– 4 –

Allah’ın göklerin ve yerin mutlak sahibi olması

Allah’ın mülküne egemen olması,

Kendi azametini vurgulaması,

Allah’ın müminlerin velisi olması,

İlk Müslüman olmakla meydan okumak,

Allah’a isyan etmekten korkmak,

Allah’ın zarar ve fayda sağlaması.

قُلْ لِّمَنۡ مَّا فِى السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضِ‌ؕ قُلْ لِّلّٰهِ‌ؕ كَتَبَ عَلٰى نَفۡسِهِ الرَّحۡمَةَ ‌ ؕ لَيَجۡمَعَنَّكُمۡ اِلٰى يَوۡمِ الۡقِيٰمَةِ لَا رَيۡبَ فِيۡهِ‌ ؕ اَلَّذِيۡنَ خَسِرُوۡۤا اَنۡفُسَهُمۡ فَهُمۡ لَا يُؤۡمِنُوۡنَ‏ ﴿۱۲﴾  وَلَهٗ مَا سَكَنَ فِى الَّيۡلِ وَالنَّهَارِ‌ؕ وَهُوَ السَّمِيۡعُ الۡعَلِيۡمُ‏ ﴿۱۳﴾  قُلۡ اَغَيۡرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضِ وَهُوَ يُطۡعِمُ وَلَا يُطۡعَمُ‌ؕ قُلۡ اِنِّىۡۤ اُمِرۡتُ اَنۡ اَكُوۡنَ اَوَّلَ مَنۡ اَسۡلَمَ‌ وَلَا تَكُوۡنَنَّ مِنَ الۡمُشۡرِكِيۡنَ‏ ﴿۱۴﴾  قُلۡ اِنِّىۡۤ اَخَافُ اِنۡ عَصَيۡتُ رَبِّىۡ عَذَابَ يَوۡمٍ عَظِيۡمٍ‏ ﴿۱۵﴾  مَنۡ يُّصۡرَفۡ عَنۡهُ يَوۡمَٮِٕذٍ فَقَدۡ رَحِمَهٗ‌ؕ وَ ذٰ لِكَ الۡـفَوۡزُ الۡمُبِيۡنُ‏ ﴿۱۶﴾  وَاِنۡ يَّمۡسَسۡكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهٗۤ اِلَّا هُوَ‌ؕ وَاِنۡ يَّمۡسَسۡكَ بِخَيۡرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ قَدِيۡرٌ‏ ﴿۱۷﴾  وَهُوَ الۡقَاهِرُ فَوۡقَ عِبَادِهٖ‌ ؕ وَهُوَ الۡحَكِيۡمُ الۡخَبِيۡرُ‏ ﴿۱۸﴾

“De ki: Göklerin ve yerin içindekiler kimindir? De ki: Allah’ındır. Kendi üzerine rahmeti farz kıldı. Mutlaka kıyamet gününde sizi toplayacaktır. O gün hakkında hiç şüphe yoktur. Kendi kendilerini hüsrana uğratanlar var ya! Onlar iman etmezler.” (12)

Gece ve gündüzde barınan her şey O’nundur. Nitekim O, işiten ve bilendir.” (13)

“De ki: Gökleri ve yeri yaratan, yediren ve besleyen, fakat kendisi beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başka bir dost mu edineyim? De ki: İlk Müslüman olmam emredildi. Müşriklerden olma!” (14)

“De ki: Rabbime isyan edersem büyük günün azabından korkarım.” (15)

Kim kendisinden bu azap uzaklaştırılsa Allah ona rahmet etmiş olur. İşte büyük kazanç budur.” (16)

“Allah sana bir zararla dokunursa, onu kaldıran ancak O’dur. Eğer sana bir hayırla dokunursa, bil ki O her şeye kadirdir.” (17)

Kendi kulları üzerinde kahredici O’dur. Zira hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan O’dur.” (18)

Daha önceki ayetlerde, gökten yazılı bir kitabın indirilmesi ve Rasûl’ün bir melek olarak gelmesi yönündeki kâfirlerin taleplerine cevap verildikten sonra, onları azapla tehdit etti.

