Erdoğan Konuştuğunda Yalan Söyler, Söz Verdiğinde Sözünden Döner!
Belki de siyasi arenada, Erdoğan gibi açıklamaları ve tutumları ile çelişen davranışlar sergileyen başka bir siyasetçi görülmemiştir. Bu her konuda böyle; daha önce “Bir daha Hama katliamına izin vermeyeceğiz, Suriye halkı bizim halkımızdır, Beşar Esad katil ve diktatördür, onunla asla görüşmeyeceğim” derken, devrimi yüzüstü bıraktı, onlara ihanet etti, Rusya’ya ve katile teslim etti. Şimdi ise onunla buluşmak ve Suriyelileri ülkeden çıkarmak için yalvarıyor.
Daha önce de aynı şekilde, Muhammed bin Selman ve Sisi’yi katil ve suçlu olarak nitelendirip, asla görüşmeyeceğini söyledi, ikisiyle de görüştü. Kaşıkçı olayını ve Müslüman Kardeşler’i unuttu. Filistin konusunda Netanyahu’yu terörist olarak tanıyıp daha sonra onunla uzlaşarak New York’ta buluştu. Aksa Tufanı baskısı olmamış olsaydı İsrail’e gidip onu ziyaret edecekti. Hatta Cumhurbaşkanları Herzog’u Ankara’da kahramanlar gibi karşıladı. Dış politikada buna benzer pek çok örnek mevcuttur.
Ve iç meselelerde, yönetimde, ekonomi ve toplumsal alanlarda da aynı şekilde birçok tutarsızlık gösterdi. Faizi eleştirip onu bitireceğini iddia etti, ancak geri adım atarak faizin %50’ye kadar yükselmesine izin verdi. Sisi ve diğer Amerika yanlılarına, dinî söylemi yenilemeleri çağrısında bulundu. Ancak bu konuda tepkiler alınca bu söylemden geri döndü. Son olarak, “Peygamberimiz bizim örneğimizdir” deyip daha sonra da; “laiklik, demokrasi, cumhuriyet ve Atatürk devrimlerinin korunması ile ilgili anayasanın ilk dört maddesinin tartışılamayacağını söyledi. Bu husustaki tavrı bilinmekle birlikte uygulanmasına da hırs gösterdi. 2011 yılında Mısır halkını, şeriat taleplerinden vazgeçip laikliği tatbik etmeleri için çağırdı. Bu şekilde Müslüman Kardeşler’i kendi bozuk yolunu takip etmeye teşvik ederek onları kandırdı. Münafıklıkta ve Müslümanları yüzüstü ve yardımsız bırakmakta Abdullah İbn Übey ve onun gibilerini geride bıraktı.
İslâm adı altında laikliği, demokrasiyi ve tüm Batı değerlerini kabul etmeyi ifade eden, “ılımlı İslam” projesinin bayraktarlığını yaptı. Bu nedenle Oğul George W. Bush onu Büyük Ortadoğu Projesi’nde lider bir model olarak gördü. Ancak Allah’ın izniyle hem bu proje hem de savunucuları ağır bir şekilde başarısız oldu. Erdoğan artık bu projeden bahsetmiyor, aksine hilafeti ve şeriatı yıkan Mustafa Kemal’e övgüler yağdırıyor ve Kemalistlere yaranıyor.
Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmek için istediği yere gönderdiği çekirge sürüsü gibi bir ordusu var. Ancak Filistin ve halkı söz konusu olunca onları yalnız bıraktı, bir kurşun bile göndermedi. Son olayda, Libya ve Karabağ’da yaptığı gibi müdahale etmekle tehdit etti, ancak iki gün sonra geri adım attı. İnsanlıktan nasibi bulunmayan kişilerden insani bir pakt kurmak gibi hayali bir düşünceye çağırdı. Netanyahu ve çetesini durdurması ve Filistin halkına yardım etmesi için uluslararası toplumun müdahale etmesini istedi. Üstelik Aksa Tufanın’dan sonraki yedi ay süresince İsrail’e doğrudan her türlü gıda ve sanayi malzemesi gönderdi ve bu durum kendisinden satın alıp Yahudi varlığına gönderen üçüncü taraflarca halen daha sürdürülmektedir.
