– 7 –

Dünya Hayatının Doğası

Dünya hayatının eğlence ve Oyun olmasının Anlamı

Ondan Faydalanmanın Keyfiyeti

Kâfirleri Diriliş ve Ahiret Konusunda İkna Etme Yolu

Allah ve Ateş Karşısında Durmaları

Ahiretteki Tutumları ve Pişmanlık Duymaları

Takvalıların Mahiyeti ve Görevleri

Aydın Düşünmeye Davet Etmesi

وَقَالُوۡۤا اِنۡ هِىَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنۡيَا وَمَا نَحۡنُ بِمَبۡعُوۡثِيۡنَ‏ ﴿۲۹﴾  وَلَوۡ تَرٰٓى اِذۡ وُقِفُوۡا عَلٰى رَبِّهِمۡ‌ ؕ قَالَ اَلَـيۡسَ هٰذَا بِالۡحَـقِّ‌ ؕ قَالُوۡا بَلٰى وَرَبِّنَا‌ ؕ قَالَ فَذُوۡقُوا الۡعَذَابَ بِمَا كُنۡتُمۡ تَكۡفُرُوۡنَ‏ ﴿۳۰﴾  قَدۡ خَسِرَ الَّذِيۡنَ كَذَّبُوۡا بِلِقَآءِ اللّٰهِ‌ؕ حَتّٰٓى اِذَا جَآءَتۡهُمُ السَّاعَةُ بَغۡتَةً قَالُوۡا يٰحَسۡرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطۡنَا فِيۡهَا ۙ وَهُمۡ يَحۡمِلُوۡنَ اَوۡزَارَهُمۡ عَلٰى ظُهُوۡرِهِمۡ‌ؕ اَلَا سَآءَ مَا يَزِرُوۡنَ‏ ﴿۳۱﴾  وَ مَا الۡحَيٰوةُ الدُّنۡيَاۤ اِلَّا لَعِبٌ وَّلَهۡوٌ‌ ؕ وَلَـلدَّارُ الۡاٰخِرَةُ خَيۡرٌ لِّـلَّذِيۡنَ يَتَّقُوۡنَ‌ؕ اَفَلَا تَعۡقِلُوۡنَ‏ ﴿۳۲﴾ 

“Ve dediler ki, bizim hayatımız ancak bu dünya hayatıdır. Hiç diriltilip (ahirete) gönderilmeyeceğiz.” (29)
Rablerinin karşısında durduklarında onların halini görsen! (Allah) dedi ki:
“Hak olan bu değil midir?”
Dediler ki, Rabbimize yemin olsun ki evet.
(Allah) dedi ki:
“Kâfirliğinizin karşılığında azabı tadın.” (30)

Allah ile karşılaşmayı yalanlayanlar hüsrana uğramıştır. Beklenmedik bir şekilde üzerlerine kıyamet kopunca, ‘Günahları sırtlarımızda taşırken dünya hayatımızda yaptığımız aşırılıklar yüzünden yazıklar olsun bize!’ dediler. Taşıdıkları yük ne kadar kötüdür!” (31)

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Muhakkak ki ahiret yurdu takva sahipleri için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?” (32)

Bu surenin ilk ayetlerinde Allah, kendi yaratıcılığı üzerinde durdu: Gökleri, yeri, insanları ve her şeyi yarattığını ispatladı. Kendi azametini ve kudretini vurguladı.

Bundan sonra kâfirlerin Kur’an’ı ve Muhammed Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in peygamberliğini inkâr etmeleriyle ilgili iddiaları çürütüldü. Onların durumu kötülenerek, “Onlar şartlanmış, akıllarını ve kulaklarını kapatmışlardır. Ne anlarlar ne de dinlerler,” denildi. Bu nedenle cehennem karşısında durdurulacaklar ve kendilerine, “Hakkı inkâr ettiğiniz için azabı tadın,” denilecek. O anda pişmanlıklarını dile getirerek dünyaya geri dönmeyi talep edecekler: “Mümin olalım ve salih ameller işleyelim.” Ancak Allah, onların yalancılığını ortaya çıkaracak. Çünkü geri döndürülseler bile eski hallerine döneceklerdir. Onlara pek çok fırsat verilmiş olmasına rağmen tövbe etmek istememişlerdi.

