– 32 –

Vasiyet etmek ve vasiyette şahitler,

Kâfirin şahitliği ve yemininin kabulü

Yalancı şahitlik yapanın cezası

Yemin etmenin cevazı ve farzı

Ölümün gelmesini hissetmek

Tövbe etmeye acele etmek

Ümit etmenin insanı kandırması

Allah’ın ve kulların hakları

Bu hakları çiğneyenlerin cezası

Fasıkların sapıklığı

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا شَهَادَةُ بَيۡنِكُمۡ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الۡمَوۡتُ حِيۡنَ الۡوَصِيَّةِ اثۡـنٰنِ ذَوَا عَدۡلٍ مِّنۡكُمۡ اَوۡ اٰخَرَانِ مِنۡ غَيۡـرِكُمۡ اِنۡ اَنۡـتُمۡ ضَرَبۡتُمۡ فِى الۡاَرۡضِ فَاَصَابَتۡكُمۡ مُّصِيۡبَةُ الۡمَوۡتِ‌ ؕ تَحۡبِسُوۡنَهُمَا مِنۡۢ بَعۡدِ الصَّلٰوةِ فَيُقۡسِمٰنِ بِاللّٰهِ اِنِ ارۡتَبۡتُمۡ لَا نَشۡتَرِىۡ بِهٖ ثَمَنًا وَّلَوۡ كَانَ ذَا قُرۡبٰى‌ ۙ وَلَا نَـكۡتُمُ شَهَادَةَ ۙ اللّٰهِ اِنَّاۤ اِذًا لَّمِنَ الۡاٰثِمِيۡنَ‏ ﴿۱۰۶﴾  فَاِنۡ عُثِرَ عَلٰٓى اَنَّهُمَا اسۡتَحَقَّاۤ اِثۡمًا فَاٰخَرٰنِ يَقُوۡمٰنِ مَقَامَهُمَا مِنَ الَّذِيۡنَ اسۡتَحَقَّ عَلَيۡهِمُ الۡاَوۡلَيٰنِ فَيُقۡسِمٰنِ بِاللّٰهِ لَشَهَادَتُنَاۤ اَحَقُّ مِنۡ شَهَادَتِهِمَا وَ مَا اعۡتَدَيۡنَاۤ‌ ‌ۖ  اِنَّاۤ‌ اِذًا لَّمِنَ الظّٰلِمِيۡنَ‏ ﴿۱۰۷﴾  ذٰلِكَ اَدۡنٰٓى اَنۡ يَّاۡتُوۡا بِالشَّهَادَةِ عَلٰى وَجۡهِهَاۤ اَوۡ يَخَافُوۡۤا اَنۡ تُرَدَّ اَيۡمَانٌۢ بَعۡدَ اَيۡمَانِهِمۡ‌ؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاسۡمَعُوۡا‌ ؕ وَاللّٰهُ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الۡفٰسِقِيۡنَ‏ ﴿۱۰۸﴾ 

“Ey iman edenler! Birinize ölüm geldiği zaman vasiyet esnasında içinizden iki udul (kişi) şahitlik etsin. Yahut seferdeyken başınıza ölüm musibeti dokunursa sizden olmayan başka iki ( kişi)  şahit olsun. Namazdan sonra onları durdurup şöyle Allah’a yemin ederler: Eğer şüphelenirseniz bu şahitliği değiştirmek için ne pahasına olursa olsun şahitliği satmayın, akraba olsa bile. Allah karşısında yaptığımız şahitliği asla gizlemeyiz. Yoksa günahkârlardan oluruz (106)

Eğer o iki şahidin gerçekten günah işledikleri ortaya çıkarsa, onlar yerine haksızlığa uğrayan mirasçılardan şahitliğe daha layık olan başka iki kişi onların yerine geçerek şöyle yemin ederler: Allah’a yemin olsun ki bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğrudur ve bu şahitliğimizle kimsenin hakkına tecavüz etmiş olmayacağız. Aksi halde biz gerçekten zalimlerden oluruz. (107)

