-10-
Kafirlerin inanmamalarının sebebi:
Allah’u Teala ilk ayetlerde müminlerin vasıflarını izah ettikten sonra kafirlerin vasıflarını da göstererek şöyle buyurdu:
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
“Gerçek şu ki, kafir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir; iman etmezler.” (Bakara 6)
Lügatte kâfirin manası örtendir. Burada ıstılahi mana kullanılmıştır. Bu ise, hakkı ve gerçeği örtendir. Kâfir kimse Allah’ın gerçeğini veya indirdiği Kur’an’ın, bir kısmının gerçeğini veya Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in peygamberliğini ve Resul olduğunun gerçeğini örtmektedir. Gerçek ve hak olan bunlardır. Bir kimse bir ayeti ret ederse kâfir olur.
Bunlar bu vasfa sahip oldukça ne kadar uyarırsan uyar inanmazlar. Çünkü gerçeği reddediyorlar. Ama bu vasıftan vazgeçerlerse uyarı yararlı olup mümin olurlar. Bu insanın elindedir. İnsan kendi aklını çalıştırırsa ve inattan vazgeçerse gerçeği görür ve buna inanır. Zira Allah herkese akıl verdi ve onda hidayet ve dalâlet kabiliyetini yarattı. İnsanı bu noktada serbest bıraktı, isterse hidayeti seçebilir, istemezse dalâleti (sapıklığı) seçebilir. Allah’u Teâlâ, insanları imtihana tabi tutarken eşit şartlar altında bıraktı. Birinin aklı yoksa veya baliğ değilse imtihana tabi değildir. Kendilerine Resul gönderilmezse veya Resulün geldiğini hiç duymazlarsa, onlarda imtihana tabi olunmazlar. Bu şekilde, insan kendi aklıyla gerçeği bulur ve inanır. Allah zalim değil ki bir kimseyi zorla küfre sokup diğerini mümin yapsın. Bundan sonraki şu ayetin anlaşılmasında birçok insan yanlışa düşüyor:
خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara 7)
Bu insanlar küfür sıfatı üzerinde ısrarlı kaldıkça Allah onlara doğru yolu göstermez, onların kalplerini kapalı ve kulaklarını tıkalı bırakır ve gözleri kapalı olur. Kalpleri kapalı olanlar gerçeği aramayı sevmezler, imandan nefret ederler. Şartlı ve mutaassıp olurlar. İnsan bir şeyden nefret ederse ondan uzak kalır ve kaçar, onu düşünmek bile istemez. Bir şeyi severse ona yönelir, uzun uzun düşünür ve onu kabul eder. Şayet bir şeyden nefret ederse onu duymak bile istemez. Kâfirlerin ileri gelenleri ve önderlerinin insanları imandan uzaklaştırmak için en büyük silahı insanları imandan ve müminlerden nefret ettirmektir. Bunun yolu menfi propaganda yapmaktır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem döneminde, kâfirlerin önderleri Resulullah’a yönelik leke ve yalan itham yapıştırmaya çalışıyorlardı. Muhammed deli, sihirbaz, şair, fitneci, cinci gibi sözler sarf ediyorlardı. Ona inananlar ise aptal, parasız, fakir, cahil, sapık vs. gibi uydurmalar ve yakıştırmalar yapıyorlardı. Bu gün ise kâfirlerin ileri gelenleri ve önderleri İslam’ı hâkim kılmak ve İslam devletini kurmak, şeriatı uygulamak ve İslam’ı yaşamak isteyenlere buna benzer leke ve ithamlar yapıştırmaya çalışıyorlar. Bu müminler ve hizipleri hakkında itham ve iftira uyduruyorlar. Bunlar katil, cani, terörist, fitneci, sapık, aşırı, başkaları tarafından kullanılıyor, cahil, ajan vs. Böylece, insanları bu şekilde nefret ettirmeye çalışıyorlar ki; İnsanlar bu dava adamlarıyla görüşmesinler ve davalarından uzak kalsınlar. Bu nedenle menfi propaganda en büyük silah olarak kullanılır. Buna karşı dava adamları olumlu propaganda kullanıp insanlarla direkt temas kurup bu menfi propagandayı çürütmelidirler. Bu sebeple, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve kitlesinin mensupları olan sahabeler Radiyallahu Anh direkt insanlarla temas edip davalarını anlatıyorlardı. Fikirle ve pratik bir şekilde kendilerini ve davalarını insanlara gösteriyorlardı. Bundan dolayı, birçok kimse ayetlere ve delillere kalbini açtı ve kulağını verdi dinledi, bu şekilde gözler önündeki perde kalktı, gerçeği gördüler ve netice olarak İslam’ı kabul ettiler. Birçok insan iman ettikten sonra veya İslam davetini yüklendikten sonra daha önce nasıl bu davadan nefret ediyorlardı ve hiç dinlemek istemedikleri için gerçeği göremiyorlardı. Hem şeriatça hem aklen, pratikte hidayetin ve dalâletin insanın elinde olduğu ispatlanır. İlerde birçok ayetin bu konuyu nasıl izah ettiğini göstereceğiz.
