– 32 –

İnsanların cinlerle ilişkisi

Birbirlerinden istifade etmeleri

Zalimlerin birbirlerinin dostu olması

Onların birbirlerine musallat edilmesi

Cinlerden peygamber bulunmaması

Beldelerin helak olmasının sebebi

وَيَوۡمَ يَحۡشُرُهُمۡ جَمِيۡعًا‌ ۚ يٰمَعۡشَرَ الۡجِنِّ قَدِ اسۡتَكۡثَرۡتُمۡ مِّنَ الۡاِنۡسِ‌ۚ وَقَالَ اَوۡلِيٰٓـئُهُمۡ مِّنَ الۡاِنۡسِ رَبَّنَا اسۡتَمۡتَعَ بَعۡضُنَا بِبَعۡضٍ وَّبَلَغۡنَاۤ اَجَلَـنَا الَّذِىۡۤ اَجَّلۡتَ لَـنَا‌‌ ؕ قَالَ النَّارُ مَثۡوٰٮكُمۡ خٰلِدِيۡنَ فِيۡهَاۤ اِلَّا مَا شَآءَ اللّٰهُؕ اِنَّ رَبَّكَ حَكِيۡمٌ عَلِيۡمٌ‏ ﴿۱۲۸﴾  وَكَذٰلِكَ نُوَلِّىۡ بَعۡضَ الظّٰلِمِيۡنَ بَعۡضًاۢ بِمَا كَانُوۡا يَكۡسِبُوۡنَ‏ ﴿۱۲۹﴾  يٰمَعۡشَرَ الۡجِنِّ وَالۡاِنۡسِ اَلَمۡ يَاۡتِكُمۡ رُسُلٌ مِّنۡكُمۡ يَقُصُّوۡنَ عَلَيۡكُمۡ اٰيٰتِىۡ وَيُنۡذِرُوۡنَكُمۡ لِقَآءَ يَوۡمِكُمۡ هٰذَا‌ ؕ قَالُوۡا شَهِدۡنَا عَلٰٓى اَنۡفُسِنَا‌ وَغَرَّتۡهُمُ الۡحَيٰوةُ الدُّنۡيَا وَشَهِدُوۡا عَلٰٓى اَنۡفُسِهِمۡ اَنَّهُمۡ كَانُوۡا كٰفِرِيۡنَ‏ ﴿۱۳۰﴾  ذٰ لِكَ اَنۡ لَّمۡ يَكُنۡ رَّبُّكَ مُهۡلِكَ الۡقُرٰى بِظُلۡمٍ وَّاَهۡلُهَا غٰفِلُوۡنَ‏ ﴿۱۳۱﴾ وَلِكُلٍّ دَرَجٰتٌ مِّمَّا عَمِلُوۡا‌ ؕ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعۡمَلُوۡنَ‏ ﴿۱۳۲﴾ 

 “Allah onların hepsini haşrettiği günde (şöyle der): ‘Ey cin topluluğu! İnsanlardan çok kimseyi kandırdınız.’ İnsanlardan onların dostları da der ki: ‘Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık ve belirlediğin ecelimize ulaştık.’ Allah der ki: ‘Sizin varacağınız yer cehennemdir; orada ebedî kalacaksınız – ancak Allah’ın dilediği müstesna. Şüphesiz senin Rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilendir.’” (128)

“Böylece, işledikleri günahlardan dolayı zalimlerin bir kısmını diğer kısmına dost yaparız ve onları birbirlerine musallat ederiz.” (129)

“Ey cin ve insan toplulukları! Size, ayetlerimi anlatan ve bu günün buluşması (kıyamet) hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? (diye Allah sorar). Onlar da ‘Evet, bize geldi’ derler ve kendi aleyhlerine şahitlik ederler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendi inkârlarına bizzat kendileri şahitlik ettiler.” (130)

“Çünkü senin Rabbin, halkı zulüm içindeyken ve (onlara) uyarıcılar göndermemişken, beldeleri helak edecek değildir.” (131)

“Hepsi için yaptıklarına göre dereceler vardır. Rabbin, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (132)

Daha önceki 112, 113 ve 121. ayetlerde, insanlardan ve cinlerden olan şeytanların birbirlerinin dostu olduğu, kötü işleri süsleyip birbirlerine fısıldadıkları belirtilmiştir.

Buradaki ayetlerde, kıyamet günü onların tümü haşredilecek ve hesaba çekilecektir. Cinler, insanların çokluğunu görerek onları saptırmaya çalışmıştır. Bu ayette, insanların sayıca cinlerden fazla olduğuna dair bir işaret vardır. Ayrıca insanların çoğunun şeytanlara uyduğu da gösterilmektedir. Bu nedenle birçok ayette insanların çoğunun kâfir, fasık ve zalim olduğu ifade edilmiştir. Cinlerden olan şeytanlar, insanların çoğunu saptırmıştır.