Bu ise; şahitliği gerektiği şekilde yerine getirmeleri veya yeminlerinden sonra, yeminlerin mirasçılar tarafından reddedilmesinden korkmalarına daha uygundur. Allah’tan korkun ve O’nun emirlerini dinleyin. Allah fasık kavmi (emrine karşı gelenleri) hidayete erdirmez (108)

Vasiyetle ilgili ilk hüküm Bakara suresinde nazil olmuştu. Allah şöyle buyurdu:

كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمْ الْمَوْتُ إِنْ تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ. فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَمَا سَمِعَهُ فَإِنَّمَا إِثْمُهُ عَلَى الَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ. فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا أَوْ إِثْمًا فَأَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ.

“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa onu, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur. Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.

Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan hem de esirgeyendir.”(Bakara 180-181-182)

Bu ayetlerle, mirasla ilgili ayetler nazil olmadan önce vasiyet farz idi. Yukarıdaki ayette “vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur” diye buyruldu. İn­san vefat etmeden önce babasına, an­nesine ve akrabalarına malını taksim etmekle ilgili vasiyet ediyordu.

Oradaki hazır olanlar şahit oluyorlardı. İşitenler duyduklarını değiştirirlerse günahkâr oluyordu “Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir”.

Mirasla ilgili Nisa suresi 11-12. ayetler nazil olunca, bu ayetlerin hükmü neshedilmiş oldu. Vasiyet mendup, sünnet hükmü aldı. Ayette şöyle geçti:

“Fakat bu miras vefat edenin vasiyetinin yerine getirilmesi ve borcu ödendikten sonra dağıtılır”.

Vasiyet sünnet hükmü aldığı halde İslam onun önemini sürdürdü. Sefere çıkarsa vasiyet edecekse iki udul, güvenilir şahit tutulur. Müslümanlardan yoksa iki güvenilir kâfir şahit tutulur. Ayette Allah’ın emri Yahut seferdeyken başınıza ölüm musibeti dokunursa sizden olmayan başka iki şahit olsun” şeklinde geçti.

Allah bu vasiyeti belgelemek için iki şahidin tutulmasını talep etmiştir ki böylece kimsenin hakkı kaybolmasın.

Bunun manası kulların hakları çok önemlidir. Bakara suresinde 282. ayette geçtiği gibi borçlanmada iki şahidin tutulması, alışverişte şahitlerin tutulması, ancak peşin ticaret oluyorsa şahidin tutulmaması sakıncalı değildir. Yine evlilikte iki şahidin tutulması gerekli kılındı, erkek ve kadının evlendikleri bilinsin ve hakları kaybolmasın. Hemen hemen bütün sözleşmelerde şahit tutulabilir. Evlilik gibi bazen şahit tutmak vaciptir, borçlanmada olduğu gibi sünnet, alışverişte olduğu gibi mubahtır.

Ayetlerde gösterildiği gibi şahitlerin daima udul, güvenilir ve fasık olmayan kişilerin olması gereklidir. Ancak vasiyet gibi seferde olursa iki güvenilir gayr-i Müslim olabilir. Çünkü İslam Hilafet devleti dışına çıkılınca orada Müslümanın bulunması zor oluyor. Müslümanlardan iki güvenilir şahit bulunmayabilir.

Bu münasebetle şuna dikkati çekmek istiyoruz; Halife de udul ve fasık olmayan bir kimse olmalıdır. Eğer şahitlik için udul olması ve fasık olmaması şartı koşulmuşsa dini uygulayacak ve ümmeti himaye edecek ve işlerini güzel şekilde yürütecek Halife için bu daha önceliklidir. Ancak bu şekilde ümmete yalan söylemez, ihanet etmez, onu kandırmaz ve rezil etmez. Dini uygulamada ve dünyaya İslam davetini taşıma hususunda kusur ve gevşeklik göstermez.

