– 24 –
Allah’a cinleri ortak kılmak
Cinlerle temas etmeye çalışanların hali
Allah’a oğul ve kız edindirenlerin akılsızlığı
Allah’ın bunlardan münezzeh olması
O’nu görmek meselesi
Görmenin önemi
Düşünmenin önemi
Akidenin delili kesin olması
Sırf davet ve tebliğle yetinmemek
Nuh ile Rasulullah’ın metot hususundaki farkı
وَجَعَلُوۡا لِلّٰهِ شُرَكَآءَ الۡجِنَّ وَخَلَقَهُمۡ وَخَرَقُوۡا لَهٗ بَنِيۡنَ وَبَنٰتٍۢ بِغَيۡرِ عِلۡمٍؕ سُبۡحٰنَهٗ وَتَعٰلٰى عَمَّا يَصِفُوۡنَ ﴿۱۰۰﴾ بَدِيۡعُ السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضِؕ اَنّٰى يَكُوۡنُ لَهٗ وَلَدٌ وَّلَمۡ تَكُنۡ لَّهٗ صَاحِبَةٌ ؕ وَخَلَقَ كُلَّ شَىۡءٍ ۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَىۡءٍ عَلِيۡمٌ ﴿۱۰۱﴾ ذٰ لِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمۡۚ لَاۤ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَىۡءٍ فَاعۡبُدُوۡهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ وَّكِيۡلٌ ﴿۱۰۲﴾ لَا تُدۡرِكُهُ الۡاَبۡصَارُ وَهُوَ يُدۡرِكُ الۡاَبۡصَارَۚ وَهُوَ اللَّطِيۡفُ الۡخَبِيۡرُ ﴿۱۰۳﴾
“Buna rağmen, Allah’a cinleri ortak koştular, oysa Allah onları yaratmıştır. Ayrıca bir ilim (kesin delil) olmaksızın O’na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir ve yücedir.” (100)
“O, gökleri ve yeri yoktan var edendir, emsali olmayan yaratıcıdır. Eşi olmadığı halde nasıl O’nun çocuğu olur?! Nitekim O her şeyi yaratmıştır ve her şeyi bilen O’dur.” (101)
“İşte sizin rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. O her şeyi yaratmıştır. Öyleyse sadece O’na kulluk edin. O her şeyin vekilidir.” (102)
“Gözler O’na erişemez, O’nu göremez. Fakat O bütün gözleri görür. O lutuf sahibidir, her şeyden haberdardır.” (103)
Daha önceki ayetlerde Allah, birçok konuda kendi yaratıcılığı, azameti ve kudretini gösterdikten sonra tekrar şirk koşanlara dönüp çatmaya başladı. Yaratıcılığına, azamet ve kudretine dair o kadar delil varken, birçok insan yine de şirk koşmaktan vazgeçmemektedir!
Bu şirk türlerinden biri cinleri Allah’a ortak koşmaktır. İleride En’am128. Ayette, bazı insanların cinlerden yardım almak için dost edindikleri ve onlar ile birlikte cehennemde toplanacakları bildirilecektir. Seba40-41. Ayetlerde, meleklere tapanlar da vardır. Ancak melekler onlardan beridir ve “Bize değil, cinlere taptılar” derler. Nitekim müşrikler, melekleri cinlere benzetmişlerdir. Zuhruf19. Ayet ve Necm suresi 27. Ayette, müşrikler meleklere kızlar ismini verip, onları Allah’ın kızları olarak saydılar.
Cin suresi 6. Ayette, bazı insanların cinlere sığınıp yardım diledikleri gösterilmiştir. Ancak cinler, onlara yalnızca sıkıntı üstüne sıkıntı getirir. Cinlerle temas etmeye çalışan insanlar sıkıntılı, kompleks hale gelir, içi bozulur, tuhaf şekilde düşünür, konuşur ve davranırlar. Ayrıca cahilleri kandırıp paralarını yemeye başlarlar.
Safatsuresi 158. Ayette, müşrikler cinlerin Allah’la bir akrabalık bağı kurarak iftira attılar. Oysa cinler, insanlar gibi Allah’ın huzuruna gelip hesap vereceklerdir. Zira Zariyat suresi 56. Ayette geçtiği gibi, cinler ve insanlar yalnızca Allah’a kulluk etmek için yaratıldılar. Onların yaratılış amacının gereği olarak şirksiz bir şekilde kulluk yapmamaları durumunda cezalandırılacak, cehenneme atılacaklardır.
Kürtlerden Müslüman olmayan Yezidiler, cin olan şeytana, İblis’e taparlar.
