriri sünnet denilir. Bu nedenle insanlar tereyağı kullanırken, peynir yerken ve kürk giyerken Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem susuyordu. Bunun manası mubahtır. Bu durumdayken birisi kalkıp neden böyle bir şey sorsun?! Zaten Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem görüyor ve susuyor! Bunun manası onaylıyor demektir.
İnsanlar bir şey kullanırken veya yerken veya yaparken Allah ve Resulü haram kılmamışsa mubah dairesine girdiği anlaşılır. Bu Usul-u fıkıhla ilgili bir kuraldır.
Ama bir şeyin hükmü belli değilse onu sormak gerekir, farzdır, susmak caiz değildir. Nitekim Müslüman şer’i hükümle kayıtlıdır.
Bir Müslüman başından yaralandı. Bundan sonra yıkanması (gusletmesi) gerekti. Bazı sahabelere sordu. Sahabeler dediler ki; “Sana bir ruhsat bulamıyoruz, yıkanman gerekir” dediler. Bu Müslüman yıkandıktan sonra vefat etti.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu olayı haber alınca kızarak şöyle dedi:
” قتلوه قتلهم الله، ألا سألوا إذ لم يعلموا، فإنما شفاء العيالسؤال، إنما يكفيه أن يتيمم ويعصر أو يعصب على جرحه خرقة، ثم يمسح عليها ويغسل سائر جسده”
“Onu öldürdüler, Allah onları öldürsün eğer bilmezlerse sormazlar mı? Hasta olan kimsenin şifası soru sormasıdır. Teyemmüm kendisine kâfi gelirdi. Yarası üzerine bir hırka bağlardı, üzerine suyu mesheder, ondan sonra vücudun diğer yerlerini yıkardı” (Ebu Davut 336. Darekutni 189/1. Beyhaki 1115)
Sünnetin vahiy olduğu tekrar burada tecelli eder. Kuran’da bunun hükmü geçmedi, bundan dolayı oradaki Sahabeler bu adama sana su kullanmaktan başka çare bulamıyoruz dediler. Yalnız başından yaralanmıştı, onu hasta saymadılar, ona su kullanabilirsin dediler. Çünkü;
“وَاِنۡ كُنۡتُمۡ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوۡا”
“Eğer cünüp iseniz taharet yapın (boy abdesti alın)” diye geçen Maide suresi 6. ayetini biliyorlardı. Bu ayetteki geçen hüküm genel bir hükümdür, umum-i bir lafızdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bir tahsis getirdi, özel hüküm gösterdi; bir kişi yaralanırsa o yara yıkanmaz, sarılır, üzerine ıslak suyla meshedilir, vücudun diğer yerleri yıkanır. Abdest alırken de yara varsa aynı şey yapılır, diğer yerler yıkanır.
Bu delil de sorulacak ilim sahibinin ve müçtehidin var olmasını gerektirir. Zira her Müslüman Kuran ve sünnetten hüküm çıkaramaz. Bu nedenle âlim ve müçtehitlerin var olması gerekir, farz-ı kifayedir, yeterli müçtehit bulunduğu halde farz diğer Müslümanlardan düşer.
Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem içtihat yapılmasına çağırdı. Muaz bin Cebel’i vali olarak Yemen’e gönderince ona şöyle sordu:
“بما تحكم؟ قال: بكتاب الله، قال فإن لم تجد؟ قال: بسنة رسول الله، قال:فإن لم تجد؟ أجتهد رأيي. فقال: الحمد الله الذي وفق رسول رسول الله لما يحبه الله ورسوله”
“Neyle hükmedeceksin? Dedi ki: Allah’ın kitabıyla.
Eğer bulamazsan? Dedi ki: Rasulullah’ın sünnetiyle.
Eğer bulamazsan? Dedi ki: Reyimle içtihat ederim.
Rasulullah: Allah’a ham olsun ki, Rasulullah’ın elçisini Allah’ın ve Resulünün sevdiğine muvaffak kıldı” (Ebu Davut, Darimi, İbin Hanbel, Tirmizi)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem önünde sahabeler içtihat yaparken ikrar ediyordu.
İcma-i sahabe de içtihadın farz olduğu gösterir.
Ayrıca her asırda yeni olaylar ve sorunlar çıkar, bunlar hakkında şeriatın hükmü bilinmelidir, yoksa Müslümanlar kendi dinlerini uygulayamazlar. Böylece müçtehidin bulunması gerekli oldu. Şeri kaide “ Bir vacibi yerine getirmek için gerekli olan hususlar vacip olur” şeklindedir.
