– 10 –
Dabbelerin Manası
Kıyamet Gününde Haşrolunması
Hayvanların Tekrar Dirilmesi
Birbirlerinden Haklarını Alması
Yönetici ve Memurların Aldıkları Hediyeler
Dünyada ve Ahirette Bunların Cezası
Kitabın Eksiksiz Olması
Her Tür Mahlûkun Bir Ümmet Olması
Kâfirlere Azap ve Kıyametin Gelmesi
O Hallerde Allah’a Yalvarmaları
Dualarının Allah Tarafından Kabul Edilmesi
Hidayeti Reddetmeleri
وَمَا مِنۡ دَآبَّةٍ فِى الۡاَرۡضِ وَلَا طٰۤٮِٕرٍ يَّطِيۡرُ بِجَنَاحَيۡهِ اِلَّاۤ اُمَمٌ اَمۡثَالُـكُمۡؕ مَا فَرَّطۡنَا فِى الۡـكِتٰبِ مِنۡ شَىۡءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمۡ يُحۡشَرُوۡنَ ﴿۳۸﴾ وَالَّذِيۡنَ كَذَّبُوۡا بِاٰيٰتِنَا صُمٌّ وَّبُكۡمٌ فِى الظُّلُمٰتِؕ مَنۡ يَّشَاِ اللّٰهُ يُضۡلِلۡهُ ؕ وَمَنۡ يَّشَاۡ يَجۡعَلۡهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُّسۡتَقِيۡمٍ ﴿۳۹﴾ قُلۡ اَرَءَيۡتَكُمۡ اِنۡ اَتٰٮكُمۡ عَذَابُ اللّٰهِ اَوۡ اَ تَتۡكُمُ السَّاعَةُ اَغَيۡرَ اللّٰهِ تَدۡعُوۡنَۚ اِنۡ كُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ ﴿۴۰﴾ بَلۡ اِيَّاهُ تَدۡعُوۡنَ فَيَكۡشِفُ مَا تَدۡعُوۡنَ اِلَيۡهِ اِنۡ شَآءَ وَتَنۡسَوۡنَ مَا تُشۡرِكُوۡنَ ﴿۴۱﴾
“Yerde yürüyen her tür dabbe ve iki kanadıyla uçan kuş, ancak sizin gibi birer ümmettir. Biz kitapta eksik bir şey bırakmadık. Sonra onların hepsi Rablerinin huzurunda haşrolunacaktır (38).
Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisinde kalmış sağır ve dilsizdirler. Allah dilediği kimseyi dalalete düşürür, dilediği kimseyi doğru yol üzere kılar (39).
De ki: Size Allah’ın azabı gelirse veya kıyamet günü gelirse, bakın; Allah’tan başkasına dua eder misiniz? Eğer sadık kimseler iseniz gerçeği söyleyin (40).
Daha doğrusu, yalnız O’na dua edersiniz. O da dilerse, dua ettiğiniz ve yalvardığınız şeyi giderir. Bu halde koştuğunuz ortakları unutursunuz (41).”
Daha önceki ayetlerde kâfirler iman etmek için sürekli ayet ve mucize istemişlerdi. Allah, yarattığı yeryüzünü ve üzerindeki her şeyin birer ayet olduğunu göstermektedir. Bunların yaratılışı başlı başına büyük bir mucizedir. Hiçbir kimse benzerini yaratamaz.
Fakat iman etmek istemeyenler, inatlarına devam ederek hep mucizeler istemişlerdir. Bu nedenle Allah, onları ölü olarak saymıştır. Bu ayetlerde ise karanlıkta kalan sağır ve dilsiz kimselere benzetmiştir.
Allah, yarattığı dabbeler ve kuşlara insanların dikkatini çekmek istemektedir.