Allah, Kur’an mucizesiyle onlara meydan okudu; buna benzer bir kitap getirmelerini istedi. Aciz kalınca onlardan on sure getirmelerini istedi, yine başaramadılar. Bu sefer bir sure getirmelerini söyledi, yine acze düştüler. Yalanlayan eski kavimlerin akıbetlerini görmek için yerlerine gidip araştırmalarını talep etti. Onları her konuda acze düşürdükten sonra, kendi azameti ve büyüklüğüyle meydan okudu.

Onlara de ki: “Ey Muhammed! Gökler, yer ve içindekiler kime aittir? Hiç onların cevabını beklemeden de ki: “Allah’a aittir.” Bu konu tartışılamaz, onlarda aksini söyleyemezler. Zirakendileri yaratıcı değildir,bir sinek dahi yaratamazlar.

Nitekim Ankebut Suresi 61. ayette şöyle buyurulur: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneş ve aya kim boyun eğdirdi?” Onlara sorarsan, “Allah’tır” diyeceklerdir. “Öyleyse nasıl yalan uyduruyorsunuz?”
Ankebut Suresi 63. ayette ise şöyle buyurulur: “Gökten kim yağmur indirdi? Yeryüzü öldükten sonra onu kim diriltti?” Onlara sorarsan, “Allah’tır” diyeceklerdir. “Öyleyse, Allah’a hamdolsun. Aslında çoğu düşünmezler.”

Allah’ın varlığını kabul etmelerine rağmen O’na şirk koşarlar ya da Muhammed’in peygamberliğini ve Kur’an’ı inkâr ederler. Bu şekilde çelişkiye düşerler.

Lokman Suresi 25 ve Zümer Suresi 38. ayetlerde de “Gökleri ve yeri kim yarattı?” sorusuna, “Allah” diyecekleri belirtilmiştir. Bu nedenle cevapları hazırdır; Allah’ın varlığını ve yaratıcı olduğunu kabul etmişlerdir, fakat kitabını inkâr ederler. O’nun emir ve yasaklarına göre hareket etmek istemezler; kendi arzularına göre davranmak isterler. Allah’ın hâkimiyetini reddeder, egemenliği kendilerine ait kılmak isterler.

Mademki, gökler ve yer O’nundur; öyleyse mülk sahibi kendi mülküne egemendir. Bir malın sahibi olan kişiye, “Bu mülk senin ama üzerinde söz hakkın yoktur” demek ne kadar batıl ve anlamsızdır. Allah’tan bu hakkı gasp edip kendilerine ait kılarlar!

Bu, günümüzün kâfir laikleri, demokratları ve sosyalistleri gibidir; Allah’ın yaratıcı olduğunu kabul ederler, fakat egemenliğin halka ait olduğunu söylerler. Yine bir kısmı Allah’ın varlığını bile inkâr eder.Allah’ın karşısında güçsüz olan bu yaratıklar kibirlenir, Allah’a meydan okur hale gelir. Allah dilerse onlara hemen azap verir, fakat onları belli bir zamana kadar bırakır; sonra canlarını alır.

Yine de Allah rahmetlidir; onların tövbe edip iman etmelerini istemek üzere “Kendi üzerine rahmeti farz kıldı” diye bildirdi. Bir insan, küfründen tövbe ederek iman ederse ve sâlih amel işlerse Allah onu mutlaka affedecek, hatta günahlarını sevaba çevirecektir. Furkan Suresi 70. ayette de bu müjde verilmiştir.

Allah, rahmet ve mağfiretiyle ilgili birçok ayet indirdi. İnsanların tövbe etmeleri için kapı açtı. Ne kadar günah işleseler de, eğer günahlarından vazgeçip, şirkten uzak sağlam bir imana sahip olurlarsa; Kur’an’a ve içindeki tüm ayetlere inanır ve itaat ederlerse, Allah onları rahmetine dâhil eder, azaptan kurtarır ve cennete sokar.

“Muhakkak ki kıyamet gününde sizi toplayacaktır.” İşte kıyamet kopacak, bütün insanlar tekrar dirilecek ve hesap vermek için Allah’ın huzurunda toplanacaktır. Herkes dünyada yaptıklarından sorulacaktır.