İslam devletinin son dönemlerde içtihat ihmal edilince, daha doğrusu müçtehidin bulunmamasından dolayı Müslümanlar şaşkın olup Batı kanun ve kültüründen etkilendiler. Bu devletin yıkılışına bir vesile oldu.
“Sizden önce bir kavim onları sordu, sonra onları inkâr ettiler”
Bu ayet İsrail oğullarına işaret ediyor. Zira Allah bir şey isteyince Nebilerine çok soru soruyorlardı, onların düştükleri hatalardan birisi budur. Daha doğrusu fuzuli veya gereksiz sorular sormalarıdır. Böylece kendi kendilerini sıkıntıya sokuyorlardı, mükellefiyet daha ağır oluyordu, çok zaman bunu yapmıyorlardı.
Misal olarak Bakara suresi 67- 71.ayetlerde geçen konu:
Allah onlardan bir ineğin kesilmesini istedi. Bu her hangi bir inek olabilirdi. Fakat fuzuli (gereksiz) sorular sordular. “Bu inek nasıl olmalı?” Musa Aleyhisselam; “ne büyük ne küçük” dedikten sonra onlardan bu emri hemen yerine getirmelerini istedi. Sanki onlara diyor ki; fazla soru sormayın hemen böyle bir inek kesin. Fakat onlar kendi kendilerini zor duruma düşürüyorlar ve sormaya devam ediyorlar. Ve yine sordular. “Rengi nasıl olsun?” Musa Aleyhisselam rengini onlara söyledi. “Güzel olan koyu sarıdır.” Bununla da yetinmediler. Dediler ki: “Rabbin tam ineğin vasıflarını bize göstersin, biz doğru yolu bulacağız” dediler. Buradan anlaşılıyor ki, onlar yapmak istemediklerinden çok sorup böylesi ifadeler sarf ediyorlardı. Allah Celle Celaluhu ineğin başka vasıflarını da gösterdi. Bütün bu fuzuli sorulardan sonra soru sormayı kestiler. Ayetin sonunda onlar kesmek istemiyorlardı, onun için soruyorlardı diye Allah bildiriyor. Fuzuli olarak çok soru sorulmasından maksat öyle bir şey dünyada yok diyecek ve işten kaçmak için bahane aramalarıdır. Oysa Allah’ın bir ineği kesin emrine uysalardı, her hangi bir inek keserlerdi, kendi kendilerini böyle sıkıntıya sokmazlardı.
Kehf suresi 22. Ayette geçtiği gibi Kehf ashabı hakkında, mağaraya sığınan gençlerin sayısını ve kaç sene kaldıklarını Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yanına gelip fuzuli şekilde sormaya başladılar. Kıssadan alınacak ders ve ibreti almıyorlar veya sormuyorlar. Önemli olan konuları sormuyorlar.
Bu asırda bazı Müslüman hocalar bu kıssadan alınacak dersi anlatmıyorlar. Bunların sayısını, isimlerini, köpeklerinin ismini vb. anlatıyorlar. Oysa Allah böyle şeyleri tartışmayın diyor. Sadece onların kıssasından ders ve ibret almamızı istedi. Onlar imanlı gençlerdi. İmanları üzerinde sebat gösterdiler, kavimleri onları saptırmak istediler, onlar Kabul etmeyerek kaçtılar. Bizlerin de aynı şekilde iman ve davalarımız üzerinde sebat göstermemiz gerekir. Fuzuli, gereksiz, değersiz ve önemli olmayan şeyleri sorgulamaktan nehyedilirken aynı şekilde, açık şeri hükümler hakkında da sormamak gerekir. Ancak hükmü bilinmeyen meseleler ve uygulamak için önemli olan hususlar hakkında sorulması gerekir.
İsrail oğullarından gelen hikâyeler veya İslam’a giren Yahudilerin açıklamalarına İsrailiyat denildi. Bunların hikâyeleri Müslümanlar arasında yayıldı ve ciddi çalışma yapmak istemeyen kimseler bu hikâyeler üzerinde durmaya başladı. Sanki güzel hikâyeler anlatmak ve dinlemek isteniyor! Oysa Kuran uygulanmak için indirildi. Bu nedenle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bunun üzerinde devlet kurdu ve onu uygulamaya başladı, aynı anda Allah’ın vahyiyle tafsilatlarını göstererek uyguluyordu. Hem de Kuran olaylara ve sorunlara cevap vererek ayet ayet nazil oluyordu. Bunun manası ruhani siyasi bir kitaptır. Onunla insanların işleri yürütülür. Zaten siyaset budur. İnsanların işlerini bir fikirle yürütmektir. Bu ise bir devletle gerçekleşir. Buna binaen tekrar İslam Hilafet devletinin kurulması için çalışmak en büyük farzdır. Çalışanlara ne mutlu.