– 17 –
Kâfirleri dost edinmek
Dost edinenlerin durumu
Onların bahanesi
Kalbi hasta olanların tedavisi
Yalan yemin etmeleri
Pişman olmaları
يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَتَّخِذُوا الۡيَهُوۡدَ وَالنَّصٰرٰۤى اَوۡلِيَآءَ ؔ بَعۡضُهُمۡ اَوۡلِيَآءُ بَعۡضٍؕ وَمَنۡ يَّتَوَلَّهُمۡ مِّنۡكُمۡ فَاِنَّهٗ مِنۡهُمۡؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الظّٰلِمِيۡنَ ﴿۵۱﴾ فَتَـرَى الَّذِيۡنَ فِىۡ قُلُوۡبِهِمۡ مَّرَضٌ يُّسَارِعُوۡنَ فِيۡهِمۡ يَقُوۡلُوۡنَ نَخۡشٰٓى اَنۡ تُصِيۡبَـنَا دَآٮِٕرَةٌ ؕ فَعَسَى اللّٰهُ اَنۡ يَّاۡتِىَ بِالۡفَتۡحِ اَوۡ اَمۡرٍ مِّنۡ عِنۡدِهٖ فَيُصۡبِحُوۡا عَلٰى مَاۤ اَسَرُّوۡا فِىۡۤ اَنۡفُسِهِمۡ نٰدِمِيۡنَ ؕ ﴿۵۲﴾ وَيَقُوۡلُ الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡۤا اَهٰٓؤُلَاۤءِ الَّذِيۡنَ اَقۡسَمُوۡا بِاللّٰهِ جَهۡدَ اَيۡمَانِهِمۡۙ اِنَّهُمۡ لَمَعَكُمۡ ؕ حَبِطَتۡ اَعۡمَالُهُمۡ فَاَصۡبَحُوۡا خٰسِرِيۡنَ ﴿۵۳﴾
“Ey İman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudur. Kim sizden onları dost edinirse kuşkusuz onlardan olur. Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.(51)
Kalplerinde hastalık bulunanların “başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz diyerek onları dost edinmek için onların arasında koşuştuklarını görürüsün. Umulur ki Allah (müminlere) fetih ve zaferi veya kendi katından bir emir gerçekleştirir de kendi içlerinde gizlediklerine pişman olurlar. (52)
O zaman iman edenler derler ki: “sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allaha yemin edenler bunlar mıdır?” bunların amelleri boşa gitmiş ve hüsrana uğrayan kimseler olmuşlardır”. (53)
Yahudiler ve Hristiyanlar kâfir olduklarından dolayı müminlerden hiç razı olmadıkları gibi müminlere düşmanlık ve kin besleyip durmadan savaşırlar. Allah müminlere bu hakikati birçok ayette bildirdi:
“Yahudiler ve Hristiyanlar kendi dinlerine tabi olmadıkça asla senden razı olmaz” (Bakara 120)
“Şüphesiz ki kâfirler sizin için apaçık düşmandır” (Nisa 101).
Müminleri dinlerinden vazgeçirmeye çalışırlar:
“ Ehli Kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar) dan çok kimse sizi dinlerinizden döndürmeyi arzu ederler” (Bakara 109).
“Güçleri yetince sizi dinlerinizden döndürünceye kadar sizinle savaşırlar” (Bakara 217)
Nitekim Yahudi olsun Hristiyan olsun başka dine mensup olsun veya müşrik olsun hepsi kâfirdir, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlığı gösterir ve kin beslerler. Bu nedenle birçok ayette kâfirleri dost edinmekten müminler neyhedildiler. Al-i İmran suresi 28, Nisa suresi 144, Maide suresi 57, Tövbe suresi 23, Mümtehine suresi 1 ayetlerinde apaçık şekilde bu nehiy geçmiştir.