Arapçada “dabbe”, yerde yürüyen her canlıdır. Allah şöyle buyurmuştur:
وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَآبَّةٍ مِّنۡ مَّآءٍ ۚفَمِنۡهُمۡ مَّنۡ يَّمۡشِىۡ عَلٰى بَطۡنِهٖۚ وَمِنۡهُمۡ مَّنۡ يَّمۡشِىۡ عَلٰى رِجۡلَيۡنِ وَمِنۡهُمۡ مَّنۡ يَّمۡشِىۡ عَلٰٓى اَرۡبَعٍؕ يَخۡلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَآءُؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ قَدِيۡرٌ
“Allah her dabbeyi sudan yarattı. Onlardan (yılan gibi) karnı üzerinde yürüyenler, onlardan (insan gibi) iki ayak üzerinde yürüyenler ve onlardan (at, eşek, katır gibi) dört ayak üzerinde yürüyenler vardır. Aynı zamanda Allah, dilediği şeyi yaratır. Şüphesiz ki Allah, her şeye kadirdir” (Nur 45).
Her çeşit mahlûkat birer ümmettir. Birer tür, cemaat veya cinstir. Nitekim Arapçada ümmet, bir sayı veya grup anlamına gelir.
Bu açıdan bakıldığında bütün insanlar bir ümmettir; bir cinstir, bir tür mahlûkattır. İnsanlar gibi her cins hayvan ve kuş da birer ümmettir. Denizdeki mahlûklar yerden bir parçadır. Nitekim deniz yerden bir parça sayılır. Oradaki canlılar ayaklı veya ayaksız, kanatlı veya kanatsızdır, yüzerler. “Allah istediği şeyi yaratır” ifadesine dâhildir. Böcekler, haşereler, mikrop, virüsve bakteriler de “Allah’ın istediği şeyi yaratır” ifadesine dâhildir. Bütün mahlûklar Allah’ın varlığına delalet eden birer ayetler ve mucizelerdir.
Kuran’da “dabbe”nin örfi manası dört ayaklı hayvandır. Allah, kâfirleri dabbelere benzetmiştir. Allah’ın ayetlerinden ve Rasulünün sünnetinden yüz çevirenleri, sağır ve dilsiz dört ayaklı hayvanlara benzetmiştir.
Enfal suresi 20-23 ayetlerinde Allah, müminlerin kendisine ve Rasulüne itaat etmelerini emretmiş ve onların dediklerini işitip yüz çevirmemelerini istemiştir.
“İşittik” deyip gerçekte işitmeyenler gibi olmamaları gerektiğini belirtmiştir.
Çünkü “en şerli dabbeler” sağır, dilsiz ve düşünmeyenlerdir; Allah ve Rasulüne itaat etmeyenlerdir.
Istılahı manada “Ümmet”, kendisinden hayat nizamı fışkıran akideye inanan insanların topluluğudur. İslam ümmeti, İslam akidesine ve bundan fışkıran hayat nizamına inanan tüm müminlerin toplamıdır. Bütün Müslümanlardır. Hepsi tek ümmettir. Bundan dolayı küfür milleti (ümmeti) birdir, İslam milleti birdir denilince doğrudur. Zira millet,ümmet anlamında kullanıldığı gibidin anlamında da kullanılır.
Bakara Suresi 213. Ayette geçtiği gibi, bütün insanlar başlangıçta tek bir ümmet idi. Nebiler gönderilince insanlar bölündüler. Nebilere ve Allah’tan gelen risaleye iman edenler bir ümmet oldu. İnkâr edenler ise ayrı bir ümmet, yani küfür milletidir.
Kur’an-ı Kerim’de Allah, İslam ümmetini övmüştür. Bakara Suresi 107. ayette ümmeti “vasat” olarak nitelemiştir. Bunun anlamı; hayırlı, adaletli, güvenilir ve şahitliği kabul edilen bir ümmettir. Kıyamet gününde, bütün insanlara hak dinini tebliğ ettiğine dair şahitlik yapacaktır. Al-i İmran Suresi 110. ayette ise İslam ümmeti, insanlara çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak vasıflandırılmıştır. Çünkü Allah’a inanıyor, marufu emrediyor ve münkeri nehyediyor. Bunun anlamı, Allah’ın dinini hâkim kılıyor, yayıyor ve savunuyor. Bu ayetleri daha önce tefsir ettik; detaylarını tefsirimizde okuyabilirsiniz.