 “Yahut seferdeyken başınıza ölüm musibeti dokunursa sizden olmayan başka iki şahit olsun” ayetinde geçen “Yahut” seçmek için değil, Müslümanlardan “bulunmazsa” manasındadır.  İslam devletinde Müslümanlar var olduğu için vasiyet hususunda onların dışından şahit tutmak caiz değildir. Bu durum dışarıya çıkılınca Müslümanların bulunmamasından kaynaklanıyordu. Fakat Müslümanlar bulunursa ancak onlardan şahit tutulur.

Şu var ki, güvenilir bir Müslüman bulunmayınca bazı konularda güvenilir, dürüst gayri Müslim’in şahitliği kabul edilebilir. Şer’i naslar bunu gösterir.

İşte; ayette “Sizden veya adamlarınızdan şahitler olsun, tutulsun” gibi ifadeler geçmediği konular, hilalin görülmesi gibi ibadet ve dinle ilgili konular dışında güvenilir, dürüst kâfirlerden şahit tutulabilir. Çünkü “sizden” ifadesi müstesna olur, yoksa genel olarak güvenilir, dürüst kâfirin şahitliği kabul edilir.

Şu rivayet bunu gösterir: “Abdullah bin Sehl adlı Müslüman Hayber’e ait hurma ağaçları arasında öldürülünce onun kardeşi Abdurrahman bin Sehl, Mesut oğullarından Huvaysa ve Muhaysa adlı iki amcasına bu olay hakkında haber verdi. Bunlar İslam devletinin Başkanı olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e başvurup Yahudilere gittiklerini, fakat Yahudilerin onu öldürmedik ve bunun ölümü hakkında bir şey bilmiyoruz diye bildirdiklerini haber verdi.   

 Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlara “(Yahudiler tarafından) onun öldürülmesine dair sizde beyyine var mıdır? Deyince onlar “Biz de beyyine yoktur” dediler. Öyleyse “ Yahudiler yemin etsinler” başka rivayette “Yahudilerden elli kişi yemin etsin, onlar suçsuz olsunlar” deyince, onlar “ Yahudilerin yeminlerini kabul etmeyiz” başka rivayette “Bunlar kâfir bir kavimdir!” dediler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunun kanının karşılıksız kalmasını kerih gördü ve diyet olarak sadakalardan yüz deveyi onlara verdi” (Buhari ve Ebu Davut)

Bu hadisten anlaşılan husus kâfirlerin cinayetle ilgili şahitliği kabul edilir. Şu da anlaşılır; beyyinesiz bir kimse suçlanamaz ve ceza verilmez. Aynı anda İslam devleti bir kişi mağdur olunca ve fail bulunamayınca bütçesinden mağdur kimselere diyet öder.

Alışveriş ve hibe (karşılıksız birine bir şey vermek) gibi konularda, bir takım sözleşmeler ve davranışlarda güvenilir, dürüst kâfirlerden şahit tutulabilir. Hırsızlık, iftira, içki içmek, zina olayı ve diğer hudud (hadler), fenni, teknik ve ilmi meselelerde şahitlerin Müslüman olması şartı koşulmadı. Güvenilir, dürüst gayr-i Müslim’in şahitliği kabul edilir.       

Ancak fiilen harbi kâfir müstesnadır. Onlarla sıcak savaş varsa şahitlikleri kabul edilmez. O olay olunca Yahudilerle fiili harp durumu yoktu, o nedenle şahitliği kabul edildi.

Kâfirlerin birbirlerine şahitlikleri her konuda kabul edilir. Çünkü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem zimmilerin birbirleri için şahitliklerini caiz kılmıştır” (İbni Maceh)

Şahitlikle ilgili konularda Şeyh Ahmed Eddaur adıyla çıkarılan “Ahkamul Beyyinat (Beyyinat Hükümleri” kitabına bakılabilir.

