– 20 –
Nebilerin hidayeti
Kendilerine verilen kitap ve hikmet
Onları örnek almak
İbrahim’in oğlu ve torunu
Eşinin tutumu
Davete karşılık ücret almamak
Hediye ile hibe arasındaki fark
Bunları geri almanın yasaklığı
وَوَهَبۡنَا لَهٗۤ اِسۡحٰقَ وَيَعۡقُوۡبَؕ كُلًّا هَدَيۡنَا ۚ وَنُوۡحًا هَدَيۡنَا مِنۡ قَبۡلُ وَمِنۡ ذُرِّيَّتِهٖ دَاوٗدَ وَسُلَيۡمٰنَ وَاَيُّوۡبَ وَيُوۡسُفَ وَمُوۡسٰى وَهٰرُوۡنَؕ وَكَذٰلِكَ نَجۡزِى الۡمُحۡسِنِيۡنَۙ ﴿۸۴﴾ وَزَكَرِيَّا وَيَحۡيٰى وَعِيۡسٰى وَاِلۡيَاسَؕ كُلٌّ مِّنَ الصّٰلِحِيۡنَۙ ﴿۸۵﴾ وَاِسۡمٰعِيۡلَ وَالۡيَسَعَ وَيُوۡنُسَ وَلُوۡطًا ؕ وَكُلًّا فَضَّلۡنَا عَلَى الۡعٰلَمِيۡنَۙ ﴿۸۶﴾ وَمِنۡ اٰبَآٮِٕهِمۡ وَذُرِّيّٰتِهِمۡ وَاِخۡوَانِهِمۡۚ وَاجۡتَبَيۡنٰهُمۡ وَهَدَيۡنٰهُمۡ اِلٰى صِرَاطٍ مُّسۡتَقِيۡمٍ ﴿۸۷﴾ ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهۡدِىۡ بِهٖ مَنۡ يَّشَآءُ مِنۡ عِبَادِهٖؕ وَلَوۡ اَشۡرَكُوۡا لَحَبِطَ عَنۡهُمۡ مَّا كَانُوۡا يَعۡمَلُوۡنَ ﴿۸۸﴾ اُولٰٓٮِٕكَ الَّذِيۡنَ اٰتَيۡنٰهُمُ الۡـكِتٰبَ وَالۡحُكۡمَ وَالنُّبُوَّةَ ؕ فَاِنۡ يَّكۡفُرۡ بِهَا هٰٓؤُلَۤاءِ فَقَدۡ وَكَّلۡنَا بِهَا قَوۡمًا لَّيۡسُوۡا بِهَا بِكٰفِرِيۡنَ ﴿۸۹﴾ اُولٰٓٮِٕكَ الَّذِيۡنَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰٮهُمُ اقۡتَدِهۡ ؕ قُلْ لَّاۤ اَسۡــَٔلُكُمۡ عَلَيۡهِ اَجۡرًا ؕ اِنۡ هُوَ اِلَّا ذِكۡرٰى لِلۡعٰلَمِيۡنَ ﴿۹۰﴾
“Ona (İbrahim’e) İshak’ı ve Yakub’u hibe ettik. İkisine de hidayet verdik. Daha önce Nuh’a hidayet verdik. Onun zürriyetinden Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa ve Harun’a da (hidayet verdik). İşte, biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. (84)
Bir de Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas vardır. Hepsi salih kimselerdendir. (85)
İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut da vardır. Bunların her birini âlemlerin üzerine üstün kıldık. (86)
Bunların babalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden de kimseler vardır. Onları seçtik ve doğru yola ilettik. (87)
İşte bu, Allah’ın hidayetidir. O, kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir. Eğer onlar şirk koşsalardı, yaptıkları bütün ameller elbette boşa giderdi. (88)
Bunlar, kendilerine Kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu insanlar bunları inkâr ederlerse, bunları inkâr etmeyecek bir topluluğu onların yerine getiririz. (89)
İşte o peygamberler, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların hidayetini örnek alın. De ki: ‘Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Bu Kur’an, âlemler için ancak bir öğüttür.’ (90)
Allah, İbrahim’e İshak’ı bir oğul ve Yakub’u bir torun olarak hibe etti.