Batı dünyasında, İngiltere’den başlayarak şeytana tapanlar, satanist insanlar da ortaya çıkmıştır.
Laik, demokratik küfür kanunlarına inananlar da tağuta, şeytana tapmaktadırlar.
Nitekim Kehfsuresi 50. ayette, İblis’in cinlerden olduğu belirtilmiştir. Ona tapanlar; onu ve soyunu Allah dışında dost edinip onlardan yardım dileyenler, kâfir olup cehennemliktirler. Oysa baş şeytan olan İblis ve diğer şeytanlar, insanların düşmanlarıdır ve onlara hayır dilemezler.
Ayrıca Allah’a oğullar nispet etmişlerdir. Tevbe suresinde 30. Ayette, Yahudiler Uzeyr’i ve Hristiyanlar İsa’yı Allah’ın oğlu olarak saymışlardır. Hatta Maide suresi 18. Ayette geçtiği gibi, Yahudiler ve Hristiyanlar, “Biz Allah’ın çocuklarıyız” demişlerdir. Çünkü nebileri Allah’ın çocukları olarak sayınca, “Biz nebilerin çocuklarıyız” dediler ve böylece Allah’ın çocukları olmuşlardır.
Haşa, böyle saçmalıklar akla girmez, fıtrata aykırıdır. Bütün insanlar birer yaratıklardır. Ama bunlar, Allah’a kulluk etmekten yüz çevirip kendi kendilerini üstün kılmaya başlarlar.
Zira dinlerini açıklarken daima yanıltıcı mantık yürütürler. Oysa akide için vakıaya uygun kesin delil göstermek elzemdir. Şer’i bir mesele ise sırf vahye uyulur, mantık yürütülmez.
Bu insanlar nasıl şirk koşarlar, oysa Allah yalnız kendilerini değil, onlardan daha büyük olan gökleri ve yeri yarattı! Gafir/Mümin suresi 57. Ayette geçtiği gibi gökler ve yerin yaratılışı insanların yaratılışından daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler.
İnsanların çoğu yüzeysel düşünür, derin ve aydın düşünmezler, bu nedenle iman etmezler, bilmez olurlar, hurafelere ve saçma şeylere inanmaya meyillidir.
Gökler ise yıldız ve gezegenlerle doludur, bunları saymak mümkün değildir, çoğu hacimleri yer küresinden kat kat büyüktür, insanlar bunlara göre zerre kadar gelmez. Öyleyse bunları yaratan Allah bunlardan çok çok büyüktür, bunlara kıyas edilemez, akıl O’nun büyüklüğünü idrak edemez. Öyleyse Allah’ın yarattığı eşyalara nasıl O’na ortak kılınır ve tapınır?! Tamamen akla aykırıdır, daha doğrusu akılsızlıktır.
Haşa, O’nun zevcesi, eşi yoktur, olamaz, nasıl çocukları olacak? Akla girer mi?! Hiç girmez. Yarattığı insanlardan bir çocuk edinmeye ne ihtiyacı vardır?! Zira O hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak muhtaç olan kimseler çocuklara ihtiyaç duyar.
Tersine en üstün insan, Allah’ın kul veya köle olmasıyla övünen kimsedir. Bu nedenle Meryem suresi 30. Ayette geçtiği gibi İsa bebek iken ilk konuştuğu kelime:
“قَالَ اِنِّىۡ عَبۡدُ اللّٰهِ”
“Şüphesiz ki ben Allah’ın kuluyum” dedi.
Allah hiçbir şeye benzemez, oysa her şeyi yarattı, her şeyden üstündür, yücedir, her şeyi bilir, çünkü her şeyi yoktan var etti, öyleyse her şeyi bilmesi evladır. Her şeye bir takım kanun ve özellikler yarattı, buna göre her şey O’nun bilgisiyle ve koyduğu kanun ve nizama göre yürür, gelişir ve değişir.
Allah kullarına kendi yüce zatını takdim eder; işte sizin rabbiniz olan Allah budur, O’ndan başka ilah yoktur, olamaz. İlahın manası tapınandır. Durum böyle ise Allah dışında bir şeye tapmak akılsızlıktır, zira o şey yaratıcı değildir, yaratılmıştır, öyleyse tapınmaz.
Fıtratta her şey Allah’a kulluk eder. Fakat bir kısım insanlar sonra şeytana uyup başkaldırıp da O’na kulluk etmekten vazgeçerler. Bunların azabı şiddetlidir. Fakat dünyada İslam Hilafet devleti insanları yaratana kulluk ettirmeye çalışır, Allah’ın emrine boyun eğdirir. Yoksa Allah’a isyan edenler bütün insanları saptırmaya çalışır ve Allah’ın emrine uyanlarla savaşırlar.