Allah, onları sorguluyor: “Niye bunu yaptınız?” Bu soru, içeriklidir ve hesaba çekileceklerine delildir. Her cin, ne kadar insanı saptırdıysa ve her insan şeytanı, ne kadar kişiyi saptırdıysa ona göre ceza alacaktır. Yani, kendi kötü amellerine ek olarak saptırdıkları kimselerden dolayı da ceza göreceklerdir.

“Kâfirler, iman edenlere: ‘Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim’ dediler. Oysa onların günahlarını asla yüklenmezler. Şüphesiz onlar yalancıdır. Elbette onlar hem kendi yüklerini, hem de kendi yükleriyle birlikte başkalarının yüklerini taşıyacaklar ve kıyamet günü uydurdukları iftiralardan sorguya çekilecekler.” (Ankebût, 12-13)

Kâfirler, müminleri kandırmak için “Bizim yolumuzu takip edin, günahlarınız bize ait olsun” derler. Ancak kıyamet günü bu sözlerinden dönecekler ve “Hayır, biz sizin günahlarınızı yüklenmeyiz” diyecekler. Fakat yine de hem kendi günahlarını, hem de saptırdıkları kişilerin günahlarını yüklenmek zorunda kalacaklardır.

Bu mesele, daha önce tefsir ettiğimiz Bakara Suresi 166-167. ayetlerde de açıkça belirtilmiştir. Tabi olunanlar, tabi olanlardan uzak duracak ve hepsi cehenneme atılacaktır.

Ayrıca Ahzâb Suresi 67-68. ayetlerde, kâfir olan ve laiklik ile demokrasiyi uygulayan zalim yöneticilere, âlimlere ve ileri gelenlere uyan kimselerin, onları lânetleyeceği ve hepsinin azap göreceği ifade edilmiştir.

Bunun tersi ise, bir Müslüman salih amellerinin yanında ne kadar insanın hidayetine vesile olursa, o kadar sevap kazanacaktır.

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki Allah, senin vesilenle bir kişiyi hidayete erdirirse, bu senin için kızıl develere sahip olmaktan daha hayırlıdır.”
(Buhârî 4210, Müslim 2406)

İnsanlardan şeytan evliyaları (dostları) şöyle derler:
“Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık.”

Cinler, insanlar kendilerine tabi oldukça bundan haz duyar ve gururlanırlar. “Bakın insanlar bize uyuyor, biz de onları kolayca aldatıyoruz” diyerek tatmin olurlar. Bu şekilde insanlardan fayda sağlamış olurlar.

İnsanlardan olan şeytanlar da, diğer insanları aldattıkça haz duyar, gururlanırlar: “Bakın, biz bunları aldattık ve bize uydular.” Kâfirler, Müslümanları kendi kâfir sistemlerine ve siyasetlerine uydurduklarında çok sevinirler. Aynı şekilde, mallarını ve servetlerini faizle borç vererek büyük kazanç elde ettiklerinde veya “Gelin, bankalarımıza yatırın, şirketlerimizde hisse alın” gibi hilelerle yatırım adı altında Müslümanların mallarını çaldıklarında da sevinirler. İşte bu, günümüzde Amerika ve Batılı ülkelerin, Müslümanların mallarını ve servetlerini çeşitli hilelerle ele geçirmesi gibidir.

Bazı insanlar da cinlerden faydalanmaya çalışırlar. Cinlerle temas kurarak diğer insanları aldatmayı denerler ve böylece menfaat sağlamaya çalışırlar.

“Şüphesiz ki insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da bu, onların azgınlıklarını artırırdı.”
(Cin Suresi, 6)

Bu ayette de belirtildiği gibi, bazı insanlar cinlerden fayda sağlamaya çalışırlar. Fakat cin şeytanlardan sadece kötü ameller ve insanları aldatmak için vesvese alırlar. Neticede ise bu kişiler sıkıntı içinde olur ve ruhen yıpranırlar.

Allah’ın onlar için belirlediği ecel, yani ölüme kadar bu davranışlarına devam ettiler. Tövbe etmediler, bu kötü amellerle öldüler. Bu nedenle cehennem ateşi hak oldu.

“Sizin barınacağınız yer cehennemdir; orada ebediyen kalacaksınız.”

“Ancak Allah’ın dilediği müstesna.”

Bunun anlamı şudur: Allah, dilediği kimseleri cehennemden çıkaracaktır. Bu kimseler müminlerdir. Eğer bir Müslüman, iman sahibi olduğu hâlde şeytana uyarsa cehenneme girebilir; ancak orada ebedî kalmaz. Çünkü birçok ayette kâfirlerin cehennemde ebedî kalacağı, müminlerin ise günahlarına göre azap görüp çıkacakları bildirilmiştir.

