Azerbaycan ve Ermenistan:
Yenilenen Çatışmaların Arkasında Ne Var?
Türkiye’nin Müdahalesinin Önemi Nedir?
Ermenistan 27/09/2020 sabahı Azerbaycan’a geniş çaplı bir saldırı düzenledi. Azerbaycan Savunma Bakanlığı yaptığı açıklamada; “Ermenistan’ın açtığı ateşin, sivil kayıplara yol açmasının yanı sıra ağır bombardımana maruz kalan bazı köylerde ise altyapıda büyük hasarlara yol açtığını” söyledi. Ayrıca “kuvvetlerinin karşı saldırı başlattığını, 12 Rus (OSA) uçaksavar füze sistemi de dahil olmak üzere, cephe hattının derinliklerinde çok sayıda Ermeni askerî tesisini ve aracını imha etmeyi başardıklarını” belirtti.
Türkiye Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, saldırıyı kınayarak Twitter üzerinden şunları söyledi: “Uluslararası toplum bu tehlikeli provokasyonu derhal durdurmalıdır. Türkiye bu saldırılar karşısında Azerbaycan’ın yanında yer alacaktır. Dahası Ermenistan, Azerbaycan sivil yerleşim yerlerine saldırı düzenlemek yoluyla ateşkesi bozarak barış ve istikrar karşısındaki tavrını bir kez daha kanıtlamıştır.” Ayrıca Savunma Bakanı, Meclis Başkanı, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, AKP sözcüsü ve diğer Türk yetkililerde benzer cümlelerle konuyu değerlendirmişlerdir. Sanki Türkiye, 1992’deki Ermeni işgalinden beri içinde bulunduğu durumu kabul ediyor gibi bir tavır sergilemektedir. Zira Türk yetkililer bunun barışa ve istikrara aykırı olduğunu ve ateşkesi ihlal ettiğini söyledikleri halde bu bölgeleri kurtarmak ve yerlerinden edilen insanları topraklarına geri döndürmek için harekete geçmemektedirler!
Ermenistan, Ağdam ve Fuzuli vilayetlerinin büyük bir kısmına ek olarak, ülkenin batısındaki diğer 5 vilayetin yanı sıra 5 vilayetten oluşan Karabağ bölgesini (kara üzüm bostanı) içeren Azerbaycan topraklarının yaklaşık %20’sini işgal etmiş ve bu bölgelerdeki yaklaşık bir milyon Müslüman yerlerinden edilmişti. Bu ise Rusya’nın yardımıyla olmuş ve Rusya doğrudan müdahale etmiştir. Nitekim Rusya hâlâ Azerbaycan’a oranla yüzölçümü, nüfusu, gücü ve kabiliyetleri bakımından küçük bir ülke olan Ermenistan’ın arkasında durmaktadır. Dolayısıyla Ermenistan’ı finanse eden silah, ekipman ve hayatta kalması için gereken her şeyle destekleyen bizzat Rusya’dır. Zira Ermenistan, Rusya liderliğindeki Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün bir üyesidir. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ermeni mevkidaşı Zohrab Mnatsakanyan ile yaptığı telefon görüşmesinde; “Karabağ’daki düşmanlıklarla ilgili endişelerin ateşkesin gerekliliğini vurguladığını” ifade etmiştir. (Rusya Sputnik 27/09/2020) Bu da Rusya’nın Azerbaycan’a karşı Ermenistan’a olan desteğini göstermektedir.
Türkiye Ermenistan’ı kınamak yerine, orada nüfusunu dayatan ve Ermenistan’ı koruyan ana destekçi Rusya’yı kınamalıdır. Zira Ermenistan, Rusya’nın desteği olmadan asla böylesi bir saldırmaya cesaret edemez. Çünkü düşmanı destekleyen de aynı şekilde düşmandır. Ancak Türkiye, Rus düşmanıyla en iyi bir şekilde ilişkiler kuruyor ve mücrim Beşşar Esed rejimine karşı ayaklanan Müslüman halka karşı Suriye’de onunla ittifak yapıyor.
