– 19 –
İbrahim’in Fikri ve Siyasi Mücadelesi
İkna ediciliği ve hüccetinin güçlülüğü
Sebatlığı ve taviz göstermemesi
Buna rağmen insanların kabul etmemesi
Emniyeti kazanması ve kurtulması
Neslinden devleti kuranların gelmesi
Fikrinin doğruluğuna rağmen insanların yüz çevirmesi
Daveti doğru olduğu halde nusretin sağlanmaması
وَحَآجَّهٗ قَوۡمُهٗ ؕ قَالَ اَتُحَآجُّٓونِّىۡ فِى اللّٰهِ وَقَدۡ هَدٰٮنِؕ وَلَاۤ اَخَافُ مَا تُشۡرِكُوۡنَ بِهٖۤ اِلَّاۤ اَنۡ يَّشَآءَ رَبِّىۡ شَيۡـًٔـا ؕ وَسِعَ رَبِّىۡ كُلَّ شَىۡءٍ عِلۡمًاؕ اَفَلَا تَتَذَكَّرُوۡنَ ﴿۸۰﴾ وَكَيۡفَ اَخَافُ مَاۤ اَشۡرَكۡتُمۡ وَلَا تَخَافُوۡنَ اَنَّكُمۡ اَشۡرَكۡتُمۡ بِاللّٰهِ مَا لَمۡ يُنَزِّلۡ بِهٖ عَلَيۡكُمۡ سُلۡطٰنًا ؕ فَاَىُّ الۡفَرِيۡقَيۡنِ اَحَقُّ بِالۡاَمۡنِۚ اِنۡ كُنۡتُمۡ تَعۡلَمُوۡنَۘ ﴿۸۱﴾ اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَلَمۡ يَلۡبِسُوۡۤا اِيۡمَانَهُمۡ بِظُلۡمٍ اُولٰۤٮِٕكَ لَهُمُ الۡاَمۡنُ وَهُمۡ مُّهۡتَدُوۡنَ ﴿۸۲﴾ وَتِلۡكَ حُجَّتُنَاۤ اٰتَيۡنٰهَاۤ اِبۡرٰهِيۡمَ عَلٰى قَوۡمِهٖؕ نَرۡفَعُ دَرَجٰتٍ مَّنۡ نَّشَآءُ ؕ اِنَّ رَبَّكَ حَكِيۡمٌ عَلِيۡمٌ ﴿۸۳﴾
” Onun (İbrahim’in) kavmi hüccet ettiler (bir delil göstermeye çalışarak onunla tartıştılar). İbrahim dedi ki: ‘Bana hidayet veren Allah hakkında mı benimle hüccet ediyorsuunnz? O’na şirk koştuğunuz şeylerden korkmuyorum. Ancak Rabbim ne dilerse o olur. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almıyor musunuz?’ (80)
‘Siz, bir delil (sultan) ile size indirmediği şeye binaen Allah’a şirk koştuğunuz için korkmazken, ben nasıl şirk koştuğunuz şeyden korkayım? Eğer biliyorsanız, bu iki grup (biz ve siz) hangisi emniyet sahibi olmaya daha evladır?’ (81)
‘İman edip de imanlarını bir zulümle (şirkle) karıştırmayanlara emniyet vardır. Onlar hidayet üzeredirler.’ (82)
‘İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz hüccet budur. Dilediğimizi derece derece yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hikmet ve ilim sahibidir.’ (83)
Daha önceki ayetlerde İbrahim, kendi kavmiyle akli deliller göstererek tartıştı, putların ve yıldızların ilah olamayacağını onlara ispatladı. Onun hücceti güçlü idi. Fakat onlar hâlâ onunla tartışıyor ve putlarını savunuyorlardı. Aynı zamanda şirk koşup taptıklarıyla onu korkutmaya çalışıyorlardı. Ona, onlardan zarar geleceğini söylüyorlardı.
İnsan bir şeyi ilahlaştırırsa, ondan korkar. Çünkü ilah, güçlü olup kendisine zarar verebilir veya fayda sağlayabilir. Bu nedenle Maide 76, Ra’d 16, Taha 89 ve Furkan 3. ayetlerde geçtiği gibi, birçok ayette Allah, müşriklere kendilerine ne fayda ne de zarar veren şeylere nasıl taparsınız diye çatmıştır.
