– 13 –

Kâfirlerin İslam’a girmek için ayrıcalık istemeleri

Müminleri kovmanın zulüm sayılması

Kâfirlerin müminlere üstünlüğünün reddi

Allah’ın müminleri üstün kılması

Müminlerin birbirlerine karşı kibirlenme tehlikesi

Allah’ın, kendisine şükredenlere mükâfatı

Herkesin işlediğinden sorumlu olması

İnsan tabiatında zenginlik ile azgınlaşma eğilimi

 وَلَا تَطۡرُدِ الَّذِيۡنَ يَدۡعُوۡنَ رَبَّهُمۡ بِالۡغَدٰوةِ وَالۡعَشِىِّ يُرِيۡدُوۡنَ وَجۡهَهٗ‌ ؕ مَا عَلَيۡكَ مِنۡ حِسَابِهِمۡ مِّنۡ شَىۡءٍ وَّمَا مِنۡ حِسَابِكَ عَلَيۡهِمۡ مِّنۡ شَىۡءٍ فَتَطۡرُدَهُمۡ فَتَكُوۡنَ مِنَ الظّٰلِمِيۡنَ‏ ﴿۵۲﴾ وَكَذٰلِكَ فَتَـنَّا بَعۡضَهُمۡ بِبَـعۡضٍ لِّيَـقُوۡلُـوۡۤا اَهٰٓؤُلَآءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيۡهِمۡ مِّنۡۢ بَيۡنِنَا ؕ اَلَـيۡسَ اللّٰهُ بِاَعۡلَمَ بِالشّٰكِرِيۡنَ‏ ﴿۵۳﴾  وَاِذَا جَآءَكَ الَّذِيۡنَ يُؤۡمِنُوۡنَ بِاٰيٰتِنَا فَقُلۡ سَلٰمٌ عَلَيۡكُمۡ‌ كَتَبَ رَبُّكُمۡ عَلٰى نَفۡسِهِ الرَّحۡمَةَ‌ ۙ اَنَّهٗ مَنۡ عَمِلَ مِنۡكُمۡ سُوۡٓءًۢا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنۡۢ بَعۡدِهٖ وَاَصۡلَحَۙ فَاَنَّهٗ غَفُوۡرٌ رَّحِيۡمٌ‏ ﴿۵۴﴾  وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الۡاٰيٰتِ وَلِتَسۡتَبِيۡنَ سَبِيۡلُ الۡمُجۡرِمِيۡنَ﴿۵۵﴾ 

 “Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri kovma. Onların hesabından senin üzerinde herhangi bir sorumluluk yoktur. Yine de senin hesabından onlar üzerinde bir sorumluluk yoktur. Eğer onları kovarsan, zalimlerden olursun.” (52)

“Böylece onları birbirleriyle imtihan ettik ki, ‘Aramızdan Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu kişiler bunlar mı?’ desinler. Allah, şükredenleri en iyi şekilde bilmez mi?” (53)

“Bizim ayetlerimize iman edenler senin yanına geldiklerinde de ki: ‘Sizin üzerinize selam olsun. Rabbiniz, kendi üzerine rahmeti bir hak olarak yazdı. Kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra tövbe eder ve salih ameller işlerse, muhakkak ki O, bağışlayan ve merhamet edendir.’” (54)

“Böylece ayetleri açıklarız ki, suçluların yolu belli olsun.” (55)

İleri gelen ve zengin kâfirler, o kadar kibirlenmişlerdi ki, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den İslam’a girmek ve dinlemek için fakir Müslümanlar olan Suheyb, Bilal, Ammar, Habbab ve İbn Mesud gibi kişileri yanından kovmasını veya kendileri için ayrı bir oturum ve zaman belirlemesini istediler. Bu taleplerle kendi üstünlüklerini ve ayrıcalıklarını yansıtmayı arzuluyorlardı.

