Türkiye’de Batılı Büyükelçiler Krizi ve Onlar Hakkında İslam’ın Hükmü
25/10/2021 günü Erdoğan, Batılı ülkelerin on büyükelçisini ülkenin içişlerine müdahale etmiş olsalar da diplomatik normlara göre sınır dışı edilmelerini geri çekerek krizin sona erdiğini duyurdu. Ve şöyle dedi: “Bu büyükelçiler, Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine, yani ülkelerin kanunlarına riayet etmeye ve içişlerine karışmamaya olan bağlılıklarını dile getirmişlerdir, artık Türkiye’nin egemenlik hakları söz konusu olduğunda açıklamalarında daha dikkatli olacaklarına inanıyoruz.”
Bu büyükelçiler, 15 Temmuz 2016‘da Erdoğan’a yönelik darbe girişimine karışmakla suçlanan Osman Kavala adlı bir Türkün serbest bırakılmasını talep ederek bizzat Türkiye’nin içişlerine müdahale etmişlerdir. Nitekim bu kişi, birçoğu Batı’nın yanlış fikirlerini, yozlaşmış kültürünü ve kokuşmuş medeniyetinin propagandasını yaparak siyasi veya entelektüel eylemler yürüten, İslam ve Müslümanlarla savaşan ve ülkelerine göz diken Batı ülkeleri tarafından finanse edilen sözde sivil toplum kuruluşlarında bir iş adamı ve aktivisttir. Hatta Türkiye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, daha önceki bir tarihte, yani 03/09/2019’da şöyle demişti: “Amerika, Homoseksüel Derneğe (LGBT) 22 milyon dolar fon sağlamaktadır.” Ama o, bu derneklerin ruhsatlandırılmasından, kapatılmasından ve izlenmesinden sorumlu olduğunu bildiği halde bu fonların toplumu yozlaştırmaya çalışan eşcinsellere ulaşmasını engellememiş ve derneği de kapatmamıştır!
Batılılar tarafından savunulan bir sanat ve kültür derneğine sahip olan Osman Kavala, 2019 yılında Avrupa Arkeologlar Derneği’nin yirmi birinci Avrupa Arkeoloji Mirası ödülüne layık görülmüş ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nden de düşünce ve ifade özgürlüğü ile ilgili bir ödül almış olup kendisi İngiltere’deki Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun olmuştur. Görünen o ki, özellikle aralarında bazen İngiltere veya Fransa yörüngesine giren, bazen de Amerika yörüngesine giren Kanada büyükelçisinin de olduğu Avrupa ülkelerinin sekiz büyükelçisinden oluşan Avrupalı ajanları onun serbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Dolayısıyla bağımsız bir dış politikası olmadığından dolayı bu durumda onun vakıasında onlarla birlikte yürümesi gayet doğaldır. Bu ülkeler tüm bunları, Türkiye rejimine baskı yapmak ve Erdoğan’ı, Erdoğan’ın bizzat benimsediği, uyguladığı, savunduğu ve Batılı müttefikleri ve Haçlı NATO’daki arkadaşları ile ortak değerleri olarak gördüğü Batılı özgürlükler insan hakları, Laiklik ve demokrasi konusunda zor durumda bırakmak için yapmaktadırlar. Nitekim geçenlerde şöyle bir açıklamada bulunmuştu: “Türkiye’nin Amerika ile ilişkisi, köklü bir geçmişe dayanan, ortak değerlere ve ortak çıkarlara bağlı bir dostluk ve ittifak ilişkisidir. Bu ilişki bazen bazı konularda bazı farklılıklarla lekelense de, birçok bölgesel ve uluslararası konuda benzer çıkarları ve konumları paylaşıyoruz.” (Amerika’nın Sesi 20/09/2021)
Avrupa, kendisi için çalacak borazanları olan ajanlarını korumaya ve 15 Temmuz 2016’da denediği gibi Erdoğan’ı devirmeye çalıştığı için ülkedeki etkisini güçlendirmek amacıyla Türkiye rejimine baskı yapmaya devam etmektedir. Çünkü o, Erdoğan’ın siyasi çıkarlarına zarar verdiğini, Amerika ile birlikte yürüdüğünü ve Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Afrika ve Güney Kafkasya’da Amerika’nın çıkarlarına hizmet ettiğini görmektedir.
