Suriye ve Türkiye ile Yahudi Varlığı Arasındaki İlişkilerin Gerilim Gerçeği

Yahudi varlığına ait Kanal 12 televizyonu, 25.03.2025 tarihinde Başbakan Netanyahu’nun Suriye’deki Türk genişlemesine dair endişeleri görüşmek üzere güvenlik istişareleri yaptığını ve Ankara ile karşı karşıya gelmenin kaçınılmaz olduğunu yansıtmaya çalıştığını açıkladı.

“Reuters” 27.03.2025 tarihinde Suriyeli ve yabancı kaynaklardan, Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara’nın Türk mevkidaşı Erdoğan ile geniş çöl bölgesi olan Suriye’nin orta kesimindeki Badiye’de Türkiye’nin iki üs kurmasına izin verecek bir anlaşma imzalamasının beklendiğini aktardı.

“Şarku’l-Avsat” gazetesi, 27.03.2025’te Türkiye Savunma Bakanlığı’ndan bir kaynağın şu açıklamasını aktardı: “Türkiye, Suriye’deki yeni hükümetin talepleri doğrultusunda, Suriye ordusunun yeteneklerini güçlendirmek amacıyla eğitim amaçlı bir üs kurma imkânını değerlendiriyor.”

Yahudi varlığı, başbakanının da açıkladığı üzere, Yeni Orta Doğu haritasını çizerken bölgeye, özellikle de Suriye’ye hâkim olmak ve orada söz sahibi olmak istemektedir. 1974 Anlaşması’nı ihlal etti, Golan’a ilerledi, Dera ve Şam’ın sınırlarına ulaştı, Şeyh Dağı’nı işgal etti. Bölge içinde faaliyetler için 1 milyar dolarlık bütçe ayırdığını duyurdu. Bölgede yaşayan Dürzileri sahiplendiğini açıkladı, onlarla bağlantıya geçti ve yardım göndermeye başladı. Aynı zamanda oradaki Kürt milliyetçi isyancıları desteklediğini duyurdu. Bu gelişmelerin ardından Türk nüfuzunun Badiye’ye kadar genişlemesi konuşulmaya başlandı. Bu durum, isyancılar üzerindeki baskının artmasına sebep olacaktı.

Yeni Suriye rejimi, Yahudi varlığı karşısında acizliğini gösterdi. Allah’a tevekkül edip cihat ilan etmedi. Oysaki Suriye halkı silahlı, yaklaşık 13 yıldır savaş tecrübesiyle yoğrulmuş bir halktır. Savaş atmosferine alışkınlar ve Golan’dan Yahudi varlığını çıkarana, ardından Filistin’i kurtarana dek mücadeleye devam edeceklerdir. Ancak yeni rejimin yenik yöneticileri dünyaya ve zalimlere meyletmeyi tercih etti. Yeni başkanı Ahmed Şara, Suriye’nin yorgun olduğunu ve savaş istemediğini ilan ederek halkının moralini çökertti ve düşmana karşı sırtını açarak zayıf olduğunu, direnemeyeceğini ortaya koydu. Bu da düşmanın iştahını kabarttı. Aynı şekilde dışişleri bakanı ve Şam valisi de Suriye’nin Yahudi varlığıyla barış istediğini açıkladı.

Amerika, Yahudi varlığını kendi üssü olarak görse de onun politikalarından sapmasını, bölgede işleri karıştırmasını ve egemenlik kurmasını istememektedir. Bu nedenle onu dizginlemek ister. Yeni Suriye yöneticileri de Amerika’nın talimatlarına boyun eğmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’nin Suriye’deki nüfuzunun genişlemesi, yeni üsler kurulması ve Suriye ordusunun eğitimi konuşulmaya başlandı. Türkiye, 2016’dan beri Amerika’nın yönlendirmesiyle Suriye’ye girmiştir ve halen orada Amerika’nın onayıyla bulunmaktadır.

Türk rejimi, 1949 yılında Yahudi varlığını tanıyan ilk rejimlerden biri olmuştur ve o günden bugüne bu ilişkisini sürdürmüştür. Bu tutumuyla Batı’nın bir parçası olduğunu ve laik, milliyetçi bir sistem olduğunu göstermiştir. Bölgedeki Müslümanlara ne olursa olsun, sadece kınamakla ve protesto izni vermekle yetinmiştir. Zaman zaman Yahudi varlığının eylemlerini kınamış, zaman zaman diplomatik temsil seviyesini düşürmüştür. Ancak, kurulduğu günden bu yana işlediği katliamlara rağmen bu varlıkla ilişkilerini sürdürmüştür.

Bu nedenle Türk rejimine bel bağlamak, iki temel sebeple tehlikeli bir maceradır: Birincisi, İslam ve Müslümanların çıkarlarını değil sadece kendi millî çıkarlarını gözeten laik, milliyetçi bir rejim olmasıdır. İkincisi ise, Batı’ya –hem Amerikan hem Avrupa kanadına– bağlı olmasıdır. Bu Batı, Yahudi varlığını kurmuş ve desteklemiştir. Türkiye, İngiltere’nin yörüngesinde yürürken 1956’daki Üçlü Saldırıyı desteklemiş ve Kudüs de dâhil olmak üzere tüm Filistin işgal altındayken ve Müslümanlara yapılan zulüm ile tehcir ortadayken Yahudi varlığıyla her alanda birçok anlaşma imzalamıştır. Erdoğan döneminde Amerika’nın yörüngesinde yürümeye başladıktan sonra da bu ilişkileri bugün hâlâ sürdürmektedir. Özellikle Gazze halkına ihanet etmiş, onları destekleyeceğini gösterip onların güvenini kazanmasına rağmen başlarına gelen felaketlerde ne bir asker göndermiş ne de bir kurşun sıkmıştır. Çünkü Amerika’nın talimatlarına uymuştur.