Hibe etmek, karşılıksız bir bağıştır. Bir kişi sana hiçbir şey yapmadığı hâlde ona bir şey verdiğin zaman, ona hibe etmiş olursun.
Hediye ise bir karşılığa mukabildir. Ya akrabalık ya da arkadaşlık bağı bulunur; akrabalık veya arkadaşlık sebebiyle hediye verilir. Aranızda hediyeleşmeler olur. Bazen de biri, daha önce bir münasebetle veya seninle ilişki kurmak için sana hediye verir, sen de karşılık olarak ona hediye verirsin.
İslam, hediyeleşmeyi teşvik etmiştir; bu bir sünnettir ve sevabı vardır. Ancak hibe, tamamen karşılıksız bir bağış olarak verilir.
Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
” تهادوا تحابوا وتصافحوا يذهب الغل عنكم”
“Hediyeleşin ki birbirinizi sevin, musafahalaşın ki aranızdaki kin yok olsun.”
(Buhari, Edebu’l-Müfred, 594; Ebu Ya’lâ, 6148; İbn Asâkir, Târîh-i Dımaşk, 61/225)
Aişe (Radıyallâhu Anhâ) şöyle dedi:
” إن الرسول صلى الله عليه وسلم كان يقبل الهدية ويثيب عليها”
“Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem hediyeyi kabul eder ve karşılık verirdi.”
(Ebu Davud, 3536; Buhari, 2585)
Hediye veya hibeyi geri almak caiz değildir. Çünkü hediye veya hibe alan kişinin malı hâline gelir. Bu, rızık sebeplerindendir.
Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
” إن مثل الذي يعود في عطيته، كمثل الكلب أكل حتى إذا شبع قاء، ثم عاد في قيئه فأكله”
“Verdiğinden (hediye, hibe ve bağış..) geri dönen kişinin durumu, karnını doyurup kustuktan sonra dönüp kusmuğunu tekrar yiyen köpeğin durumu gibidir.” (İbn Mâce, 2384; İmam Ahmed, 10381)
Allah, İbrahim’e hem bir çocuk hem de bu çocuğun bir çocuğu, yani bir torun hibe etti.
Buradan anlaşılabilecek husus, bu torunun İbrahim hayattayken doğmuş olmasıdır. Çünkü ‘Ona İshak’ı ve Yakub’u hibe ettik’ buyurulmuştur. Yani İbrahim’e hem oğlu hem de torunu verilmiş, böylece o, ikisini de görmüş ve Allah onu sevindirmiştir.
Çünkü ömrü boyunca çocuksuz ve torunsuzdu. Yaşlandığında Allah ona hem bir oğul hem de bir torun verdi. Bu, onun için büyük bir sevinç kaynağı oldu. Zira yaratılıştan gelen bir içgüdü olarak insanlar, çocuk ve torun sahibi olmayı isterler.