Akıllarını kullanmak yerine arzularına uyup dünyaya aldanan bu insanlar, ‘Bu hayattan başka bir hayat yoktur. Bir kere yaşıyoruz; öyleyse bu hayatı tadalım, eğlenelim ve istediğimizi yapalım,’ dediler ve demektedirler.

Bu nedenle bu ayetlerde onların ahireti inkâr etmeleri üzerinde durulmuştur. Allah’ın karşısında durduklarında kendilerine sorulacak: “Diriliş ve bize dönüşünüz hak değil midir? Kıyamet ve ahiret hak değil midir?” Onlar Allah’a yemin ederek, “Evet,” diyeceklerdir.

Bu hayattan başka hayat olmadığına, öldükten sonra sadece kemik ve toprak olacağımıza bir daha dirilmeyeceğimize inanan bu insanları ikna etmek kolay değildir. Çünkü gayba dair meseleleri kabul ettirmek zordur. Bu nedenle önce Allah’a, Kur’an’a ve Muhammed Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in peygamberliğine aklen inanmayı sağlamak gerekir. İşte bu mesele üzerinde durulmuştur.

İnsan, bu hakikatlere kesin şekilde inandıktan sonra Allah’ın ve Rasulü’nün dediklerine de inanır. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifleri rehber edinir.

Kur’an’da yüzlerce ayet diriliş, ahiret ve oradaki durumlar; sorgulama, azap, cehennem, cennet ve nimetlerden söz eder. Diriliş ve ahiretin varlığını insanlara kabul ettirmek için pek çok örnek verilmiştir:

  • İnsan, yokken kim onu var etti? Onu yoktan yaratan, tekrar yaratamaz mı? Elbette yaratabilir.
  • Kışın bitkiler ve ağaçlar ölür, yazın yeniden dirilir.

Buna benzer örnekler insanlara gösterilmiştir. Akıl sahibi olan kesinlikle inanır. Ancak sorun, birçok insanın bu meseleleri düşünmek istememesidir.

Onların düşüncesi hep dünyayla sınırlıdır:

  • Nasıl daha çok mal ve mülk sahibi olabiliriz?
  • Nerede eğleniriz, nerede güzel yiyecek ve içecek buluruz?
  • Şehvetlerimizi nasıl tatmin ederiz?

Daha önceki ayette, “Ateşin karşısında durduklarında, ‘Keşke biz dünyaya döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve müminlerden olsak,’ dedikleri zamanı görsen,” buyrulmuştur. (En’am 27)

Bundan sonraki ayette ise,

“Rablerinin karşısında durduklarında onların halini görsen! (Allah) dedi ki: ‘Hak olan bu değil midir?’ Dediler ki: ‘Rabbimize yemin olsun ki evet.’ Allah dedi ki: ‘Kâfirliğinizin karşılığında azabı tadın.’” (En’am 30)

“Ateşin karşısında durduklarında” (En’am 27) ile “Rableri karşısında durduklarında” (En’am 30)
Takdim ve tehir meselesi vardır: Önce Rableri karşısında durdurulacaklar, bu tehir edildi, “Ateşin karşısında durduklarında” takdim edildi.
Siyaktan, uygun olmasından veya ehemmiyetinden dolayı takdim ve tehir yapılır.
Zira daha önce En’am suresi 22. ayette haşretmekten ve Allah’ın onlarla konuşmasından söz edildi. Ondan sonra Kur’an’ı ve Muhammed Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in peygamberliğini inkâr ettiklerinden dolayı En’am suresi 27. ayette geçtiği gibi onlara cehennem gösterildi. Ahireti inkâr ettikleri için Allah karşısında durdurulacaklar ve “Diriliş ve bize dönüşünüz hak değil mi?” diye sorgulanacaklar. Onlar “Evet” diyerek Allah’a yemin ederek ikrar edecekler.

Şimdi ise sadece cehennem karşısında durmayacaklar, atılacaklar; Onlara “Kâfirliklerinden dolayı azabı tadın” denilecektir. Bunun manası, cehenneme atılacaklarıdır.