Gazze halkına ihanet ettiği gibi Suriye halkına da ihanet etti. Rusya ve İran ile “gerilimi azaltma” konusunda anlaştı, devrimcileri İdlib’e sıkıştırdı, onları aldattı, Halep’ten çıkardı ve şehri Rusya’ya ve rejime teslim etti. Bu nedenle dökülen kanlarda onlarla birlikte sorumludur. Ayrıca zalim Beşar Esed’i muhalefetle barıştırmak ve Amerikan güdümlü 2254 sayılı BM kararını uygulamak için çalıştı. Ancak zalim, Amerika’nın hâlâ onu desteklediğine aldanarak bu kararı uygulamayı savsakladı. Bu inancı özellikle 19 Mayıs 2023’te Cidde’de düzenlenen Arap Zirvesi’ne ve 11 Kasım 2024’te Riyad’daki Arap-İslam Zirvesi’ne Suudi Arabistan ve Arap ülkeleri tarafından davet edilmesiyle güçlendi. Bu davetlerin amacı onu muhalefetle barıştırmaya ve Amerikan kararını uygulamaya teşvik etmekti. Ama o bu mesajı anlamadı. Erdoğan’ın davetlerini artık umursamamaya başladı ve eski dostu Erdoğan’ın ancak Amerikan talimatıyla hareket ettiğini unuttu.

Bu nedenle, ona baskı yapmak için devrimcilerin İdlib’in tüm bölgelerini ele geçirmesi sağlanmak istendi. Ancak Suriye halkı bu fırsatı değerlendirdi ve Şam’a kadar ulaştı. Bunun üzerine Türkiye, Amerika ve diğer taraflar oluşan yeni durumu kabullenmek zorunda kaldı. Türkiye ve ilgili taraflar, Beşar Esed’in sağ salim çıkışını garanti altına almak için Katar’da bir toplantı düzenlediler. Yerine, Türkiye’ye bağlı olan ve arkasında Amerika’nın bulunduğu Ahmed Şara liderliğindeki kişiler getirildi.

Yahudi varlığı, bölgede yalnızca Yahudileri, Avrupa’da maruz kaldıkları zulüm bahanesiyle Filistin’e yerleştirmek için kurulmadı. Aynı zamanda, Batı’nın İslam dünyasının kalbindeki ileri karakolu olmak üzere inşa edildi. Bu fikir, başta İngiltere Başbakanı Churchill tarafından ortaya atılmış, onun döneminde şekillendirilmiş ve güçlendirilmişti. Ancak İngiltere’nin etkisi azaldığında, bu fikir Amerika tarafından devralındı ve “İsrail” devleti kurularak, varlığını sürdürebilmesi için her türlü destek verildi. Bu yüzden, İslam ülkelerinde kurulan mevcut rejimler Batı tarafından getirilmiş ve Yahudi varlığını koruma sözü vermiştir. Yapabilecekleri en fazla şey, Filistin topraklarının büyük kısmını Yahudi varlığına bırakan ve Filistinlilere sadece adı olan bir devlet vaadeden, fiilen bitmiş olan Amerikan “iki devletli çözüm” projesini savunmaktır.

Yahudi varlığı yalnızca Filistin halkını yok etmekle ve onları sürgünle tehdit etmiyor. Aynı zamanda tüm bölgeyi, Türkiye’ye kadar tehdit ediyor. Türkiye bu gerçeği ve onun “Nil’den Fırat’a” uzanan hayalini bilmektedir. Ancak onunla savaşa girme niyetinde değildir. Ordusu hâlihazırda Suriye’deki üslerinde konuşlanmıştır, hatta bu üsleri Badiye bölgesinde artıracaktır. Ancak işgalci Yahudileri oradan çıkarmak için bir adım bile atmamaktadır. Yahudi varlığı ise, işgal ettiği topraklarda kalacağını ve hatta bunlara yenilerini ekleyeceğini ilan etmektedir.

Suriye halkı uzun yıllar boyunca rejime karşı savaştı, bir milyon şehit verdi, yerinden edildi, evleri yıkıldı ve savaş ortamına alıştı. Şimdi Yahudi varlığına karşı savaşlarını sürdürmelidirler. Gazze gibi direnen bir noktadan çok daha geniş bir stratejik alana sahiptirler: Ürdün, Anbar, Lübnan, Anadolu ve deniz hattı. Türk rejimine ve başka hiçbir güce güvenmemelidirler. Çünkü Türk rejimi, devrim süresince onları defalarca sattı ve meselelerini ticaret konusu yaptı. Bu nedenle, yalnızca zaferin sahibi olan Allah’a tevekkül etmelidirler. İslam’ı uygulamak için çalıştıklarını ilan etmeli, Allah’a, Rasulüne ve müminlere sadık olan, bilinçli ve samimi siyasi çalışanlardan destek almalıdırlar. Nihayetinde Hilafeti ilan etmeli ve onun Anayasa’sını –Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’nden çıkarılmış olanı– hayata geçirmelidirler.

Es’ad Mansur