Üstelik kendisi ve eşi yaşlı olduğu hâlde Allah onlara bu nimeti bahşetmiştir. Allah şöyle buyurdu:
وَلَقَدۡ جَآءَتۡ رُسُلُنَاۤ اِبۡرٰهِيۡمَ بِالۡبُشۡرٰى قَالُوۡا سَلٰمًا ؕ قَالَ سَلٰمٌ فَمَا لَبِثَ اَنۡ جَآءَ بِعِجۡلٍ حَنِيۡذٍ فَلَمَّا رَاٰۤ اَيۡدِيَهُمۡ لَا تَصِلُ اِلَيۡهِ نَـكِرَهُمۡ وَاَوۡجَسَ مِنۡهُمۡ خِيۡفَةً ؕ قَالُوۡا لَا تَخَفۡ اِنَّاۤ اُرۡسِلۡنَاۤ اِلٰى قَوۡمِ لُوۡطٍ ؕوَامۡرَاَتُهٗ قَآٮِٕمَةٌ فَضَحِكَتۡ فَبَشَّرۡنٰهَا بِاِسۡحٰقَ ۙ وَمِنۡ وَّرَآءِ اِسۡحٰقَ يَعۡقُوۡبَ قَالَتۡ يٰوَيۡلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا عَجُوۡزٌ وَّهٰذَا بَعۡلِىۡ شَيۡخًا ؕ اِنَّ هٰذَا لَشَىۡءٌ عَجِيۡبٌ
“Rasullerimiz (Allah’ın gönderdiği melekler) İbrahim’e müjdeyle beraber gelince selam verdiler. O da onlara selam söyledi. Fazla zaman kaybetmeden kızartılmış bir buzağı getirdi. Ellerini buna uzatmadıklarını görünce yadırgadı ve içine bir korku düştü. Onlar ise, “Korkma! Biz Lût kavmine (onlara azap vermek için) gönderildik.” dediler. Bu sırada (İbrahim’in eşi) ayakta duruyordu. Meleklerin sözünü duyunca güldü (çirkin olan eşcinsellik fiilini işleyen insanlara azap verileceğinden dolayı sevindi). “Biz ona da İshak’ı ve bunun ardından Yakub’u müjdeledik.” Bunun üzerine: “Vay başıma gelene! Ben acuz (ihtiyar, aciz, doğum yapmayan) bir kadınım ve kocam şeyh (yaşlı) olduğu halde bir çocuk mu doğuracağım?! Şüphesiz ki bu acayip bir şeydir.” (Hûd 69-72)
Kocasi için “acuz” demedi, zira erkekler yaşlı olsalar da çocuk sahibi olabilirler ve aciz olmayabilirler. “Şeyh” ifadesini kullandı. “Şeyh” kelimesi yaşlı anlamına geldiği gibi, imam, âlim, önder ve işin erbabı anlamına da gelir. Böylece kocasına saygı göstermiştir.
Diğer ayetlerden anlaşılan husus, İsmail’in annesi gençti. Kocası hakkında böyle bir ifade kullanmadı. Oysa İsmail, babası yaşlı iken doğdu. Ayette şöyle geçti:
اَلۡحَمۡدُ لِلّٰهِ الَّذِىۡ وَهَبَ لِىۡ عَلَى الۡـكِبَرِ اِسۡمٰعِيۡلَ وَاِسۡحٰقَؕ اِنَّ رَبِّىۡ لَسَمِيۡعُ الدُّعَآءِ ﴿۳۹﴾
“Elhamdülillah ki ihtiyarlık halinde bana İsmail ve İshak’ı hibe etti. Şüphesiz ki Rabbim duayı işitendir.” (İbrahim 39)
Allah, “İkisine de hidayet verdik” demesinin manası, İshak ve Yakub’a peygamberlik verdiğidir. Zira bu ayetlerde peygamberlerin isimleri sayılırken “hidayet verdik” ifadesi kullanıldı. Zira başka ayetlerde de geçtiği gibi bu kişiler birer peygamber olarak seçildi. Nitekim hidayeti getiren, doğru yolu gösteren yalnızca peygamberlerdir.
“Daha önce (bunlardan önce) Nuh’a hidayet verdik”, yani onu peygamber olarak seçtik. “Bunlardan önce” ifadesi geçmeseydi, bazıları “Nuh sonramı geldi?” diye soracaklardı. Bu nedenle Allah “Daha önce” ifadesini kullanmıştır.
Bunlar, İbrahim’in neslinden oldukları gibi, Nuh’un neslinden de oldukları anlaşılsın diye Allah Nuh’un ismini sonra getirdi. Böylece, İbrahim’den başlayarak son peygambere kadar hepsi Nuh’un zürriyetindendir.