Sa’d bin Ebi Vakkas şöyle dedi: “Bir seferinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile altı kişiydik: Ben, İbn Mesud, Bilal, Huzeyl kabilesinden bir adam ve isimlerini hatırlayamadığım iki kişi daha vardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in içine böyle bir düşünce girdiğinde, Allah şu ayeti indirdi:

Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri kovma. (Müslim)

“Onların hesabından senin üzerinde herhangi bir sorumluluk yoktur. Yine de senin hesabından onlar üzerinde bir sorumluluk yoktur.”
Onların fakir olması senin sorumluluğun değildir. Onların yüzünden hesaba çekilmeyeceksin. Senin zengin veya fakir olman da onların üzerinde bir mesuliyet oluşturmaz. Bu husus Allah’ın elindedir. Hiçbir insan, bir başkasını bu tür nedenlerle hesaba çekemez. Herkes kendi nefsinden sorumludur ve kendi işlediği suçla hesaba çekilir. Hiç kimse bir başkasının günahını veya cezasını üstlenemez.

وَلَا تَكۡسِبُ كُلُّ نَـفۡسٍ اِلَّا عَلَيۡهَا‌ۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِّزۡرَ اُخۡرٰى‌ ۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمۡ مَّرۡجِعُكُمۡ فَيُنَبِّئُكُمۡ بِمَا كُنۡـتُمۡ فِيۡهِ تَخۡتَلِفُوۡنَ‏

“Herkesin işlediği günah yalnızca kendi aleyhinedir. Hiçbir yük taşıyan, bir başkasının yükünü taşımaz. Hepiniz Rabbinize döneceksiniz; O, hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri size bildirecektir.” (En’am 164)

“Eğer onları kovarsan, zalimlerden olursun.”
Sabah akşam Allah’a dua edip rızasını isteyen müminleri kovmak haramdır ve büyük bir zulümdür. Allah için çalışanlar arasında ayrım yapılmaz. Eğer bir topluluk veya cemaat kendi içinde sınıf ve tabakalar oluşturursa, bu durum bozulmayı ve fesadı beraberinde getirir. Aynı toplulukta bireyler kendilerini birbirinden üstün görürse, bu İslam’a ve ümmete fayda getirmez; aksine zarar verir ve kalkınmayı engeller.

Sahabeler arasında renk, ırk, makam, zenginlik gibi hiçbir ayrım yapılmazdı. Allah, bu ayetlerle böyle bir ayrımı yasaklamıştır.

Ayrıca Allah, Kehf Suresi 28-29. ayetlerde kendi Rasulü’ne hitap ederek ve dolaylı olarak bize de şöyle buyuruyor:

“Sabah akşam Rablerine dua eden, O’nun rızasını isteyenlerle beraber sabret. Dünya hayatının süsünü arzu ederek gözlerini onlardan çevirme. Kalplerini zikrimizden uzaklaştırdığımız, heva ve hevesine uyan ve her işte aşırıya kaçan kimseye itaat etme. De ki: ‘Rabbinizden hak geldi. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.’ Şüphesiz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, duvarlarla kuşatılmıştır. Su istediklerinde, yüzlerini yakacak irin gibi bir sıvı verilir. Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir yerdir orası!” (Kehf 28-29)

İnsan zengin olduğunda kendini büyük görme eğilimindedir; başkalarına karşı kibirlenir ve azgınlaşır.

كَلَّاۤ اِنَّ الۡاِنۡسَانَ لَيَطۡغٰٓىۙ‏  اَنۡ رَّاٰهُ اسۡتَغۡنٰىؕ‏

“Hayır! Gerçek şu ki, insan kendini müstağni (bağımsız, yeterli) gördüğünde kesinlikle azgınlaşır.” (Alak 6-7)

İnsanın tabiatı böyledir, ancak İslam bu tabiatı tedavi eder. Rızkın Allah’tan olduğunu bilmek gerekir. Allah, bir insana bol rızık verdiğinde ya da az verdiğinde onu imtihan eder. İnsan zengin olduğunda bu durumu bilerek korkmalı ve bu zenginliğin onu cehenneme götürebileceğini unutmamalıdır. Zenginlik, insanı azgınlaştırabilir ve haram işlemeye yöneltebilir.

Oysa insan, Allah’a çokça şükretmeli, malının hakkını vermeli, zekât dışında bol bol sadaka ve bağış yapmalı, Allah yolunda harcamalıdır. Bu çabalarının karşılığını ahirette görecektir. Ayrıca, fakirlere karşı alçakgönüllü davranmalıdır.

