– 5 –

En büyük şahitlik
Kur’an ile uyarmak
Eski Kitaplarda Rasulün adının geçmesi
Küfür ve kâfirin manası
Kâfirlerin üslupları
Allah’a yalan söylemek
Yalan söyleyenlerin zalim olması
Bunlara karşı savaşmanın vacip olması
Ahirette kâfirlerin yalan söylemesi

قُلۡ اَىُّ شَىۡءٍ اَكۡبَرُ شَهَادَةً ؕ قُلِ اللّٰهُ ‌ۙ شَهِيۡدٌ ۢ بَيۡنِىۡ وَبَيۡنَكُمۡ‌ وَاُوۡحِىَ اِلَىَّ هٰذَا الۡـقُرۡاٰنُ لِاُنۡذِرَكُمۡ بِهٖ وَمَنۡۢ بَلَغَ‌ ؕ اَٮِٕنَّكُمۡ لَـتَشۡهَدُوۡنَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخۡرٰى‌ؕ قُلْ لَّاۤ اَشۡهَدُ‌ ۚ قُلۡ اِنَّمَا هُوَ اِلٰـهٌ وَّاحِدٌ وَّاِنَّنِىۡ بَرِىۡٓءٌ مِّمَّا تُشۡرِكُوۡنَ‌ۘ‏ ﴿۱۹﴾ اَلَّذِيۡنَ اٰتَيۡنٰهُمُ الۡـكِتٰبَ يَعۡرِفُوۡنَهٗ كَمَا يَعۡرِفُوۡنَ اَبۡنَآءَهُمُ‌ۘ اَلَّذِيۡنَ خَسِرُوۡۤا اَنۡفُسَهُمۡ فَهُمۡ لَا يُؤۡمِنُوۡنَ‏ ﴿۲۰﴾ وَمَنۡ اَظۡلَمُ مِمَّنِ افۡتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوۡ كَذَّبَ بِاٰيٰتِهٖؕ اِنَّهٗ لَا يُفۡلِحُ الظّٰلِمُوۡنَ‏ ﴿۲۱﴾ وَيَوۡمَ نَحۡشُرُهُمۡ جَمِيۡعًا ثُمَّ نَقُوۡلُ لِلَّذِيۡنَ اَشۡرَكُوۡۤا اَيۡنَ شُرَكَآؤُكُمُ الَّذِيۡنَ كُنۡتُمۡ تَزۡعُمُوۡنَ‏ ﴿۲۲﴾ ثُمَّ لَمۡ تَكُنۡ فِتۡـنَـتُهُمۡ اِلَّاۤ اَنۡ قَالُوۡا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشۡرِكِيۡنَ‏ ﴿۲۳﴾ اُنْظُرۡ كَيۡفَ كَذَبُوۡا عَلٰٓى اَنۡفُسِهِمۡ‌ وَضَلَّ عَنۡهُمۡ مَّا كَانُوۡا يَفۡتَرُوۡنَ‏ ﴿۲۴﴾ 

“De ki: Şahitlik açısından hangi şey en büyüktür? De ki: Benimle sizin aranızda şahit olan Allah’tır. Bu Kur’an bana, sizi ve ulaştığı herkesi onunla uyarmam için vahyedildi. Allah’tan başka ilahların varlığına gerçekten şahitlik ediyor musunuz? De ki: Ben buna şahitlik etmem. De ki: O, tek bir ilahtır ve ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” (19)

“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, çocuklarını tanıdıkları gibi onu tanırlar. Kendilerine yazık edenler var ya, işte onlar iman etmezler.” (20)

“Allah’a yalan isnat eden veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır?! Şüphesiz zalimler felaha kavuşmaz.” (21)

“Hepsini topladığımız gün, şirk koşanlara, ‘İddia ettiğiniz ortaklarınız nerede?’ diyeceğiz.” (22)

“Sonra onların fitnesi (sınanışı) şu olur: ‘Rabbimiz olan Allah’a yemin ederiz ki biz müşrik değildik.'” (23)

“Bak nasıl kendi kendilerine yalan söylediler ve uydurdukları iftira edilenler onlardan ayrılıp kayboldu.” (24)

Daha önceki ayetlerde Allah kendi azametini ve yüce sıfatlarını gösterdi ve pekiştirdi. Hiç kimse bunları inkâr edemez. Müşrik Araplarda bunları inkâr etmiyorlardı; ancak O’na ulaşmak için putlar edindiler. Yahudiler ve Hristiyanlar da inkâr etmediler, ancak Uzeyir ve İsa Allah’ın oğlu diyerek şirk koştular. Ayrıca Yahudiler, birçok nebinin peygamberliğini inkâr ettiler. Bütün bu üç çeşit kâfir grup, batıl bahanelerle Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in peygamberliğini ve rasulluğunu inkâr ettiler.