 Vasiyet hususunda seferde Müslüman bulunmayınca güvenilir ve dürüst gayr-i Müslim’in şahitliği kabul edilir.

Ama ayette geçtiği gibi bunlar yalan söylemeyeceklerine ve şahitliklerini satmayacaklarına dair namazdan sonra durdurulup yemin ettirilir.

Namazdan sonra müminler onları durdurup Allah’a yemin ederler. Eğer müminler vasiyet hususunda şüphelenirse bu gayri Müslim şahitler doğruyu söyleyecekler. Zira Allah’a yemin ettiler.  Yaptıkları şahitliği hiç değiştirmeyecekler. Kendilerine rüşvet verilmişse veya Müslümanlardan akrabaları varsa yaptıkları şahitliği satmayacaklarına dair Allah’a yemin ederler. Şahitlik yapmak için çağırılınca şahitliklerini gizlemezler, olduğu gibi söylerler. Aksi halde günahkârlardan olurlar. Bunun manası İslam Hilafet devleti onları cezalandırır.

“ Ukubat Nizamı” kitabında geçtiği gibi; Bir kimse bir sözleşme, bir senet, bir taahhüt ve benzeri mali evrakları gizlerse veya telef ederse iki seneye kadar hapis cezasına çarptırılır”.

“Namazdan sonra onları durdurup Allaha yemin ettirmek” meselesine gelince; namaz kılındığı zaman Allah’ı hatırlatır, namaz kötülük ve fuhşiyattan nehyeder. Namazın hikmeti ve istenen maksat budur. Allah’tan ve azabından korkutulur. Bu durumda insana yemin ettirilirse daha sadık olması gerekir.

Yemin ettirmek bazen caizdir, bazen farzdır. Burada, vasiyet meselesine şahitlik yapacak kimselerin doğru söyleyeceklerine, bir şey saklamayacaklarına, şahitliklerini akrabalık veya bir karşılık vaadine satmayacağına dair yemin ettirilmesi farzdır. Yemin eden yalan söyleyince büyük günah işler.

Mahkemelerde iddia eden, davacı beyyineler, deliller getirir. Eğer delilleri ve şahitleri yoksa kendi aleyhine iddia edilen, davalı kişi yemin ettirilir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

” لو يعطى الناس بدعواهم، لادّعى رجال أموال قوم ودماءهم، لكن البينة على من ادّعى واليمين على من أنكر” (البيهقي)

“İnsanların iddialarına göre (hak) verilirse, bir takım adamlar başka insanların malları ve kanları hususunda (hak) iddia edeceklerdi. Fakat iddia eden beyyine getirsin (iddiayı) inkâr eden yemin etsin” (Beyhaki)

İslam hukukunu terk eden Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti, Batı’dan ithal ettiği küfür hukuku ve kanunlarına veya Batı’yla yaptığı sözleşmelere göre yürümektedir, zulüm had safhasındadır. Özellikle siyasi davalarda çoğu zaman savcının iddiaları veya hâkimin vicdani kanaati geçerli olur. Hilafeti kurmak için mücadele edenler hakkında savcı ve hâkimlerden bu davranışlara şahit olduk. Kadın ve erkek kavgalarında kadının beyanı geçerlidir. Kadın ne iddia ederse geçerlidir! Mali konularda çoğu zaman rüşvet veya torpil geçerlidir.

Önemli bir iş yapmak üzere beraber hareket edeceklerse caymamak üzere birbirlerine karşı yemin ettirmek caizdir. Ama caymak haram olur. Bir Hizip Hilafeti kurmak için yola çıkarsa kendisiyle beraber çalışacak kimselere yemin ettirebilir. Cayanlar günah işlerler.