Peki, Erdoğan “uluslararası toplumdan nasıl bir müdahale istedi? “Küresel kararlar alma yeteneğine sahip, uluslararası etkiye sahip bir grup ülke mi? Aslında bu Amerika’nın bizzat kendisidir. Çünkü dünyada küresel karar alabilen ve diğer ülkeleri de peşinden sürükleyen tek ülke Amerika’dır. Diğer taraftan Yahudi varlığını her türlü ölümcül silahla, siyasi, ekonomik ve medya alanlarında destekleyen ülke de Amerika’dır.
Eğer “uluslararası toplum” Birleşmiş Milletler olarak tanımlanıyorsa, Amerika’nın Birleşmiş Milletler’e hâkim olduğu da biliniyor. Amerika, daimî üyelerle birlikte Güvenlik Konseyi’ni yönetir. Her şeyden önce bu yapı zalimdir çünkü bu ülkelerin veto hakkı vardır ve kimse onlara bir şey dayatamıyor. Aynı zamanda, Birleşmiş Milletler, Amerika’nın Filistin’i bölme planını kabul etmiş ve Yahudilere Filistin’in %80’ini kaptırarak, buğuz edilen varlıklarını ilan etmelerine izin vermiştir. Ayrıca Filistinli mültecilerin diyarlarına geri dönüşünü öngören karar da dâhil olmak üzere, Yahudilere karşı alınan kararları uygulamamaktadır.
Eğer Erdoğan’ın kastettiği “uluslararası toplum” Amerika’nın yanında Avrupa devletleriyse, bu ülkelerin hepsi Yahudi varlığını destekliyor, onun varlığını sürdürmeye özen gösteriyor ve onu kendi yapılarının bir parçası olarak görüyorlar.
Eğer “uluslararası kurumlar”dan kasıt örneğin Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Güvenlik Konseyi gibi kurumlar ise bunların hepsi tamamen Batılı kurumlardır ve kararlarını yalnızca zayıflar üzerinde uygularlar. Bu kurumların Yahudi varlığına karşı savaşın durdurulması, Gazze’ye yardım sağlanması ve Netanyahu’nun tutuklanması gibi kararları hiç uygulamadılar. Ancak Müslüman ülkelerine karşı bu kararları uygulamışlar, Batılı devletlerin Irak, Afganistan, Libya, Somali ve Suriye’ye müdahale edilmesine izin vermelerine olanak sağlamışlardır.
Erdoğan da bu suçlarda onlara katılmış ve hala onlara hizmet vermektedir. Türkiye’nin NATO’nun üyesi olmasıyla, özellikle de Afganistan ve Küba Krizi’nde NATO’ya en fazla hizmet veren ülke olmasıyla övünmektedir. Aynı zamanda, Suriye ve Irak halkını vurması için Amerika’ya üsler açmıştır. Bunları dost edinmekte ve “Amerika bizim müttefikimiz ve dostumuzdur” demektedir. Oysa Allah şöyle buyuruyor:
وَمَنۡ يَّتَوَلَّهُمۡ مِّنۡكُمۡ فَاِنَّهٗ مِنۡهُمۡ
“…Sizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır….” (Maide 51)
Hatta Batılılar bile kendi kurdukları bu “küresel ve insani” saydıkları fakat yeryüzü halklarına zulmeden kurumlarının dünyaya karşı ne denli ikiyüzlü bir tavır takındıklarını çok iyi biliyorlar. Bazıları, Batı’nın dünya üzerindeki hegemonyasının ve başarılarının düşmesinden korkarak bu durumu alenen eleştirmektedir.
