– 17 –

Kâfirlerin müminleri hak dininden döndürme çalışmaları

Bu çalışmalarda kullandıkları sinsi üsluplar

Müminlerin onlara karşı yapacakları çalışmalar

Hidayeti terk edenlerin, şeytanın aklını çeldiği kimseler olması

İslam’ın manası ve gerektirdiği hususlar

Allah’ın her şeyi bildiği ve gördüğüne imanın önemi

قُلۡ اَنَدۡعُوۡا مِنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ مَا لَا يَنۡفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعۡقَابِنَا بَعۡدَ اِذۡ هَدٰٮنَا اللّٰهُ كَالَّذِى اسۡتَهۡوَتۡهُ الشَّيٰطِيۡنُ فِى الۡاَرۡضِ حَيۡرَانَ لَـهٗۤ اَصۡحٰبٌ يَّدۡعُوۡنَهٗۤ اِلَى الۡهُدَى ائۡتِنَا ‌ؕ قُلۡ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الۡهُدٰى‌ؕ وَاُمِرۡنَا لِنُسۡلِمَ لِرَبِّ الۡعٰلَمِيۡنَۙ‏ ﴿۷۱﴾ وَاَنۡ اَقِيۡمُوا الصَّلٰوةَ وَ اتَّقُوۡهُ‌ ؕ وَهُوَ الَّذِىۡۤ اِلَيۡهِ تُحۡشَرُوۡنَ‏ ﴿۷۲﴾ وَهُوَ الَّذِىۡ خَلَقَ السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضَ بِالۡحَـقِّ‌ؕ وَيَوۡمَ يَقُوۡلُ كُنۡ فَيَكُوۡنُؕقَوۡلُهُ الۡحَـقُّ‌ ؕ وَلَهُ الۡمُلۡكُ يَوۡمَ يُنۡفَخُ فِى الصُّوۡرِ‌ ؕ عٰلِمُ الۡغَيۡبِ وَ الشَّهَادَةِ‌ ؕ وَهُوَ الۡحَكِيۡمُ الۡخَبِيۡرُ‏ ﴿۷۳﴾ 

“De ki Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, ardımıza dönüp Allah dışında ne fayda ne de zarar verebilecek şeylere mi yalvarıp tapalım?! Şeytanların yoldan çıkarıp uçuruma sürüklediği, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşır hale gelen kimse gibi mi olalım? Oysa o kimsenin arkadaşları vardır ve ona: ‘Bizim yanımıza gel’ diyerek hidayete davet ederler. De ki: ‘Hidayet ancak Allah’ın hidayetidir ve biz, âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.'” (En’âm, 71)

“Yine, namazı kılın ve Allah’tan korkun diye emredildik. Zira O’nun huzuruna varıp haşrolunacaksınız.” (En’âm, 72)

“Hakikaten gökleri ve yeri yaratan O’dur. O, bir şeye ‘Ol’ derse, o şey hemen olur. O’nun sözü haktır. Sûr’a üflendiği gün mülk sadece O’na ait olur. Görünmeyeni de görüneni de bilen O’dur. Hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan O’dur.” (En’âm, 73)

Kâfirlerin Müslüman Akrabalarını Dinden Döndürme Çabaları

Bazı kâfirler, akrabalarından biri Müslüman olunca, onu tekrar eski dinine döndürmeye çalışıyorlardı. Bunun üzerine Allah, o Müslümanlara akrabalarına ne diyeceklerini Rasûlü’ne vahyetmiştir:

“De ki: Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, ardımıza dönüp Allah dışında ne fayda ne de zarar verebilecek şeylere mi yalvarıp tapalım?!”

Biz doğru yolu bulduktan sonra nasıl olur da bize fayda veya zarar veremeyen putlara ve eşyalara tapmaya ve yalvarmaya dönebiliriz? Hidayet, Allah’ın büyük bir nimetidir. Gerçek ilaha tapmak haktır, çünkü tek ilah O’dur; fayda da zarar da O’nun elindedir.

Hac Suresi 73. Ayette geçtiği gibi, kâfirlerin taptıkları putlar bir sinek dahi yaratamaz. Hatta bir sinek, o putların üzerine sürdükleri baldan bir parça alsa, bu putlar onu bile geri alamaz. Demek ki onlar, sinekler kadar zayıftır!

İşte hakkı bildikten sonra nasıl olur da batıla dönebiliriz?! Nuru gördükten sonra nasıl olur da tekrar karanlığa düşebiliriz?! Daha doğrusu, siz bizim yanımıza gelin ki hidayeti bulasınız.

Şeytanın Saptırdığı Kişi Gibi Olmak

“Tamamen, şeytanların yoldan çıkarıp uçuruma sürüklediği, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşan kimse gibi mi olalım?”