Allah her defada yaratıcılığını vurgulayarak her şeyi yaratanın kendisinin olduğunu pekiştirir. Öyleyse mahlûklar sadece O’na kulluk etmelidir, O’nun dışında hiçbir şeye tapınmaz, tapınmaya yakışmaz, zira cinler ve sair eşyalar insanlar gibi birer mahlûklardır. Mahluk nasıl kendisi gibi bir mahluka tapar?! Ancak aklını kullanmayan, yüzeysel düşünen veya sırf duygusallığa kapılan veyahut cahil babalarına uyan kimseler kendileri gibi mahlûklara taparlar.
Bakara suresi 170, Maide suresi 104. ayette geçtiği gibi Allah’ın indirdiğine ve Rasule tabi olun denilince, “Babalarımızın üzerinde bulduğumuza tabi oluruz, böyle inanır ve taparız, biz onların yolu üzerinde gideriz” derler. Onlara, “Peki babalarınız hiçbir şey bilmemiş veya düşünmemiş veya doğru yolu bulmamış olursa yine de mi onları takip edeceksiniz?!” denildiğinde, sanki babaları çok akıllıydı, böyle saçma itikatlara sahip olmuşlar, oysa babaları kendileri gibi doğru yolu şaşırmış, cahil atalarına da uydular. Böylece cahillik ve şaşkınlık babalardan çocuklara intikal eder.
Ankebut Suresi 14. Ayette geçtiği gibi, peygamber Nuh, kendi kavmi arasında 950 yıl kalıp onları imana davet etti, ancak iman edenler çok azdı. Nuh Suresi 26-27. Ayette de geçtiği gibi, Nuh kavmine beddua ederek, “Rabbim, yeryüzünde onlardan hiçbirini bırakma, hepsini yok et. Çünkü yeryüzünde kalırlarsa ancak facir kafir doğururlar,” dedi. Yani açıkça günah işleyen kafir yetiştirirler. İşte 950 yıl içinde kaç nesil gelip geçti, hepsi babalarına tabi oldular. Zira insanlar babalarına çok bağlıdırlar, onları taklit ederler ve zannederler ki, onlar doğru yoldadırlar.
Muhammed Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Nuh’un yolunu izleseydi, sadece davet ve tebliğ ile yetinseydi, iman edenler çok az olurdu. Fakat Allah ona başka bir yol vahyetti; o da bir devlet kurmaktı. Bir grup, bir hizip kurdu, yetiştirdi, kamuoyu oluşturdu ve nusret ehli kazandı. 13 yıl içinde İslam devleti ikame edildikten sonra cihad ve fetih gerçekleşti. İnsanlara İslam tatbik edilince, doğruluğunu ve adaletini görüp Allah’ın dinine fevc fevc, kabile kabile ve halk halk girdiler. 950 yıl içinde dünyanın çoğu memleketlerine İslam hâkim oldu, dünyanın en büyük devleti kuruldu. İşte şu andaki büyük İslam dünyası bunun eseridir.
1300 yıl sonra kâfirler, İstanbul’da Müslümanların Hilafetini yıkıp, küfür olan laiklik ve demokrasiye dayalı Cumhuriyet kurduklarında, İslam’ın yayılması daralmaya ve insanların İslam’a bağı çözülmeye başladı. İşte tekrar bu devleti kurmak elzem ve büyük farz olduğu halde, sadece davet ve tebliğle yetinirse Müslümanların üzerinde bulundukları hal devam eder ve küfür uygulandığı için daha kötü bir duruma düşerler. Ama Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in çalıştığı şekilde çalışılırsa, Allah’ın izniyle İslam Hilafet Devleti kurulur, Müslümanlar kurtulur, hatta bütün insanlar küfür, zulüm ve bedbahtlıktan kurtulur. Bu yolda çalışanlara ne mutlu!
İşte o zaman insanlar cahiliyeden kurtulup, Allah’ın ve Rasulünün getirdiklerine uyup mutlu olurlar.
İtikatların delili ancak akli olmalıdır, ya da akıl vasıtasıyla ispatlanan Kur’anveMutevatir hadislere dayanmalıdır. Taklidi iman doğru değildir; sırf taklidi imanla iman edenler günahkârdırlar. Çünkü Allah, bütün ayetlerde düşünmeye davet etti, babalara taklidi ve zanna karşı çıktı. Hep akide için kesin delil olan burhan, sultan ve ilim talep etmiştir.
Gaybi akide olunca, bunun delili, manası kesin olan ayet veya mütevatir hadis olmalıdır.