Batı, hem Amerikan hem de Avrupa kanadıyla, insanlığın ne olduğunu bilmezler. menfaatciligi temel alan seküler kapitalist düşüncesinde de siyasi ve ekonomik kararlarında da; manevi, ahlaki ve insani değerlerin yeri yoktur. Bu değerler, devlet ve toplumla ilgili düşüncelerden tamamen ayrıdır. Batı sömürgecilerinin vahşi savaşları bunun en net ve açık şahididir. Peki, böylesi bir yapıdan insani bir iş yapması beklenir mi? Eğer “insani” bir müdahale yapacaklarını ya da “insani bir pakt” kuracaklarını söylerlerse bundan son derece sakınmak gerekir. Zira bu yapı sadece sömürgeci politikaların ve vahşi eylemlerin bir örtüsü olacaktır; bu yüzden çok dikkatli olmak gerekir.
Erdoğan, tutumlarını ve çelişkilerini değiştirmekten asla çekinmiyor. O, çıkarcı politikayı bir ilke olarak benimsemiştir. Bu da hak ile batılın iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın ölçüsü olarak menfaatin esas alınması demektir. Machiavelli’nin “amaç, aracı meşrulaştırır” anlayışını da siyasi yöntem olarak benimsemiştir. Erdoğan, Amerika’ya bağlı kaldığı, onun politikalarını ve çıkarlarını uygulamaya devam ettiği ve Yahudi varlığı ile ilişkilerini koruduğu müddetçe Amerika’nın kendisine destek olacağını ve Amerika’nın bölgesel politikalarının temel taşlarından biri olacağına inanıyor. Erdoğan nezdinde hiçbir değeri olmayan Müslümanlara karşı komplo kurduğu süre boyunca da yönetimde kalacaktır. 22 yıl boyunca Müslümanları aldatması ve yalnız bırakması bunun delilidir.
Erdoğan çıkarcıların, basit insanların ve siyasetten yoksun kişilerin arkasında onunla birlikte yürüdüklerini biliyor. Çok az sayıdaki siyasi ve bilinçli kimseler ise yaptığı her ihanette ona birtakım bahaneler bulmakta, ihanetini ve alçaklığını alkışlamaktadırlar. Yine de hem Türkiye içinde hem de dışında azımsanmayacak sayıda insan, özellikle Yahudi varlığının Gazze’ye yönelik vahşi saldırıları karşısındaki tutumu nedeniyle Erdoğan’dan uzaklaştılar. Filistin meselesi Müslümanlar için son derece hassas bir konu teşkil etmektedir. Ve orada yaşanan soykırım ve yıkım, mevcut tüm Müslümanları ve vicdan sahibi insanları derinden etkiliyor. Hatta destekçileri bile onun bu konudaki tutumunu haklı çıkarmakta zorlanıyorlar.
Bilinen bir gerçek var ki Filistin meselesi, yaşanan soykırım ve yıkım, tüm Müslümanları ve zerre kadar hissi olan herkesi derinden etkileyen hassas bir konudur. Filistin meselesi tüm Müslümanların meselesidir ve İslam inancına bağlıdır. Müslümanlar, Filistin’i kurtarmak ve insanlarına yardım etmekle yükümlüdür. İslam düşmanlarından, özellikle Yahudilerin bu toprakları işgal etmesine yardım eden ve onların varlığını destekleyenlerden bu konuyla alakalı bir çözüm olacakları beklenemez. Hatta bu siyaseti onların irade ve idaresine bırakmak caiz bile değildir. Erdoğan ve diğer yöneticilerden Filistin’i kurtarmak için herhangi bir adım atması beklenemeyeceğine göre, onları devirmek ve İslam ümmetini yeniden birleştirecek, cihadı ilan edip Filistin’i özgürleştirecek Raşidî Hilafet’i kurmak için çalışanlarla birlikte hareket etmek farzdır. Allah’ın izniyle, bu hilafet Filistin’i kurtaracaktır.
Esad Mansur