Eğer size uyarsak, sizin gibi şeytanların saptırdığı ve uçuruma çektiği kişilerden oluruz. O zaman, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşırız.

Bu ayette, kâfirlere bir ta’riz (dolaylı dokundurma ve eleştiri) vardır. Şöyle ki:
“Tamamen sizin gibi oluruz! Şeytanlar sizi uçuruma sürükledi, düşürdü, aklınızı çeldi! Yeryüzünde deli gibi dolaşmaya başladınız! Hakkı batıldan, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayıramıyorsunuz; hepsini birbirine katıp karıştırıyorsunuz!”

Kâfirler böyledir. Araplar, bir kimse deli veya şaşkın olursa, “Şeytanlar onun aklını çeldi, onu uçuruma sürükledi ve düşürdü” derlerdi. Çünkü şeytanları kötü görürlerdi; onlar şerri getirir ve insana zarar verir. İşte Allah, onların bildikleri bu ifadeyi kendileri için kullanmıştır.

Oysa şeytanların saptırdığı, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşan kişinin doğru yolu gösteren arkadaşları vardır. Onlar ona:
“Bizim yanımıza gel!” diyerek hidayete davet ederler.

Bir kimse yolunu şaşırırsa, bilene sorar:“Yol nerede? Filan yere nasıl giderim?” Çünkü yolu şaşırmış ve aramaktadır.

Doğru yolu bilenler vardır ve ona seslenirler: “Gel yanımıza! Yol buradadır, başka yere gitme! Yoksa yeryüzünde şaşkın dolaşıp kalırsın!”

Tek Doğru Yol Allah’ın Yoludur

İşte bu doğru yol, yalnızca Allah’ın yoludur. Tek hak yol budur; bunun dışındaki tüm yollar yanlıştır. Doğru yol, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim olmaktır.

“Âlemler” ifadesi, her tür ve cinsten varlıkları kapsar: İnsanların âlemi, cinlerin âlemi, hayvanların âlemi vs. Bütün bunların Rabbi Allah’tır. Onların sahibi, onları yaratıp belli kanunlarla yöneten O’dur.

İnsanları belli bir alanda serbest bırakmış, denemek için onlara her şeyle ilgili hükümler indirmiştir ki o hükümlere göre yaşasınlar ve bağlı kalsınlar. Çünkü onların Rabbi sadece Allah’tır; kendileri gibi olan başka insanları Rab edinemeyecekleri gibi, insanlar da kendileri için kanun koyamazlar.

Eğer insanlar, kendilerine kanun çıkarması için vekiller tayin eder ve onların çıkardığı kanunlara inanırlarsa, Allah’tan başka Rab edinmiş olurlar.

Nitekim, insanlar yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’a ve O’nun hükümlerine teslim olmakla emrolunmuştur. İşte ancak bu şekilde Müslüman olabilirler.

İslam veya Müslümanlık, Allah’a teslim olmaktır.
Bir insan kendisini tamamen Allah’a teslim etmelidir; O’nun kulu ve kölesi olmalıdır. Emir ve yasaklarının dışına çıkmamalıdır. Müslümanlık, Allah’a teslim olmak olduğuna göre, dinin bütün hükümlerini uygulamayı gerektirir.

Ayrıca, salâtı yani namazı ikame etmeye emredildiler. Namaz ise dinin en bariz hükmüdür. Müslüman ile kâfiri ayıran bir husustur. Burada namazı ikame etmek, sadece insanı Müslüman olarak tanıtan tekbir, rükû, secde ve kıyam gibi bilinen ibadetleri yerine getirmek değil, aynı zamanda dinin bütün hükümlerini uygulamak ve hayatın her alanında tatbik etmektir.

Allah’tan korkmakla emredildik. Eğer O’na muhalefet edersek, bize azap vereceğinden korkarız. Nitekim Allah’ın emirlerine muhalefet eden veya dinin hükümlerini yerine getirmeyen kimseye, O’nun azabı dokunacaktır; hem dünyada hem de ahirette. Zira O’na haşrolunacağız, O bizi diriltip toplayacak ve hesaba çekecektir. Bu günden korkmamız emredildi. Bu, imanın bariz bir hususudur.

Bir insan Allah’tan korkmasa, her günahı işler; zalim, gaddar, hain ve utanmaz olur. Bu kişi ancak kendisinden daha güçlü insanlardan korkar. Bu durumda, gizlice her türlü kötülüğü işler. Bu nedenle Allah’tan korkmak, muttaki yani takva sahibi olmak, Allah’tan korkan kimse olmaya davet eden yüzlerce ayet geçmiştir.

