Fransa ve Allah’ın Rasulü’ne Hakaret
Peki, Ona Haddini Kim Bildirecek?
El-Ezher El-Şerif, Fransa’da bir kişinin öldürülmesi olayıyla ilgili bir bildiri yayınlayarak “olayı kınadığını ve herkese din ahlakına uymanın gerekliliğine çağrı yaptığını” vurguladı. Ayrıca “dinlere ve onların kutsal sembollerine hakaret etmeyi suç sayan uluslararası yasanın benimsenmesinin gerekliliğine çağrıda bulunduğu gibi herkese, başkalarının inançlarına saygıyı vurgulayan dinlerin ahlakına ve öğretilerine uyma” çağrısında bulundu.
El-Ezher’in öldürülmesinden bahsettiği kişi, Peygamberimiz ile kasıtlı olarak alay ederek iğrenç bir şekilde hakaret eden bir kişidir ve El-Ezher bunu yapan kişinin hükmünü gayet iyi biliyor. Bu cevap, ne El-Ezher Şeyhliği’nin ne ondan daha azının ne de herhangi bir Müslümanın vereceği bir cevap düzeyinde değildir! Zira “bu saçma sapan saldırgan karikatürleri ve açıkça dine ve kerim Peygamberine yönelik düşmanlığı” onaylamıştır. Peki, açıkça dine ve peygamberimize düşmanlık edenlere karşı tutum nasıl olmalıdır? İslam dinini inkâr eden ve açıkça Rasulü ile alay eden dinlerin ahlakına uymaya çağrıda bulunmak mı? Fransa, ahlakın anlamını biliyor mu? Yoksa o, ahlakla savaşıyor ve kerim peygamberimiz ile alay etmek de dâhil özgürlük çağrısında mı bulunuyor? Nitekim onun nezdinde özgürlük, ahlakı bozmak, dine saldırmak, başkalarının Fransa’yı, Cumhuriyet ve Laiklik değerlerini eleştirme hakları olmayan ve dinin ahlakına ve hükümlerine bağlı kalmaları nedeniyle Müslümanlara saldırmak anlamına geliyor. Macron bunu, “ayrılıkçı bir eğilim, paralel bir rejimin kurulması ve cumhuriyetin reddi” olarak nitelendirmiş, saldırgan karikatürleri yayınlamakta ısrar etmiş, bunları özgürlük olarak ifade etmiş ancak cumhuriyeti ve Laikliği eleştirmeyi veya dine bağlı kalmayı ise ayrılıkçılık ve izolasyon olarak ifade etmiştir!
El-Ezher, İslam şeriatı dışında doğru bir şeriatın olmadığını kabul ederken nasıl olur da dinlere ve onların kutsal sembollerine hakaret etmeyi suç sayan uluslararası yasalara çağrıda bulunabilir?! Zira bu yasalar küfür olup Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret eden ve cezası ölüm olan birinin İslami cezaları uygulaması imkânsızdır! Unutulmamalıdır ki Avrupa yasalarında peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret etmek suç sayılmaktadır ancak Fransızlar buna uymamakta ve buna aykırı davranan hiç kimse cezalandırılmamaktadır! Nitekim Avrupa Mahkemesi, 25 Ekim 2018 tarihinde şu ifadeleri içeren bir karar yayınlamıştır: “Avusturyalı bir kadının Allah’ın Rasulü’ne hakaret eden açıklamalarda bulunmasının suç sayılması ve 480 avro para cezasına çarptırılması, onun ifade özgürlüğü hakkının ihlal edilmesi değildir.” Avrupa yasası ve peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret edenlere karşı vereceği en büyük ceza işte budur!! Dolayısıyla bu, caydırıcı bir ceza değildir. Bu nedenle Macron saldırgan açıklamalarda bulunmasına ve buna teşvik etmesine rağmen mahkeme onu kınamadı ve cezaya da çaptırmadı. Dolayısıyla Fransızların ve başkanlarının küstahlığına karşılık bir caydırıcılığın olması gerekir.
