– 34 –

  • Allah’a ve Heykellere Verilen Paylar
  • Kâfirlerin Kurallarını ve Ölçülerini Çiğnemesi
  • Çocuklarını Öldürmeleri
  • Çocuklar Arasında Ayrım Yapmaları
  • Dinlerini Karma Karışık Hale Getirmeleri
  • Bir Kısım Hayvanlara Allah’ın Adını Anmayı Yasaklamaları
  • Sefihlikleri ve Şaşkınlıkları
  • Dünyadaki Cezaları

وَجَعَلُوۡا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الۡحَـرۡثِ وَالۡاَنۡعَامِ نَصِيۡبًا فَقَالُوۡا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعۡمِهِمۡ وَهٰذَا لِشُرَكَآٮِٕنَا‌ ۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَآٮِٕهِمۡ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِ‌ ۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَآٮِٕهِمۡ‌ ؕ سَآءَ مَا يَحۡكُمُوۡنَ‏ ﴿۱۳۶﴾  وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَثِيۡرٍ مِّنَ الۡمُشۡرِكِيۡنَ قَـتۡلَ اَوۡلَادِهِمۡ شُرَكَآؤُهُمۡ لِيُرۡدُوۡهُمۡ وَلِيَلۡبِسُوۡا عَلَيۡهِمۡ دِيۡنَهُمۡ‌ ۚ وَلَوۡ شَآءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوۡهُ ‌ؕ فَذَرۡهُمۡ وَمَا يَفۡتَرُوۡنَ‏ ﴿۱۳۷﴾  وَقَالُوۡا هٰذِهٖۤ اَنۡعَامٌ وَّحَرۡثٌ حِجۡرٌ ‌ۖ لَّا يَطۡعَمُهَاۤ اِلَّا مَنۡ نَّشَآءُ بِزَعۡمِهِمۡ وَاَنۡعَامٌ حُرِّمَتۡ ظُهُوۡرُهَا وَاَنۡعَامٌ لَّا يَذۡكُرُوۡنَ اسۡمَ اللّٰهِ عَلَيۡهَا افۡتِرَآءً عَلَيۡهِ ‌ؕ سَيَجۡزِيۡهِمۡ بِمَا كَانُوۡا يَفۡتَرُوۡنَ‏ ﴿۱۳۸﴾  وَقَالُوۡا مَا فِىۡ بُطُوۡنِ هٰذِهِ الۡاَنۡعَامِ خَالِصَةٌ لِّذُكُوۡرِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزۡوَاجِنَا ‌ۚ وَاِنۡ يَّكُنۡ مَّيۡتَةً فَهُمۡ فِيۡهِ شُرَكَآءُ ‌ؕ سَيَجۡزِيۡهِمۡ وَصۡفَهُمۡ‌ ؕ اِنَّهٗ حَكِيۡمٌ عَلِيۡمٌ‏ ﴿۱۳۹﴾  قَدۡ خَسِرَ الَّذِيۡنَ قَتَلُوۡۤا اَوۡلَادَهُمۡ سَفَهًۢا بِغَيۡرِ عِلۡمٍ وَّحَرَّمُوۡا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افۡتِرَآءً عَلَى اللّٰهِ‌ؕ قَدۡ ضَلُّوۡا وَمَا كَانُوۡا مُهۡتَدِيۡنَ﴿۱۴۰﴾ 

 “Allah’ın yarattığı ekin ve en’âm hayvanlarından O’na bir pay ayırıp kendi bâtıl iddialarına: ‘Bu Allah’ın, bu da ortak koştuklarımızındır’ dediler. Ortak koştuklarına tahsis ettikleri pay Allah’a ulaşmaz; Allah’a tahsis ettikleri pay ise ortak koştuklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (136)

“Böylece müşriklerden birçokları, ortak koştukları (putlar) uğruna çocuklarını öldürmeyi onlara güzel gösterdiler ki hem onları mahvetsin hem de dinlerini karma karışık etsin. Allah dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları uydurdukları iftiralarla baş başa bırak.” (137)