Böylece İbrahim’i bu yalancı ilahlarla korkutmaya başladılar. İbrahim, “Nasıl bunlardan korkayım ki? Yaratılmış şeylerdir. Allah bana bir zarar takdir etmezse, hiçbir zarar gelmez. Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır, her şeyden haberdardır. Zerre kadar veya daha küçük veya daha büyük olsun, hepsini bilir. Bir zarar olup olmayacağını bildiği gibi, zararı takdir eden veya olmasına müsaade eden veya engelleyen O’dur.” dedi. İbrahim bunu idrak ettiği için, “Ancak Rabbim dilediği müstesna” dedi. Yoksa bu taptığınız bana zarar getirmez.
Akide sahibi Müslüman böyledir. İnsanların getireceği zarardan korkmaz. Zararın asıl müsebbibi Allah’tır. O takdir ederse olur. Bu şekilde sebatla ve güçlü bir şekilde hiçbir şeyden korkmadan davetini taşır, kâfirlere ve zalimlere karşı izzetle dikilir.
Zira insan herhangi bir şeyden zarar görebilir, fakat Allah’ın ilmiyle, takdiriyle ve iradesiyle olur. İmtihan olsun veya ceza olsun, birisine başkalarının elleriyle zararın gelmesini sağlar. Yoksa onların ilah oldukları için değildir.
Zarar ve musibet, insanın bir kötü iş işlediği için ceza olarak başına gelebileceği gibi, imanı imtihan edileceğinden de gelebilir. Bu konuyu birkaç defa işledik. Bakara suresi 155. ayet, Nisa suresi 78-79. ayetlere yaptığımız tefsirlere bakabilirsiniz.
İbrahim onlara sert çıkışıyor: “Hiç düşünüp öğüt almıyor musunuz? Bakın gerçek budur, bu putlar, heykeller ne yapabilir?”
Şura 69-81. ayetlerde İbrahim, kendi öz babası ve kavmiyle bu hususta tartıştı: “Bunlar sizi işitir mi? Size fayda veya zarar verir mi? İşte taptığınız bana bir şey yapamaz, bunlar benim düşmanımdır. Ancak Allah beni yedirir, su verir, hastalanırsam O beni şifaya kavuşturur, O beni vefat ettirir ve ondan sonra (kıyamet gününde) beni diriltir.” Güçlü tutum ve kuvvetli hüccetle onlardan ve taptıklarından korkmadan onlara karşı dikilip çıkıştı. Dava adamının örneği budur. Nitekim daha önceki ayetlerin şerhinde gösterdiğimiz ve Mümtehine suresi 4. ayette geçtiği gibi, Allah İbrahim ve onunla birlikte iman edenlerin bize güzel örnek olduklarını vurgulamıştır.
Saffat suresi 88. ayette, İbrahim yıldızlara baktı ve “Ben hastayım! Bakayım bana şifa verir mi?” dedi. Onlara deyince yanından kaçtılar, hiç hüccetleri kalmadı. Putlarına da gidip “Yiyor musunuz?” diye sordu, “Niye konuşmuyorsunuz?” dedi, ondan sonra onları parçalamaya başladı. Kavmi bunu öğrenince yanına geldiler, “Bunu ilahlarımıza nasıl yaparsın?” deyince, onlara “Ellerinizle yaptığınız putlara mı tapıyorsunuz? Oysa Allah hem sizi hem de yaptığınızı yarattı.” dedi.
Enbiya suresi 51-71 ayetleri arasında İbrahim, putları kırdıktan sonra onlar “Kim bunu yaptı?” diye sorunca, onların düşüncelerini aşağılayarak: “Bunların büyüğünü yaptı, ona sorun, bakalım eğer bu putlar konuşuyorsa cevap versinler, konuşmayan, size fayda ve zarar getiremeyen şeylere nasıl taparsınız?!” dedi. Onlar utanarak başlarını indirdiler, fakat inat ettiler, illa onu cezalandıracaklar.
Akıllarını çalıştırmayıp körü körüne inandıklarından dolayı İbrahim’i ateşe attılar. Fakat Allah ateşi soğuttu ve İbrahim’i kurtardı. Ondan sonra Allah’ın emrine binaen tamamen onları terk edip mübarek topraklara, Filistin’e hicret etti. Zira kavmi artık hiç inanmayacaktır, onlardan hayır çıkmaz, başka yeri aramak gerekir.
Buna göre İslam davetini her yere götürmek gerekir. Eğer bir kavim kabul etmezse, başka kavim kabul edebilir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendi kavmi az ve zayıf bir grup müstesna reddedince, başka kavimlerle temas etmeye başladı, ancak Medine’de nusret buldu ve orada İslam devletini kurdu.
