– 12 –

Rasullerin Asıl Görevi

Salih amelin kabulünün şartı

Fasıkların çeşitleri

İnsanlara maddi vaat verilmemesi

Devlet ve toplumu imana dayandırmak

Kafirlere çatmak

Vahye tabi olması

Rasulün gaybı bilmesi

Uyarması ve hatırlatması

Veli ve şefaatçi

Kafirlerin müminlere yardım etmemesi

وَمَا نُرۡسِلُ الۡمُرۡسَلِيۡنَ اِلَّا مُبَشِّرِيۡنَ وَمُنۡذِرِيۡنَ‌ۚ فَمَنۡ اٰمَنَ وَاَصۡلَحَ فَلَا خَوۡفٌ عَلَيۡهِمۡ وَلَا هُمۡ يَحۡزَنُوۡنَ‏ ﴿۴۸﴾ وَالَّذِيۡنَ كَذَّبُوۡا بِاٰيٰتِنَا يَمَسُّهُمُ الۡعَذَابُ بِمَا كَانُوۡا يَفۡسُقُوۡنَ‏ ﴿۴۹﴾   قُلْ لَّاۤ اَقُوۡلُ لَـكُمۡ عِنۡدِىۡ خَزَآٮِٕنُ اللّٰهِ وَلَاۤ اَعۡلَمُ الۡغَيۡبَ وَلَاۤ اَقُوۡلُ لَـكُمۡ اِنِّىۡ مَلَكٌ‌ ۚ اِنۡ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوۡحٰٓى اِلَىَّ‌ ؕ قُلۡ هَلۡ يَسۡتَوِى الۡاَعۡمٰى وَالۡبَصِيۡرُ‌ ؕ اَفَلَا تَتَفَكَّرُوۡنَ‏ ﴿۵۰﴾ وَاَنۡذِرۡ بِهِ الَّذِيۡنَ يَخَافُوۡنَ اَنۡ يُّحۡشَرُوۡۤا اِلٰى رَبِّهِمۡ‌ لَـيۡسَ لَهُمۡ مِّنۡ دُوۡنِهٖ وَلِىٌّ وَّلَا شَفِيۡعٌ لَّعَلَّهُمۡ يَتَّقُوۡنَ‏ ﴿۵۱﴾ 

Gönderilenleri (Rasul ve nebileri) ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Kim iman edip salih amel yaparsa, onlara korku yoktur ve onlar üzülmezler (48). Ayetlerimizi yalanlayanlar ise fasıklık yaptıklarından dolayı onlara azap dokunacaktır (49). De ki: Ben size Allah’ın hazinelerinin bende olduğunu veya gaybı bildiğimi söylemiyorum. Yine de ben size bir melek olduğumu söylemiyorum. Şüphesiz ki ben sadece bana vahyedilene tabi olurum. De ki: Kör ile gören bir olur mu? Düşünmez misiniz? (50). Rablerine haşrolunacaklarından korkanları bununla (Kur’an’la) uyar. Onlara Allah dışında bir veli veya şefaatçi yoktur. Umulur ki takva sahibi olurlar (51).”

İnsanlar inanabilmek için sürekli Rasullerden mucizeler istediler. Allah onlara ne kadar mucize göstermişse, inanmak istemeyenler inat etmeye devam etti. Allah, “Rasul ve nebileri ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz” diyerek buna cevap verdi. Kim bu Rasullere ve getirdiklerine iman edip salih amel yaparsa, onlara korku yoktur ve onlar üzülmezler.

Salih amel, iyi ve güzel amel demektir. Bunu ancak Allah gösterir ve Rasuller insanlara tebliğ eder. Allah, bu amelleri yalnızca imanla beraber kabul eder ve karşılık verir. İnsan, Allah’ın kulu, abd’i ve kölesi olduğu için çıkarına ve zevkine göre istediği gibi amel yapamaz. Allah’a kulluk ederek, O’nun emirlerine uyar.

Eğer bir kişi Allah’ı inkâr ederse ya da “Allah bana ve işlerime karışmaz, biz serbestiz ve özgürüz” derse, kulluğu reddetmiş olur. Bu kişinin geleceği için korku vardır ve ileride çok üzülecektir; çünkü ona çetin bir azap hazırlanmıştır ve cehenneme atılacaktır.

