– 18 –
Dinden mürtet olanlar
Allah’ın sevgisini kazananlar
Bunların mürtetler yerine geçmesi
Bunlarla dinin devamı ve himayesi
Bunlarla zafer ve fethin gerçekleşmesi
Kâfirlerin dinle ve ezanla alay etmesi
Kâfirlerin düşünmekten uzak durması
يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا مَنۡ يَّرۡتَدَّ مِنۡكُمۡ عَنۡ دِيۡـنِهٖ فَسَوۡفَ يَاۡتِى اللّٰهُ بِقَوۡمٍ يُّحِبُّهُمۡ وَيُحِبُّوۡنَهٗۤ ۙ اَذِلَّةٍ عَلَى الۡمُؤۡمِنِيۡنَ اَعِزَّةٍ عَلَى الۡكٰفِرِيۡنَ يُجَاهِدُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُوۡنَ لَوۡمَةَ لَاۤٮِٕمٍ ؕ ذٰلِكَ فَضۡلُ اللّٰهِ يُؤۡتِيۡهِ مَنۡ يَّشَآءُ ؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلِيۡمٌ ﴿۵۴﴾ اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُوۡلُهٗ وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوا الَّذِيۡنَ يُقِيۡمُوۡنَ الصَّلٰوةَ وَيُؤۡتُوۡنَ الزَّكٰوةَ وَهُمۡ رَاكِعُوۡنَ ﴿۵۵﴾ وَمَنۡ يَّتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗ وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا فَاِنَّ حِزۡبَ اللّٰهِ هُمُ الۡغٰلِبُوۡنَ﴿۵۶﴾ يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَـتَّخِذُوا الَّذِيۡنَ اتَّخَذُوۡا دِيۡنَكُمۡ هُزُوًا وَّلَعِبًا مِّنَ الَّذِيۡنَ اُوۡتُوا الۡكِتٰبَ مِنۡ قَبۡلِكُمۡ وَالۡـكُفَّارَ اَوۡلِيَآءَ ۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ ﴿۵۷﴾ وَاِذَا نَادَيۡتُمۡ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوۡهَا هُزُوًا وَّلَعِبًا ؕ ذٰ لِكَ بِاَنَّهُمۡ قَوۡمٌ لَّا يَعۡقِلُوۡنَ ﴿۵۸﴾
“Ey İman edenler! Sizden kim dininden mürtet olursa Allah (onların yerine) öyle bir topluluk insan getirir ki onları sever, onlar da O’nu severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetlidir. Allah uğrunda cihad ederler, hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın lütfudur, bunu dilediğine verir. Allah’ın lütfu geniştir ve hakkıyla bilendir (54)
Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resulüdür ve müminlerdir. Onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılar ve rükû ederken zekâtı verirler. (55)
Kim Allah’ı, Resulünü ve müminleri dost edinirse, elbet Allah’ın hizbi galip gelecektir. (56)
Ey iman edenler! Sizin dininizi alay ve eğlence konusu yapan sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanları ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mümin iseniz sırf Allahtan korkun. (57)
Siz ezan okuyup namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Çünkü onlar düşünmeyen insan topluluklarıdır” (58)
Allah daha önceki ayetlerde Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmekten nehyetti, onları dost edinenlerin onlardan olacaklarını bildirdi. Bunlar zalimdir ve kalbi hasta olan kimselerdir. Aynı anda müminlerden olduklarına dair yalan yere yemin ederler. Bunların hali mürtetlerin halidir, fakat bunu yalan yere yemin ve bahanelerle örtmeye çalışırlar.
Bu nedenle mürtet olanların muamelesi yapılmıyor, tövbe ettirilmiyor, hala Müslümanız, müminiz diye iddia ediyorlar. Dünyada cezaları ise yönetimden uzaklaştırmak ve kâfir devletle işbirliği yapanların cezası uygulanır.
“İslamda Ukubat Nizamı” kitabında şöyle geçti: “Ajanlar, kâfirlerle işbirliği yapanlar 25 seneye kadar hapis cezası çarptırılabilir. Ayrıca dini hayattan ayırma esası veya materyalizm esası veyahut İslam’a aykırı başka esas üzerinde parti ve teşkilat kuranlar ölüm cezasına çarptırılır ve haça gerilir”.