Bunun için Müslümanlar onları sırdaş edinmekten nehyedildiler. Zira onlar müminleri bozmaktan ve zarar vermekten geri kalmazlar. Hep müminleri sıkıntıya sokmaya çalışırlar. Müminlere karşı hep kin ve buğuz beslerler. Bu kin ve buğuz dillerinde belli olmaktadır. Fakat Göğüslerinde sakladıkları ise bundan daha büyüktür. Düşünen müminler bu ayetlere uyup kâfirleri sırdaş edinmezler (Al-i İmran 118). Meseleyi basite alan kimseler bunlara yumuşaklık gösterip uyarlar, bu şekilde kâfirlerin tuzağına düşerler, hüsrana uğrarlar (Al-i İmran 149). Ayrıca kâfirlere müminler üzerine imkân vermek ve otorite sağlamak caiz değildir, Allah bunu reddedip nehyedr (Nisa 141)
Buna rağmen müminim diye iddia edip kâfirleri dost edinirse, onları beğenip sevdiği anlaşılır. Kalbinde onlara meyil ve yönelme vardır. Böyle olunca onlardan olur, cehennemde beraber haşredilirler.
Ayette geçen “onları dost edinmek için onların arasında koşuştuklarını görürüsün” ifadesinden anlaşılan bu münafıklar ve kalbi hasta olanlar, kendilerinden kâfirlere doğru koşarlar ve onlarla işbirliği yapmaya hazır olduklarını gösterirler. Zira onlardan güç ve yardım isterler. Bir devlet başkanı veya kral ise kendi yönetimini desteklemek için onlara başvurur. Yine bazıları da yönetici olmak için kâfir güçlere başvurur destek arar. Allah onların gerçeklerini Müslümanlara şöyle gösterdi:
“Münafıklara kendilerine acılı azap hazırlandığını müjdele. Onlar ki, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onlar yanında izzeti mi arıyorlar?! Şüphesiz ki izzetin tümü Allah’a aittir.” (Nisa 138-139)
Ayette geçen “Kim sizden onları dost edinirse kuşkusuz onlardan olur” ifadesinden dost edinenlerin iki çeşit oldukları anlaşılır:
- Gerçekte kâfirdir: Kâfirliğini gizler, sadece ağzıyla Müslümanım der, kalbinde iman yoktur. Bunlara münafık denilir.
- Yüzeysel imana sahip olanlardır: sadece kendilerini ve çıkarlarını düşünürler, kâfirlerden korkarlar, bunlar kalbi hasta olanlardır. Münafıklara çok yakındır. Zaten münafıklar kalbi hasta olanlardır.
Aynı anda bu iki zümre zalimdir. Ayette şöyle geçti: “Şüphesizki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez”.
Kâfirler mutlak şekilde zalimdir. Çünkü Allah’ı veya Rasulü veyahut kitabını veyahut ta Kitapta geçen bazı ayetleri inkar ederler, veyahut tamamen ayetlerin manalarını değiştirip heva ve heveslerine göre saptırırlar.
Münafıklar kâfirlerin en alçak kesimidir. Çünkü sinsi düşmandır. Bu nedenle en ağır cezalara çarptırılırlar.
“Şüphesiz ki münafıklar cehennemin en alt tabakasındadır. Onlara asla bir yardımcı bulamazsın.” (Nisa 145)
Eğer imanı varsa ve kâfirleri dost edinirse günahkâr Müslümandır. Onun zalimliği sınırlıdır, bu davranışta münhasırdır, günahı büyüktür. Kâfir sayılmaz, ona ağır ceza verilir. Yönetici olursa hemen düşürülür. Kâfirleri dost edinen bir yönetici hain ve çok tehlikelidir.
Bu asırda İslam memleketlerindeki yöneticiler hep kâfirleri dost edinirler, hiç utanmıyorlar, sanki iyi bir şey yapıyorlar. Türkiye Başkanı Amerika bizim dostumuz ve müttefikimiz der. Nitekim Türkiye haçlı NATO paktında üyedir. Bu üyelikle övünür. Yöneticiler kâfirleri dost edinmeleriyle ve beraber savaştıklarıyla övünürler.
Kâfirlerin askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel paktlarına katılmanın manası onları dost edinmektir. Bir Müslümanın kâfirlerin partilerine katılması bu cinsten olur, onları dost edinmiş sayılır. Çünkü bu partiler küfür fikirlerine dayalı olup küfrü yaşatmak ve yaymak için vardır. Laikliği, demokrasiyi ve sair kapitalist fikirleri benimserler.