-11-
Münafıkların Allah’ı ve müminleri aldatmaya yönelik çalışmaları:
Bundan sonra kafirlerin en tehlikeli çeşidi olan münafıklara değiniyor, Allah’u Teâlâ ve şöyle buyuruyor:
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
“İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler.” (Bakara 8)
Bunlar ağızlarıyla bunu diyorlar. Fakat akıllarıyla inanmıyorlar ve iman kalplerine girmemiştir. Çünkü mümin olan Allah’ın yaratıcı olmasına inandığı gibi Allah’ın hâkimiyetine, kıyamet günü hesaba çekileceğine inanır ve kâfirleri dost edinmezler. Münafıklar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. Bunlar Allah’tan ve azabından korkmazlar. Bu nedenle fırsat buldukça Allah’ın emrine muhalefet ederler ve müminlerle savaşırlar. İnsan, aklen Allah’a Resulüne, Kur’an’a ve Kur’an’ın içerdiği akidelere inanırsa bu iman kalbine yerleşir, münafık olmaz. Fakat korkarak, menfaat için veya şahsi çıkar için inanan kimse münafık olur.
Allah’u Teâlâ bunların bu sahte imanla Allah’ı ve müminleri aldatmak istediklerini göstermektedir:
يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ
“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.” (Bakara 9)
İşte, münafıklar kendi durumlarını örtmek için Müslüman’ız derler ve göstermelik olarak İslam’ın bazı ibadetlerini yapmaya çalışırlar. Bu şekilde Allah’ı ve müminleri kandırdıklarını zannederler. Hâlbuki Allah onları ve yaptıklarını biliyor.
Hz. Ömer halife olduktan sonra insanlara şöyle dedi: “Vahiy artık kesildi ve hiç gelmeyecektir. Çünkü vahiy Resule gelip kişilerin ahvalini ve kalplerinin ne olduklarını bildiriyordu. Şimdi ise amellerinize ve sözlerinize bakacağız. Niyetleriniz ancak Allah indinde geçerli olur.”
Nitekim insanı ameli ve sözlerinden anlarsınız, niyetini bilemeyiz. Münafıklar niyetimiz temizdir diyorlardı ve hatta niyetlerinin temiz olduklarına dair yemin ediyorlardı. Allah onların yalancı olduklarını ve yalan yere yemin ettiklerini vahiyle Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e bildirmiştir. Ayrıca, münafıklar hep mazeret arıyorlardı veya uyduruyorlardı. Mazeretlerinin yalan olduğunu da Allah’u Teâlâ bildirmiştir. Müminlerin mazereti olsa bile o mazereti ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Suçlarını, kusurlarını veya ihmalkârlıklarını açıkça söylüyorlardı. Hatta cezayı hak ettiklerini de söylüyorlardı. İnşaAllah ilerde Tevbe ve Münafıkun sûrelerinde bunlara daha detaylı bir şekilde değineceğiz.
-12-
Münafıkların kalplerindaki hastalık:
Açıklamaya çalıştığımız Bakara suresinde şöyle devam ediyor:
فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
“Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.” (Bakara 10)
Bu hastalık ise tam inanmamak, şek ve şüphe içerisinde bulunmak ve ikiyüzlü olmaktır. Korkak oldukları için müminlere gerçek yüzlerini açıklayamazlar. Nitekim iman: Delilden neşet eden (çıkan) vakıaya mutabık (uygun) kesin tasdiktir. İnsan kesin şekilde inanmazsa kâfir olarak kalır. Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi kafirler İslam’ın doğru olup olmadığı konusunda tereddüt ve şüphe içindeydiler, tam kestiremiyorlardı. Fakat Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den korkmadıkları için açıkça kâfirliklerini gösteriyorlardı. Ayrıca liderlik ve çıkarlarını korumak istedikleri için inanmak istemiyorlardı. Medine’de münafıklık hareketi başladı. Çünkü Müslümanlar İslam devletine sahip olarak güçlü oldular. Misal olarak; Abdullah bin Ubey’dir. İslam devleti kurulmadan önce Medine’nin kralı olarak seçildi. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem onun krallığını suya düşürdü. Bu adam Müslüman olmadı. İslam devletinin kuruluşundan iki sene sonra Bedir savaşı meydana gelip de Müslümanlar muzaffer olunca Abdullah bin Ubey Müslümanlığını nifakça ilan etti. Çünkü bu devletin başkanlığına geçmek veya bu devlet başkanının yanında bir değer ve bir makam arıyordu. Ayrıca, Resulullah’ı devirmek ve devleti yıkmak için münafıklık hareketini yaptı ve böyle bir teşkilatı yürüttü.
İslam dünyasındaki yöneticiler küfür anayasa ve kanunları uyguladıkları halde Müslümanız derler. Böylece münafık olmaya ve müminleri kandırmaya çalışıyorlar. Aynı anda, İslam anayasa ve kanunlarını uygulayalım, Şeriat’ı tatbik edelim, hilafeti ilan edelim diyen bir kısım Müslümanları bu yöneticiler hemen hapse atarlar, onlara eziyet çektirirler, işkence ederler veya öldürürler. Allah’ın her emrine muhalefet ederler. Onlara; niçin bunu yapıyorsunuz, neden bozgunculuk yapıyorsunuz? Denilirse onlar şöyle derler: “Biz memleketin, halkın maslahatını ve salahını düşünüyoruz.” Hâlbuki onlar Müslümanları ezerler ve Allah’ın yasalarını çiğnerler. Bu ise en büyük fesatçılık ve bozgunculuktur.