“Yine bâtıl iddialarıyla şöyle dediler: ‘Bu en’âm hayvanları ve ekinler sadece bize aittir; dilediğimizden başkası onlardan yiyemez.’ Bazı en’âm hayvanlarının sırtlarını da haram kıldılar –Allah’a iftira ederek. Bir kısmının üzerine de Allah’ın adını anmazlar. Allah, uydurdukları iftiralara karşı onları cezalandıracaktır.” (138)

“Bir de şöyle dediler: ‘Şu en’âm hayvanlarının karınlarında bulunanlar erkeklerimize helâldir, kadınlarımıza ise haramdır. Eğer ölü doğarsa hepsi buna ortaktır.’ Allah, bu dediklerinden dolayı onları cezalandıracaktır. Şüphesiz ki O, hikmet sahibidir, bilendir.” (139)

“Bilgisizlik ve sefihlik yüzünden çocuklarını öldürenler; Allah’a iftira ederek, Allah’ın kendilerine verdiği rızkı haram kılanlar ziyana uğradılar, sapıttılar ve asla hidayete ermediler.” (140)

Bu tür kâfirler Allah’ı tanıdıkları hâlde O’na şirk koştular. Ekinlerin ve hayvanların Allah tarafından yaratıldığına inanıyorlardı. Ancak O’na kulluk etmek yerine heykel ve putlar diktiler. Bunları o kadar kutsal gördüler ki, neredeyse Allah kadar sevmeye ve kutsamaya başladılar.

Bu konuyu daha önce Bakara 165. ayetin tefsirinde detaylı olarak izah etmiştik. Oysa şirk koşmayan müminler, Allah’ı şiddetle severler ve sadece O’nun dediğine uyarlar. Şirk koşanlar ise dinleriyle istedikleri gibi oynarlar. Bu nedenle:

“Allah’ın yarattığı ekin ve en’âm hayvanlarından O’na bir pay ayırıp kendi bâtıl iddialarına: ‘Bu Allah’ın, bu da ortak koştuklarımızındır’ dediler…”

Bu sözle Allah’ın emrine uymadan sadaka verir gibi Allah’a ve putlara taptıkları için hurma, tahıl ve kuru üzüm gibi ekinlerin; inek, deve, koyun ve keçi gibi en’âm hayvanlarının bir kısmını Allah’a, bir kısmını ise putlara tahsis ederlerdi.

Putlara tahsis edilenler, onların bakımıyla ilgilenen kişiler ve kâhinler arasında dağıtılırdı.
Ancak kıtlık ve ihtiyaç hâlinde Allah’a tahsis edilen kısımdan alıp yiyebilirlerdi.

İbn Abbas’tan gelen rivayete göre, heykellere tapanlar ekinleri balyalar hâlinde ayırırlardı. Bir kısmı Allah’a, diğer kısmı putlara ayrılırdı. Eğer rüzgâr, putlara tahsis edilen ekinleri Allah’a tahsis edilen kısma doğru savurursa hemen alıp eski yerine iade ederlerdi. Ancak Allah’a tahsis edilen kısım rüzgârla öte tarafa geçerse onu geri almazlardı; olduğu gibi putlara ayrılan yerde bırakırlardı.
İşte bu davranış ne kadar çirkindir! İddiaları ne kadar bâtıl olsa da adalet gözetmezlerdi.

Kâfirler, ortaya bir ölçü ve kural attıklarında, “buna göre hareket ederiz” derler. Ancak menfaatlerine ters düştüğünde, bu ölçüleri ve fikirleri hemen bırakır, unutur ve kurallarını çiğnerler. Hepsini ayaklarının altına alıp çiğnerler.

Bu durum, çağımızda “laiklik, demokrasi, özgürlük ve insan hakları bizim ölçülerimizdir” diyenler gibidir.
Eğer mesele İslâm ve Müslümanlarla ilgiliyse, bu ölçüleri ve kuralları uygulamaz, ayakları altına alırlar. Müslümanları “terörist” diye itham eder, ezerler. Kadın şer’î elbise giyerse “gericidir” deyip üzerine yürür, yasaklar koyarlar. Hilâfet, şer’î hüküm ve İslâm yönetiminden söz edenlere “özgürlük yok, insan hakkı yok” diyerek ceza üstüne ceza verirler. Taptıkları ideolojileriyle dahi istedikleri gibi oynarlar.