Ayetin nüzul sebebine göre, müşrik Araplar Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e “Seni Yahudilere ve Hristiyanlara sorduk; Kitaplarında senin zikrin ve adın geçmediğini söylediler. Senin peygamberliğine kim şahitlik edebilir?” deyince bu ayet nazil oldu: Allah şahitlik eder. Allah’ın şahitliğinden daha büyük bir şahitlik mi var?! Çünkü onlar şirk koştukları halde Allah’a inanır ve O’nu üstün görürler. Öyleyse, ey Muhammed! Onlara Allah’ın şahitliğinden daha büyük bir şahitlik var mıdır diye söyle. Bunu inkâr edemezler; haşa, Allah yalan söyler diyemezler. Öyleyse, “Benimle sizin aranızda şahit olan Allah’tır.” Allah’ışahit olarak kılıyorum: Allah bu Kur’an’ı bana vahyetti, sizi ve ona ulaşmış olan herkesi bununla Allah’ın azabından uyarıyorum.

İçerik olarak bunun anlamı, eğer aksini iddia ederseniz, benim resul olmadığımı ve bu Kur’an’ın Allah’ın kelamı olmadığını söylerseniz Allah’ı şahit tutun ve hakkı söyleyin demektir. Çünkü gerçeği reddetmek için kâfirlerin başvurduğu yöntemler yalanlamak, karalamak ve menfi propaganda yapmaktır. Doğrudan fikirle karşı çıkmazlar. Bu devirde de İslam’a karşı ve Hilafet devletini kurarak İslam hâkimiyetini tesis etmeye çalışanlara karşı kâfirler aynı üslubu kullanırlar.

Ehli Kitap olan Yahudiler ve Hristiyanlar bu gerçeği gizlerse Allah’ın şahitliği yeterlidir. Onların adetlerinden biri gerçeği gizlemek, başka bir şeyle örtmektir. Zaten Arapçada küfrün anlamı örtmek ve kâfirin anlamı örtenya dagizleyendir. Böylece, şeri anlamda gerçeği örten veya gizleyen kimse kâfir sayılır. Çünkü hakikati inkâr edemiyorlar; onu yalanlamakla ve onu ortaya koyanları değişik ithamlarla karalamakla reddetmeye çalışıyorlar. İslam’a inanmayanlara kâfir denildi. İslam’ın herhangi bir yönünü örtmek veya inkâr etmek küfür sayıldı.

Kur’an’dan ve Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den haberdar olan herkes tebliğ edilmiş sayılır. Bundan haberi olan ve bilgisi bulunanherkes sorumlu tutulur; iman etmezse azabı hak etmiş olur. Çünkü bir kimsenin bu konuda haberi ve bilgisi yoksa sorumlu tutulmaz. Allah şöyle buyurdu:

رُسُلًا مُّبَشِّرِيۡنَ وَمُنۡذِرِيۡنَ لِئَلَّا يَكُوۡنَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ ۢ بَعۡدَ الرُّسُلِ‌ ؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَزِيۡزًا حَكِيۡمًا‏ ﴿۱۶۵﴾  لٰـكِنِ اللّٰهُ يَشۡهَدُ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اِلَيۡكَ‌ اَنۡزَلَهٗ بِعِلۡمِهٖ‌ ۚ وَالۡمَلٰٓٮِٕكَةُ يَشۡهَدُوۡنَ‌ ؕ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهِيۡدًا ؕ‏ ﴿۱۶۶﴾

“İşte bunlar, müjdeleyici ve uyarıcı birer Rasul’dür. Rasullerin gönderilmesinden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri kalmasın diye. Allah, elbette izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa 165)

Bu ayetin tefsirinde şunları yazdık: “Bu Rasul ve nebilerin asıl görevi, Allah’ın risaletini net ve apaçık şekilde tebliğ etmek, iman edenleri cennetle müjdelemek ve insanları Allah’ın azabından uyarmak ve sakındırmaktır. Böylece kıyamet günü Allah’a karşı insanların bir bahanesikalmaz. ‘Bize uyarıcı bir Rasul gelmedi, bu yüzden biz suçlu değiliz,’ diyemesinler.”