Bu asırda ise İslam birçok memlekette yaygındır. Devleti kurmak üzere nusret aramak bu memleketlerde aramak gerekir. Nitekim Müslümanlar genel olarak İslam Hilafet Devleti’nin tekrar kurulmasını isterler. Fakat mesele, nusret verecek mert, sağlam akide sahibi, kuvvet ehlinin bulunmasıdır.
Aslında Allah’a şirk koştuğunuz için siz Allah’tan korkmalısınız. Asıl korkacak kimseler sizsiniz. Allah’tan korkmadığınız halde, benim Allah’a ortak koştuğunuzdan korkmamı istiyorsunuz?! Ne kadar akılsızsınız?!
Sizde Allah’tan gelen sultan, kesin deliliniz yoktur. Zira birçok ayette “sultan”, kesin delil manasında geçer. Ayette Allah’ın indirmediği sultan, onlara indirmediği kesin delildir manasındadır. Aslında onlarda hiç delil yoktur. Sadece akide ancak kesin delille kabul edileceğine dair kesin delildir. Çünkü “herhangi bir deliliniz yoktur” denilseydi, işte zanni delille akide geçerli olur denilecekti.
İşte akide ancak kesin delille kabul edilir. Eğer kesin delil ve delalet olmasa, akide olmaz. Çünkü burada itikatla ilgili bir husus vardır. Putların ve yıldızların insanı Allah’a yaklaştırır, ulaştırır, insanı etkileyip fayda ve zarar sağlar diye inanç vardır. Bu doğruysa, akidevi bir mesele olup kesin delile ihtiyaç vardır. Onlarda yoktur, öyleyse nasıl bunlara taparlar?! Onlara saldırıldı ve düşürüldü.
Akli bir mesele, varlığı ispatlanacak bir mesele ise, delil kesin şekilde vakıaya mutabık olmalıdır. Putlar ve yıldızların ilah olması veya etkileyici olduğu vakıaya mutabık değildir. Ama Allah’ın varlığı, Kur’an’ın Allah’ın kelamı ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah’ın Rasulü ve Nebisi olduğu kesin şekilde vakıaya mutabıktır.
Eğer gayb ile ilgili bir şey ispatlanacaksa, delili akılla kesin şekilde kaynakta geçmelidir. Bu nedenle ayet ve hadis-i mütevatir ancak kesin delil olur. Fakat içerdiği lafzın manası da kesin olmalıdır. Eğer birden fazla mana taşıyorsa, kesin delalet olamaz, zanni olur, akidevi bir şey olmaz, itikat edilmez, sadece bir mana tercih edilir, diğer görüşler gibi zanni olarak itibar edilir.
Eğer bütün Müslümanlar bu ölçüyü kabul ederlerse, onların önemli bir sorunu çözülür, tekfir işi kalkar, birleşmeleri kolaylaşır.
Ayette “Eğer biliyorsanız” ifadesi geçmektedir. Bilmek ise öğrenmek, düşünmek ve düşünmekle ilgilidir. Bilmek, ilimden gelir. Kur’an’da zanna karşı yakin, sultan ve burhan lafızları gibi ilim de kesin delil manasında geçti.
Ayetin sıyakından bu mana anlaşılır: Eğer kesin olarak öğrenmişseniz ve inanıyorsanız, bana cevap verin: Bu şirkten dolayı ben mi korkmam gerekmeli, yoksa siz mi? Kim emniyet içinde olmalı: Ben miyim yoksa sizmisiniz? Kesin olarak biliyorsanız, bana söyleyin.
Nitekim bunlar Allah’a eşit olamaz, çok aşağı derecededirler. Allah onlara bir yetki vermedi, bununla ilgili sizde kesin delil yoktur.
Bazı insanlar, belli kişileri yüceltip bizi Allah’a ulaştırır, yaklaştırır, vesile ve vasıta olur, bize fayda sağlar diye inanırlar; bu da putperestliktir. Bu itibar ettikleri kişiler kendilerine bir fayda veya zarar sağlayamazlar. Bazıları ölülerden medet isterler. Bunlar ne kadar akılsızlardır?!
Oysa kul ile Allah arasında hiçbir vasıta yoktur. Kul, doğrudan Allah’a dua eder, ona yaklaşmak için Allah’tan korkmakla beraber tek vesile salih amel yapmaktır.
Bu konuyla ilgili Bakara suresi 186. Ayet ve Maide suresi 35. Ayete yaptığımız tefsire bakabilirsiniz.