O gün hakkında hiç şüphe yoktur.” Kesinlikle kıyamet kopacaktır; bununla ilgili en ufak bir şüphe yoktur. Bunu söyleyen Allah’tır; O, doğru sözlüdür, asla yalan söylemez ve şaka yapmaz.Ayetin başında da belirtildiği gibi, gökleri, yeri ve içindekileri yaratan O’dur. Onları tekrar yıkmaz mı? Elbette yıkar. Kıyamet günü hepsini paramparça edecek, yepyeni bir âlem yaratacaktır. İbrahim Suresi 49. ayette kıyamet günü yer ve göklerin değişeceği, başka yer ve gökler olacağı bildirilir. Bütün insanlar, tek olan ve kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkıp boyun eğecektir. Caniler zincirlerle bağlı olarak boyun eğeceklerdir.

Buna inanmayanlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır; kendi kendilerine yazık etmişlerdir. Ayet, bu duruma değinerek şöyle açıklıyor:

Kendi kendilerini hüsrana uğratanlar var ya! Onlar iman etmezler.

Ahiret gününe dair birçok ayet vardır çünkü son durak odur, ebedi olan odur, asıl hayat odur. Dünya geçicidir, imtihan yurdudur. Bu nedenle, akıl sahibi olan, kârlı çıkmak isteyen ve hüsrana uğramak istemeyen kimse, ebedi saadeti hedef edinir ve o gün için çalışır.

Dünya için çalışırken de, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden bir kimse, hem dünyayı hem de ahireti kazanır. Allah, kendi azameti ve üstünlüğünü pekiştirmek üzere “Gece ve gündüzde barınan her şey O’nundur. Nitekim O, işiten ve bilendir” diye bildirmiştir.

Gece ve gündüz, gökler ve yer üzerinde gerçekleşir. Güneş doğar, her yeri aydınlatır; batar, her yer karanlığa bürünür. Böylece gökler, yer ve içinde barındırdıkları her şey Allah’a aittir. Bu ayetle üstün bir belâgatle ifade edilmiştir.

Allah, yarattıklarını görür, işitir ve her şeyden haberdardır. Elbet yaratan yarattıklarını görür, işitir ve onları her yönden kuşatarak ne yaptıklarından haberdardır. Bu nedenle, akıllı bir kimse Allah’tan korkar, açık ve gizli O’na karşı gelmemeye çalışır.

“De ki: Gökleri ve yeri yaratan, yediren ve besleyen, fakat kendisi beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah’tan başka bir dost mu edineyim?” De ki:İlk Müslüman olmam emredildi. Müşriklerden asla olmayacağım!” (14)

Bu ayette Allah, kendisinden başka bir dost edinmeyi yasaklamaktadır. Rasulüne hitap ederek müminlerden de bunu talep etmektedir. Birçok ayette Allah, kendisinden başka bir veli (dost) edinmeyi nehyeder.

Bakara Suresi 107. Ayette tekidi soru ile gökler ve yerin Allah’ın mülkü olduğunu vurguladıktan sonra şu şekilde ifade eder:

 “Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”

Bu ayetlerde, akidevi konularda ve kâfirlere karşı taviz vermeden kesin bir duruş sergilemeyi emrettikten sonra bu ifade yer alır.

Bakara suresi120. Ayette: Yahudiler ve Hristiyanların, Rasul’den ve müminlerden hiç razı olmayacaklarını bildirdikten sonra: “Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” kısmı geçti.


Tevbe suresi116. Ayet: “Gökler ve yer Allah’ındır, O dilediği gibi öldürür ve yaşatır.” Diye söyledikten sonra: “Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”


Ankebut suresi 22. Ayet: “Yerde ve gökte Allah’ı acze düşüremezsiniz (O’nun iradesi ve egemenliği dışına çıkamazsınız).” Diye buyurduktan sonra: “Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” Dedi.
Buna benzer Şura suresi 22. Ayet: “Allah’ı yerde acze düşüremezsiniz. (Nereye giderseniz gidin, hemen sizi bulur ve emrini yerine getirir)” dedikten sonra: “Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”
Casiye suresi 19. Ayet: “Allah, takva sahibi kimselerin velisidir.” Diyebuyurdu.