Bundan dolay Allah’tan “Sizden kim dininden mürtet olursa” uyarısı geldi. Kendilerini mümin sayarlar ama kâfirleri dost edinirler. Kâfirleri dost edinen kimseler o kâfirlerden bir parça olarak sayıldığı için mürtetlerin durumuna düştükleri kabul edilir.
Bu günlerde Yahudileri ve Hristiyanları dost edinenleri görüyoruz, onlara her türlü yardımı takdim eder, paktlarına katılır ve askeri üs açarlar. Oysa bu kâfirler İslam’la ve Müslümanlarla savaşıyor, memleketlerini işgal ediyor ve küfür hâkimiyetlerini yerleştiriyor. Müslümanım diye iddia edip onları dost edinenler, acaba kendilerinde ne kadar iman ve İslam var?! Dost edinenler küfrün ve küffarın hâkimiyetini sağladıklarını ve İslam’la savaştıklarını bilmiyorlar mı? Bunlarda laftan başka Müslümanlıktan ve imandan ne kaldı?!
Bunlar iki şehadeti getirirlerse, namaz kılarlarsa ve oruç tutarlarsa, hacca da giderlerse kurtulacakları mı zannediyorlar! Fakat fiillerinin hepsi dine aykırıdır. Hem de küfür kanunlarını uygularlar, küfür olan laikliği ve demokrasiyi savunur ve uygularlar! Münafıkların büyüğü olan Abdullah bin Ubey’i geçtiler. O adam kâfirle işbirliği yapıyordu, yönetici olmadığı için küfrü uygulamıyordu. Fakat bu günkü işbirlikçiler onu geçtiler, değişik bahanelerle açıkça bunu yaparlar, hem de yönetici oldular, küfrü uyguluyor, övüyor ve dışarıda pazarlıyorlar. Hatta İslam hâkimiyeti, devleti ve Hilafeti kurmaya çalışanları hapse atıyorlar veya öldürüyorlar.
Mümin kimse sadece müminleri sever ve dost edinir, Müminlere karşı alçak gönüllü, rahmetli ve şefkatlidir. Kâfirlere karşı izzetli, güçlü, onurludur, onlara boyun eğmez. Onlarla her hangi bir işbirliği yapmazlar. Sadece İslam’ın hâkimiyetini sağlamak ve yerleştirmek için çalışırlar. Allah uğrunda savaşır, hak sözü söyler, marufu emreder ve münkeri nehyederler. Bunu yaparken hiç bir kimseden çekinmez ve kınayıcıların kınamasından korkmazlar. Cihadın en üstün derecesini yapmış sayılırlar. Zira Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dediğine uyarlar:
“أفضل الجهاد كلمة حق تقال عند سلطان جائر” (أبو داود، الترمذي)
“Cihadın en üstünü zalim yönetici karşısında hak sözü söylemektir” (Ebu Davut, Tirmizi)
Allah’ı sevdikleri için bunu yaparlar, kafirleri ve küfrü hiç sevmezler. Kafirler Allah dışında edindikleri ilahları severken iman edenler ise Allah’ı pek çok severler (Bakara 165)
“.. Allah onlara imanı sevdirdiği ve kalplerini imanla süslediği gibi küfür, fısk ve O’na isyandan nefret ettirdi” (Hucurat 7)
Bu nedenle gerçek mümin asla kâfirleri dost edinmez, onlarla işbirliği yapmaz. Allah’ın dinine karşı geldikleri için onlardan nefret edip onlara karşı gelir ve Allah uğrunda savaşır.
Allah kâfirleri dost edinenlerin yerine böyle sevdiği müminleri getirip dini uygulamak için onlara otorite ve imkân verir.
Müminleri sevmek ve kâfirlerden nefret etmek imanın alametlerindendir. Çünkü o mümin kendisi gibi Allah’a, Resulüne ve Kuran’ın bütün ayetlerine inanır. Kendisi gibi Allah’ın rızası için çalışır. Kâfir ise bunlara inanmaz ve karşı gelir.
“Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onunla birlikte olanlar birbirlerine karşı rahmetli ve alçak gönüllüdür. Kâfirlere karşı şiddetli ve güçlüdür” (Fetih 29)
Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“والذي نفس محمد بيده لايؤمن أحدكم حتى يحب لأخيه ما يحب لنفسه من الخير”
“Muhammed’in canını elinde tutana yemin ederim ki, kendisi için ne hayır severse mümin kardeşi için de sevmedikçe mümin olmaz” (Nesai, Buhari, Müslim)
Şöyle de buyurdu:
«الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ، لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يُسْلِمُهُ» رواه البخاري
“ Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez ve onu düşmana teslim etmez” (Buhari)
Şöyle de buyurdu:
«المُسْلِمُ أَخُو المُسْلِمِ، لَا يَخُونُهُ وَلَا يَكْذِبُهُ وَلَا يَخْذُلُهُ»
“Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona ihanet etmez, ona verdiği sözü bozmaz ve onu rezil edip yardımsız bırakmaz” (Tirmizi)
Münafıklar kâfirlerin bir parçası olup müminlerin tam tersidir:
“Erkek olsun kadın olsun münafıklar birbirlerinin dostudur. Münkeri emreder, marufu nehyeder, Allah yolunda savaşmaktan geri kalırlar. Allah’ı unuttular, Allah da onları da unuttu, onlara değer vermez. Onlar fasıkların ta kendileridir” (Tevbe 67)
Böylece, münafıklar, Yahudiler, Hristiyanlar ve sair kâfirler, birbirlerinin dostu olurken;
“Erkek olsun kadın olsun müminler birbirlerinin dostudur. Marufu emreder ve münkeri nehyederler. Namaz kılarlar, zekât verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. Allah’ın rahmet ettiği kimseler bunlardır” (Tevbe 71)
İşte Allah’ın sevgisini kazanmak, O’nu sevmek, O’nun uğrunda cihad etmek, hiç bir kimseden korkmadan hakkı söylemek, müminlere rahmetli ve kâfirlere karşı onurlu ve güçlü olmak, bütün bunlar Allah’ın büyük lütfudur, müminlere verdiği büyük nimettir. İzzetli, kuvvetli ve samimi mümin budur. Mümin böyle olmak istediği için Allah’ın lütfuyla ve nimetiyle olmuştur.
“Allah’ın lütfu geniştir” in manası Allah’ın nimetleri geniştir, pek çoktur. Çünkü “İşte bu, Allah’ın lütfudur, bunu dilediğine verir” ifadesinden hemen sonra geçti ve onunla ilgili idi. Allah’ın sevgisini kazanmak en büyük nimettir. Allah’ı sevenlere bu sevgiyi verir.
Bunlar Allah’ı sevdiler, müminleri de sevdiler, onlara karşı merhametli, kâfirlere karşı izzetli, onurlu ve güçlüdürler. Allah uğrunda cihad ederler ve hiç bir kimseden çekinmeden hakkı söylerler. Bunlar Allah’ın sevgisini kazanmaya layık oldular.
Ayetteki “Allah onları sever” ifadesini “O’nu severler” ifadesinden önce aktardı. Çünkü o sıfatlara sahip olunca Allah onları sevdi. O’nu sevince kendisi onlara sevgisini gösterir, mükâfatı hemen verir. Zira birçok ayette “Allah hesabı pek çabuk görendir” şeklinde buyurmuştur. Bir kişi Allah’a iyilik yaparsa Allah çarçabuk ve kat kat karşılığını verir.
Kutsi hadis-i şerifte geçtiği gibi Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Allah’ın şöyle dediğini rivayet etti:
” إذا تقرب العبد إلي شبرا تقربت إليه ذراعا، وإذا تقرب إلي ذراعا تقربت إليه باعا، وإذا أتاني يمشي أتيته هرولة” (البخاري)
“ Eğer kul bana bir karış yaklaşırsa ona bir arşın yaklaşırım. O bir arşın yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O Bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak giderim” (Buhari)
Buna binaen ayetin manası; kul Beni severse onu sevmeye ondan önce hareket ederim, onu geçerim, böylece benim sevgimi önünde görür.
Bunlar Allah’ı sevince hemen Allah onları sever ve sevgisini önlerine takdim eder. O’nun sevgisinin delilleri müminlere karşı merhamet, kâfirlere karşı izzet, Onun yolunda savaş ve hakkı söylemektir. Bu sıfatlara sahip olan Müslüman gerçek mümindir.
Bu ayette Allah, iman ettiklerini iddia edip Yahudileri ve Hristiyanları dost edinenleri yok edeceğini, yerine bunları reddedip sırf Allah’ı, Resulünü ve müminleri dost edinen müminleri meydana getireceğini, dinine sahip çıkanların elleriyle zafer ve fethi gerçekleştireceğini bildirmiştir.