“Biz kitapta eksik bir şey bırakmadık” ayeti şu şekilde anlaşılabilir:
Kitap, Levh-i Mahfuz anlamında olabilir. Her şeyin Levh-i Mahfuz’da yazıldığına işaret eder. Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim anlamında da olabilir. Çünkü Kur’an eksiksizdir.
Lavh-ı mahfuzda yazı ise Allah’ın ilmine delalet eden bir kinayedir. Allah her şeyi bilir, yaratmadan önce de bilir, hepsi kitapta yazılıdır, hepsini bilir. Yunus Suresi 61. ayette geçtiği gibi, gökte olsun veya yerde olsun, zerre kadar veya daha küçük veyahut daha büyük her şeyi bilir. Buna benzer birçok ayette Allah’ın her şeyi bildiği pekiştirilmiştir.
Aynı zamanda Kur’an’da her şey açıklanmış, eksiksizdir.
Nahl Suresi 89. ayette “Sana her şeyi açıklayan bir Kitap indirdik” diye buyurulmuştur.
Kur’an, her şeyle ilgili temel bilgi, hüküm ve fikir vermiştir.
Bunun detaylarının sünnette olduğunu açıklamıştır.
Nahl Suresi 44. ayette “Sana bu Zikri (Kur’an’ı) indirdik ki insanlara ne indirildi diye açıklayasın” diye buyurulmuştur. Muhammed Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Kur’an’ın detaylarını açıklar. Zira Necm Suresi 1-4. ayetlerde vahiy olduğu ve kendisine vahyedildiği beyan edilmiştir.
Haşr Suresi 7. ayette “Rasul size ne getirdiyse alın ve neyi nehyettiyse bırakın” şeklinde müminlere hitap edilmiştir. Sünnetle ilgili kitabımızda bunu geniş bir şekilde izah ettik. O kitaba dönebilirsiniz.
Allah, mahlûklar hakkındaki değişik hükümleri ve detayları beyan eder.
“Sonra onların hepsi Rablerinin huzurunda haşrolunacaktır.”
Bütün bu ümmetler kıyamet gününde Allah’ın huzurundatoplanacaklardır. Tekvir Suresi, kıyamet gününde her şeyin durumunu gösterirken, 5. ayette “Vahşi hayvanlar haşrolunduğunda” diye buyurulmuştur.
Bütün hayvanların tekrar dirileceğine işaret edilmektedir. Bunlar mükellef olmadıklarından dolayı azap görmeyeceklerdir. Onlar için cennet ve cehennem söz konusu değildir.
Zira haşrolunacaklarına göre, bir şey için dirilip toplanacakları anlaşılmaktadır.
Ancak hadisi şeriflere binaen, birbirlerinden haklarını alacaklar ve tekrar toprak olacaklardır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
” لتؤدن الحقوق إلى أهلها يوم القيامة حتى يقاد للشاة الجلحاء من الشاة القرناء” (مسلم)
“Muhakkak ki kıyamet gününde haklar sahiplerine verilecektir. Boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan hakkını alacaktır” (Müslim).
Ebu Zer’den şöyle bir rivayet aktarılmıştır:
“انتطحت شاتان أو عنزان عند رسول لله صلى الله عليه وسلم. فقال يا أبا ذر أتدري فيم انتطحتا؟ قلت: لا. قال: لكن الله يدري وسيقضي بينهما يوم القيامة” (ابن حنبل والطيالسي)
Ebu Zer şöyle dedi: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanında iki koyun veya iki keçi birbirlerini boynuzladı. Dediki: “Ey Ebu Zer! Bunlar niçin birbirlerini boynuzladı, bilir misin?” Dedim ki: “Hayır.” Dediki: “Allah bilir, kıyamet gününde aralarında hüküm verecektir” (İbn Hanbel ve Tayalisi).
Bu hadislerde, kıyamet gününde hayvanların dirileceğine ve birbirlerinden haklarını alacaklarına dair bir delil vardır. Ancak bu delil haber-i ahad, zannidir; kabul edilir, fakat akide haline getirilmez. Zira akidenin delili kesin olmalıdır; ayet veya mütevatir hadis gereklidir. Fakat bütün bu hayvanların haşrolunacağına dair ayet geçtiği için bu kesindir. Ancak bunlar cennetlik veya cehennemlik olmayacaklarından tekrar toprak olacaklardır.