Anıtkabir gibi ibadet yeri haline getirilmiş yerlere ve her yerde yücelttikleri liderlerine heykeller dikip büyük masraflar yaparlar. Müslümanların parasını istismar ederek bunlara harcarlar. Aynı anda “Allah’a kulluk etmek için cami kurarız” da derler. Bu hâlleriyle cahiliye dönemindeki insanlar ve sistemler gibidirler.

Yücelttikleri lideri Allah kadar, hatta daha fazla severler. Anıtkabir ve heykellere verdikleri önem, camilere verdikleri önem kadar hatta daha fazladır. Yaratıcı olan Allah’ın yanında, dünyadan yok olup gitmiş yaratılmışı aynı seviyeye getirirler. Böylece verdikleri hüküm ne kadar çirkin ve bâtıldır! Yaratıcı ile yaratılmışı eşit hâle getirdiler.

“Böylece müşriklerden çok kimse, şirk koştukları için çocuklarının öldürülmesini güzel gördüler.”

Şirk koştukları için kendi kafalarına, hevâ ve heveslerine göre fikirler uydurdular; âdet ve gelenekler çıkardılar. Fakirlik korkusuyla erkek çocuklarını, utanç sebebi saydıkları ya da savaşta karşı tarafın eline geçer endişesiyle kız çocuklarını öldürüyorlardı.

Bu şirk onları helâke sürükledi; hem dünyada çocuklarını kaybettiler, hem de bunun cezasını çekecekleri için âhireti kaybettiler.

“Bu şirk, dinlerini karmakarışık hâle getirdi.” Çünkü Allah’a inanırken O’na ortak koştular. Yücelttikleri heykelleri Allah’ın seviyesine çıkardılar. Buna göre fikirler, ölçüler ve kurallar uydurdular; âdet ve gelenek edindiler. Dinleri karmakarışık hâle geldi.

Bu durum, günümüzdeki demokrat ve laikler gibidir. Allah’ı tanıdıklarını söylerlerken yücelttikleri liderleri Allah’ın seviyesine getirirler. Onlar için heykeller dikerler; Allah’ın hâkimiyetini reddederlerken, yücelttikleri liderin ilke ve inkılaplarına dayanarak halkın hâkimiyetini savunurlar. Buna göre kanunlar, ölçüler, kurallar, âdetler ve gelenekler çıkarırlar. Böylece dinlerini karmakarışık hâle getirirler. Bu şirk, onlara yaptıklarını güzel gösterir.

“Allah isteseydi bunu yapmazlardı.” Daha önce açıkladığımız gibi, Allah onlara serbest irade vermiştir. Bu iradeyle dilediklerini yapabilirler. Allah isteseydi bu iradeyi vermezdi, yaptıklarını da engellerdi. Ancak Allah insanları imtihan etmek için irade vermiştir; dileyen mümin, dileyen kâfir olur. Kendi iradeleriyle dinlerini karmakarışık hâle getirdiler. Değişik fikirler, kanunlar, ilkeler, âdetler, gelenekler, ölçüler ve kurallar çıkardılar. Bunların hepsi birer iftiradır, yalandır.

“Bu hâlde sen onları, uydurdukları iftiralarla baş başa bırak.” Allah’a hiçbir zarar veremezler; ancak kendilerine zarar verirler. Bunların tümünden sorumludurlar. Kıyamet günü hesaba çekilir ve cehenneme atılırlar.

Bu yüzden, İslam davetini taşıyanlar, Allah yolunda hiçbir kimseden çekinmeden, hiçbir güçten korkmadan fikirlerini açıkça söylemelidir. Dinlerini karmakarışık hâle getirenlere hakkı ve doğruyu anlatmalı; onları sapıklıktan ve karışıklıktan uzak, hanîf dine, saf İslam’a davet etmelidir. Eğri çizgiye karşı doğru çizgiyi ortaya koymalı, insanları ikna etmeye çalışmalıdırlar. Aynı anda İslam’ın hâkimiyetini tesis etmeye yönelmelidirler. Bu gerçekleşince, insanları cahiliyeden kurtarmış olurlar.