Bu asırda, Yahudileri ve Hristiyanları dost edinen yönetici, tabileri ve grupları çoğalmıştır. Allah’ın bunları kaldıracağının, dönemlerine son vereceğinin ve kendisini seven gerçek müminleri ortaya çıkaracağına dair kesin delildir.
Bilfiil, böyle mümin insanlar, erkek ve kadınlar yetişmeye ve çoğalmaya başladı: Hilafet devletini kurmak yoluyla O’nun dinini yükseltmeye çalışırlar, hiç bir kimsenin kınamasından ve zalim demokratik laik rejimlerin cezalarından korkmadan hakkı söylerler, nerede olursa olsun Müslümanların meselelerini benimserler, onlara sahip çıkarlar ve yardım etmeye çalışırlar. Kâfirlere karşı izzetli ve onurludurlar. Yahudi varlığı, Hristiyan olan Amerika’ya, Avrupa’ya ve sair kâfirlere karşı mücadele ederler. İşte, bu fiiller ve tutumlar Allah’ı sevdiklerine dair apaçık delillerdir. Bunun neticesi Allah’ın sevgisini kazanmaktır. Bunu O’nun izniyle kazanmış olmalıdır. Ondan sonra O’nun izniyle onların elleriyle fethi ve zaferi gerçekleştirecektir.
Bu ayetin manası da Allah İslam dinini olduğu gibi kıyamet gününe kadar koruyacaktır ve devam ettirecektir. Onu değiştirme ve tahrif etme çabasında olan münafık ve kâfirlerin çalışmasından koruyacaktır. Çünkü ayetten anlaşılan husus mürtetlere benzeyip kâfirleri dost edinenleri ortadan kaldıracak, sevdiği insanların yetişmesini sağlayacaktır. Böyle onurlu ve güçlü dava adamlarının varlığıyla ve mücadelesiyle ümmet kâfirleri dost edinenlerden kurtulacak ve kaybettiği izzetine kavuşacaktır.
Allah bunları ezelden beri biliyor, O’nun ilmi ve bilgisi ortada tecelli eder, tayin ettiği zamanda gerçekleştirir.
Allah müminlere Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyi nehyettikten sonra, sadece Allah’ı, Resulü ve müminleri dost edinmeyi emrediyor.
Bu müminler, daha önceki ayette geçen sıfatlara sahip olmakla beraber Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılarlar. Ve o kadar sadık mümindirler ki namaz kılarken, rükû ederken bile onlardan sadaka veya zekât istenince hemen verirler. Bir rivayete göre Ebu Bekir r.a ve başka rivayete göre Ali r.a mescitte namaz kılarken biri sadaka isteyince onun için yüzüğünü parmağından düşürdü.
Nüzul sebebi bu olsa da lafız geneldir. Bunun gibi olan her mümine intibak eder. Böylece müminlerin güçlü imana sahip olduklarına dair önemli sıfatlar şöyle sıralanabilir:
- Allah’ı şiddetlice sever,
- Müminlere karşı merhametli,
- Kâfirlere karşı izzetli,
- Allah uğrunda cihad eder,
- Hiç bir kimseden korkmadan hak sözü söyler,
- Sadece Allah, Resulü ve müminleri dost edinir,
- Kâfirleri hiç dost edinmez,
- Namaz kılar,
- Zekât verirler,
Bunlar ise gerçek Allah’ın hizbidir, partisidir, taraftarlarıdır, emrine tabi olanlardır. Zira dilde hizib bir kimse ve onun fikrine tabi olanlardır. İşte Allah’ın emirlerine uyan, sair nehiylerinden vazgeçenler O’nun hizbidir, partisidir.
Hizbin ıstılahi manası ise topluma kabul ettirmek üzere bir ideoloji benimseyen bir takım fertlerin kitleleşmesidir.
İdeolojinin Arapçası Mebd’dir. Akide ve kendisinden hayat nizamı fışkırır. İslam diğer ideolojilerinden tamamen farklı ve üstündür. Akidesi ruhani ve siyasidir, hem de kendisinden fışkıran nizam kapsamlıdır. Dünya hayatıyla ve ahiretle ilgilidir. Akla ve fıtrata uygundur. Diğer ideolojiler ve dinler batıldır, bu sıfatlardan yoksundur. Akideleri sırf siyasi veya sırf ruhanidir, hem de akla ve fıtrata aykırıdır. Hayat nizamları fasit ve batıldır. İnsanların heva ve heveslerine göredir, değişkendir. Diğer dinlerin hayatla ilgili hiç bir nizamları yoktur.