Şunu da ekledik: “Bu durumda fetret ehli olan, yani iki Rasul’ün gelişi arasında yaşayan insanlar, mükellefyani sorumlu değillerdir ve onlara azap verilmez. Bu çağda bir insan İslam’dan, Rasul’den ve Kitap’tan hiç haberdar değilse, Allah katında sorumlu tutulmaz. İsra suresi 15. ayette Allah şöyle buyurur:

“وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِيۡنَ حَتّٰى نَبۡعَثَ رَسُوۡلًا”

‘Biz bir Rasul göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.’

Şunu da yazdık: “Önemli olan, bu çağda İslam’ı duymayan insanlara İslam’ı tebliğ etmek için çaba göstermektir. Dünyadaki bütün insanlara nasıl İslam’ı ulaştırabileceğimizi düşünmeliyiz. Bunun yolu, İslam Hilafet Devleti’ni kurmaktır. Bu yüzden bu devleti kurmak için mücadele etmek en büyük farzdır. Müslüman olduğunu söyleyen kişileri azaptan kurtarmamız gerekir; zira çoğu gaflet içindedir, kendilerine uygulanan laik ve demokratik küfür rejiminden dolayı pek çok haram işler! Bu insanları nasıl azaptan kurtaracağız? Bunu düşünmemiz gerekir. Hilafet kurulmadıkça, azap içinde kalmaya devam edecekler.”

“Lakin Allah, özellikle sana indirdiğiyle şahitlik eder. Bu Kur’an’ı kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahitlik eder. Oysa Allah’ın şahitliği yeterlidir.” (Nisa 166)

Allah, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e vahyettiğine dair şahitliğini vurgulamıştır. Hem de melekler şahitlik eder, zira melekler asla yalan söylemez. Müşrik Araplar meleklere de taptılar; Yahudiler ve Hristiyanlar da meleklere inanır.

Allah, Rasulüne, “Gerçekten Allah ile birlikte başka ilahların var olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” diyerek onlara meydan okumasını vahyetti. Bu, onların iddialarını geçersiz kılmak içindir; çünkü onların iddiaları aklen reddedilir. Bu nedenle, “Eğer siz bu konuda şahitlik ediyorsanız ben ise buna şahitlik etmem” diyerek onlara cevap vermiştir. Zaten Rasul’ün gönderilişinin ana sebebi, bu yanlış inançları çürütüp Allah’ın birliğini ispatlamaktır. Bu konuda onlarla sürekli mücadele etmiştir. Çünkü akidede şirkten uzak, sağlam bir temel gereklidir. Her konuda teslimiyet Allah’adır.

Dava adamı meydan okuyucudur, uzlaşmayı kabul etmez, yağ çekmez, dalkavukluk yapmaz, batıl fikri açıkça çürütür, batıl fikri savunanlara karşı yumuşaklık göstermez, onlarla işbirliği yapmaz. Çünkü batıl, hakkın tersi iken nasıl hak onunla uzlaştırılır? Böyle bir davranış batıldır, hakkı örter, hatta yok eder ve batılı hâkim kılar.

Bugün, küfür yönetimlerine katılıp İslam’ı iktidara getireceklerini iddia edenler bu duruma düşmüştür. Hakkı iktidara getirmedikleri gibi batıla uyup batılı uygulamış, yerleştirmişlerdir. Bu şekilde hak hâkim olmamış, unutulmuş, örtülmüş; batıl olan laiklik, demokrasi ve temel hürriyetler ise varlığını sürdürmüştür.

Kitap ehli, Müşrik Araplara, kitaplarında Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in zikri ve adı geçmediğini söyleyerek yalan söylediklerinde Allah şöyle buyurdu:

Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu (Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i) çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendi kendilerine yazık edenler var ya, onlar iman etmezler. (20)

Kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hristiyanlar, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; çünkü onun adı ve özellikleri kitaplarında geçmektedir. Araf suresi 157. ayette şöyle buyrulur: “Kendilerinde, Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları bu ümmi Nebi ve Rasule tabi olanlar…” Bu ayette Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in adı ve özellikleri açıkça geçtiği belirtilmiştir.