Ebu Said El-Hudri şu rivayeti aktardı:
استعمل رسول الله صلى الله عليه وسلم رجلا على صدقات بني سُليم، يدعى ابن اللُّتْبِيَّة، فلما جاء حاسبه. قال هذا ما لكم وهذا هدية. فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: فهلا جلست في بيت أبيك وأميك حتى تأتيك هديتك إن كنت صادقا، ثم خطبنا. فحمد الله وأثنى عليه ثم قال: أما بعد، فإني أستعمل الرجل منكم على العمل مما ولاني الله، فيقول: هذا ما لكم وهذا هدية أهديت لي، أفلا جلس في بيت أبيه وأمه حتى تأتيه هديته؟! والله لا يأخذ أحد منكم شيئا بغير حق إلا لقي الله يحمله يوم القيامة، فلأعرفن أحدا منكم لقي الله يحمل بعيرا له رغاء، أو بقرة لها خوار، أو شاة تعير، ثم رفع يده حتى رئي بياض إبطه، يقول اللّهم هل بلغت بصر عيني وسمعأذني” (البخاري)
“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, İbni Lutebiyye adlı bir kişiyi Süleym oğullarının sadakalarını (zekâtlarını) toplamak için memur olarak tayin etti.
Bu adam gelince Rasulullah onu hesaba çekti. Adam dedi ki: “Size ait olan budur, bu ise (bana verilen) hediyedir.”
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Eğer doğru söylüyorsan, hele baban ve annenin evinde otur, bu hediye gelip gelmeyeceğini gör!”
Sonra Rasulullah bize hutbe verdi. Allah’a hamdetti ve sena etti. Ondan sonra şöyle dedi:
“Allah’ın bana yönetici olarak verdiği yetkiye binaen bir iş için sizden bir adam görevlendiririm. (Bize gelip) diyor ki: ‘Size ait olan budur, bana hediye edilen budur.’ Hele babasının ve annesinin evinde otursun, bu hediye gelip gelmeyeceğini görsün! Allah’a yemin ederim ki, sizden kim haksızca bir şey alırsa kıyamet gününde onu taşıyarak Allah ile karşılaşacaktır. Muhakkak ki sizden biriniz böğüren deve, böğüren inek veya meleyen keçi taşıyarak Allah ile karşılaşacaktır.”
Ondan sonra ellerini o kadar yukarıya kaldırdı ki, koltuk altının beyazlığı göründü ve şöyle dedi:
“Allah’ım, gözlerimin gördüğü kadar ve kulaklarımın işittiği kadar tebliğ ettim mi?” (Buhari).
Bu hadiste kıyamet gününde hayvanların dirileceğine dair bir delil sayılır.
Ancak rüşvet alan, haksızca para alan, ihtilas eden veya ümmete ait kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyetinden bir şey alan yöneticiler, memurlar ya da başka kimseler, kıyamet günü aldıklarını taşıyarak haşrolunacaklardır.
Bir şey için ahirette ceza varsa, dünyada da cezalandırılır. Öyleyse bunlar hak ettikleri cezayı göreceklerdir. Hem aldıkları ellerinden alınır, hem de görevlerinden uzaklaştırılır ve hapis cezasına çarptırılırlar. Herkesin suçuna göre cezalandırılması gerekir.
Memurlar ancak maaşlarını alırlar; yöneticiler ise marufa, yaşadıkları çevreye göre kendilerine tahsis edilen miktarı alırlar. İşçiler ise devletten yalnızca ücretlerini alırlar. Başka insanlar, devletin veya ümmetin mülkiyetine dokunamazlar. Şeri hükümlere göre Halife, bu mülkiyeti halka dağıtır.
Yöneticiler, akrabalarına öncelik veremezler; aksi halde cezalandırılır ve tayin ettikleri kişiler görevlerinden alınır. Sadece ehil olan, devletin tabiyetini taşıyan kişiler tayin edilir ve kendilerine iş veya görev verilir.