Nitekim O, gökleri ve yeri yaratmıştır. Bu, bir hakikattir; batıl değildir, şaka da değildir, fantezi ve hayal de değildir. Hak ve gerçektir. Düşünen kimse bu gerçeği idrak eder. Ama insanların çoğu bu meseleyi düşünmekten kaçar ya da yüzeysel düşünür; derin ve aydın düşünecekleri yerde, sadece kendi çıkarlarını nasıl temin edeceklerini, arzularını ve şehvetlerini nasıl tatmin edeceklerini düşünürler.

“Bir gün, bir şeye ‘Ol’ derse, o şey oluverir.” (Yasin 82)

Yani herhangi bir anda, bir şeyin olmasını isterse, o şey hemen meydana gelir. Allah, o kadar güçlüdür. Siz, putlarınız, güçlü adamlarınız ve Allah dışında ne güç varsa hepsi zayıftır. Zira hepsi O’nun tarafından yaratılmıştır ve onları yok etmeye de kadirdir. Aklını çalıştıran, bu gerçeği idrak eder. Öyleyse Allah dışında başka şeylere neden kulluk edersiniz? Neden onlara yalvarıp dua edersiniz?

Gerçek manada Allah’a iman eden, O’na tam tevekkül eder, güvenip dayanır. Başka güçlerden korkmaz. Diğer güçlerden korkmadan ve bu güçlere meydan okuyarak yalnız O’nun emrine uyar, şeriatını uygular, onu hâkim kılmak için cihad eder ve mücadele eder. O’nun sözü haktır. Ne derse doğrudur, Allah şaka söylemez. Söylediği her şey ciddidir ve gerçektir. Söylediği şeyden dönmez; muhakkak ki sözünü ve vaadini yerine getirir.

O, Azze ve Celle hikmet sahibidir; her şeyin gerçeğini, gizlisini, görünenini ve görünmeyenini bilir ve görür. Her şeyden bir maksadı vardır. Bunu bize bildirmese, biz bilemeyiz. Söylediği ve yaptığı şeyleri niçin yaptığını bilir; insanlar ise bunun hikmetini bilmezler. Ya onlara haber verir ya da ilim inkişaf eder, sonra o şeyin maksadı ortaya çıkar ya da hep insanlardan gizli tutar. Sadece O bilir. Kıyamet gününde insanlara bunu bildirir.

Gayb ise, görülmeyen, bilinmeyen ve gelecekte olacak şeydir. Allah, gaybı bilir. Görüneni, bilinenleri ve insanların bildiklerini de bilir. İnsanların gördüklerini de görür. Yaptıklarını ve söylediklerini de bilir. O’ndan hiçbir şey gizli kalmaz.

Bu konularla ilgili hayli ayetler vardır. Öyleyse insanlar Allah’tan korksunlar. O, her an kesin olarak canlarını alabilir ya da başlarına bir musibet indirebilir. Eğer hemen cezalandırmıyorsa, O’nun bir hikmeti vardır. İnsan aldanmasın ki, “Allah’a muhalefet ettim, ama bana azap vermedi!” Zira insanlar böyle derler. Belki sana tövbe etmek için zaman vermiştir ya da azabı geciktiriyordur. Veyahut daha fazla günah işleyesin diye, sonra azabını artırıp başına daha büyük bir bela indirecektir. Ya da cezanı ahirete erteler ve seni cehennemde daha fazla yakar!

Allah’ın her şeyden haberdar olması ve her şeyi görmesi, akidenin en önemli direklerinden biridir. Buna iman etmek, daima zihinde tutmak ve ona göre hareket etmek, takvayı yani Allah’tan korkmayı gerçekleştirir. Müslümanı mazbut ve düzgün kılar. Sanki Allah’ı görüyormuş gibi, Allah’a kulluk eder ve O’na itaat eder.

“Sur’a üflendiğinde, bütün insanlar dirilip mezarlarından çıkacaklardır. Mülk sadece O’na ait olacaktır.”

O gün, hiçbir kimsenin sözü, otoritesi ve tasarruf hakkı olmayacaktır. Dünyada mülk sahibi olan krallar, başkanlar ve güçlü olanlar vardır. Bunların her biri söz ve otorite sahibidir. Fakat kıyamet gününde bunların hiçbir gücü olmayacaktır. Hepsi boyunlarını bükerek, asıl mülk sahibi olan Allah’a teslim olacaklardır. Hepsi Allah’a hesap verecek ve sorguya çekilecektir. Allah’ın hükümlerini tatbik etmeyenler, O’nun indirdikleriyle hükmetmeyenler cehenneme atılacaktır.

Dini hayattan ayırıp laikliği kabul edenlere ve demokrasiyi savunup halkın çıkardığı beşerî kanunları uygulayanlara ve bunları teşvik edenlere yazıklar olsun! Hepsi cehennemliktir. Onlar, aynen Kureyş’in müşrikleri, Firavun, Semud, Âd ve Nemrut gibidir.