Ancak Yahudiler bunu gizleyip müşrik Araplara yalan söylediler. Yahudiler, yalan söylemekten hiç çekinmezler; bu, onların kültüründe yerleşiktir. Diğer insanları hayvan gibi görürler ve onları İsrailoğulları’na hizmet için yaratılmış olarak kabul ederler. Bu yüzden başkalarına yalan söylemeyi ve onları kandırmayı serbest görürler. Hatta Allah’a bile yalan söyleyebileceklerini düşünürler. Allah eğer kendilerine azap edecekse bunun hafif olacağını ve affedileceğini düşünürler; tıpkı şımarık çocuklar gibi. Bu yüzden Maide suresi 18. ayette “Biz Allah’ın çocukları ve sevgilileriyiz,” dediler.

Bakara suresi 80. ayette ise, “Ancak birkaç günden başka bize ateş dokunmaz,” dediler.

Allah, onlar hakkında şöyle buyurdu:

“Allah’a iftira edenlerden veya Allah’ın ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim vardır? Şüphesiz ki zalimler felaha kavuşmazlar.” (21)

Allah’a hep iftira atarlar, O’nun ayetlerini yalanlarlar. BaştaKur’an’ı ve Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i yalanladılar. Kitaplarını tahrif edip içindeki ayetlerin asıl manalarını saptırarak yalanladılar.
Bir insan hakkı aramıyorsa, sadece kendi çıkarını düşünüyorsa veya heva ve hevesine göre hareket ediyorsa, yalan söyler ve her kötülüğü yapar.
Yahudiler yalnızca kendi çıkarlarını düşünür, kinlerine ve zevklerine göre hareket ederler. Bu nedenle yalan söylemekten utanmazlar. Gazze savaşında ne kadar yalan söylediklerine ve ne kadar vahşi hareket ettiklerine bütün dünya şahit oldu.
Hahamları ve rahipleri bu konuda örnek olup, çıkarlarına ve keyiflerine göre helal ve haram göstererek, ‘Bu Allah’tandır’ diyerek Allah’a iftira atarlar.
Hristiyan olan Amerika ve Avrupa devletleri de aynı minvaldedir. Rasulullah’a, İslam’a ve Müslümanlara iftira atıp pek çok yalan söylerler. İslam’ı terörle, Müslümanları ise teröristlike itham ederler.

Müşrik Araplar da Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem hakkında pek çok yalan uydurdular. “Şair”, “sihirbaz” ve “Kur’an’ı başkalarından getiriyor” gibi yalan iddialarda bulundular ve iftiralar çıkardılar.
Bu asırda laikliği, demokrasiyi ve sosyalizmi benimseyenler, dini hayattan ayırarak Allah’ın ayetlerini yalanladılar. Hayatla, devletle, siyasetle, ukubatla (cezai hükümlerle), ekonomiyle, toplumla ve aileyle ilgili ayetleri ve ahkâmı inkâr ettiler.
Onların bir kısmı da, “Allah bizi yaratmışsa bizi serbest bıraktı, işimize karışmaz, istediğimiz kanunları çıkarırız” diyerek yalan iddialarda bulundular.

Bütün bu kâfir grupları, Allah’ın ayetlerini yalanladılar ve Allah’a iftira attılar.
Yalan söyleyen kimse haksızlık yapmış olur; hakkı gizleyip başka bir şey uydurur. Böylece zalim sayılır.
Zalimler ise felaha kavuşmaz, azaptan kurtulamaz ve cennete giremezler.

Belki dünyada yalan söyleyerek çıkarlarını elde ederler, kazanırlar, fakat ahirette hiç kazanamazlar.
Çünkü felahın şer’i manası, Allah’ın rızasını kazanıp cennete girmektir.
Arapçada felahın manası, “kazanmak, başarmaktır. Kâfirler dünyada yalan söyleyerek başarı elde edebilir ve bir şey kazanabilirler. Fakat şer’i manada, ahirette hiçbir şey kazanmazlar; başarısız olup cehenneme atılırlar.
Bu nedenle Allah, neticeleri şöyle açıklamıştır:

Onların hepsini haşrettiğimiz gün, bundan sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: ‘İddia ettikleriniz ortaklarınız nerededir? (22)

Kıyamet gününde Allah onları bir yerde toplayacak ve sorgulayacaktır: “İddia ettiğiniz ortaklarınız nerededir? Onları çağırın, size yardım etsinler.”
Oysa o gün, hiçbir kimse başka birine yardım edemez. Pek çok ayette açıklandığı gibi, Allah dışında hiç kimse yardımcı olamaz. Allah, kâfirleri ve müşrikleri azaptan kurtarmaz.