Kâfirlikleri çoktur: Allah’ın vahdaniyetini inkâr ettiler, şirk koştular, Kur’an’ı ve Muhammed Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in peygamberliğini inkâr ettiler, dirilişi ve ahireti inkâr ettiler.
İşte Allah ile karşılaşmayı yalanladılar. Allah’ın karşısına çıkıp sorgulanacaklarını inkâr ettiler. Bunlar tam hüsrandadır. Belki dünyayı kazandılar, hayvanlar gibi yediler, içtiler, eğlendiler ve oynadılar, şehvetlerini ve zevklerini tatmin ettiler. Fakat ahiretteki ebedî güzel hayatı tamamen kaybettiler.

Kıyamet kopunca hepsi dirilecek ve hakikati görecekler; o zamanda pişmanlıklarınıyansıtacaklar.
Kıyamet birden ve beklenmedik bir şekilde kopar. Daha önce ölenler hemen dirilir. Kıyamet kopmasına yakın zamanda yaşayanlara kıyamet kopar. Onlar kopmasını görürler. O anda ölürler ve eskiler gibi dirilirler.

Dünyada gösterdikleri ifratlarından dolayı kendi kendilerine “Yazıklar olsun bize!” diyecekler. İfrat ise haddi aşmaktır, aşırıya gitmek veya unutmak anlamına gelir. Bütün bu manalar onlara intibak etmektedir.

Allah’ın sınırlarını aştılar, haramı helali tanımadan zevklerine ve çıkarlarına göre hareket ettiler. Ahireti ve dirilişi unuttular, tam gaflete düştüler; dünya onları aldattı.
Kıyamet gününde sırtlarında günahları taşıyacaklarının ifadesi mecazidir. Bunun manası, onların günahkâr ve suçlu olduklarıdır.

Onların taşıdıkları o günahlar ne kadar kötü bir şeydir! Hepsinin cezasını çekecekler.

“Dünya hayatı ancak oyun ve eğlencedir. Muhakkak ki ahiret yurdu, takva sahipleri için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?!” (En’am 32)

Allah burada dünya hayatının tabiatını açıklar: oyun ve eğlencedir. Muhammed Suresi 36. ayette aynı şey tekit edilmiştir. Yine Hadid Suresi 20. ayette şöyle denmiştir: “Dünya oyun ve eğlencedir, ziynet, birbirinize karşı övünmek, para, mal ve çocukları çoğaltmaktır.”

Normal olarak insanlar oynamak, eğlenmek, ziynetleri ve güzel şeyleri elde etmek, sahip oldukları şeylerle birbirlerine karşı övünmek, para, mal ve çocuklarını çoğaltmak isterler. Bunlar içgüdüsel hususlardır.

İslam bunları yasaklamamış ve içgüdüleri köreltmemiştir; fakat ahkâmına göre zaptetmiş, bunlarla ilgili şer’i hükümler beyan etmiştir.
İnsan nasıl, neyle ve kiminle oynar ve eğlenir, bunu göstermiştir. Misal olarak: Karı koca özel hayatlarında oynar ve eğlenirler, içgüdülerini tatmin ederler. Çocuklarıyla ve yakın akrabalarıyla oynar ve eğlenirler. Erkekler yabancı kadınlarla oynayamaz ve eğlenemez.

Müslümanlıkla, salih amelle, Allah’a davet etmekle, cihadla ve zaferlerle övünür.
Irklarıyla, şahıslarıyla, mallarıyla ve çocuklarıyla övünmek yasaklanmıştır.

Allah için para, mal ve çocuklarını çoğaltmaya ve kullanmaya çalışırlar.
Allah’ın mübah kıldığı süslü şeyleri elde etmeye çalışırlar. Aynı anda bunlara düşkün olmaz, hep ahireti düşünürler.

Ayetin sonunda bu dünyadaki zevklerin geçici olduğu vurgulanır. Ahirette ise ya şiddetli azap vardır ya da Allah’ın mağfireti ve rızası.
Bunlarla ilgili Allah’ın emrine muhalefet edenlere şiddetli azap vardır. Allah’ın emrine uyanlara ise Allah’ın mağfireti ve rızası vardır.
Ayetin sonunda “Dünya hayatı aldatıcıdır” denir. İnsan Allah’ı unutarak dünyaya dalarsa ve ona düşkün olursa kaybeder.