Her şey Allah’a dayanır, yüce Allah hiçbir şeye dayanmaz. Öyleyse ancak O’na tapınır, O’na dayanılır, O’ndan yardım istenir. O’nun dışındakiler hepsi birer muhtaç, aciz, eksik ve sınırlıdır. Kim O’na hakkıyla tevekkül ederse, güvenip dayanırsa, Allah ona yardım eder.
Gözler O’na erişemez, O’nu göremez çünkü gözler sınırlıdır, O sınırsızdır. O’nun zatı hiç bir kimse tarafından görülemez. İnsan bir şeye tam inanmak istediği zaman onu görmek ister. Bu nedenle Araf Suresi 143. Ayette Musa, Allah ile konuşurken O’nu görmek istedi. Ancak Allah ona, “Beni göremezsin” dedi.
İnsan, bir şeyin sesini duyarsa veya bir şeyi koklarsa ya da ona dokunursa, en fazla merak ettiği şey onu görmektir. En önemli duyu organı gözlerdir ve görmektir. İnsan, merak ettiği şey veya sevdiği şey ya da insanı görünce sevinir, rahatlar.
Buna göre Allah’ın zatını düşünmek mümkün değildir, çünkü duyu organları ona erişemez, ulaşamaz. Yarattığı şeyler, O’nun varlığına delalet eder. Bu şekilde insan aklen inanır.
Allah, kendini kimseye göstermek istemez, bu durumda kesin inanır, imtihan kalkar. Oysa imtihan, O’nu görmediği halde O’na inanmaktır; aklı çalıştırmak gerekir. İşte düşünmenin üstünlüğü tecelli eder. Sanki Allah, insanları düşünmeye alıştırmak ister, zira kalkınma ancak düşünmeyle gerçekleşir. İnsan derin ve aydın düşünürse, her şeyin gerçeğini idrak eder, ondan istifade edip ilerler, üretken ve icat edici olur.
Kâfirler sadece dünyayı düşünürler ve bu alanda ilerlemişlerdir. Fakat Allah’ı ve ahireti düşünmezler, bu nedenle dünyada şerri ve fesadı yayarlar.
Allah’ın eseri her şeyde hissedilir, O’nun izleri fark edilip düşünerek insanların inanmasını ister. İmtihan budur. Gerçek insan, bu eserleri düşünürse kesin olarak Allah’ın varlığına inanır.
Ön bilgiyle duyu organları kullanarak vakıayı düşünürse, kesin olarak O’na inanır. Daha önce gördüğümüz ayetlerde Allah, vakıada bulunan gökler, yer ve diğer eşyalar hakkında ön bilgi vererek bunlara dikkat çekip düşündürür. Bu şekilde insanların O’nun varlığına, yaratıcılığına, azamet ve kudretine inanmasını ister.
O, bütün gözleri ve her şeyi görür, çünkü O, onları yarattı. O, lutuf sahibidir, her şeyden haberdardır.
Ahirette Allah’ı görmekle ilgili kesin bir delil yoktur. Ancak şu ayetlerden anlaşılabilir:
وُجُوۡهٌ يَّوۡمَٮِٕذٍ نَّاضِرَةٌۙ اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ
“O gün onların yüzleri parlaktır, Rablerine bakarlar.” (Kıyamet 22-23)
Bu ayette Allah’a bakmak meselesinde ihtilaf olmuştur. Fakat tercih edilen görüş, “gerçekten bakacaklardır” şeklindedir. Bazıları, “Onlar, Allah’tan sevap beklemek için bakacaklardır” diye tefsir etmiştir.
كَلَّاۤ اِنَّهُمۡ عَنۡ رَّبِّهِمۡ يَوۡمَٮِٕذٍ لَّمَحۡجُوۡبُوۡنَؕ
“Hayır, onlar (kâfirler) o gün Rablerinden perdeleneceklerdir.” (Mutaffifin 15)
Bazıları, bunun onların rahmetten mahrum olacakları anlamına geldiğini belirtmiştir.
Buhari ve Müslim sahihlerinde, Allah’ı doğrudan görmekle ilgili sahih hadisler vardır. Bu nedenle, kıyamet gününde müminlerin Allah’ı göreceklerine dair görüş tercih edilmektedir. O mesele ahiretle ilgilidir.
Fakat dünyada O bizi görüyorsa ve işitiyorsa, gerçekten bizi görüyor ve işitiyor, öyleyse O’ndan korkmamız gerekir. O’na itaat etmemiz elzemdir. Dünyada cezadan kaçsak da, ahiret cezasından kaçamayız. İşte bu akli delillere dayalı imanla insanda doğru takva doğar, dürüst ve salih bir insan yetişir, temiz bir toplum oluşur ve adaletli bir devlet kurulur.