Böylece iki grup insan oluştu: İbrahim ve onunla birlikte müminlerdir; bunlar yalnızca Allah’tan korkarlar ve yardım dilerler. İkinci grup ise müşriklerdir. Böylece çekişme ve çatışma başladı. İnançları farklı olduğu için birleşemezler ve uzlaşamazlar: Toplumda ve devlette ya iman ya da küfür hâkim ve egemen olacaktır. İman ve küfür birbirine zıttır, birleşemez. Eğer müminler, kâfirlerin sistemlerine katılırlarsa, onlara tabi olup küfür anayasalarını ve kanunlarını uygulamaya başlarlar. Bu şekilde kâfirler galip gelir ve müminiz iddia edenler, imanlarından taviz vermiş olurlar. Kâfirlerle birlikte cehenneme atılırlar. Allah bunu birçok ayette vurgulamıştır. Al-i İmran suresi 189. Ayet ve Hud Suresi 112-113. Ayetlerine bakın.
İmanlarını bir zulümle karıştırmamak, bir şirkle karıştırmamaktır. Ayetlerin siyakından anlaşılır; şirke karşı İbrahim’in mücadelesinden söz edilmektedir. Zira Lokman Suresi 13. Ayette Allah şöyle buyurmuştur:
“اِنَّ الشِّرۡكَ لَـظُلۡمٌ عَظِيۡمٌ”
“Şüphesiz ki, kesinkes şirk büyük zulümdür.”
Nitekim yüce yaratıcıya bir yaratılmışı ortak koşmak, gerçek manada büyük haksızlıktır, büyük zulümdür. Küçük şirkten de kaçınmak gerekir. Bu ise Allah’a kulluk ederken başka niyetler katmaktır. Oysa niyet sırf Allah’ın rızası için olmalıdır.
Nisa Suresi 48. Ayete yaptığımız tefsirde bunu geniş şekilde izah ettik, buna dönebilirsiniz.
İşte Allah’a şirksiz kulluk edenler için emniyet vardır; onlar için korku yoktur, üzülmezler, Allah’ın azabından emin olmuşlardır ve cennetliktirler.
Hidayetli olanlar bunlardır, doğru yoldadırlar, kendi kendilerine güvensinler, yürüdükleri doğru yol üzerinde sebat etsinler. Fayda ve zarar takdir eden Allah’tır. Kendilerine dokunacaksa sabredecekler, bu yoldan caymayacak ve taviz vermeyeceklerdir. Zira Allah onları değişik musibetlerle imtihan edecektir. Nitekim bunun sevabı vardır.
Allah’ın hükmünü terk edip beşeri hükümleri uygulayanlar şirke girmiş olurlar.
İleride Allah’ın izniyle tefsir edeceğimiz En’am suresi 148. Ayet ve Nahl suresi 35. Ayette helal ve haram kılarak şirk koştukları açıklanmaktadır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Tevbe suresi 31. Ayette hahamları ve rahiplerini rab edinmenin manasını, helal ve haram kılmaları olarak beyan etmiştir. Zira müşrikler, Allah dışında başka şeyleri üstün ve yüce olarak itibar ettiklerinden, onların teşriilerini ve yaslamalarını kabul ederler. Laikler, demokratlar ve Kemalistler bu durumdadırlar.
Şirk koşanlar korksunlar, akıbetleri çok kötüdür. Onlara emniyet yoktur, Allah’ın azabından emin olamazlar; cehennemliktirler.
“İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz hüccet budur.”
İbrahim, kendi kavmini bu şekilde susturdu. Onun hücceti, delili ve tartışması güçlü ve ikna edici idi. Şirk koşanlar, şirksiz Allah’a kulluk edenlerden daha mı emniyetli midir?! Müşrikler azaptan kurtulup muvahhidler, müminler mi cehenneme atılacak? Olamaz, akla girer mi? Girmez. Bu şekilde İbrahim, fikri mücadeleyi kazandı, fakat onlar kaba kuvvete başvurdular, onu tutuklayıp ateşe attılar.
Şimdiki demokratik laik rejimler, fikri mücadelede İslam karşısında mağlup oldular. İslam davetini taşıyanların hücceti güçlü olduğu için onlarla tartışamıyorlar, kaba kuvvete başvurup onları hapse atıyorlar veya idam ediyorlar.
Allah, İbrahim’i derece derece yükseltti, çünkü ona güçlü ikna etme kabiliyeti vermişti, tartışması derindi. Hep deliller göstererek münakaşalar yaptı, hiç silah kullanmadı, sadece fikri mücadele yaptı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de aynı metodu kullandı ve bu şekilde İslam devletini kurabildi.
Fikir sahibi ve fikri mücadele yapan, delille insanları ikna etmeye çalışanları Allah derece derece yükseltir, nihayet onlara zafer verir ve ahirette cennette yerleştirir.