Yöneticiler ve memurlar hediye kabul edemezler; bu, rüşvet sayılır. Aldıkları hediyeler devlete aittir. Zira görevli oldukları için bu hediyeler kendilerine verilmiştir. Bu nedenle hediyeleri devlete teslim etmek zorundadırlar.
Aynı zamanda, hadiste Rasulullah yerine geçen Halife’nin her şeyi kontrol etmesi ve muhasebe yapması gerektiği belirtilmiştir. Aksi halde Allah katında suçlu olur.
İşte İslam Hilafet Devleti’nde böyle temizlik ve şeffaflık sağlanır. Bu durumda insanlar, devletin adaletini hisseder, ona sahip çıkar ve yöneticilerine, memurlarına güvenirler.
Ancak laik, demokratik ve diktatörlükle yönetilen devletlerde başkanlar ve memurlar genellikle halkı aldatır, çalar, haksız yere milletin malını alır ve yolsuzluk yaparlar. Çünkü Allah’ın şeriatına uymazlar ve O’ndan korkmazlar.
“Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisinde kalmış sağır ve dilsizdirler.”
Allah, birçok ayette belirttiği gibi, Kur’an ve ayetlerinin nur (ışık), aydınlık olduğunu vurgulamıştır. Hakkı, gerçeği ve doğruyu gösterir; her soruna doğru çözümler getirir. İnsanlara bir şifadır. Hayatın sorunlarını tedavi ettiği gibi, insanın içindeki sorunlar ve sıkıntıları da giderir. Her nefsi hastalık için bir ilaç sunar. Böylece insan, mutluluk ve huzur içinde yaşar.
Allah’ın ayetlerini inkâr edenler veya sırt çevirenler, karanlıkta yaşarlar. Hakkı ve doğruyu dinlemedikleri için mecazi anlamda sağır ve dilsiz gibidirler. Hiç dinlemezler, dinlemek istemezler; dabbelerdir.
Bu ayetler doğru olduğu için onları çürütemezler; ayetler hakkında ters bir şey söyleyemezler. Bu şekilde mecazi anlamda dilsiz olurlar. Sadece muğalata ve gürültü yapar, inat eder ve saptırmaya çalışırlar. Hatta hak sahiplerini güç kullanarak susturmaya, kaba kuvvete başvurmaya çalışır ve cezalandırırlar.Ancak ayetleri çürütemezler.
İşte kâfirler ve dostları fikren yenik ve mağlup durumdadırlar.
İslam’ın nurunu ancak kendileri üzerinde ve pratikte uygulandığında görebilirler. O zaman, İslam’ın doğruluğunu, adaletini, temiz bir toplum oluşturduğunu, insanlara yüksek şahsiyet kazandırdığını ve nasıl ruhani, insani ve ahlaki değerleri yaydığını fark ederler. Ruhun maddeyle nasıl birleştiğini görürler.
Bu nedenle, İslam nuru bir devletle parlar, yayılır ve her tarafı aydınlatır. Allah’ın ayetlerini uygulayan bir devletin kurulması elzemdir ve Müslümanlar için büyük bir farzdır.
“Allah dilediği kimseyi dalalete düşürür, şaşırtır; dilediği kimseyi de doğru yol üzere kılar.”
Bir kimse hidayeti reddediyorsa, dalalete düşmüş olur, sapar ve şaşırır. Bu şekilde Allah, onu dalalete düşürmüş olur. Ancak bu, Allah’ın iradesiyle gerçekleşir ve Allah’a rağmen olmaz. Allah’ın mülkü ve otoritesi dâhilinde sapar.Allah, kimseyi zorla saptırmaz. O kişi, sapıklığı tercih ettiği için Allah onu karanlıkta bırakır ve kurtarmaz.
Hidayeti isteyen kimse, Allah’a rağmen hidayetli olmadı, O’nun mülkü ve otoritesi dâhilindeoldu. Aynı anda hidayeti istediği için Allah ona yardım eder.