İnanmayanlar bununla alay ederler. Yüzeysel olarak inananlar bunu pek düşünmez ve fazla aldırış etmezler. Yine de “Allah affedicidir” diyerek muhalefet edenler ve haram işleyenler aynı durumdadır. Dini hep maslahat ve zaruretle yorumlayanlar da aynı durumdadır. Hepsi azabı görünce üzülecekler ve “Keşke Rasule muhalefet etmeseydik, keşke Allah’a ve Rasulüne itaat etseydik” diyerek üzüntülerini yansıtacaklar. Fakat kurtulamazlar

Salih amellerin kabul şartı imandır. Mümin, salih ameli sırf Allah’ın emri olduğu için yapar; çıkarına ya da zevkine uygun olduğu için değil. Eğer böyle yaparsa, bu amelin hiç sevabı yoktur. İman edip salih amel yapanlar, Allah’ın rızasını gözeterek O’nun emirlerine uyanlardır ve sevap kazanırlar. Diğerleri ise bu sevaptan mahrum kalır ve günah işlemiş sayılırlar.

Hiç iman etmemiş bir kişi, salih amel yaparsa, bu amel Allah katında kabul edilmez. Bu kişi için cehennem hazırlanmıştır ve orada ebediyen kalacaktır.

“Ayetlerimizi yalanlayanlar ise fasık sayılırlar.” Buradaki fasıklık, mutlak bir fasıklıktır. Sınırlı fasıklık ise bir kişinin mümin olduğu halde salih amel yapmaması ya da kötü ameller işlemesi durumudur. Ancak ayetleri inkâr etmediği için bu kişi sınırlı fasık sayılır. Yaptıklarından dolayı onlara azap dokunacaktır.

Onlar hep mucize istemelerine cevaben de ki ya Rasulüm! “Ben de yerin hazinelerine veya gaybı bildiğimi size söylemiyorum.” İnsanlar hep dünyevi menfaati düşünür, resullerden bir menfaatin gerçekleşmesini isterler. Bu asırda iktidara ulaşmak isteyenler, insanların menfaatlerini gerçekleştireceklerine dair hep konuşmalar yapar, yerin hazinelerini insanlara hazırladıklarını vaat ederler.

Oysa Rasul sadece uyarıcı ve müjdeleyicidir; Allah’ın azabından uyarır ve cennetle müjdeler. Eğer temel bu olursa insanlar dine her zaman ve her durumda bağlı kalır. Ama çıkarı temin etmek esas olursa dine sarılmaz, yönetimi düşürürler.

Bu sebeple Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem toplumu ve devleti imana dayalı kurdu. İnsanlar sırf imanlarından dolayı devlete tabi oldular ve cihat ettiler. Her sıkıntıya tahammül ettiler. Sadece münafıklar ve kalbi hasta olanlar müstesnadır.

“Gaybı bildiğimi size söylemiyorum.”
Gaybı bildiklerini yalanca iddia eden kâhinler gibi değildir. Mutlak şekilde Rasulullah gaybı bilmez. Ancak Allah ona vahyederse bilir. “Şüphesiz ki ben sadece bana vahyedilene tabi olurum.”

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِن رَّسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا

 “Gaybı bilen O’dur. Gaybını hiç kimseye göstermez. Ancak razı olduğu Rasul müstesna. Bu gaybı tebliğ etmek üzere onu korumak için onun önünden ve arkasından koruyucuları (melekleri) gönderir.” (Cin Suresi 26-27)

“Yine de ben size bir melek olduğumu söylemiyorum.”
Kendisi bir beşerdir.

قُلۡ اِنَّمَاۤ اَنَا بَشَرٌ مِّثۡلُكُمۡ يُوۡحٰٓى اِلَىَّ اَنَّمَاۤ اِلٰهُكُمۡ اِلٰـهٌ وَّاحِدٌ‌ 

 “De ki, ben ancak sizin gibi bir beşerimdir. Ancak bana vahyedilir ki, sizin ilahınız tek bir ilahtır.” (Kehf 110)

Melek Cebrail kendisine gelip Allah’ın vahyini tebliğ eder ve öğretir.