Sözde arabulucu Fransa ise, çatışmaların ardından yaptığı açıklamada Ermenistan’ın yanında olduğunu dile getirdi. Fransa Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Von Der Mühll şöyle dedi: “Fransa, Karabağ’daki derin çatışmalardan ve özellikle siviller arasında meydana gelen can kayıplarından derinden endişe duyuyor ve düşmanlıkların derhal durdurulması ve diyaloğun yeniden başlatılması çağrısında bulunuyor.” Ve şöyle dedi: “Fransa, Minsk’in eş başkanı olarak, Rus ve Amerikalı ortaklarıyla birlikte uluslararası hukuk çerçevesinde çatışmaya yönelik müzakere edilmiş bir çözüme ulaşma taahhüdünü teyit ediyor.” (Sputnik)
Nitekim Minsk Grubu, Karabağ sorununa çözüm bulmak için 1992 yılında Rusya, Amerika ve Fransa önderliğinde kurulmuştu. Dolayısıyla bu ülkeler, 1994 yılında ateşkesle elde edilen bölgedeki Ermeni işgalini devam ettirme niyetindedirler. Zira işgal edilmiş bölgelerin Azerbaycan’a geri verilmesini ve yerinden edilmiş insanların topraklarına geri dönmesini gerektiren çözüme yönelik hiçbir adım atmamıştır. Böylece mesele durağanlaşmış ve ateşkes Ermeniler için bir zafer mesabesinde olmuştur. Çünkü Minsk grubu çözümün nasıl olacağını ve neyin müzakere edileceğini açıklamamıştır. Ancak bu minvalde, koşul ve şartlardan, Müslüman halkı tamamen boşaltılan ve yerlerine kâfir Ermeni Hristiyanlarının yerleştirildiği Karabağ bölgesinin beş vilayetini işgal eden Ermenistan’ı, Azerbaycan’ın tanımasını istedikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Ermenistan, diğer beş vilayet ile Ağdan ve Fuzuli gibi işgal edilmiş bölgelerden çekilinceye kadar mesele bu şekilde aynen Filistin’de olduğu gibi tasfiye edilecektir. Zira Yahudiler ve onların arkasında bulunan Amerika, Filistin Kurtuluş Örgütü ile Arap ve İslam ülkelerindeki mevcut rejimlerden Yahudilerin Filistin’in yaklaşık %80’nini gasp etmesini tanımalarını sağlamış, 1967’den beri Yahudiler tarafından işgal edilen toprakların yaklaşık %20’si üzerinde müzakere edilmiş, dahası Kral Hüseyin, Hafız Esed ve Abdunnasır başkanlığındaki hainler tarafından onlara teslim edilmiştir. Her ne kadar ateşkesi ve Yahudi varlığının yalnızca işgal ettiği topraklardan geri çekilmesini öngören Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 243 sayılı kararlarını kabul etseler de o yılın 5 Haziran’ında kendisine teslim edilmiştir.
Son zamanlarda iki taraf arasında durumun ısınıp, çatışmaların artarak genişlemeye başlamasıyla ve on yıllarca süren ihmalden sonra Türkiye Azerbaycan’la yakınlaşmaya başlarken aynı zamanda da 10/10/2009 tarihinde İsviçre’nin Zürih kentinde iki taraf arasındaki ilişkileri normalleştirmek ve anlaşmazlıkları gidermek için Türkiye ile Ermenistan arasında ayrı bir barış anlaşması imzalanmış ve bu anlaşma tarihi bir anlaşma olarak nitelendirilmiştir. Bu ise Azerbaycan’ın Ermenistan ile olan anlaşmazlığından çok uzak olup Azerbaycan topraklarını işgal etmesi ve halkının buralardan tehcir edilmesiyle ilgilidir. Zira anlaşmada, en ufak bir şekilde meseleye değinilmemiştir. Nitekim Amerika, zamanın Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın yanı sıra Rusya Dışişleri Bakanı ile Fransa ve Avrupa’dan gelen delegasyonlar aracılığıyla anlaşmanın imzalanmasını denetlemiştir.
