– 8 –
Rasulün insanların dediklerine üzülmesi
Onların yalanlamalarından dolayı üzülmesi
Gerçeği bildikleri halde yalanlamaları
Rasullerin tekzip edilmesi ve eziyet görmeleri
Sabretmelerine karşı zaferi elde etmeleri
Dava adamlarının onlara benzemesi
İnsanların dava adamlarına güven sağlaması

قَدۡ نَـعۡلَمُ اِنَّهٗ لَيَحۡزُنُكَ الَّذِىۡ يَقُوۡلُوۡنَ‌ فَاِنَّهُمۡ لَا يُكَذِّبُوۡنَكَ وَلٰـكِنَّ الظّٰلِمِيۡنَ بِاٰيٰتِ اللّٰهِ يَجۡحَدُوۡنَ‏ ﴿۳۳﴾  وَلَقَدۡ كُذِّبَتۡ رُسُلٌ مِّنۡ قَبۡلِكَ فَصَبَرُوۡا عَلٰى مَا كُذِّبُوۡا وَاُوۡذُوۡا حَتّٰٓى اَتٰٮهُمۡ نَصۡرُنَا‌ ۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمٰتِ اللّٰهِ‌ ۚ وَلَقَدۡ جَآءَكَ مِنۡ نَّبَاِى الۡمُرۡسَلِيۡنَ‏ ﴿۳۴﴾ 

 “Onların söylediklerinin seni üzdüğünü biz elbette biliyoruz. Gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler bile bile Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar” (33).
“Senden önce nice resuller yalanlanmıştır. Fakat yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşı yardımımız gelinceye kadar sabrettiler. Allah’ın sözlerini değiştiren yoktur. Muhakkak ki gönderilenlerin (Resul ve peygamberlerin) haberlerinin bir kısmı sana gelmiştir” (34).

Mekke halkı, İslam gelmeden ve Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem Resul olarak gönderilmeden önce onu iyi tanıyor, ona çok güveniyor ve onu “Sadık” ve “Emin” sıfatlarıyla anıyorlardı. Hiçbir zaman bir kere dahi yalan söylediği görülmemiştir.

Bu nedenle Rasulullah’a, kavmine hitaben birkaç ayette “Sizden bir Rasul gönderdik” ifadeleriyle dikkat çekilmiştir:

كَمَآ اَرۡسَلۡنَا فِيۡکُمۡ رَسُوۡلًا مِّنۡکُمۡ

 “Size sizden bir Rasul gönderdiğimiz gibi” (Bakara 151).

لَـقَدۡ جَآءَكُمۡ رَسُوۡلٌ مِّنۡ اَنۡفُسِكُمۡ

 “Muhakkak ki, içinizden size bir Rasul gelmiştir” (Tevbe 128).

هُوَ الَّذِىۡ بَعَثَ فِى الۡاُمِّيّٖنَ رَسُوۡلًا مِّنۡهُمۡ

 “Ümmilere kendilerinden bir Rasul gönderendir O” (Cuma 2).

Böylece onların dikkatini çekmiş ve demiştir: “Kendinizden bir Rasul gönderdik; onu tanıyorsunuz, ona güveniyorsunuz. Ona İslam risaleti gelmeden önce sizin aranızda 40 yıl yaşadı.”

قُلْ لَّوۡ شَآءَ اللّٰهُ مَا تَلَوۡتُهٗ عَلَيۡكُمۡ وَلَاۤ اَدۡرٰٮكُمۡ بِهٖ ‌ۖ فَقَدۡ لَبِثۡتُ فِيۡكُمۡ عُمُرًا مِّنۡ قَبۡلِهٖ ؕ اَفَلَا تَعۡقِلُوۡنَ‏


“De ki: Allah isteseydi size bunu (Kur’an’ı) okumazdım, onu size de bildirmezdi ve idrak ettirmezdi. Bundan önce sizin aranızda bir ömür kaldım, uzun yıllar geçirdim. Düşünmez misiniz?” (Yunus 16).

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, kavminin kendisine iftira atmalarından üzülmüş ve onlara şöyle demesi gerekmiştir:
“Sizin aranızda doğdum, büyüdüm. Sizinle alışveriş yaptım, aranızda en iffetli ve şerefli kadınlardan birisiyle evlendim, çocuk sahibi oldum. Siz beni iyi tanıyorsunuz, güveniyorsunuz. Hiç şiir söylemedim, sihir yapmadım. Beni nasıl birden yalanlayabiliyor, nasıl böyle iftira ediyorsunuz?”