Zira kâfirler onun melek olmasını veya meleğin gönderilmesini istediler. Furkan Suresi 7. Ayette şöyle buyurulmuştur:

وَقَالُوۡا مَالِ هٰذَا الرَّسُوۡلِ يَاۡكُلُ الطَّعَامَ وَيَمۡشِىۡ فِى الۡاَسۡوَاقِ‌ ؕ لَوۡلَاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡهِ مَلَكٌ فَيَكُوۡنَ مَعَهٗ نَذِيۡرًا ۙ‏

 “Bu Rasul’e ne oluyor ki (nasıl böyle bir rasul) yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor?! Onun yanına bir melek gönderilseydi, böylece onunla beraber uyarıcı olurdu.”

Rasulullah’ın istedikleri mucizelere karşı Allah’ın dediği gibi cevap verdikten sonra şöyle demesi kendisinden istendi:

Allah ayetlerini inkâr edenlere bazen doğrudan bazen dolaylı olarak çatmaktadır. Burada dolaylı bir şekilde onlara şöyle de ki ya Muhammed: “Kör ile gören bir olur mu? Düşünmez misiniz?”

Gerçek kör, eşyaları göremeyen kimsedir. Burada ise mecazi anlamda kördür: gerçeği görmeyen kimsedir. Bu inkârcılar bu açıdan kördürler. Mecazi anlamda gören kimse, İbni Ummi Mektum gibi mümin gerçeği gördü. Ebu Cehil ve bu asrın Ebu Cehilleri gibi insanlar, gözleri varken gerçeği görmez veya görmezlikten gelirler.

Araf Suresi 179. Ayette Allah onları horlayarak sert bir şekilde eleştirir: “Akılları varken düşünmezler, gözleri varken gerçeği görmezler, kulakları varken hakikati işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir, tersine hayvanlardan daha aşağıdırlar. Onlar tam gaflettedirler, şaşkınlık ve karanlık içindedirler.”

  وَاَنۡذِرۡ بِهِ الَّذِيۡنَ يَخَافُوۡنَ اَنۡ يُّحۡشَرُوۡۤا اِلٰى رَبِّهِمۡ‌ لَـيۡسَ لَهُمۡ مِّنۡ دُوۡنِهٖ وَلِىٌّ وَّلَا شَفِيۡعٌ لَّعَلَّهُمۡ يَتَّقُوۡنَ‏

 “Rablerine haşrolunacaklarından korkanları bununla (Kur’an’la) uyar.”

Kur’an’a iman edenler ahirete, haşr ve neşre, cennete ve cehenneme inanırlar. Kıyamet gününde hepsi dirilecek ve bir arada toplanıp hesaba çekileceklerdir. Son karargâh ya cennet ya cehennemdir.

Kur’an’a inanmayanları bununla uyarmak bir fayda getirmez. Ancak iman edenler etkilenir, uyardığın zaman Allah’la karşılaşılacak günden korkarlar. Zira Kur’an’a inanırlar.

وَّذَكِّرۡ فَاِنَّ الذِّكۡرٰى تَنۡفَعُ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ‏

 “Hatırlat, muhakkak ki hatırlatma müminlere fayda getirir.” (Zariyat 55)

Allah’ın ayetlerini yalanlayanları inandırmak için onlarla akli delillerle tartışmak gerekir. Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğu akli delillerle ispatlanır. Hiçbir Arap veya Arapça bilen onun gibi söyleyemedi. Onlara meydan okudu; söyleyemediler. Bu mucize bugüne kadar devam etmektedir. İman edince içinde geçen ayetlere inanır, ona bir ayet hatırlatılınca etkilenip Allah’ın azabından korkar ve O’nun rızasını ve yardımını umar.
Müminlerin Allah dışında bir velisi veya şefaatçisi yoktur.
Ancak Allah onlara yardım eder; kâfirler onlara hiç yardım etmez, onları dinlerinden saptırmaya çalışırlar. Müslümanlar İslam’a sarıldıkça kâfirler onlara hiç yardım etmez. Müslümanların dinlerini tamamen terk etmesini veya en azından dinlerini hâkim kılmaktan vazgeçmesini isterler. Şu anda Suriye’de tağut Başşar Esad kaçtıktan, onun rejimi düştükten ve Müslümanlar başa geçtikten sonra bütün kâfir güçler oraya yığılıp İslam’ın hâkim olmasını engellemeye çalışmaktadır. Onların şartlarına Müslümanlar uymazlarsa, onlara yardım etmeyeceklerini açıkça söylerler.Afganistan’da da aynı şeyi yaptılar. İsteklerine uymazsan yardım etmezler.
Oysa Müslümanların velisi, yardımcısı ve dostu yalnız Allah’tır. O’nun dinini uygularlarsa muhakkak onlara yardım edecektir. Kendisine tevekkül edecekler ve yalnız O’ndan korkacaklar. O’nun yardım ve zaferinin nasıl geleceğine şaşıracaklar; O’nun yardımı ummadıkları şekilde gelir. Bunu birçok ayette pekiştirmiştir.