Davut, Süleyman, Eyyüb, Yusuf, Musa ve Harun’a hidayet verilince peygamberlik verildi. Bunlar ihsan edenlerdendi. Hepsi güçlü ve sağlam imanla beraber salih amel işliyorlardı. Allah’ın emirlerini yerine getiriyor ve nehiylerinden vazgeçiyorlardı. Allah, ihsan eden insanlara büyük mükâfat verir. Zira ayette geçen “Böylece ihsan edenleri mükâfatlandırırız” ifadesi genel bir anlam taşır ve bu peygamberleri takip edenleri de kapsar. Onların tümünü tasdik eden ve getirdikleri hidayete tabi olan kimseler, peygamber olmasalar da hidayetli, salih kul ve ihsan sahibi sayılır. Nebiler sınırlıdır, fakat onları hakkıyla izleyenler büyük ödül alırlar ve onlarla birlikte Cennet’e yerleştirilirler. Fakat onların getirdiği hidayet ve risalet yoktur. Ancak bu durum Kur’an’da açıklanmıştır.Böylece İslam’a girip Allah’a ve Rasûlü Muhammed Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’e itaat edenler, onlarla beraber olurlar.
Allah şöyle buyurdu:
وَمَنۡ يُّطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُوۡلَ فَاُولٰٓٮِٕكَ مَعَ الَّذِيۡنَ اَنۡعَمَ اللّٰهُ عَلَيۡهِمۡ مِّنَ النَّبِيّٖنَ وَالصِّدِّيۡقِيۡنَ وَالشُّهَدَآءِ وَالصّٰلِحِيۡنَ ۚ وَحَسُنَ اُولٰٓٮِٕكَ رَفِيۡقًا ؕ ذٰلِكَ الۡـفَضۡلُ مِنَ اللّٰهِ ؕ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَلِيۡمًا
“Kim Allah’a ve Resulü’ne itaat ederse, onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Ne güzel arkadaştır onlar! Bu fadl (bağış) Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.” (Nisa 69-70)
Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas da vardır; her biri salih kuldur. Bunlar da birer peygamberdir. Onlara “salih kul” vasfı verilince, onları izleyenler de salih kul olur.
İsmail, Elyesa, Yunus ve Lût da vardır. “Bunların her birisini âlemler üzerinde üstün kıldık” manası, bunların birer peygamber olduklarıdır. Sadece bunlar değil, diğer nebiler de âlemler üzerinde üstün kılınmıştır. Çünkü âlemlere üstünlük derecesi peygamberliktir. Bu nedenle onların hepsini saydıktan sonra bu ifade kullanılmıştır ki bütün nebileri kapsasın.
Nebilerden sonra ihsan edenler ve salih kullar, diğer âlemler üzerinde üstün kılınmıştır. Birçok ayette bunların diğer âlemlere üstünlüğü vurgulanmıştır.
Dünyada yaratılmış her cins ve tür, bir “âlem” olarak adlandırılır. Böylecenebiler ve onlara inanıp tabi olanlar, diğer yaratılmış varlıklar ve kimselerden üstün kılınmıştır.