İşte müminlerin dostu ve yardımcısı sadece Allah’tır. Öyleyse, O’na tevekkül edin, güvenin ve sarılın. Kâfirler hiçbir zaman sizin dostunuz ve yardımcınız olmaz; sizi dininizden vazgeçirmek için kandırmaya çalışırlar.

“ Besleyen, yediren O’dur”.

Bunun anlamı rızk veren O’dur. Herkese rızkını verir, fakat kendisi beslenmeye ve rızka hiçmuhtaç değildir.
Zariyat suresi 57-58. ayetlerde: “Onlardan bir rızk istemem, ben yedirmeye, beslemeye muhtaç değilim. Şüphesiz ki rızk veren, sağlam, yenilmez güce sahip olan ancak Allahtır.”


Veli, dost ve yakın olan demektir.
Eğer gökler ve yeri yaratan, rızk veren O ise, O’ndan uzaklaşır ve kâfirlere yakınlık gösterir misiniz?


Rasulü ve müminleri böyle bir tutum benimsemeyeemretmiştir.
Deki, ey Muhammed! Ey kâfirler! İlk Müslüman benimdir, ben hiçbirzaman sizden olmam, şirk koşmam, Allah’ı terk edip size yakın olmam.
Bu surenin sonuna doğru, 162-163. Ayetlerde şöyle buyurdu:

 “Deki, namazım, haccım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan Allah’a aittir. O’nun hiç ortağı yoktur. İşte bununla emredildim ve ilk Müslüman benimdir.”
Sizden korkmuyorum, Allah’ı dost edindim, O’nuntarafını tercih ettim, sadece O’ndan yardım beklerim.


Birçok ayette İblis, diğer şeytanlar, Yahudi, Hristiyan, müşrik gibi bütün çeşit kâfirler ve zalimleri veli edinmekten müminler nehyedilmiştir.


Kastedilen velilik, fikri,siyasi, askeri ve iktisadi alanlarda işbirliği yapmak, birlikte olmak, pakt kurmak, birbirine yardım etmektir. Kâfirlerle bu alanlarda olmak caiz değildir, büyük haramdır. Birçok ayette Allah, bunu yapanların ancak münafık ya da kalbi hasta olanlar olduğunu bildirmiştir.


Aynı anda müminlerin kâfirlerden uzak olup birbirlerini dost edinmeleri, birbirlerinin yardımcısı olmaları ve birbirlerine yakın olmaları emredilmiştir.


Tevbe suresi 71. ayette: “Erkek olsun kadın olsun müminler birbirlerinin velisidir.”
Maide suresi 55-56 ayetlerde: “Sizin veliniz sırf Allah, Rasulü ve müminlerdir.” “Kim Allah’ı, Rasulü ve müminleri veli edinirse, muhakkak ki Allah’ın hizbi ta kendisi galip gelir.”
İyilik ve takva işleri yapmak için müminler birbirlerine yardım ederken, Allah’ın dinine sarılır ve ona yardım ederler, onu her yerde hâkim kılmaya çalışırlar. Rasulüne sahip çıkarlar, onu savunurlar, onun sünnetine uyarlar.


“Deki, rabbime isyan etsem büyük günün azabından korkarım.” (15)
Allah, yukarıda emirlerine ve nehiylerine muhalefet etmekten sakındırdı ve büyük azapla tehdit etti. Kâfirlere söylemek üzere Rasulüne hitap ederek; ben Allah’tan korkarım, eğer O’nun emir ve nehiylerine karşı gelirsem, O’na isyan etmiş olurum. İsyanedenlerin cezası pek ağırdır.


“Kim kendisinden bu azap uzaklaştırılırsa, Allah ona rahmet etmiş olur. İşte büyük kazanç budur.” (16)


Cehennem azabıyla ilgili birçok ayet geçmiştir. Allah, kendisine isyan edenleri tehdit eder. Kim bu azaptan uzaklaştırılırsa, Allah ona rahmet etmiş olur, selamet götürür ve cennete sokar. En büyük kazanç budur.