Büyükelçisi, bu büyükelçilere katılan onuncu ülke olan Amerika’ya gelince; insan hak ve özgürlükleriyle dayanışma içinde olan bir ülke olması itibariyle Erdoğan’a yönelik gerçek Amerikan tutumlarını örtbas etmek için yapmıştır. Zira ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ned Price şunları söylemiştir: “NATO müttefikimiz (Türkiye) ile her türlü anlaşmazlığı çözmek için diyalog yoluna başvurmaya devam edeceğiz… Ortak çıkar alanlarında iş birliğinin ileriye dönük en iyi yol olduğuna inanıyor ve Türkiye ile birçok ortak çıkarlarımızın olduğunun da farkındayız.” (Anadolu 26/10/2021) Nitekim burada Amerika, Türkiye’nin yanında olduğunu, ortak çıkarları olduğunu ve Avrupa uğruna bunları feda etmeyeceğini beyan etmektedir. Zira Türkiye, Avrupa ve birliğinin çıkarlarına zarar vermek için çalışmakta ve kendisine bağlı kalmaktadır. Amerika sanki Türkiye ile olan çıkarlarının, onun ihlal ettiği sözde insan hak ve özgürlüklerinden daha önemli olduğunu ilan etmektedir. Ayrıca bu insan hak ve özgürlüklerini, özellikle dinleriyle savaştıkları, onlara yaşam, giyim, yeme, içme, ibadet ve kültürlerinde kısıtlama getirdikleri ve onlar üzerinde ırk ayrımcılığı uyguladıkları Müslümanlara karşı olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri de ihlal etmektedirler. Zaten onlar nezdinde mesele Müslümanlarla ilgili olduğunda, ortada ne özgürlükler ne de insan hakları kalıyor! Dolayısıyla Amerika’nın, Avrupalılarla oynamak için onlarla birlikte yürüdüğü, sonra geri çekildiği, onları yolun ortasında bıraktığı ve onları da geri çekilmeye zorladığı görülmektedir. Zira bu Amerikalı yetkilinin ve Ankara’daki Amerikan büyükelçisinin açıklamalarının ardından Avrupalı büyükelçiler, Twitter hesaplarına Nisan 1961’de imzalanan Diplomatik İlişkilere İlişkin Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine uyduklarını yazarak geri çekilmek için akın etmişlerdir. Nitekim Amerika, kendi yörüngesinde döndüğü ve kendi çıkarlarını gerçekleştirdiği, Avrupalıların siyasi çıkarlarına karşı olduğu ve ajanlarını getirmek için onu devirmeye çalıştıkları için Avrupalıların Erdoğan’a baskı yaptıklarının farkındadır. Bu arada Erdoğan’ı onlardan korumaya çalışırken aynı zamanda kendi yörüngesinde kalması için ona şantaj yapmaktadır. Bu yüzden bu oyunu oynamış, onlarla birlikte yürümüş ve sonra onları da geri çekilmeye zorlamıştır.
Önemli bir nokta var ki o da diplomatik ilişkileri yönetme keyfiyetidir. İslam, sömürgeci ve açgözlü ülkeler ile bunlarla birlikte hareket edenlerin İslami Hilafet Devleti’nin topraklarında elçilik veya konsolosluklar açmalarını haram kılmıştır. Bunlar, ülkelerde yıkıcı siyasi faaliyetlerde bulunan, ajanlar istihdam eden ve iç işlerine müdahale eden ülkelerin siyasi ve casusluk temsilcilerinden ibarettir. Zira buralar, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yaptıkları gibi Müslümanlar ve ülkeleri üzerinde muktedir olmak için casusluk yuvalarıdır. Şayet Hilafet Devleti isterse, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı gibi kendisiyle meseleyi görüşmesi için geçici bir elçi gönderir ve geri döner. Zira O, krallara ve kabile reislerine bir seferliğine elçiler göndermiş ve onların elçilerini de bir seferliğine kabul etmiştir. Eğer haddi aşarlarsa, Müseylemetül Kezzab’ın elçilerini kovduğu gibi onları kovar ama onları öldürmezdi.
Diğer önemli noktası ise kültürel ve hayır dernekleri, benzerleri ve aynı şekilde sendikalar gibi her türlü kitleleşmeler meselesidir; Hilafet Devleti’ndeki siyasi partiler İslam esasına dayalı olup görevleri ise İslam davetini taşımak ve İslam’ın iyi uygulanması için yöneticileri İslam esasına göre muhasebe etmektir. Dolayısıyla onların, yabancı ülkelerle hiçbir şekilde bağlantı kurmaları caiz değildir. Dolayısıyla kim yabancı ülkelerle bağlantı kurarsa şüpheli kabul edilir ve devlet, o ülkelerle bağlantısını ortaya çıkarıp hak ettiği cezayı verinceye kadar onu takip eder. Dernek ve sendikalara gelince; bunların Hilafet Devleti’nde bir yeri yoktur. Çünkü bunlar, işlerin gözetilmesiyle ilgili olup bu ise devletin görevidir. Dolayısıyla Hilafet Devleti, kendi iç varlığını şüpheli dış müdahalelerden korumuş olacaktır ki böylece dış siyasetindeki asli çalışması olan İslam davetini dışarıya taşıma çalışmasına yoğunlaşabilsin.
Esad Mansur