Bir insan, suçsuz olduğunu bildiği halde kendisine iftira atıldığında ve doğru söylediği halde yalanlandığında elbette çok üzülür. Allah, Rasul’üne teselli ederek şöyle dedi:
“Onların söylediklerinin seni üzdüğünü biz elbette biliyoruz” ve ekledi: “Gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar”. Onlar, senin söylediklerinin doğru olduğunu içlerinde ikrar ediyorlar; ancak bunu itiraf etmek istemiyorlar. Allah da buyuruyor ki: “O zalimler bile bile Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.” Dedi.

Hem Rasulullah’a karşı haksızlık yaptıkları, hem de inanmadıkları, bir de şirk koştukları için zalim olarak sayılmıştır.
Birçok sahih rivayete göre, Ebu Cehil, Ebu Sufyan ve Ahnes bin Şureyk gibi Kureyş’in ileri gelenleri, gizlice geceleyin Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in evinin etrafında oturup Kur’an’ı dinliyorlardı. Hayran kalıyorlardı.Hatta Utbe bin Rabia ve Velid bin Elmuğire gibi doğrudan Kur’an’ı dinleyenler vardı, şaşıp kaldılar. Onu övdüler; pek üstün olduğunu ve ondan daha üstün bir şey olamayacağını söylediler. Ancak saltanatları için korktular. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e tabi olmak istemediler; kibirleri vardı. Bu nedenle ona çeşitli ithamlarda bulundular.

“Zuhre kabilesinin ileri gelenlerinden Ahnes bin Şureyk, bir gün Ebu Cehil’e şöyle dedi:
“Muhammed hakkında ne diyorsun? O sadık bir kişi mi, yoksa yalancı mıdır?”
Ebu Cehil, “Vay sana! O sadıktır, hiç yalan söylememiştir. Ancak, Kusay oğulları (Rasulullah’ın kabilesi) hacılara su sağlama, Kâbe’yi koruma işi ve şimdi de peygamberlik gibi bütün üstünlükleri ele geçirirse diğer Kureyş boylarına ne kalır?” dedi.” (Taberi)

Kureyş’in ileri gelenlerinden biri olan Utbe bin Rabia (lakabı Ebu-l Velid, Ebu Sufyan’ın karısı Hind’in babasıdır), Kureyş’in meclisinde liderleriyle beraber otururken şöyle dedi:
“Ey Kureyş! Muhammed’in yanına gideceğim ve ona bir takım teklifler sunacağım. Belki bunlardan bazılarını kabul eder, böylece istediğini veririz ve bizimle uğraşmaktan vazgeçer.”
Dediler ki: “Evet, ey Ebu-l Velid, ona git ve onunla konuş.”

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Mescid-i Haram’da otururken, Utbe onun yanına geldi ve (yumuşakça ve saygıyla) şöyle seslendi:
“Ey kardeşimin oğlu! Sen bizim aşiretimizdeki kıymetinin ve nesebinin ne kadar yüksek olduğunu bilirsin. Ancak sen kavmine büyük bir mesele getirdin. Onların cemaatini böldün, görüşlerini alçalttın, dinlerini ve ilahlarını kötüledin, geçmişte babalarından aldıklarını reddettin. Sana bir takım teklifler sunacağım. Belki bazılarını kabul edersin.”

Rasulullah, “Ey Ebu-l Velid! Söyle, seni dinliyorum,”dedi.
Utbe şöyle dedi:
“Ey kardeşimin oğlu! Eğer bu getirdiğin şeye karşılık mal istiyorsan, sana mal toplarız; böylece aramızdaki en zengin kişi olursun.
Eğer şeref ve üstünlük istiyorsan, seni üzerimizde efendimiz yaparız; senin görüşünü dinlemeden bir karar almayız.
Eğer krallık istiyorsan, seni başımıza kral yaparız.
Eğer sana gelen bir hastalık veya hayalet ise, seni tedavi ettirmek için mal toplarız; şifaya kavuşuncaya kadar harcarız.”