Hizb-ut Tahrir’in yürüttüğü yürüyüşler, güçlü duruşlar, konuşmalar ve kampanyalar da dâhil olmak üzere ümmetten gelen yoğun tepkiler kısmen de olsa Fransa’yı geri çekti. Zira Dışişleri Bakanı Le Drian şöyle dedi: “Din ve İslam kültürü, Fransız ve Avrupa tarihimizin iki parçası olup bunlara saygı duyuyoruz… Müslümanlar kesinlikle ulusal topluluğumuza aittirler.” Ayrıca Macron, yalan söyleyerek kışkırtıcı açıklamalarını dolandırmaya çalışıp şöyle dedi: “Karikatür bir hükümet projesi değil, bilakis hükümete bağlı olmayan özgür ve bağımsız bir gazete tarafından çıkarılmıştır.” Ama bu gazeteyi kınamadı ve bundan vazgeçmesini de talep etmedi. Bilinmelidir ki o, bunu benimsemiş, bundan geri adım atmayacağını söylemiş, Paris’teki devlet binalarının duvarlarında yayınlamış, bu yüzden öldürülen öğretmeni milli kahraman olarak ilan etmiş, ona onur madalyası vermiş ve Fransa’nın büyük mezarlığına gömülmüştür… Peki bu, bir hükümet projesi değil midir?! Dolayısıyla inandırıcı olmayan bir geri çekilme girişiminde olup böylece politik olarak olgunlaşmadığını kanıtlamış oldu. Sonra da Müslümanlardan özür dilemeden, yaptıklarından ve bundan kaynaklananlardan dolayı bir pişmanlık duymadan “Müslümanların duygularını anladığını” sözlerine ekledi.
Macron, İslam’ı ve Müslümanları aldatmak istedi. Böylece İslam’a ve Müslümanlara sırtını döndü, bir çıkmaza girdi ve Fransa yaklaşık iki milyar Müslümana düşman olan aptal bir ülke olarak ortaya çıktı. Bu ise aptallığın doruk noktasıdır. Peki, nefretini açığa vurmak ve birçok konuda siyasi başarısızlığını örtbas etmeyi istemenin yanı sıra Müslümanları İslam’dan vazgeçmeleri ve yeni bir dini kabul etmeleri için baskı altına almak istemekten başka ne elde edebilecek ki? Zira Fransa onlara, herhangi bir İslami davranıştan arındırılmış, cami ile sınırlı olan ve caminin dışında görünmeyen bir din sunuyor ki böylece vicdani olarak iman eden ancak davranışlara yansımayan ve kilise ile sınırlı kalan Hristiyanlar gibi olsunlar. Ama Macron bunun mümkün olmadığını anlamak istemiyor. Çünkü Allah’a ve Reslüne iman eylem gerektirir ve İslam akidesi, içinden bir hayat nizamının ve devletin çıktığı ruhi ve siyasi bir dindir. Dolayısıyla siyasal İslam’a saldırdığında iddia ettiği gibi sadece küçük bir radikal gruba saldırmıyor bilakis tüm Müslümanlara saldırıyor. Ancak tüm Müslümanlar, dinlerini ve peygamberlerini savunduklarını ona ispatlamıştır. Dolayısıyla bu, Müslümanları dinlerine geri dönmeleri konusunda uyaran ve başarısız olmaları için planlanan şeylerin daha fazla farkında olmalarını sağlayan faktörlerden biridir.
El-Ezher Şeyhliği, ne yapması gerektiğini biliyor. Zira onun yapması gereken en küçük şey, yöneticileri Fransız kampanyasına karşı çıkmaya davet etmek ve onlardan bunu ciddiye almalarını talep etmektir. Böylece o, onların bunu yapmayacaklarının farkına varacaktır. Binaenaleyh onun üzerine düşen, yöneticileri tüm yönleriyle ifşa etmek ve onların devrilmesine, İslam’ı ve Rasulü’nü savunacak bir Halife’nin ortaya çıkarılmasına ve onun ortaya çıkarılmasının kesin bir görev olduğuna davet etmektir.
Halkçı eylemler böyle bir etki gösteriyorsa peki Fransa’nın siyasi, ekonomik ve kültürel çıkarlarını tehdit eden veya Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kendisini öldürmeye kalkışan Beni Nadir Yahudilerine yaptığı gibi onu doğrudan tehdit eden İslami ideolojik bir devletin tutumu olsaydı nasıl olurdu acaba? Ayrıca Müslüman bir kadının avret yerini açan Beni Kaynuka Yahudilerine yaptığı gibi? Sonra onun peşinden, İslam’a, Müslümanlara ve onun kerim zatına hakaret edenlerle mücadele etmede onun sünnetini takip eden Halifeler geldi. Zira Halife Mutasım, Müslüman bir kadını taciz etmesi nedeniyle Rumları cezalandırmak için bir ordu hazırladı, Amuriye’yi fethetti, savaş dilinden ve güçsüz ve zayıflara saldırmaktan başka bir şey bilmeyen Amuriye halkını öldürdü. Ayrıca Halife II. Abdülhamid, 1892 yılında liderlerinden biri Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret eden bir tiyatro sahnelemek istediğinde Fransa’yı tehdit etti. Bunun üzerine Fransa, bu tiyatronun sahnelenmesini yasakladı. Dolayısıyla Müslümanların Halifelerinin tarihinde daha birçok onurlu tutumlar sergilenmiştir.
Şayet El-Ezher, insanları Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret edenlere haddini bildirecek, Müslümanların onurunu koruyacak ve onları her yerde savunacak Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet’i ikame etmeye davet etmezse günah işlemiş olacaktır.
Esad Mansur.