Bir kişi fakirliğine teslim olmamalıdır. İslam, çalışmayı ve rızkı aramayı emretmiştir. Ancak kişi acizse, yani çalışamıyorsa, yakın akrabaları ona yardım etmelidir. Eğer bu kişiye bakacak zengin bir yakını yoksa, Hilafet Devleti aciz olanlara bakar.

İş bulamayan kişi hükmen aciz sayılır ve devlet ona iş temin etmeye çalışır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, devleti kurduğunda bütün fakirleri Suffa Ashabı’nda barındırmış, devlet onlara bakmıştır. İş bulan kişiler oradan ayrılmış ve kendi rızıklarını temin etmişlerdir. Hatta Rasulullah bazılarına iş temin etmiştir. İkinci Raşid Halife Ömer, fetihlerin artmasıyla iş sahalarının genişlemesi sonucu Suffa Ashabı’nı kapatmıştır.

 “Böylece onları birbirleriyle imtihan ettik ki, ‘Aramızdan Allah’ın lütfuna mazhar olanlar bunlar mı?’ desinler.” (Kehf 32-44)

İnsanlar arasındaki zenginlik, soy, mal ve mevki farkları bir imtihandır. Ahirette bu farkların sonuçları ortaya çıkacaktır. Hilafet Devleti, ayrım yapanları cezalandırır. Zenginlikleriyle övünen ve diğer insanları hor görenlerin akıbeti hem dünyada hem de ahirette kötü olacaktır.

Kâfirler o kadar kibirlendiler ki, İslam devleti kurulmadan önce fakirlerin yanına bile yaklaşmıyorlardı. Allah, kendi rızasını isteyenlerin büyük mükâfatlara kavuşacaklarını bildirdiğinde, “Aramızdan Allah’ın minnet ettiği kişiler bunlar mı?” dediler. “Bunlar bizden daha mı üstün?” Bunu hazmedemediler ve kibirlerine yenik düştüler.

Kehf Suresi 32-44. ayetlerde, iki bahçeye sahip olan, malı ve evlatları çok olan bir kişi, arkadaşına karşı kibirlenmiş ve ahireti inkâr etmiştir. Hatta, “Ahiret varsa orada da büyük bir yerim ve malım olacaktır.” demiştir. Allah, bu kişiyi ahiretten önce cezalandırmış, tüm malını ve mülkünü yok etmiştir. Bu kişi, hiçbir yardımcı bulamamış ve tam anlamıyla alçalmıştır.

İnsan, zarardan sonra kendisine rehmetimizden verdiğimizde der ki: ‘İşte bu mal benimdir, ben zekâmla elde ettim. Kıyamet günü yoktur, eğer varsa ve Allah’a dönersem, orada bana cennet hazırladı.’ İşte böyle kâfir kimselerin ne yaptıklarını kendilerine bildireceğiz ve onlara pek şiddetli bir azap tattıracağız. (Fussilet 50)

Eski kavimlerden Firavun, Semud ve Lut kavmi, bu asırda ise Avrupalılar, Amerikalılar ve onların uzantısı olan Yahudi varlığı gibi kâfir güçler aynı kibirli tutumu sergilemiştir. Kendilerini üstün görerek, her yere haksızca saldırmış, kadın, çocuk ve yaşlı demeden masum insanları, özellikle Müslümanları katletmişlerdir.

Bu müstekbirlerin dünyada ve ahiretteki akıbeti vahimdir. Ancak Allah, Müslümanlara yakında yardım edecek ve müstekbirlere karşı zafer verecektir. Yakında inşallah Hilafet Devleti kurulduğunda, bu müstekbirlere haddini bildirecek ve ağır darbeler indirecektir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslam Devleti’ni kurduktan sonra Kureyş’in müstekbir liderlerini, fakir müminler olan Bilal, İbn Mesud ve Ammar’ın elleriyle Bedir Savaşı’nda cezalandırmıştır. Kalan müstekbirler ise Mekke’nin fethinde cezalandırılmıştır.

İslam devleti kurulunca, İslam toplumunda yüksek değerler hâkim oldu; ruhani, ahlaki ve insani değerler yayıldı. Kibirlenme yok oldu. Aynı zamanda Müslümanların maddi değerleri ihmal etmemeleri teşvik edildi. Rızıklarını temin etmeye ve medeniyetlerini geliştirmeye davet edildiler. Bu nedenle Müslümanlar çok zengin oldular ve İslam devleti, dünyada en ileri devlet hâline geldi.