Rasulullah, “Ey Ebu-l Velid! Söyleyeceğin şeyler bitti mi?” diye sordu. Utbe, “Evet,” dedi. Bunun üzerine Rasulullah, ona Secde Suresi’nin başından 15. ayetine kadar okudu ve secde etti.
Utbe, Kureyş’in meclisine döndüğünde, yüzü değişmişti. Onlar, “Ebu-l Velid, seni büyüledi mi?” diye sordular. Utbe oturdu ve şöyle dedi:
“Ey Kureyş topluluğu! Bana söylediklerinizi yaptım ve onunla konuştum. Ancak bana işittirdiği sözler, daha önce hiçbir insanın ağzından duymadığım şeylerdi. Bu kelamın karşısında ne diyeceğimi bilemedim.

Ey Kureyş topluluğu! Bugün benim dediğimi yapın, sonra ne isterseniz yapın. Bu adamı bulunduğu haliyle bırakın ve ondan uzak durun. Eğer Araplar arasında üstün gelirse onun şeref ve izzeti sizin izzetiniz olur. Eğer ona karşı galip gelirlerse, onunla başkaları uğraşmış olur. Ancak benim görüşüm budur, istediğinizi yapın.” (İbni İshak – Hişam)

Kureyş liderleri, Hamza’nın İslam’a girdiğini, Rasulullah’ın arkadaşlarının sayısının arttığını ve bunların sebatlılığını ve işkencelere rağmen bu davetin yayılmasını engelleyemediklerini görünce bu tür teklifler sundular.

Bu durum, İslam davetini taşıyan ve Hilafeti kurmak için mücadele edenler için güzel bir örnektir. Zira muhkem ayetlerle emredildiği gibi, sebat göstermeli ve asla taviz vermemelidirler.

İmanı, iradesi, cesareti ve görüşü zayıf olanlar veya dünyaya düşkün, korkak olanlar taviz gösterip kâfirlerin isteklerine uyarlar, küfür yönetimlerine katılırlar ve “Biz İslam’a ve Müslümanlara hizmet ediyoruz” diyerek insanları kandırmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerine ve kâfirlere hizmet ederler. Türkiye’de, Mısır’da, Tunus’ta, Ürdün’de ve diğer İslam beldelerinde onların bu kötü örneklerini gördük.

Bu ayetten çıkarılan bir diğer husus ise, davet adamının sadıklığı, eminliği ve dürüstlüğüyle tanınması gerektiğidir. İnsanlar onu yalanlamaya çalışsa da içten içe doğru olduğunu bilirler. Bu, zamanla etkisini gösterir ve daveti başarıya ulaştırır.

Ayrıca, daima ileri gelenler hak davalarına karşı çıkarlar, çünkü saltanatlarını korumak isterler. Hakka yanaşmıyorlarsa, onları teşhir etmek ve onlara hiçbir şekilde taviz göstermemek gerekir. Buna rağmen, dürüst, samimi ve mert olanlar kazanmaya çalışılmalıdır. Hamza ve Ömer gibi şahsiyetler, Medine’de Saad bin Muaz ve Usayid bin Hudeyr gibi önderler bunun örnekleridir. Nusret (yardım) bunlar üzerinden gelir.

Rasulullah, kâfirler kendisini yalanladıklarında üzülünce, Allah onu teselli ederek “Senden önce nice rasuller yalanlanmıştır” diyerek hatırlatmada bulundu ve “Fakat yalanlamalarına ve eziyet edilmelerine karşı yardımımız gelinceye kadar sabrettiler” diye buyurdu.

Tüm rasuller senin gibi tekzip edildi, ey sevgili Rasulüm. Bu durum normaldir; insanlar babalarının dinlerine, adetlerine ve geleneklerine çok bağlıdır. Bu bağlamda ters bir davetle karşılaştıklarında yalanlamaya başlarlar. Özellikle ileri gelenler, saltanatlarını koruma korkusuyla yalanlar ve takipçilerinin de yalanlamalarını teşvik ederler.

Allah’ın yardımı, sabırdan sonra gelir. Çünkü tekziplere ve eziyetlere rağmen sabretmek ve caymamak, taviz vermemek Allah’ın yardımını celbeder. Bakara Suresi 214. ayette de belirtildiği gibi, daha önceki müminlerin başına gelen musibetler ve zararlar gelmedikçe cennete giriş ve zafer mümkün değildir.

Ankebut Suresi 10. ayette, bazı insanların Allah’a iman ettiklerini iddia ettikleri, ancak eziyet gördüklerinde insanların eziyetlerini Allah’ın azabıyla eş tutarak davadan caydıkları anlatılır. Sebat eden müminlere Allah’ın yardımı geldiğinde, bu kimseler “Biz sizinle beraberdik” diyerek yanlarında olduklarını iddia ederler. Ancak Allah, insanların kalplerindekini en iyi bilendir.