Bu durumlarda Allah-u teala sözü ve yemini bozmayı nehyetmiştir. Şöyle buyurdu:

 وَاَوۡفُوۡا بِعَهۡدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدتُّمۡ وَلَا تَنۡقُضُوا الۡاَيۡمَانَ بَعۡدَ تَوۡكِيۡدِهَا وَقَدۡ جَعَلۡتُمُ اللّٰهَ عَلَيۡكُمۡ كَفِيۡلًا‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ يَعۡلَمُ مَا تَفۡعَلُوۡنَ‏ ﴿۹۱﴾  وَلَا تَكُوۡنُوۡا كَالَّتِىۡ نَقَضَتۡ غَزۡلَهَا مِنۡۢ بَعۡدِ قُوَّةٍ اَنۡكَاثًا ؕ تَتَّخِذُوۡنَ اَيۡمَانَكُمۡ دَخَلًاۢ بَيۡنَكُمۡ اَنۡ تَكُوۡنَ اُمَّةٌ هِىَ اَرۡبٰى مِنۡ اُمَّةٍ‌ ؕ اِنَّمَا يَبۡلُوۡكُمُ اللّٰهُ بِهٖ ‌ؕ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَـكُمۡ يَوۡمَ الۡقِيٰمَةِ مَا كُنۡـتُمۡ فِيۡهِ تَخۡتَلِفُوۡنَ‏ ﴿۹۲﴾   

“Sözleşme yaptığınız zaman Allah adına verdiğiniz söze vefakârlık gösterin. Kesin olarak ettiğiniz yeminleri bozmayın. Oysa siz Allah’ı şahit olarak kıldınız. Şüphesiz ki Allah yaptığınızı bilir. Bir topluluğun diğer bir topluluktan (siyasi, iktisadi, askeri ve benzeri yönden) daha güçlü olmasına aldanıp da sağlamca büküp eğdikten sonra nakseden, bozan kadın gibi olmayın. Ettiğiniz yeminleri bozup aranızda bir aldatma ve işi bozma sebebi kılmayın. Gerçek odur ki; Allah sizi bunlarla imtihan etmektedir. Hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyler hakkında kıyamet günü mutlaka size açıklayacaktır”. (Nahl 91-92)

 “Birinize ölüm geldiği zaman”. Bunun manası insan öleceğini hisseder. Allah ona bu hissi verir ki; vasiyet etsin, tövbe etsin, Allah’ın ve herkesin hakkını versin.

Allah’ın hakkını da versin. Eğer namaz vakti girmişse ve öleceğini hissederse hemen namaz kılmalıdır. Gücü varsa hac yapmak için hemen niyet etmeli ve ömründen bir şey kalmışsa gitmelidir. Zekât, kefaret ve adak gibi borcu varsa hemen ödemelidir.

Bir kişiye borcu varsa hemen ödemelidir. Bir Müslümana bir eziyet ve kötülük yapmışsa helallik almaya gitsin, özür dilesin ve Allahtan mağfiret dilesin.

Kötülük yapıyorsa, haram işliyorsa, bir farzı yerine getirmiyorsa hemen tövbe etsin ve gerekeni yapsın.

Laik, demokratik ve sosyalistlik gibi küfür davaları yürütüyorsa veyahut ırkçı, milliyetçi ve vatancılık gibi fasit cahiliye davaları yükleniyorsa veya öyle partilere mensup ise hemen tövbe etsin, Allah’tan mağfiret dilesin ve İslam’a davet eden ve Hilafeti kurmaya çalışan hiziplere katılsın veya gücü yoksa en azından desteklesin.

Yönetici ise hemen küfür sistemlerinden ve kanunlarından vazgeçip tövbesini ilan etsin ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetsin.

Fakat bazı kimselerin daha fazla yaşayacağı ümidi vardır, bakar ki birden ölüm onu yakalar, tövbe etmeye hiç bir fırsatı kalmaz, ahirette çok pişman olacaktır.