İsmail, İbrahim’in ilk çocuğu olmasına rağmen bu ayetlerde en son isimlerden biri olarak sayılmıştır. Çünkü sayılan nebilerin hepsi İsmail’in kardeşi İshak ve onun oğlu Yakub’un neslinden gelmiştir. İsmail’in neslinden ise yalnızca Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem gelmiştir. “İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’nin temellerini yükseltirken, şu ayette geçtiği gibi dua etti:”
رَبَّنَا وَابۡعَثۡ فِيۡهِمۡ رَسُوۡلًا مِّنۡهُمۡ يَتۡلُوۡا عَلَيۡهِمۡ اٰيٰتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الۡكِتٰبَ وَالۡحِكۡمَةَ وَ يُزَكِّيۡهِمۡؕ اِنَّكَ اَنۡتَ الۡعَزِيۡزُ الۡحَكِيۡمُ ﴿۱۲۹﴾
‘Rabbimiz! Onlara, içlerinden bir peygamber gönder ki onlara Senin ayetlerini okusun, Kitab’ı (Kur’an’ı) ve Hikmeti (Sünneti) öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz ki Sen, izzet ve hikmet sahibisin.’” (Bakara 129)
Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurdu:
” دعوة أبي إبراهيم”
‘Ben, babam İbrahim’in duasının kabulüyüm.’ (İbn Hanbel 17163, Taberânî 18/252, İbn Hibbân 6404)
Başka ayetlerde gösterildiği gibi, Lût İbrahim’in neslinden değildir; ona inanmış ve onunla birlikte mübarek topraklara hicret etmiştir. Allah, onu bir nebi olarak seçmiştir. Lût’un, İbrahim’in amcaoğlu olduğu yönünde bir söylenti vardır. Ancak bu, ne Kur’an’da ne de hadislerde geçmediği için benimsenemez.
Elyesa’ ise Kur’an’da hakkında ayrıntılı bilgi verilmeyen bir peygamberdir. Onun hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır:
- Peygamber İlyas’ın amcasının oğlu olup İsrailoğullarından olduğu,
- İsa gibi doğduğu,
- Ahtub adlı bir kişinin oğlu olduğu şeklinde çeşitli görüşler vardır.
Ancak, biz bu rivayetleri esas alamayız; çünkü ne Kur’an’da ne de hadislerde yer almamaktadır. Biz sadece onun peygamber olduğuna inanırız.
Ayetlerde adı geçen nebiler hakkında başka ayetlerde de bilgiler verilmiştir:
“Bunların babalarından, soylarından ve kardeşlerinden de kimseler vardır. Onları seçtik ve doğru yola ilettik.”
Bunun anlamı şudur: Allah, nebileri sadece akrabalarından değil, farklı zümrelerden de seçmiştir. Peygamberler sadece bu ayetlerde veya Kur’an’da ismi geçen kişiler değildir. Allah şöyle buyurmuştur:
وَلَقَدۡ اَرۡسَلۡنَا رُسُلًا مِّنۡ قَبۡلِكَ مِنۡهُمۡ مَّنۡ قَصَصۡنَا عَلَيۡكَ وَمِنۡهُمۡ مَّنۡ لَّمۡ نَقۡصُصۡ عَلَيۡكَؕ
“Andolsun, senden önce de birçok elçiler gönderdik. Onlardan bir kısmının kıssalarını sana anlattık, bir kısmını ise anlatmadık.” (Gâfir/Mü’min 78)
Burada “elçiler” kelimesi, lügat anlamıyla “nebiler” demektir. Çünkü her nebi bir elçidir ve kavmine gönderilmiştir. Istılahi (terimsel) anlamıyla “rasûl”, bir risalet (vahiy) ve kitapla gelen nebidir.
Nebilerin getirdiği hidayet, Allah’ın hidayetidir. Onlar bu bilgileri kendi düşüncelerine göre uydurmamış, Allah’tan vahiy almışlardır. Bir nebi, Allah’tan haber alır ve vahiy ile yönlendirilir. Allah’ın emrine asla muhalefet etmezler.
Hidayeti isteyen kullar, peygamberlerin getirdiği vahiy sayesinde doğru yola ulaşır. Çünkü hidayet Allah’ın iradesiyle gerçekleşir. Allah’ın hâkimiyeti ve otoritesi altında olduğu için şu ifade kullanılmıştır:
“Bunlar, şirk koşsalardı yaptıkları tüm ameller elbette boşa çıkardı.”
Bunun anlamı şudur: Onlar şirk koşmamışlardır. Çünkü “şirk koşsalardı” ifadesi, onların şirk koşmadığını gösterir. Peygamberler, doğru yol üzerinde sabit kaldılar, asla taviz vermediler. Bir kısmı öldürüldü, ancak yine de yollarından dönmediler ve hidayet uğruna mücadelelerine devam ettiler.