“Şüphesiz ki senin Rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilendir.”

Allah hikmet sahibidir ve her şeyi bilendir. Ne yaptığını ve her şeyin sonucunu bilir. Hâşâ Allah, boş veya anlamsız iş yapmaz, her şeyin bir hikmeti vardır. Bunu ancak O bilir, zamanla insanlara tecelli eder.

“Böylece, işledikleri günahlardan dolayı zalimlerin bir kısmını diğer kısmına dost yapar ve onları birbirlerine musallat ederiz.”

Eğer insanlar Allah’ı tanımaz, O’nun dinini inkâr eder veya şirk koşar, yahut günah işlerse Allah’ın emrine uymamış olurlar. Bu durumda hakkı batıldan ayıramaz ve hakka tabi olmazlar; böylece zalim olurlar.

Zalimler ancak birbirlerini dost edinirler. Birbirlerini ve başkalarını kandırır, ezerler. Çünkü her biri kendi çıkarını ve saltanatını düşünür. Bu uğurda birbirlerini devirir, öldürür ve aralarında büyük savaşlar çıkarırlar. Birçok ayette onların birbirlerine düşman oldukları belirtilmiştir.

“Sen onları birlik içinde sanırsın, ama kalpleri dağınıktır.”
(Haşr Suresi, 14)

Maide 14. Ve 64. ayetlerde Allah Kıyamet gününe kadar aralarında boğuz ve düşmanlık tohumları ektiğini beyan etmiştir

Çoğu zaman Allah, bir zalimi başka bir zalimle yok eder. Ancak zalimlerin saltanatı ve hâkimiyeti devam eder. Onların saltanatını gerçekten sona erdirecek olanlar müminlerdir.

Bununla birlikte, birçok ayette bildirildiği üzere, kâfirler müminlere karşı birleşirler. Yeryüzünde her türlü inkârcı, İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaş halindedir. Eğer müminler onlara karşı cihad etmez, mücadele etmezlerse, onlara boyun eğerler ve sonunda mağlup olup mahkûm olurlar. Bu nedenle Allah, yüzlerce ayette Müslümanlara, kâfirlere ve zalimlere karşı cihad etmeyi ve mücadele etmeyi farz kılmıştır.

Yine de onlara uyarlarsa sapıtır ve büyük bir hüsrana uğrayarak cehenneme düşerler.

“Ey iman edenler! Eğer kâfirlere itaat ederseniz, sizi gerisin geri döndürürler de hüsrana uğrayanlardan olursunuz.”
(Âl-i İmrân 149)

“Zalimlere meyletmeyin (dayanmayın, yönelmeyin); yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.”
(Hûd 113)

Allah şöyle buyurarak cin ve insanları sorumlu tuttu:

“Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.”
(Zâriyât 56)

Onlara ayetlerini tebliğ edecek, kıyamet gününün hesabını ve cehennem azabını haber verecek uyarıcılar da gönderdi.

Ancak ayetler, cinlere gelen elçilerin şer’i anlamda birer “resul” veya “nebi” olduğunu göstermez. Zira bu anlamda, doğrudan Allah’tan vahiy alan resul ve nebîlerin yalnızca insanlardan olduğu anlaşılmaktadır. Cin Suresi’nde bildirildiği üzere, bazı cinler Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den Kur’an’ı dinledikten sonra iman edip kendi cin topluluklarına giderek tebliğde bulundular. Kimi cinler Müslüman oldu, kimileri ise inkâr etti.

Ahkâf Suresi 30. ayette, cinler kavimlerine tebliğde bulunurken şöyle dediler:

“Biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.”

Bu ayetten anlaşıldığına göre, bir kısmı Tevrat’ı dinleyip iman etti ve kavimlerine giderek hakikati anlattı, uyarıda bulundu. Kur’an’ı dinleyen veya daha önce Tevrat’ı dinleyip daveti taşıyanlar, lügat anlamında birer elçi sayılırlar. Bu elçilik, resul veya nebi anlamında değil, “mesajı taşıyan” anlamındadır.

Peygamber Süleyman (aleyhisselam) Tevrat’ı uyguluyordu. Mümin cinler onun emrinde hizmet ediyordu. Bu nedenle, Neml Suresi 39. ayette, Yemen’deki Sebe Kraliçesi’nin tahtını getirmek istediğinde bir cin, “Sen yerinden kalkmadan önce ben onu sana getiririm” demiştir. Yine Sebe Suresi 12–14. ayetlerinde, cinlerin Süleyman’a hizmet ettikleri açıklanır.

Allah gönderdiği nebîlerin bir kısmının isimlerini zikretmiş, bir kısmınınkini ise bildirmemiştir. Ancak zikredilen bütün peygamberler insandır. Eğer cinlerden de peygamber olsaydı, onlardan da bazı isimleri bildirirdi.