Toplum ise insanlar, fikirler, duygular ve nizamdan oluşur.
Sahih Hizib benimsediği İslam ideolojisinin fikirleri, duyguları ve nizamını insanlara benimsettirmeye çalışırken diğer ideolojilere karşı mücadele eder.
Rasululullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem topluma İslam’ı hâkim kılmak için kendisine tabi olanlardan bir hizib oluşturdu. Tek başına çalışmadı, Sahabelerle beraber İslam devletini kuruncaya kadar mücadele etti.
Allah hizbini muhakkak galip getirecektir. Ama uzun ve zahmetli bir mücadele yapıldıktan sonra bu galibiyet gerçekleşir. Kuran, sünnet ve siyerde bunun detayları vardır. Bakara suresi 214. Ayeti tefsirimizde bu konuya değindik. Faydalanmak için bakabilirsiniz.
Bu asırda Allah’ın hizbinin sıfatlarına sahip olan hizib O’nun izniyle galip gelecektir, fetih ve zafer onun vasıtasıyla gerçekleşir.
İslam dışı laikliği, demokrasiyi, komünizmi, sosyalizmi, milliyetçiliği ve vatancılığı benimseyen hizib ve partiler hüsrandadır, onlar şeytanın hizip ve partileridir. Mücadele suresi 14- 19 ayetleri arasında Şeytanın hizbinden söz eder: Onlar Yahudileri ve diğer kâfirleri dost edinir, bu tutumu savunmak için müminlere yalan bahaneler uydurur, bunun için yalan yere yemin ederler. Maksadımız ve niyetimiz iyidir derler, Şeytan onlara Allah’ı unutturdu, böylece O’nu hatırlamaz oldular, O’nunla ilişki kurmaz, O’nun emirlerini düşünmez ve nehiylerine aldırış etmezler. Kıyamet günü Allah karşısında aynı şekilde yalan yere yeminle kendilerini savunmaya kalkışacaklar. Ama onlar cehennem ehlîdirler, orada kalıcıdırlar.
Arkasından Mücadele suresi 22. Ayette Allah’ın hizbinden söz edip sıfatlarını açıklar: Allah ve Resulüne karşı gelenleri hiç dost edinmezler, babaları, çocukları, kardeşleri ve aşiretleri olsa bile. Sadece Allah’ı ve Resulünü dost edinenleri dost edinirler. Kalplerine imanı yerleştirdi, yardımını ve desteğini onlara sağladı. Bunları cennete yerleştirecektir, orada ebediyen kalacaklar. Onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı oldular, onlar Allah’ın hizbidir. Onlar felaha ve kurtuluşa erenler ta kendileridir, onlar Allah’ın hizbidir.
Bu ayette, yukarıdaki “Allah onları sevdi, onlar da Allah’ı sevdiler” ayeti gibi; “Allah onlardan razı oldu” ifadesini “onlar Allah’tan razı oldular” ifadesinden önce zikretti. Çünkü onlar Allah’ı razı edince Allah hemen onları razı etti ve kendi rızası onların rızalarının önüne geçti.
Tekrar Allah iman edenlere hitap ederek kendilerine kitap verilen Yahudileri ve Hristiyanları ve sair kâfirleri dost edinmekten nehyeder. Bunların yaptıklarını onlara gösteriyor: “Sizin dininizi alay ve eğlence konusu yaptılar.” Buna rağmen onları dost edinecek misiniz?! Eğer mümin iseniz onlardan korkmayın sırf Allah’tan korkun. Zira gerçek manada iman eden kimseler asla insanlardan ve sair küfür güçlerinden korkmazlar. Çünkü, şunlara kesin şekilde inandılar: Allah bir zarar yazmadıkça hiçbir kimse kendilerine zarar vermez, ecelleri gelmedikçe ölmezler, kendilerini hiçbir kimse de öldüremez, kendilerine takdir ettiği rızkı hiçbir kimse kesemez, Allah kendilerine yardım edecek ve çıkış yolu gösterecektir. Onlar Allah’a tam tevekkül ettiler.
Kâfirlerden korkanların imanlarında sakatlık var demektir: ya gerçek mümin değil ya kesin şekilde iman etmiş değil, ya da bu konuları veya akideyi kavramış değildir. Böyle kişilere bu konuları ve akideyi derin şekilde kavratmak ve inandırmak gerekir, bu şekilde tedavi edilir.