Türkiye’nin bu ilgisi pek iyiye işaret etmemektedir. Zira Erdoğanlı Türkiye ne zaman bir meseleye müdahale etse, Suriye ve Libya’da olduğu gibi bu kendi halkı pahasına Amerika’nın çıkarına olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin, konumunu yumuşatması için Azerbaycan’a uygulanan baskıları desteklemesi de bunun haricinde tutulamaz. Nitekim Türk yetkililerin açıklamaları da bunu göstermektedir. Özellikle Amerika olmak üzere Minsk Grubu’nun önderliğinde gerçekleşen müzakerelerdeki tıkanıklık kırılamamıştır. Hatta Azerbaycan Karabağ konusunda tavizler vermiştir. Çünkü Karabağ’ı işgalcilerden zorla geri alma vaadini yenilerken Amerika, Rusya ve Fransa konuşma üsluplarına ve sürekli Ermenistan’ı destekleyen medya organlarına göre burasını bir Ermeni bölgesi olarak kabul etmektedirler. Ayrıca müzakereleri zorlaştırmak için Ermenistan’dan bağımsızmış gibi bölgede kendine ait bir cumhuriyet kurmuştur ki böylece bu bölge bağımsız varlığından taviz vermesin! Böylece Ermenistan doğrudan sorumlu olmayacak ve üzerine uygulanan baskılardan kurtulmuş olacaktır. Ancak Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, bu çatışmaların ardından Facebook sayfasında ülkesinin tutumunu şu şekilde açıklamıştır: “Devletimizin ve ordumuzun arkasında sağlam bir şekilde duralım … Ve galip geleceğiz.”
Bu ve diğer meselelerde Erdoğanlı Türkiye’nin tutumuna güvenilmez. Zira otuz yıl önce iki taraf arasında patlak veren savaştan bu yana hiçbir destek vermemiş, Azerbaycan yalnız kalmış ve zafer elde edememiştir. Aynı şekilde İran da ona destek vermeyi reddetmiş ve 1989 yılında Azeriler tarafından kendisine yapılan birlik teklifini reddetmiştir. Nitekim İran ile sınırı kaldırdıklarında İran ayağa kalkmış ve yüzlerine sınırı kapatmıştır. Dolayısıyla kendilerine yardım edecek bir İslam ülkesi aramaya başlamışlar ve 1991 yılında tamamen yıkılıncaya kadar sarsılmaya başlayan Sovyetler Birliği’nden kurtulmak için çalışmışlardır. Böylece Azeriler bağımsızlık elde edebilmişlerdir. Bu nedenle son desteğin Azeri kararı üzerine egemenlik empoze etme mesabesinde olmasından ve ardından da feragat etmeye zorlanmasından korkulmaktadır.
Azerbaycan bir İslam ülkesidir ve halkının çoğunluğu da Müslümandır. Ancak rejimi Laik olup dini devlet ve toplumdan uzak tutan eski komünist rejimin bir uzantısıdır. Nitekim bu ülke, üçüncü Râşîd Halife Osman Bin Affan radiyallahu anh döneminde Ermenistan ile birlikte fethedilmiştir. Ayrıca orada, Ruth Stephen Enstitüsü’nün 2005 raporunda belirtildiği gibi “merkezi Orta Doğu’da bulunan ve Yahudi varlığına karşı düşmanca tutumlar sergileyen Hizb-ut Tahrir de” dahil birçok İslami hareketlerin faaliyetleri bulunmaktadır. Bu nedenle bu ülke, Allah’ın izniyle çok yakında kurulacak olan Nübüvvet minhacı üzere Râşîdi Hilafet Devleti’ne katılmaya hazır hale gelecektir.
Esad Mansur