Bu sebeple, cinlere gönderilen elçiler sadece dil bakımından elçidir. Yani bir daveti başka topluluğa ileten herkes, sözlük anlamında bir elçi sayılır. Kur’an’da da bu anlamda kullanımlar vardır.

Allah kıyamet gününde cin ve insanlara şöyle soracaktır:
“Size ayetlerimi anlatan, sizi bu günle (kıyamet günüyle) uyaran elçiler gelmedi mi?”
Bu soru, onlara elçinin geldiği gerçeğini ortaya koymak için sorulacaktır.

Çünkü bir topluluğa Allah’ın daveti ulaşmazsa, onlar sorgulanmaz ve azap edilmezler.

“Biz bir resul göndermedikçe (hiçbir topluluğa) azap etmeyiz.”
(İsrâ 15)

Kıyamet gününde, Allah’ın hidayetini reddeden cin ve insanlara şöyle sorulacaktır:
“Size ayetlerimi tebliğ eden ve bu günle sizi uyaran elçiler gelmedi mi?”
Onlar da:
“Evet, geldi” diyecek ve kendi aleyhlerine şahitlik edeceklerdir.
Ancak dünya hayatı onları aldatmış, hakikati göz ardı etmişlerdir.

İnsanlar genellikle uzun yaşayacaklarını düşünürler; ancak her an öleceklerini ve tekrar diriltilip hesaba çekileceklerini pek düşünmezler. Dünyadaki güzellikleri beğenir, dünyadan paylarını almaya çalışır, tadar, haz alır ve eğlenirler. İşte bu durum onları kandırır.
Fatır Suresi 5. Ayet’te Allah, dünyadaki aldatmaya karşı insanları uyarır. Böylece insanlar bu konuda uyarılmış olur. Dünya onları aldattığında, sorumlulukları başlamış demektir. Çünkü Allah, ayetlerde neyi uyarıp neyi emretmiş ya da neyi yasaklamışsa, insanlar ve cinler bu hükümlere göre sorumlu tutulurlar. Kendilerinin kâfir olduklarına dair şahitlik etmiş olurlar ve böylece azabı hak eder, ebediyen cehennemde kalırlar.

Dünyada da azap göreceklerdir. Eğer kendilerine tebliğ edilmiş, Allah’ın risalesi ulaşmış, İslam’dan haberdar olmuşlarsa azabı hak ederler. Ancak gaflet halinde, yani kendilerine tebliğ edilmemişse Allah onlara azap vermez. Buradaki gaflet, bilmezlik anlamındadır.
Yusuf Suresi 3. Ayet’te, Allah Rasulüne “Bu Kur’an sana vahyedilmeden önce gafillerden idin” diye hitap eder. Burada Rasul, diğer insanlar gibi bir şey bilmeyen durumdadır.

Böylece, Allah insanlara tebliğ etmeden, Kur’an risalesi ulaşmamışsa ve İslam’dan haberleri yoksa onlar gafil sayılırlar. Dünya hayatında helaka uğratılmazlar ve ahirette de azap görmezler.
Ama kendilerine İslam risalesi ulaşıp inanmazlarsa hem dünyada hem de ahirette cezalandırılırlar. Müslüman olup dinlerini uygulamazlarsa, kendilerine azap gelir. Kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. Fakat tövbe edip Allah’ın emirlerine uyarlarsa kurtulurlar. Allah birçok ayette tövbe edenleri affedeceğini bildirmiştir.

“Onlardan her birinin derecesi yaptığı amellere göre farklıdır.” Ceza göreceklerdir. Kim daha çok küfre davet eder, günah işler ve zulüm yaparsa cehennemde dereceleri daha şiddetli olur.
Bu nedenle daha önce tefsir ettiğimiz Nisa Suresi 145. Ayet’te münafıkların cehennemin en derin katlarında olacakları bildirilmiştir. Cehennemdeki dereceleri daha şiddetlidir. Küfrü, laikliği ve demokrasiyi uygulayan, Müslümanları aldatan yöneticiler büyük münafıklardır ve cehennemde dereceleri çok şiddetlidir.
Nehl Suresi 88. Ayet’te, kâfir olup Allah’ın yolundan saptırmaya çalışanların azaplarının artacağı beyan edilmiştir.
Ayrıca daha önce tefsir ettiğimiz Al-i İmran Suresi 178. Ayet’te, kâfirlerin ömrü arttıkça ve daha fazla imkân sahibi oldukça azaplarının arttığı gösterilmiştir.

“Senin Rabbin yaptıklarına karşı asla gafildir.” Allah onların yaptıklarını bilir, görür ve kuşatır. Buna göre onları hesaba çekecek ve cezalandıracaktır.