“Allah zalimler topluluğu hidayete erdirmez” ifadesinin manası bu kimseler kâfirlerle ittifakta devam ettikçe ve işbirliği yapmada ısrarlı kaldıkça doğru yolu bulmazlar, karanlıkta kalırlar, günah içinde boğulurlar, bu şekilde hidayeti bulamazlar. Tövbe edip işlerini düzeltir ihlaslı olurlarsa Allaha onları hidayet erdirir, doğru yolda yürümüş olurlar.
Kalplerinde hastalık bulunanlar Yahudileri, Hristiyanları ve diğer kâfirleri dost edinince şu bahaneyi gösterirler: “başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz”. Onlardan korkuyoruz, bize hemen saldıracaklar, onlar çok güçlüdür, memleketi hemen işgal ederler.
Bunlar Allah’ın gücünü hakkıyla tanımadılar, zaferin ancak ondan olduğunu, bir zarar yazmadıkça başlarına bir şey gelmeyeceğini unuttular, sadece kâfirlerin gücünü görürler. Allah’a tevekkül edin ve güvenin denilirse tedbir almamız gerekir derler. Onlarda tevekkülün hiçbir eseri görülmez.
Zira Allah’a tevekkül eden güçlü olup kâfirlerden korkmaz. Tedbir almanın manası kâfirleri dost edinmek veya onlarla savaşmaktan kaçmak değil, kâfirlere karşı çıkarken galip gelmek için her meşru vesile ve üslubu kullanmak, güzel plan çizmek, onlardan korkmayıp sebatlık göstermektir. Onlar hiç dost edinilmez, onlarla her hangi bir işbirliğine girişilmez.
Tövbe suresi 51. Ayette geçtiği gibi; müminler Allah yazmadıkça başımıza musibet gelmez, O ancak dostumuzdur derler. Ancak O’na tevekkül ederler.
Kalbi hastalığın tedavisi, onlara akli delillerle akideyi kavratmak ve inandırmak, yakini imanı kalplerine yerleştirmekle gerçekleşir. Onlara Allah’ın kudretini ve gücünü zihinde tasvir etmek gerekir, insanlar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar güçleri Allah’ın gücü karşısında sınırlıdır. Nitekim onlara bu gücü Allah verdi, onlardan bu gücü her an çekebilir. Allah müminlerin kalplerine tevekkülü yerleştirmek üzere Kuran’da çok misaller gösterdi. Nitekim bu tevekkül Müslümanlarda tecelli etti, büyük zafer ve fetihler gerçekleştirdiler.
Nisa suresi 145’te Allah münafıkları cehennemde en ağır azapla tehdit ettikten sonra tövbe kapısını onlara açarak şöyle buyurur:
“Ancak tövbe edip hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılıp dinlerini yalnız O’na halis kılarlarsa onlar müminlerle beraber olurlar. Allah müminlere pek büyük ecir, mükâfat verecektir”. (Nisa 146)
Kalbi hasta olanlar ve münafıklar tedavi olunmazsa pişmanlık duyacaklar: “Umulur ki Allah (müminlere) fetih ve zaferi veya kendi katından bir emir gerçekleştirir de kendi içlerinde gizlediklerine pişman olurlar”.
Müminlere zafer ve fetih gerçekleşince kahrolacaklar ve rezil olacaklar. Kendilerini kurtarmaya çalışırken müminlere kurtuluş gerçekleşir, dayandıkları kâfir güçler müminler karşısında yenildi, kalbi hasta veya münafık kimse bunu çekemez. Bu gün müminlere zafer gerçekleşirse, birbirini dost edinen Yahudi varlık ve Hristiyanlığı benimseyen Amerika ve Avrupa Müslümanlar karşısında yenilirse laikler, Kemalistler ve sair batı ve Yahudi dostları kahrolurlar.
Zafer ve fethin gerçekleşme zamanı henüz gelmemişse münafık ve kalbi hasta olanların başlarına Allah katından bir musibet gelir. Allah katından emir ise musibettir. Bu da onlara bir azaptır. Ahiretteki azap daha ağırdır.