اِنۡ يَّنۡصُرۡكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَـكُمۡ‌ۚ وَاِنۡ يَّخۡذُلۡكُمۡ فَمَنۡ ذَا الَّذِىۡ يَنۡصُرُكُمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِهٖ ‌ؕ وَعَلَى اللّٰهِ فَلۡيَتَوَكَّلِ الۡمُؤۡمِنُوۡنَ‏

 “Eğer Allah size yardım ederse, hiçbir kimse size galip gelemez. Eğer size yardımı keserse, ondan sonra kim size yardım edecek?! Öyleyse müminler Allah’a tevekkül etsinler.” (Âl-i İmran 160)

Allah’ın yardımı hem dünyada hem ahirettedir.

اِنَّا لَنَـنۡصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا فِى الۡحَيٰوةِ الدُّنۡيَا وَيَوۡمَ يَقُوۡمُ الۡاَشۡهَادُ ۙ‏

 “Muhakkak ki biz, hem dünya hayatında hem de şahitlerin kalktığı günde (Kıyamet gününde) rasullerimize ve iman edenlere yardım edeceğiz.” (Ğafir/Mümin 51)

İşte, gerçek manada akideyi kavrayanlar ve imanı tam şekilde kalplerinde yerleştirenler böyle davranırlar. Ama mücadele ederken zarar ve eziyet görmeyecekleri anlamına gelmez. Buna katlanmaya hazır olmalılar.Fakat nihayet zafer onlarındır.


“O’nun dışında bir veli veya şefaatçi yoktur.”
Şefaat isteyen kimse, yardım talebinde bulunan kimsedir. Müminlerin ancak Allah yanında taleplerine icabet edilir. Kâfirlerden yardım talep edilince senden taviz isterler, senin dinine bağlı oldukça yardım etmezler. Oysa bu talebi sadece Allah’a sunmamız gerekir.


Ahirette Allah şefaatçi olduğu gibi belli kimselerin şefaatlerini kabul edeceğini bildirmiştir. Zira Bakara suresi 255. ayette, Kürsi ayetinde:

مَنۡ ذَا الَّذِىۡ يَشۡفَعُ عِنۡدَهٗۤ اِلَّا بِاِذۡنِهٖ‌ؕ

 “O’nun yanında O’nun izni olmadan kim şefaat eder.”

Necm suresi 26. ayette:

وَكَمۡ مِّنۡ مَّلَكٍ فِى السَّمٰوٰتِ لَا تُغۡنِىۡ شَفَاعَتُهُمۡ شَيۡــًٔــا اِلَّا مِنۡۢ بَعۡدِ اَنۡ يَّاۡذَنَ اللّٰهُ لِمَنۡ يَّشَآءُ وَيَرۡضٰى

 “Göklerde nice melek vardır, şefaatleri hiç fayda vermez, ancak Allah istediğine izin verirse ve razı olursa.”

Hadis-i şeriflerde şefaatçilerin kim oldukları açıklanmıştır. Başta Muhammed Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’dir.

“Umulur ki takva sahibi olurlar.”
Uyarmaktan maksat, insanların takva sahibi olmasıdır; Allah’ın azabıyla korkutulup günah, isyan, fısk ve fücurdan vazgeçip O’nun emrine uymasıdır.
Eğer bir kişi ahiretle, ölümle, haşr ve neşirle, Allah’ın azabıyla ve cehennemle korkutulursa, sonra haramdan vazgeçmezse veya Allah’ın emrine uymazsa bu kişide gerçek imani bir sorun var olduğu anlaşılır. Tekrar imanı işletmek ve hatırlatmak veya inandırmak gerekir.