Al-i İmran suresi 14. Ayette:

 “İnsanlara kadınlar, evlatlar, öbek öbek yığılmış altın ve gümüş, güzel cins atlar, davar-hayvanlar ve ekinler hoş gösterilip sevdirildi. Bunlar dünya hayatının tadılacak nimetleridir.”
Normalde dünyada insanın arzuları bunlardır. Bunları elde etmek yasaklanmamıştır. Sadece haram yollarla bunları elde etmek yasaklanmıştır. Aynı zamanda bunlara aşırı düşkünlük de yasaklanmıştır. Çünkü ahirette bunlardan daha güzel nimetler vardır.Bu nedenle sonraki ayette şöyle devam edilir:
“Oysa Allah katında varılacak daha güzel yer vardır. De ki: Size bu dünya nimetlerinden daha hayırlı olanı söyleyeyim mi? Allah’ın yanında takvalılar için şunlar hazırlandı: Altından ırmaklar akan cennetler; orada ebediyen kalacaklar, taharetli ve tertemiz zevceler ve Allah’ın rızasıdır. Şüphesiz ki Allah kulların durumlarını bilip görür.”

Peki, takvalılar kimdir? Ayetin sonunda onları şöyle tanıtır:
“Bu takvalılar şunlardır: ‘Rabbimiz! Sana iman ettik, bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru.’ diyenlerdir. Yine de bu takvalılar; sabırlı, sadık, Allah’a boyun eğen, Allah uğrunda harcayanlar ve seher vakitlerinde mağfiret dileyenlerdir.”

Al-i İmran suresi 14-17. ayetlere yaptığımız tefsire dönüp detayları öğrenebilirsiniz. Ayrıca başka ayetlerde takvalıların başka sıfatlarını da açıklar: Namaz kılarlar, oruç tutarlar, zekât verirler, marufu emrederler, münkeri nehyederler, cihad ederler. Kısaca, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından uzak durmaya çalışanlardır. Onlar aynı zamanda Allah’ın velileridir.

İşte takvalılar, dünyadan nasiplerini helal yollarla alırken hep ahireti düşünür ve Allah’ın rızasını kazanmaya çalışırlar. Allah, “Muhakkak ki ahiret yurdu takva sahipleri için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz?!” diye buyururken, dünyanın kısa ve geçici, ahiretin ise daimi ve ebedi olduğunu vurgular. Akledenler ve düşünen kimseler bunu idrak eder.

Aydın düşünenler bunu kavrarlar; dünyanın ve kâinatın öncesini, sonrasını ve hakikatini sorgularlar: ‘Niçin geldik? Kim bizi var etti? Ne için var etti?’ diye aydın düşünürler ve gerçeği idrak ederler.

Kâfirler, münafıklar ve fâcirler ise sadece dünyayı nasıl kazanacaklarını düşünür, aldanırlar. Dünya onları aldatır. Allah, derin ve aydın düşünmeye davet eder; yüzeyselliği ve sığ düşünceyi kötüler. Sadece dünyayı düşünenler sığ düşünürler.

Bu nedenle, insanları derin ve aydın düşünmeye çağırmak, derin ve aydın fikirler sunmak, takvalıların önemli vazifelerindendir.

İnsanları en fazla saptıran, dünyayı sevdiren, onların dünyaya düşkün olmasını sağlayan, maddiyata yönlendiren, ruhani ve imani atmosferden uzaklaştıran ise hâlen geçerli olan gayri İslamî sistem, kamuoyu, örf ve atmosferdir.

Takva sahipleri, cemaat ve hizip hâlinde örgütlenip bu düzeni değiştirmek için mücadele ederler. Bu mücadele takvanın önemli bir alâmetidir. İslam sistemlerini uygulayan bir İslam devleti kurmaya çalışır, İslam kamuoyu, örf ve imani bir atmosfer oluşturmaya gayret ederler.

Bu çalışma, İslam davetini taşıyanların önemli bir vazifesidir.