Allah, onların ahirette de yalancılık yapmaya devam edeceklerine dikkat çeker:

Sonra onların fitnesi ancak şu olur: Rabbimiz olan Allah’a yemin olsun ki, biz müşrik değildik. (23)

Hesap gününde yeni yalanlar söyleyecekler: “Biz müşrik değildik; şunu bunu söylemedik, yapmadık, etmedik” diyecekler.
Bu nedenle pek çok ayette belirtildiği gibi elleri, ayakları, gözleri, kulakları, derileri ve tüm organları konuşturulacak, onları yalanlayacak ve aleyhlerine şahitlik edecektir.

Onların yalanları ortaya çıkarılacak.
“Fitne” kelimesi farklı anlamlarda kullanılır: imtihan etmek, sorgulamak, azap vermek, kargaşa çıkarmak, insanların arasını açmak, bölmek, aldatmak ve saptırmak gibi. Hangi manaya geldiği, siyakından ve cümlenin anlamından anlaşılır.
Bu ayette geçen “Onların fitnesi” ifadesinin anlamı, onların şirkleri hakkında “Niçin şirk koştunuz?” diye sorgulanmalarıdır.
Sorgulanınca bir kargaşaya girip yalan söylemekten başka cevap bulamadılar: “Biz müşrik değildik.” Hem de Allah’a yemin ettiler!

Allah, onların bu halini kötüleyerek şöyle ifade etti:

Bak, nasıl kendi kendilerine yalan söylediler ve uydurdukları iftira edilenler onlardan ayrılıp kayboldu. (24)

Onlar, ‘Biz müşrik değildik’ diye cevap verince, Allah Rasulü’ne ve bize hitap ederek şöyle buyurur:
“Bak, nasıl kendi kendilerine yalan söylediler.”
Çünkü Allah onların durumunu bilir. Bu nedenle Allah’a yalan söylemeye çalışsalar da (haşa) Allah’ı kandıramazlar.
Bu şekilde kendi kendilerine yalan söylerler.
Bakara Suresi’nin 9. ayetinde geçtiği gibi:

“Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar ancak kendi kendilerini aldatırlar, fakat hissetmezler.”

Çünkü Allah ve müminler onların kâfirliklerini ve yalanlarını bilir.
Ama onlar, Allah ve müminlerin kendilerini bilmediklerini zannederler. Bu nedenle yalan söylerler.

Ahirette olacak şeyler için geçmiş zaman kipi kullanılmıştır. Sanki gerçekleşmiştir. Bunun nedeni, o olayların kesinlikle gerçekleşecek olmasıdır.

“Uydurdukları iftira edilenler onlardan ayrılıp kayboldu.”

Bu ifadede kastedilen, Allah dışında kendilerine ortak koştukları şeylerdir.
O ortaklar güçsüzdür; kendilerini bile savunamayacak durumda olacaklar ve kaybolacaklardır.

Yahudiler, Hristiyanlar, müşrikler ve münafıklar; yani bütün kâfir grupları her dönemde aynı yolu izlerler:
Yalan söylemek, aldatmak, kandırmak, saptırmak ve her türlü sinsi üslubu kullanmak.
Onların temel prensibi, ‘Gaye, vasıtayı meşru kılar’ anlayışıdır.

Ahireti dünya gibi sanıp yalan söylemeye çalışırlar, fakat Allah onların durumunu bilir.
Allah, onlar hakkında şahitlik edecek pek çok delili ortaya çıkaracaktır.

Bu nedenle iman edenler, bu kâfirlere karşı daima dikkatli olmalı,
onlardan sakınmalı, planlarını ve hilelerini keşfedip açığa çıkarmalıdır.

Aynı zamanda, onların hâkimiyetlerini ve saltanatlarını yıkmak için çalışmalıdırlar. İslam’ın hâkimiyetini kurmak için mücadele edilmelidir ki, dünyada hak, adalet, hidayet ve hayır yayılsın; batıl, zulüm, sapıklık ve şer sona ersin.