Hidayetle ve dalaletle ilgili ayetlerin toplamından bu doğru mefhum çıkar. Birçokyerde bunu izah ettik. Haşa, Allah zalim değildir. Kimseyi zorla cehenneme sokmaz. O kişi, cehennem yolunu iradesiyle seçti ve cennet yolundan saptı. Sırat-ı müstakimde yürümek istemedi. Allah’ın ayetlerini inkâr etti, hatta bu ayetlerle alay etti. Kötülüğü temizliğe tercih etti. Halkın hükmü olan demokrasiyi bırak, Allah’ın hâkimiyetine inan, faizi terk et, faizsiz borç ver ve ticaret yap, zina etme, git evlen, içki içme, kumar oynama, kadına açılma, şer’i elbise giy ve sair Allah’ın hükümlerini anlatırsan, marufu emredersen ve münkeri nehyedersen seni gerici, mutaassıp, aşırı, radikal olarak itham ederler. İşte, kendi iradeleriyle hidayeti istemezler ve sapıklığı üzerinde ısrarlı kalırlar. Bu nedenle Allah onlara hidayet vermez, dalalet ve karanlık içinde bırakır; boğulurlar, ahirette cehennem içinde cayır cayır yanarlar.
“De ki, size Allah’ın azabı gelirse” ayetinin manası, dünyada başlarına bir musibet ve felaket gelirse, o Allah’ın azabı olur, ancak Allah’a yalvarmaya başlarlar. Zira kâfirlerin başına gelen her musibet onlara birer azaptır. Bu, dünya azabıdır.
“Veya kıyamet günü gelirse”, gerçekte kıyamet koptuğunu görünce, gözleri önünde her şey yıkılıp devrilince ancak Allah’a yalvarmaya başlayacaklar.
Hatta insan çaresiz kalıp ölümün kendi başı üzerinde dolaşmaya başladığını hissettiğinde, kendisi için sanki kıyamet kopmuş olur. O anda sadece Allah’a yalvarmaya başlar.
“Bakayım; Allah’tan başkasına dua edecek misiniz? Eğer sadık kimseler iseniz gerçeği söyleyin.” Bu ayette Allah kâfirlere meydan okuyor: Bu durumlarda kime yalvarmaya başlarsınız? Doğru kimseler iseniz gerçeği söyleyin. Rahat durumda iseler hiç gerçeği söylemezler. Ancak başlarına musibetler gelince ve çaresiz olunca Allah’a sığınmaya ve dua etmeye başlarlar.
Allah, “Daha doğrusu, yalnız O’na dua edersiniz” ayetiyle bu gerçeği gösterir. Onlar ise bunu gizlemeye çalışırlar, kibirlerinden ve azgınlıklarından dolayı Allah’a yalvardıklarını göstermek istemezler.
Allah, “Dilerse dua ettiğiniz, yalvardığınız şeyi giderir” der. Bilmediğimiz bir hikmete binaen onların dualarını kabul edip kurtarır. Birçok ayette gösterdiği gibi onları kurtardıktan sonra ne yapacaklarını görmek ister. Acaba tövbe edip Allah’a yalvardıkları gibi O’na hep bağlı kalıp itaat ederler mi? Ayetlerine tabi olurlar mı? Yoksa geçici olarak Allah’a bağlandılar, ondan sonra O’nu unuturlar, indirdiği ayetlerden yüz çevirirler, eski hallerine dönerler mi?
Kâfirlere sıkıntılı ve zor durumda “Koştuğunuz ortakları unutursunuz” diye hitap etmektedir. O durumda koştukları ortaklarının aciz olduklarını idrak ederler.
Aklını çalıştırmayan kimseler ve vakıaya uyanlar ancak başlarına bir musibet gelip çaresiz kalınca düşünürler. Allah’a sığınıp yalvarmaya başlarlar.
Kâinatı, insanı ve hayatı, öncelerini ve sonralarını derin ve aydın düşünenler, başlarına musibet gelmeden gerçeği idrak edip iman ederler. Allah’a, Kitabına ve Rasulüne inanırlar; karanlıktan kurtulup aydınlık içerisine girdiklerini fark ederler. Böylece sıkıntılı hallerde veya rahat günlerde hep Allah’ı hatırlar, zikreder, O’na dua eder, emrine uyar ve nehiylerinden uzak dururlar.