“Allah, şükredenleri bilmez mi?”

Allah’a, Rasulüne ve Kur’an’a iman edenler ve buna göre amel edenler, Allah’a şükredenler sayılır. Böylece Allah, zafer ve yardımıyla onları ödüllendirir:

وَاِذۡ تَاَذَّنَ رَبُّكُمۡ لَٮِٕنۡ شَكَرۡتُمۡ لَاَزِيۡدَنَّـكُمۡ‌ وَلَٮِٕنۡ كَفَرۡتُمۡ اِنَّ عَذَابِىۡ لَشَدِيۡدٌ‏  

“Hatırlayın ki Rabbiniz şöyle bildirmiştir: Eğer şükrederseniz, size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, bilin ki azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim 7)

Kâfirler kibirlenip nankörlük ederek Allah’a ve Rasulüne isyan eder, ayetlerini inkâr eder ya da keyiflerine göre bazılarını kabul edip işlerine gelmeyeni reddederler. Allah, onlara imtihan olarak bol rızık verdiği için aldanırlar; kendilerini zeki ve sistemlerini doğru zannederler. Böylece Allah’ın şeriatını reddeder, kendi bozuk sistem ve kanunlarına uymayı tercih eder ve başkalarını da buna uydurmaya çalışırlar.

Allah, Rasulünün müminleri değerlendirmesini ve onlara saygı göstermesini ister:
“Bizim ayetlerimize iman edenler senin yanına gelirlerse, de ki: ‘Sizin üzerinize selam olsun. Rabbiniz, rahmeti kendi üzerine hak olarak yazdı. Kim cahillikle bir kötülük yapar da ardından tövbe edip durumunu düzeltirse, bilsin ki O, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.’”

Müminler insan oldukları için hata yapabilir, Allah’ın emrine bilmeden muhalefet edebilir ve kötülük işleyebilirler. Ancak tövbe eder, kötülükten vazgeçer, Allah’a yönelir ve bozdukları işleri düzeltirlerse, Allah onları affeder. Müminler için rahmet vermek, Allah’ın kendi üzerine bir hak olarak yazdığı bir vaattir. Çünkü onlar iman ettiler ve Allah’ın emrine uymaya hazır oldular. Bu nedenle rahmeti hak ettiler. Kâfirler ise nankörlük ederek azabı hak ettiler.

Maide Suresi 54. ayet ve Fetih Suresi 29. ayette belirtildiği gibi, müminler birbirlerine karşı merhametli, kâfirlere karşı ise serttirler. Onlara dinlerinden taviz vermezler. Bu nedenle müminler üzerinde kâfirlerin otoritesinin olması asla caiz değildir. Kâfirler, müminleri ezmeye, dinlerinden döndürmeye veya “din ayrı, devlet ayrı” gibi fikirlerle onları hak dininden uzaklaştırmaya çalışırlar.

Allah, her meselenin hükmünü gösterir, hakkı batıldan ayırır. Müminlerle suçlular birbirinden ayrılır; bu iki grup taban tabana zıttır ve asla eşit olamazlar. Müminler üstündür ve üstünlüklerini sağlamak için mücadele etmelidirler. Bu durumda Allah onlara yardım eder ve kâfirleri onların önünde mağlup eder. Allah’ın emrine muhalefet edenler suçlu (mücrim) sayılırlar. Onların yolu kötüdür. İslam yolu ise Sırat-ı Müstakimdir; doğru ve hak yoldur. Bunun dışındaki tüm yollar batıldır ve kötüdür.

اَفَنَجۡعَلُ الۡمُسۡلِمِيۡنَ كَالۡمُجۡرِمِيۡنَؕ‏ ﴿۳۵﴾  مَا لَـكُمۡ كَيۡفَ تَحۡكُمُوۡنَ‌ۚ‏ ﴿۳۶﴾ 

“Müslümanları mücrimler gibi bir mi sayacağız?! Nasıl böyle hüküm verirsiniz?”
(Kalem 35-36)