“Yine bâtıl iddialarıyla, ‘Bu en’âm hayvanları ve ekinler yalnız bize aittir; bunları dilediğimiz kimselerden başkası yiyemez’ dediler.”
Oysa mülk sahibi Allah’tır. Onlara mülkü ve rızkı veren O’dur. Öyleyse bu mülkle ilgili tasarruf hakkı da Allah’ın emrine göredir. Edindikleri en’âm hayvanları ve ekinler üzerinde, “yalnız bizimdir, istediğimizden başkası yiyemez” deme hakkına sahip değildirler. Allah’ın emrine göre yedirmelidirler. Bu mallarda çok kimsenin hakkı vardır: kendi nefisleri, aileleri, çocukları, akrabaları, fakirler… Aynı zamanda zekât gibi Allah’ın hakkı da vardır.

“Mülk edindiğim yalnız bizimdir” demeleri, büyük bir iftiradır. Asıl mülk sahibi Allah’tır. İnsana mülk verildiğinde, ancak O’nun izniyle tasarruf hakkı olur. O’nun emri dışında yapılan tasarruf haramdır.

Bu nedenle bir kısım en’âm hayvanlarının sırtlarını haram kılmaları da bir iftiradır: Bahîra, Sâibe, Vâsile ve Hâm gibi adlarla bazı hayvanları haram kılmış, bunu Allah’a isnat etmişlerdir. Bu konuyu Mâide 103. ayetin tefsirinde detaylıca işlemiştik.

Yine bazı hayvanları keserken, binerken veya sağarken Allah’ın adını anmaz, putlarının adını anarlar. Bu da büyük bir iftiradır.

Hevalarına göre helâl ve haram belirlerler; Allah zikredilsin mi edilmesin mi buna da kendileri karar verirler. Yasama yetkisini kendilerine verirler. Aslında kâfirlerin büyükleri ve liderleri yasa koyar. Günümüzde olduğu gibi bir meclis seçilir, ona yasama yetkisi verilir. Bu meclis kanun yapar, helâl ve haram belirler. Hükümet bu kanunları yürürlüğe koyar, hâkimler buna göre hüküm verir. Buna “çağdaşlık” derler.

Oysa bu cahiliyedir. Hatta Kureyş’in cahiliyesinden daha da önceki bir cahiliyedir. Ta eski Yunan ve Roma’nın cahiliyesine dayanır. Her çağda Allah’ın dinini kabul etmeyenler yasama hakkını kendilerine izafe etmişlerdir.

“Allah, onların uydurdukları iftiralara karşı ceza verecektir.”
Bu ceza, dünyada onlarla savaşarak Allah’ın dinine boyun eğdirmek şeklindedir. Allah şöyle buyurmuştur:

قَاتِلُوۡهُمۡ يُعَذِّبۡهُمُ اللّٰهُ بِاَيۡدِيۡكُمۡ وَيُخۡزِهِمۡ وَيَنۡصُرۡكُمۡ عَلَيۡهِمۡ وَيَشۡفِ صُدُوۡرَ قَوۡمٍ مُّؤۡمِنِيۡنَۙ‏

“Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap, ceza versin, onları rezil edip alçaltsın, onlara sizi galip getirsin ve müminlerin kalplerine şifa versin” (Tevbe 14)

قَاتِلُوا الَّذِيۡنَ لَا يُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالۡيَوۡمِ الۡاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُوۡنَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَ رَسُوۡلُهٗ وَلَا يَدِيۡنُوۡنَ دِيۡنَ الۡحَـقِّ مِنَ الَّذِيۡنَ اُوۡتُوا الۡـكِتٰبَ حَتّٰى يُعۡطُوا الۡجِزۡيَةَ عَنۡ يَّدٍ وَّهُمۡ صٰغِرُوۡنَ

 “Allaha ve ahirete inanmayanlar, Allah’ın ve Resulünün haram kıldıklarına uymayanlar, hak dini (İslam’ı) kendilerine din olarak kabul etmeyenler ile kitap ehli olanlara karşı savaşın. Onlar, İslam yönetimine boyun eğip güçleri oranında cizye verinceye kadar bu savaşı sürdürün” (Tevbe 29).

Böylece onlarla savaşarak ve İslam hâkimiyetine boyun eğdirerek onlara ceza verilir. Ahirette ise Allah onlara cehennem azabını hazırlamıştır.

İslam Hilafet Devleti bu üç çeşit kâfir grupla savaşır ve onları İslam hâkimiyetine boyun eğdirir.