Yusuf Aleyhisselam’ın küfür yönetimine katılıp küfrü uyguladığına dair iddialar bu ayetle çürütülür. Tüm peygamberler ve rasuller, kavimlerinin tekziplerine ve eziyetlerine sabrettiler. Yusuf Aleyhisselam, kralın karısının zina teklifini reddedip bu kötülüğe düşmektense birkaç yıl hapis cezasını tercih etti. Oysa Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemek ya da küfürle hükmetmek, zina günahından kat kat daha büyüktür. Yusuf Aleyhisselam’ın küfür yönetimine katılarak bu günahı işlemesi düşünülemez.

Nitekim Yusuf Suresi 40. ve 67. ayetlerde “Hüküm yalnızca Allah’a aittir” ifadesi yer alır. Hâkimiyet Allah’ındır. Nebiler, küfürle yönetmek için değil, küfrü ortadan kaldırarak Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek için gönderilirler.

Nebilerin ve rasullerin sonuncusu olan güzel örneğimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Allah’ın sabır tavsiyesine uyarak Kureyş’in tekliflerini reddetti. Onların iman etmelerini ve kendisine tabi olmalarını istedi.

Hatta onun hamisi olan amcası Ebu Talib, bu tekliflerin kabul edilmesini istedi. Zira o da Rasulullah’ı himaye ederken eziyet görüyordu. Yeğenine dünyayı sundular. Rasulullah ona şöyle dedi:

 “Ey amcam! Allah’a yemin ederim ki, bu emri (davayı ve mücadeleyi) terk etmem için sağ elime güneşi ve sol elime ayı koysalar, yine de terk etmem. Ya Allah bu dini yükseltir ya da onun uğrunda ölürüm.” (İbni İshak, İbni Hişam)

Hizbiyle beraber Rasulullah sabredince, Allah’ın yardımı kendisine ve hizbine yetişti. İmana dayalı sağlam bir devlet kurdu. Temeli sağlam olduğu için 13 asır devam etti. Son asırda, Müslümanların fikren ve siyaseten ihmali ile gevşekliği olmasaydı, bu devleti yıkan kâfirlerin ve ajanlarının sinsi hileleri suya düşecekti. Bu devlet günümüze kadar da devam edecekti.Maalesef bu kâfirler, 1924 yılında İstanbul’da yıkmayı başardılar.

Fakat bu meseleyi kavrayan ve Rasulullah’ı örnek edinenler çıktı. Özellikle 1953’te bir hizip kurup, o devleti yeniden tesis etmek için çalışmaya başladılar. Bunlar, insanların tekziplerine ve eziyetlerine sabrederek çalışmalarını sürdürmektedirler. Şüphesiz ki Allah, sabredenleri zaferiyle ve yardımıyla ödüllendirecektir.

اِنَّا لَنَـنۡصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا فِى الۡحَيٰوةِ الدُّنۡيَا وَيَوۡمَ يَقُوۡمُ الۡاَشۡهَادُ ۙ‏

 “Biz muhakkak ki, rasullerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin kalktığı günde (kıyamet gününde) yardım edeceğiz.” (Ğafir/Mümin 51)

ثُمَّ نُنَجِّىۡ رُسُلَنَا وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا‌ كَذٰلِكَ‌ۚ حَقًّا عَلَيۡنَا نُـنۡجِ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ

 “Sonra rasullerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak, bizim üzerimizde bir haktır.” (Yunus 103)

“Allah’ın sözlerini değiştiren yoktur.” Allah, zafer ve yardımla rasullerine ve müminlere verdiği sözü kimse değiştiremez. Muhakkak ki bu yardım er ya da geç gelecektir.Allah, bütün peygamberlerin kıssalarını anlatmadığını ifade ederek: “Muhakkak ki gönderilenlerin (rasul ve peygamberlerin) haberlerinin bir kısmı sana gelmiştir.” ayetini indirdi. Bunlar birer örneklerdir. Bunun manası şudur: Bütün nebiler ve rasuller sabrettiler ve Allah onlara yardım etti.Her asırda da nebiler gibi daveti taşıyıp sabredenlere Allah’ın yardımı yetişecektir.