Rasulüne hitap ettikten sonra herkesi kapsayan bir ifade sarf etti. Bunun anlamı, Rasulehitap, herkesi ilgilendirir. Zira Rasul masumdur, günah işlemez. Fakat Allah insanlara bildirmek üzere onun lisanıyla ve vasıtasıyla hitap eder. Herkes Allah’ı veli edinsin, Müslüman olsun, şirkten uzak dursun. Allahtan korksun, O’na isyan etmesin, emir ve nehiylerine riayet etsin. Böyle yaparsa, Allah onu azaptan uzaklaştırıp rahmet eder. O’nun rahmeti büyük kazançtır, onun neticesi cennettir.


“Allah sana bir zararla dokunursa, onu kaldıran ancak O’dur. Eğer sana bir hayırla dokunursa, bil ki O her şeye kadirdir.” (17)

Zarar ve hayır O’nun iradesiyle olduğu için bu şekilde ifade etmiştir.
Kâfirler Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i tehdit ettiler, ona eziyet çektirecekler ve çektirmeye başladılar, keza müminlere de. Allah ona bir zarar gelecekse, benim irademle olur ve ancak ben onu senden uzaklaştırırım. Yine de hayırlı bir şey, sevdiğin şey olacaksa, ancak ben onu takdir etmiş olurum. Ben her şeye kadirim.

Bu husus akidevi bir meseledir, imani bir meseledir. Zarar ve fayda, hayır veya şer ancak Allah’ın takdiriyle ve izniyle gerçekleşir. Bu nedenle mümin, kâfirlerin tehditlerinden ve eziyetlerinden korkmasın.
Zira insan daveti taşımasa ve Allah uğrunda mücadele etmese de başka yerden ona zarar gelecektir. Her insan zararla ve hayırla imtihan edilecektir.
Enbiya suresi 35. Ayette:

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi şerle ve hayırla imtihan edeceğiz. Sonra bize döneceksiniz” diye buyurdu.
İnsan ne kadar yaşarsa yaşasın, zaten ömrü sınırlıdır, muhakkak ölecektir. Yine de sevdiği, menfaatli gördüğü şeyle imtihan edileceği gibi sevmediği, ondan zarar gördüğü şeylede imtihan edilecektir. Hiçbir kimse bundan kaçamaz. Ondan sonra Allah’a dönecek neticeyi bilecektir. Eğer zararlara karşı sabretmişse ve iyiliklere karşı Allah’a teşekkür edip kulluk etmişse cennetlik olur, değilse azabauğratılır ve cehenneme atılır.
Allah uğrunda savaşta ve mücadelede öldürülmeyen kimse, başka şekilde öldürülür veya ölür. Bunun için hapse girmeyene başka zarar gelir; ağır bir hastalık, bir kaza, maddi veya manevi bir zarar görür.
Bakara suresi 155. ayette:

 “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneyeceğiz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”


“Kendi kulları üzerinde kahredici O’dur. Zira hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan O’dur” (18).


Kahretmek, güçlü şekilde galip gelmek demektir. Düşmanı kahretmek, onu yenip üstün gelmektir.
Allah kulları üstüne gelip onlara istediğini yapar. Bir zararla imtihan eder, onu istediği zamanda kaldırır, bir hayırla da imtihan eder, istediği zaman da onu değiştirir. O hikmet sahibidir. Niçin böyle yaptığını O bilir, her şeyden haberdardır.
Müslüman buna inanıp kavrarsa çok sabırlı olur, Allah’a hiç isyan etmez, başkaldırmaz, ibadetle, duayla, fazla salih amel yapmakla, fazla mücadele yapmakla O’na daha fazla yakınlık göstermeye çalışır.
Mümin kendi hayatını, iman, Allah’a güven ve dayanmak, O’nun uğrunda cihad ve mücadele, sebat ve sabırla süsleyip sürdürür. Ta ecel kendisine gelinceye kadar bu hal üzerinde devam eder.