Yine şöyle diyerek batıl bir yasa çıkardılar:
“Bu en’am hayvanlarının karınlarında bulunanlar erkeklerimize helaldir, kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü doğarsa hepsi buna ortaktır.”

Kendi kadınlarına ve kızlarına iyisini yedirmezler, sadece erkeklerine yedirirler. Hayvan ölü doğum yaparsa, bu durumda kadınlarına ve kızlarına etinden verirler. Hatta kabul ettikleri kanun ve kurallara göre çocukları arasında adalet yapmıyorlar!

İşte çıkarlarına, heva ve heveslerine göre yasa çıkarırlar. Bu durum tamamen bu asırdaki demokratik sistem gibidir.

“Allah dediklerine karşı ceza verecektir.” Yukarıda gösterdiğimiz gibi ceza göreceklerdir. Allah niçin onlara böyle ceza verir, daha iyi bilir; hikmet sahibidir. Birçok ayette bundan maksat beyan edilmiştir. Onlarla savaşılıp İslam hâkimiyetine boyun eğdirilirse şirk ortadan kalkar, kimse çıkarına veya heva ve hevesine göre yasa çıkarmaz, sadece Allah’ın sözü yüksek ve hâkim olur, zulüm kalkar ve adalet gerçekleşir.

Bilgisizce, sefihlikle çocuklarını öldürdüler; Allaha iftira uydurarak Allah’ın kendilerine verdiği rızkı haram kıldılar.

Bu kâfirler doğru fikir sahibi olmadıkları için cahil, bilgisiz ve aynı anda sefih olurlar.

“Beyinsiz kimseye sefih denilir; doğru dürüst düşünmeyen veya işleri doğru şekilde yürütmeyen kimseye de sefih denilir.”

Bir insan doğru temel fikir sahibi olmayınca onun düşüncesi doğru çıkmaz. Doğru temel fikir ise İslam akidesidir. Bu akideden doğan fikirler doğrudur. Kur’an ve sünnette geçmektedir.

Bu nedenle kâfirler çocuklarını öldürür, Allaha iftira uydurur veya yasa çıkararak helal ve haramı belirlerler. Böylece cahil ve sefih oldular. Özellikle liderleri veya meclisleri bunu yapar, sonra halklarını yasalarına zorla veya aldatarak uydururlar.

Bundan dolayı hüsrana uğradılar; dünyayı ve ahireti kaybettiler. Çocuklarını öldürdükleri için dünyayı kaybettiler, ahirette de ceza kail olmanın cezasını çekecekler. Bunlar doğru yolu şaşırdılar, böylece saptılar.

Gerçek manada iman etmiş olan kimse ancak Allah’ın indirdikleriyle hükmeder; Allah’ın hükmü dışında asla bir hüküm kabul etmez. Allah şöyle buyurdu:

وَاَنِ احۡكُمۡ بَيۡنَهُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعۡ اَهۡوَآءَهُمۡ وَاحۡذَرۡهُمۡ اَنۡ يَّفۡتِنُوۡكَ عَنۡۢ بَعۡضِ مَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ اِلَيۡكَ‌ؕ فَاِنۡ تَوَلَّوۡا فَاعۡلَمۡ اَنَّمَا يُرِيۡدُ اللّٰهُ اَنۡ يُّصِيۡبَهُمۡ بِبَـعۡضِ ذُنُوۡبِهِمۡ‌ؕ وَاِنَّ كَثِيۡرًا مِّنَ النَّاسِ لَفٰسِقُوۡنَ‏  اَفَحُكۡمَ الۡجَـاهِلِيَّةِ يَـبۡغُوۡنَ‌ؕ وَمَنۡ اَحۡسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكۡمًا لِّـقَوۡمٍ يُّوۡقِنُوۡنَ

“Onların arasında Allah’ın indirdikleriyle hükmet, hakkı terk edip onların heva ve heveslerine uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısmı günahları yüzünden onları bir musibete uğratmak istiyor. Muhakkak insanların çoğu fasıktır. Yoksa onlar cahiliye hükmü mü istiyorlar?! Yakinen (kesin olarak) iman etmiş kavim için Allah’ın hükmünden daha güzel hüküm var mıdır?” (Maide 49-50)