Yine Allah müminlere hitap ederek bu kâfirlerin; Yahudiler, Hristiyanlar ve müşriklerin yaptıkları başka kötü işlerin olduğunu ve bunların neler olduğunu bildiriyor:
“Siz ezan okuyup namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar”.
Bunu yaptıkları halde onları dost edinecek misiniz?! Size karşı bunların kalpleri kinle ve nefretle doludur. Bu konu Al-i İmran suresi 118. Ayette geçti. Tefsirimize dönebilirsiniz.
“Çünkü onlar düşünmeyen insan topluluklarıdır”.
Kâfirler akideyi düşünmüyorlar, düşünmekte istemezler, hatta din adamları, hahamlar, papazlar ve rahipleri kendilerine eğer düşünürseniz kâfir olursunuz, dininizden çıkarsınız derler. Bu nedenle Avrupa’da düşünmek yasaktı, düşünenleri katlediyorlardı veya yakıyorlardı. Bu nedenle de düşünenler kiliseye karşı devrim yaparak dini inkâr ettiler, kanlı bir savaş yaşandı. Nihayet bu kanlı çatışmaları durdurmak için orta çözüm ortaya attılar: Bu çözüm dini hayattan ayırmaktır. Buna laiklik adı verdiler. Buna binaen dini devletten, siyasetten, ilimden ve her şeyden ayırdılar, dini sadece vicdanla ve kiliseyle sınırlı bıraktılar. Dini kişisel mesele hale getirip toplum ve devleti ilgilendirmez dediler.
Bu ise İslam’ın tam zıttıdır. İslam düşünmeyi farz kıldı, Allah’a, Kuran’a ve Resule iman etmek için aklı kullanmayı ve akli delillerle iman etmeyi gerekli kıldı. Düşünmek en büyük ibadetlerden biri olarak saydı. Birçok ayet düşünmeye davet ediyor, düşünenleri övüyor ve düşünmeyenleri de kötülüyor.
Din ticaretini yapanlar, düşünmemeye çağırırlar, kendi tabilerine ve müritlerine düşünmeyin derler, bizimle rabıta kurun sizi Allah’a ulaştırırız! derler. Böyle şeyh ve hoca lakabı alan kişiler İslam’a ve Müslümanlara büyük zarar verirler. Geçen asırlarda bu şekilde ümmeti geriye götürdüler ve kalkınmasını engellediler, sırf şahsi emelleri için. Hele onlardan bazıları vardır ki, basit ve dinini bilmeyenleri kandırır ve saptırırlar. Bunlar hindu felsefesinden etkilendiler, hatta Hint felsefesine benzer batıl inançları çıkardılar: hulul, fenafillah ve vahdet-i vücut gibi küfür akidelerini. Bunları yaymaya çalışıp insanları düşünmekten alıkoydular. Bir kısmı kasıtlı yaptı, nifak için İslam’a girip içinden bozmaya çalıştı. Bir kısmı İslam’ı yanlış anladı ve iyi yaptığını zannetti.
Eskiden krallarla işbirliği yapan Hristiyan din adamlarının yaptıkları gibi bu asırda da zalim yöneticilerle işbirliği yaparak Müslümanların zalimlere ve küfür rejimlerine karşı mücadele etmesini ve hak sözü söylemesini engellemeye çalışırlar. Ulu’l-emre itaat etmenin gerekliliği bahanesiyle Müslümanları zalimlere boyun eğmeye çağırıyorlar. Oysa Nisa suresi 59. Ayette geçtiği gibi itaat edilecek ulü’l-emrin veya yöneticilerin iki önemli şartı vardır:
- Mümin olmalıdır,
- Allah ve Rasulüne tabi olmalıdır.
Bu iki şart olmayınca yöneticilere itaat yoktur. Yahudileri ve Hristiyanları ve diğer kâfirleri dost edinenlere itaat yoktur. Allah’ın kitabından ve Resulünün sünnetinden anayasa ve kanun çıkarmayan yöneticiler kesinlikle müminlerin ulü’l-emirleri ve yöneticileri sayılmaz.
Ayet-i kerime böyle yöneticilere itaat edin diye talep edince böyle yöneticileri tayin edin diye emretmiş olur. Allah bunu Müslümanlara farz kılmış oldu.