Fakat bazı insanlar, hakkı gördükleri ve fikren mağlup oldukları halde inat gösterirler ve kabul etmek istemezler. İşte İbrahim’in babası ve kavmi böyledir. Onların kralı azgın idi, sadece kendi koltuğunu ve azametini düşünüyordu. Bakara suresi 258. Ayette geçtiği gibi, İbrahim onunla tartıştı, ona galip geldi ve buna karşı şaşkınlığa düştüğü halde inanmak istemedi. İşte İbrahim, yöneticilere karşı çıkıp hak sözü söylediği için siyasi mücadele yapmış oldu. Sadece normal kişilerle tartışmadı, kralla ve ileri gelenlerle tartışıp fikrini onlara kabul ettirmeye çalıştı; bu nedenle büyük eziyete maruz kaldı.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de fikri mücadele yanında siyasi mücadele de yaptı. Mekke’nin yöneticilerine karşı çıkıp tebliğ etti, onlarla tartıştı, icraatlarını ve kanunlarını çürüttü. Onlar ona karşı fikren ve siyasi olarak mağlup oldular; buna rağmen inat ettiler, ona ve arkadaşlarına çok eziyet çektirdiler.
Mus’ab bin Umeyr hücceti güçlü, delili kuvvetli, ikna edici idi; fakat annesi ve akrabaları inatçı olduklarından dolayı ikna edemedi. Ona işkence çektirdiler.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu Medine’ye gönderdi. Oradaki insanların liderleri farklı oldukları için, Mus’ab onları ikna edebildi. Sa’d bin Muaz, Usayd bin Hudeyr ve Sa’d bin Ebi Ubade gibi Evs ve Hazreç kabilelerinin reisleri akıllı ve insaflıydılar. Hakkı duyunca kabul ettiler. Bunlar, Mus’ab yoluyla İslam’a girdiler ve Medine’de İslam yayılıp kamuoyu oluştu, nusret ehli bulundu. Böylece İslam devleti kuruldu.
Buna göre, dava adamları fikren çok güçlü ve ikna edici olabilirler; fakat insanlar inatçı, çıkarcı veya kısır düşünceli olup vakıacı olabilirler. Bu nedenle orada dava kazanmamış olabilir. Çok kişilerle konuşuyoruz, bizim hüccetimiz ve fikrimiz güçlü olduğunu görürler, bize hak da verirler, fakat değişik bahanelerle bizimle beraber olmak istemezler. Bir kısmı çıkarı nedeniyle dönemez, insaflı ve hakkaniyetli olanlar ise hemen kabul ederler.
Daveti taşıyanlar bıkmadan ve usanmadan mücadelelerini devam ettirmeli, fikirlerini ve hüccetlerini güçlendirmeye çalışmalıdırlar. Böylece dünyada ve ahirette derece derece yükselirler.
Bu nedenle insanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in metodu üzerinde yürüyüp, İslam davetini taşıyanları kabul etmese veya onlara destek vermekten çekinirse, davette veya taşıyanlarda eksiklik var demek değildir. Kendilerine ve davetlerine güvensinler; insanlar yüz çevirirse de sebat gösterip devam etsinler. Onlar için emniyet vardır, cennet vardır.
Dikkat çekici bir mesele ise, İbrahim veya Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in memleketlerinde imkân sağlayamadı ve kavimlerinden nusret alamadılar! Allah’ın hikmeti vardır, her şeyi bilen O’dur.
“Şüphesiz ki Rabbin hikmet ve ilim sahibidir.”
Ama İbrahim başka bir yerde emniyet buldu. Fakat devlet kuranlar, neslinden olacaklardır. Oğlu İshak’ın nesli, onun torunu olan Yakup ve başka adıyla İsrail oğullarından Davut ve Süleyman birer hükümdar olacaklardır. İsrail oğulları sapınca, hükümdarlıkları yıkıldı ve zillete uğradılar; zira Allah’ın dinini değiştirdiler.
Diğer oğlu İsmail’dir. Onun neslinden Muhammed Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’dir. Büyük bir devlet kurabildi, 13 asır devam etti. Kâfirler, kendi ajanları vasıtasıyla İstanbul’da yıkabildiler; fakat dinini değiştirmeyen ümmetinden onu tekrar kurmaya çalışan samimi ve cesur kişiler ortaya çıkıp hizip kurdular. Bunun kurucuları devleti kuramadılar, fakat Allah’ın izniyle takipçileri devleti kurabileceklerdir. Allah’ın hikmeti vardır, ilminden bir şey bilemeyiz. Sadece olay olduktan sonra biliriz ve hikmetini öğrenebiliriz.