Bununla ilgili ayetler şöyledir:

رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا لَوۡ كَانُوۡا مُسۡلِمِيۡنَ‏ ﴿۲﴾  ذَرۡهُمۡ يَاۡكُلُوۡا وَيَتَمَتَّعُوۡا وَيُلۡهِهِمُ الۡاَمَلُ‌ فَسَوۡفَ يَعۡلَمُوۡنَ‏ ﴿۳﴾ 

“Bir gün gelecek ki kâfirler keşke Müslüman olsaydık temennisinde bulunacaklar. Bırak onları yiyip içsinler ve zevklerini alsınlar. Ümit onları avundursun. İleride hakikati görecekler”. (Hicr 2-3)

Çok insan daha çok yaşayacağım ümidinde bulunuyor, bu nedenle tövbeyi düşünmüyor, daha fazla eğlenmek, oynamak ve dünyadan zevk almak istiyor. Şeytan da ona vesvese yapar kandırır.

يَعِدُهُمۡ وَيُمَنِّيۡهِمۡ‌ ؕ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيۡـطٰنُ اِلَّا غُرُوۡرًا‏ ﴿۱۲۰﴾  اُولٰٓٮِٕكَ مَاۡوٰٮهُمۡ جَهَـنَّمُ وَلَا يَجِدُوۡنَ عَنۡهَا مَحِيۡصًا‏ ﴿۱۲۱﴾

“Şeytan onlara vaatte bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan ancak aldatmak için onlara vaatte bulunuyor. Onların barınağı cehennemdir, ondan kaçış yolu bulamazlar”. (Nisa 120-121)

اِنَّمَا التَّوۡبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذِيۡنَ يَعۡمَلُوۡنَ السُّوۡٓءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوۡبُوۡنَ مِنۡ قَرِيۡبٍ فَاُولٰٓٮِٕكَ يَتُوۡبُ اللّٰهُ عَلَيۡهِمۡ‌ؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَلِيۡمًا حَكِيۡمًا‏ ﴿۱۷﴾ وَلَيۡسَتِ التَّوۡبَةُ لِلَّذِيۡنَ يَعۡمَلُوۡنَ السَّيِّاٰتِ‌ ۚ حَتّٰۤى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الۡمَوۡتُ قَالَ اِنِّىۡ تُبۡتُ الۡـــٰٔنَ وَلَا الَّذِيۡنَ يَمُوۡتُوۡنَ وَهُمۡ كُفَّارٌ ‌ؕ اُولٰٓٮِٕكَ اَعۡتَدۡنَا لَهُمۡ عَذَابًا اَلِيۡمًا‏ ﴿۱۸﴾ 

“Allah’ın kabul ettiği tövbe ancak cahillikle kötülük yaptıktan sonra yakın zamanda tövbe edenler için hazırlandı. Allah bunları affeder. Allah her şeyi bilen ve hikmetle yapandır. Kötülük yapıp ta ölüm kendilerine gelince şimdi tövbe ettim diyenler ve kâfir olarak ölenler için tövbe yoktur. Bunlar için acıklı bir azap hazırlandı”. (Nisa 17-18)

Kısa sürede tövbe etmenin manası ise; günah işledikten hemen sonra bu günaha tekrar dönmeyeceğine dair söz verip pişmanlık duyup, Allah(cc)’dan mağfiret dilemek, salih amel yapıp kendini düzeltmeye çalışmaktır. Çünkü insana her an ölüm gelebilir. Zira ölüm döşeğine düşerse ve şimdi tövbe ettim derse ondan tövbesi kabul edilmez. Tıpkı Firavun gibi, suda boğulurken tövbesini ilan edince Allah ondan kabul etmedi. Daha önce tövbe etseydi ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetseydi kabul edilirdi. Şimdi laikliği ve demokrasiyi uygulayan yönetici, Firavun gibi son nefes verirken şimdi tövbe ettim derse ondan kabul edilmez.

Zira tövbe etmenin şartları yaptığı işi terk edecek, laiklik ve demokrasiden vazgeçecek, pişmanlığını ilan edecek, Allah’tan mağfiret dileyecek ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeye başlayacak veya yönetimi Hilafete davet eden samimi, fikren ve siyaseten uyanık olanlara teslim edecektir. Doğru olan budur.