Ayette “umulur ki” deyince, müminler umduklarından kaynaklanır. Çünkü daha önce “Kalplerinde hastalık bulunanların “başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz diyerek onları dost edinmek için onların arasında koşuşturduklarını görürüsün” ifadesinden sonra geçti. Resule “görürsün” diye hitap etti, bu da müminlere bir hitaptır, siz bunların kâfirleri dost edinmek için koştuklarını görüyorsunuz ve iddialarını işitiyorsunuz. Bu nedenle Allah’ın fethi ve zaferinin gelmesini umuyorsunuz ve onların başlarına bir musibetin gelmesini de umuyorsunuz. Zira Resul ve Müslümanlar bunlara çok kızıyor.
Bu günkü müminler kâfirleri dost edinen yöneticiler ve benzerlerini görüyorlar, Allah’tan bir zafer ve fetih umdukları gibi bu zalimlerin başına büyük felaketin gelmesini umuyorlar.
Allah buna cevap olarak umulur ki müminlere fetih ve zafer gerçekleşir, diye buyurdu bu olacaktır ve oldu. Nadir oğulları, Kureyza oğullarının diyarları ve Hayber’in fethi, ondan sonra Mekke’nin fethi de gerçekleşti. Münafıklar ve kalbi hasta olanlar kahroldular, kaçacakları delik, dost ve sığınacakları yer kalmadı.
Bunun zamanı gelmeden umulur ki Allah’tan bir emir gelir, Mustalık oğulları gazvesinde teşhir olundu ve rezil oldular, Mümünlerin zaferlerinden dolayı kahroldular.
Bu asırda Allah’ın izniyle aynı şey olacaktır, Hilafet kurulunca İslam dünyasını birleştirecek, bölgeden bütün kâfir güçlerini temizleyecektir. Münafıklar ve kalbi hasta olacaklar ya tövbe ederler ya da düşmanların diyarlarına kaçıp sığınırlar.
“O zaman iman edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mıdır?” Bunların amelleri boşa gitmiş ve hüsrana uğrayan kimseler olmuşlardır”.
Münafıklar ve kalbi hasta olanlar müminlere biz sizinle beraberiz deyip yemin ettiler. O kadar yemin ettiler ki Müminler onlara şaşıp kaldılar. İmanları olmadığı veya yüzeysel olduğundan dolayı yalan yere yemin etmekten çekinmezler, Allah’tan pek korkmazlar. Zafer ve fetih gerçekleşince ortaya çıktılar.
“Allah’ın gazabına uğrayan Yahudileri dost edinenler ne bunlardan ne sizdendir, bile bile yalan yere yemin ederler (İslam devletinin ve müminlerin cezasından korunmak için). Oysa kıyamet gününde onlara alçaltıcı azap hazırlandı. Malları ve çocukları onlara hiç fayda sağlamayacaktır. Cehennemde kalacaklar. O gün yine de Allah’a yalan yere yemin etmeye başlayacaklar. Zannediyorlar ki onlar haklıdır. Onlar yalancıların ta kendileridir. Onlar şeytanın partilerine mensupturlar, onlar hüsrana uğrayacaklar, zelil olacaklar. Allah ve Resulleri galip gelecektir. Müminler Allah ve Resulüyle çekişenleri dost edinmezler. Sadece Allah’ı ve müminleri dost edinirler, imanları pek güçlüdür, Allah’ın desteğini ve rızasını kazandılar, onlarda Allaht’an razıdır, hiç ona isyan etmezler, onlar cennete girecekler, onlar Allah’ın hizbidir, felaha kavuşanlardır” (Mücadele 14-22).
Yakında Allah’ın izniyle kendi hizbine yardım ederek Hilafet kurulunca ve kâfirlere karşı zaferler peş peşe gerçekleşince münafıklar ve kalbi hasta olanlar hangi akıbete uğrayacaklarını şimdiden düşünsünler. Samimi müminler en yakın zamanda bunu Allah’tan umuyor ve gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Zira Allah’ın vaadi ve Resulünün müjdesi vardır, elbet gerçekleşecektir.