İşte, kâfirler ilk zamanlarda olduğu gibi, her çağda ve bu zamanda da Müslümanları dinlerinden döndürmeye çalışırlar. Ana amaçları budur. Allah, müminleri bu konuda uyararak şöyle buyurdu:

وَدَّ کَثِيۡرٌ مِّنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ لَوۡ يَرُدُّوۡنَكُمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ اِيۡمَانِكُمۡ كُفَّارًا حَسَدًا مِّنۡ عِنۡدِ اَنۡفُسِهِمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الۡحَـقُّ‌ 

“Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki haset ve kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler.”
(Bakara 109)

وَلَنۡ تَرۡضٰى عَنۡكَ الۡيَهُوۡدُ وَلَا النَّصٰرٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمۡ‌ؕ قُلۡ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الۡهُدٰى‌ؕ وَلَٮِٕنِ اتَّبَعۡتَ اَهۡوَآءَهُمۡ بَعۡدَ الَّذِىۡ جَآءَكَ مِنَ الۡعِلۡمِ‌ۙ مَا لَـكَ مِنَ اللّٰهِ مِنۡ وَّلِىٍّ وَّلَا نَصِيۡرٍؔ‏ ﴿۱۲۰﴾

 “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”
(Bakara 120)

وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ إِنْ اسْتَطَاعُوا

 “Nitekim güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler.”
(Bakara 217)

Bu asırda kâfirler kendi üsluplerini geliştirdiler. Müslümanlara dinin sadece akide, ibadet ve ahlak olduğunu söylerler. “Dini bu şekilde kabul ederseniz size dokunmayız.” Onun hayat nizamı olduğunu ve bir devleti olduğunu, Hilafetin tekrar kurulmasını istediklerinde ise “aşırı Müslümansınız, teröristsiniz” diyerek onları ezerler. Bununla ilgili herhangi bir şey anlatmayın, bunun için çalışmayın. Bu durumda sizden memnun oluruz, çünkü siz ılımlı Müslümansınız, barışçısınız, mülayimsiniz. Size dost ediniriz ve gerçek Müslümanlara karşı sizinle ittifak kurup savaşırız. Onları laik ve demokrat kimseler haline getirmeye çalışırlar. İsmen Müslüman kalırlar veya İslam’ın sadece bir kısmını uygularlar; devlet, siyaset, ekonomi, talim ve eğitim, cihad, savaş ve yargı ile ilgili hükümleri tamamen unutur ve unuttururlar.

Şu var ki, kâfirler Müslümanlara dini sadece akide, iman, ahlak ve ibadet olarak kabul ettirmeye çalışırken, aynı zamanda İslam akidesiyle, ahlakıyla ve ibadetleriyle savaşmaya başlarlar. Sinsi üsluplarla Müslümanları dinlerinden döndürmeye çalışırlar. Aynı anda her tür vesileyle ahlaklarını bozmaya çalışırlar. İbadetlerinin tesirli olmasından çıkarıp, onları sadece şekiller ve hareketlerden ibaret hale getirirler. Bir de İslam’ı isteyenlerin küfür sistemlerine katılmalarını ikna etmeye çalışırlar. Bu şekilde Müslümanlar küfür sisteminde yönetici olup küfrü uygulamaya başlarlar. İşte kafirler ne kadar sinsi çalışırlar! Çünkü İslam’ın varlığından asla razı olmazlar. Bu şekilde İslam’ın tehditlerini en asgariye düşürmüş veya yok etmiş olurlar.

Buna karşı Müslümanlar ne yapmalıdır?

Dinlerine herhangi bir taviz vermeden sımsıkı şekilde sarılacak ve aynı anda kafirlere karşı çıkarken onları İslam’a davet edeceklerdir. Çünkü İslam tek doğru yoldur. İslam’ın bütün kısımlarını ve hükümlerini anlatacaklar; akaid, ahlak, ibadet, hayat nizamları ve ceza kanunlarını gösterecekler ve bunları uygulayacak bir devlet kurmaya çalışacaklardır. Çünkü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve onunla birlikte müminler bu şekilde çalıştılar. Zira Allah böyle çalışmaya davet etti. Dini terk etmek için kâfirlerin davetlerini ve taviz tekliflerini reddederken onları İslam’a çağırdılar. Aynı zamanda İslam devletini kurmaya çalıştılar ve Allah’ın yardımıyla kurabildiler. 13. asır devam etti, kâfirler ajanları vasıtasıyla İstanbul’da bu devleti yıkabildiler. Ama Allah, dinini korumakla taahhüt ettiği için sadık mümin kullarını tekrar bunu kurmak üzere çalışmaya muvaffak kıldı. Nasıl bu çalışmaya muvaffak kıldıysa, onu kurmaya da muvaffak kılacaktır. Çünkü böyle ihlasla ve samimiyetle çalışanlara zaferle ve yardımla söz vermiştir, vaad etmiştir.