İşte müminler de peygamberler gibi olmalıdır! Öldürülse bile dininden dönmemeli, taviz vermemeli, Kur’an’a ve Sünnet’e sımsıkı sarılmalıdır.
Allah, bu nebilerin her birine Kitap, Hikmet ve Peygamberlik vermiştir. Bunlardan bir kısmı, İbrahim, Musa, İsave Davutgibi kendilerine kitap verilmiş, böylece birer Rasûl olmuşlardır. Bir kısmına ise kitap verilmemiştir, ancak onlar da Rasûllerinkitaplarını tebliğ etmişlerdir. Her iki tarafa da peygamberlik ve nübüvvet verilmiştir. Her Rasûl, aynı zamanda bir Nebi olur; ancak her Nebi, Rasûl olmaz. Hepsine hikmet verilmiştir.
Hikmetin dildeki anlamı, doğru hüküm ve isabetli fikirdir. Allah, onların kitap dışında herhangi bir mesele hakkında hüküm veya fikir vermek isterse, bunu vahiy yoluyla bildirirdi. Ya melekler gelir ve onlara bildirir, ya da rüyalar yoluyla haber verilir. Birçok ayette, bu Nebilere, kitap dışında da meleklerin gelip haber verdiği açıklanmıştır. Bazen ise onlara ilham edilir, bu da ayetlerde belirtilmiştir.
Allah,Muhammed Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’ebunların hepsini vermiştir;Rasûllük, Nübüvvet, Kitap (Kur’an)veHikmet (Sünnet)hepsini ona bahşetmiştir.
“Eğer bu insanlar bunları inkâr ederlerse, inkâr etmeyecek insanlara bunları yükleriz.” Bu, Muhammed Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’in kabilesi olan Kureyş’ikastetmektedir. İlk başlarda Kureyş, İslam’ı inkâr etti, ancak Allah onların yerine başka bir kavmi seçti; bu kavim Medine halkı idi. Az bir kısmı dışında, Mekkeliler bu şerefi kazanmak istemediler. Mekke’nin fethinden sonra İslam’la şereflendiler ve birinciliği kaybettiler. İlk iman edenler ve İslam devletini kurmak için yardımı dokunan halk olma şerefini kaybettiler. Çünkü bu şerefi kazanmak, çok yüksek bir dereceye sahip olmaktır.
Buna benzer bir mesele de şudur: Devlet kurmadan önce yapılan çalışmaların sevabı daha yüksektir.Devlet kurulduktan sonra İslam davetini taşımak ise, ondan da daha üstün bir iştir.
Bu ayetlerde adı geçen kişiler, Allah’ın hidayet ettiği nebileridir. Onların hidayetini örnek alın, zirabütün nebilerin akidesi birdir. Hepsi sabrettiler, her türlü eziyete dayanarak doğru yolda sebat ettiler. Rasûlümüz Muhammed Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem de bu konuda onları örnek almalıdır. Ayrıca her Müslüman da aynı tutumu sergilemelidir.
Allah, Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’in insanlara Kur’an’ı ve dini öğretmek karşısında ücret istememesini istedi. Çünkü bu Kur’an, âlemlere sadece bir hatırlatmadır.
Normalde öğretmenler hep ücret alırlar, ancak insanlar, Rasûlullah’ın buna mukabil para isteyeceğini zannetmesinler. Bir kişi, ücret almadan, karşılıksızinsanlara sürekli doğru fikirler veriyor, doğru yolu gösteriyor ve onların seviyelerini yükseltmeye çalışıyorsa, bu çok büyük bir üstünlüktür.
Bu yüzden dava adamları İslam davetini karşılıksız taşırlar, insanların hayrına çalışırlar, sadece Allah’ın rızasını dilerler. Bunun uğrunda her türlü eziyete ve zorluğa sabrederler, çünkü cenneti kazanmak kolay bir şey değildir.