“Eğer o iki şahidin gerçekten günah işledikleri ortaya çıkarsa”  Bunun manası bu iki şahit bir şey gizleyip ihanet ederlerse veya şahitliklerini satarlarsa onlar yerine bu meseleye vakıf olan ölen kişinin velilerinden iki kişi şahitlik edip yemin edecekler. “Allah’a yemin olsun ki bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğrudur ve bu şahitliğimizle kimsenin hakkına tecavüz etmiş olmayacağız. Aksi halde biz gerçekten zalimlerden oluruz” diyecekler.

Buna göre bir mesele veya bir davada şahitler yalancı çıkarsa veya şahitlikten bir şey gizleyip ihanet ederlerse cezalandırılır ve yerlerine sağlam şahitler aranır. Aynı anda yalancı şahitler hakkında İslam Hilafet devletinde mahkeme hapis cezası verir.

Bu uygulamayla şahitlik gerektiği şekilde yerine getirilir, şahitler yalan söylemekten veya ihanet yapmaktan çekinirler. Mirasçılar bu şahitlerin yeminlerini reddetmesinler. Yoksa rezil olurlar, kimse artık onlara güvenmez olur. Ahiretteki azap daha ağırdır. Öyleyse Allah’tan korksun ve O’nun emirlerini dinleyip yerine getirsinler. Aksi takdirde fasık sayılırlar.

Bir kimse fasıklık üzerinde kaldıkça hidayetli olmaz. Bu şekilde Allah onu bu hal üzerinde bırakıp doğru yola götürmez. Ancak kendisi tövbe edip pişmanlık duyarsa, mağfiret dilerse, Allah’ın emirleri ve nehiylerine riayet ederse hidayetli olur, Allah onu doğru yola iletmiş olur. Buna göre hidayet insanın elindedir, iradesi dâhilindedir. Allah adalet sahibidir, kimseye haksızlık yapmaz, iradesi dışında ceza vermez. Bu kişi iradesiyle fasık olduğundan dolayı ona ceza verir.

Her hangi bir kişi diğer insanlara karşı haksızlık yaparsa veya haklarını çiğnerse zalim olur, cezayı hak eder.

Allaha karşı haksızlık yaparsa veya O’nun haklarını çiğnerse zalim olur, cezayı hak eder. Eğer Allah’ı inkâr ederse veya şirk koşarsa ve Kitabı olan Kuran’ı veya içinde geçen her hangi bir ayeti inkâr ederse, Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i veya vahyettiği sünneti inkâr ederse Allah’a karşı büyük haksızlık yapmış olur. Dünyada ve ahirette büyük cezaya çarptırılır. Allah’ın ve O’nun vahyiyle Rasulünün emrettiği farzları yerine getirmeyen veya nehiylerinden vaz geçmeyenler O’nun haklarını çiğnemiş olur, zalim sayılır, dünyada veya ahirette cezalandırılır. Her suçun her günahın cezası vardır. İslam devleti olmayınca Allah’ın ve kulların hakları zayi olur. Bu devlet İslam’ı uygulamak ve zulmü kaldırıp adaleti sağlamak için elzemdir.

Zira bütün insanlar hidayetli ve takvalı olmuyorlar, olmak istemiyorlar, çoğu dalaletli, günahkâr ve zalim oluyor. Bu nedenle Allah’ın dinini, insanları ve haklarını gerçek manada koruyacak İslam Hilafet devletinin varlığı elzemdir. Buna karşı çıkanlar büyük fasıktır, tövbe etmezlerse ve bu devletin kurulması için çalışmazsa veya en azından desteklemezse Allah onları hidayete erdirmez. Hep şaşkınlık ve küfür sistemlerinin zulmü altında kalıp inleyecekler, Ahirette de cezaları vardır.