– 9 –
Rasulün insanların hidayetlerine özen göstermesi
Hidayetin insanın isteğiyle olması
Cahil olmanın manası
Hakka kulak vermeyenlerin ölü gibi sayılması
Düşünmek için gerekli olan hususlar
Hep mucize isteyenlerin ciddi olmaması
Fethin, cihadın ve devletin gerekliliği
وَاِنۡ كَانَ كَبُرَ عَلَيۡكَ اِعۡرَاضُهُمۡ فَاِنِ اسۡتَطَعۡتَ اَنۡ تَبۡتَغِىَ نَفَقًا فِى الۡاَرۡضِ اَوۡ سُلَّمًا فِى السَّمَآءِ فَتَاۡتِيَهُمۡ بِاٰيَةٍ ؕ وَلَوۡ شَآءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمۡ عَلَى الۡهُدٰى فَلَا تَكُوۡنَنَّ مِنَ الۡجٰهِلِيۡنَ ﴿۳۵﴾ اِنَّمَا يَسۡتَجِيۡبُ الَّذِيۡنَ يَسۡمَعُوۡنَؔ وَالۡمَوۡتٰى يَـبۡعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيۡهِ يُرۡجَعُوۡنَؔ ﴿۳۶﴾ وَقَالُوۡا لَوۡلَا نُزِّلَ عَلَيۡهِ اٰيَةٌ مِّنۡ رَّبِّهٖؕ قُلۡ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنۡ يُّنَزِّلَ اٰيَةً وَّلٰـكِنَّ اَكۡثَرَهُمۡ لَا يَعۡلَمُوۡنَ ﴿۳۷﴾
“Eğer yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet (mucize) göstermek üzere bir delik açıp yerin dibine inebiliyorsan veya göğe çıkmak için bir merdiven kullanabiliyorsan yap. Allah isteseydi onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma” (35)
“Ancak kulak verenler daveti kabul ederler. Ölüler ise Allah onları diriltecektir, ondan sonra kendisine döndürülecektir” (36)
“Ve dediler ki: Rabbinden ona bir ayet (mucize) indirilseydi. De ki: Allah bir ayet indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler” (37)
Rasulullah, kâfirlerin yalanlamalarından dolayı üzülüyor ve onları ikna etmek için büyük bir özen gösteriyordu. Ancak ne kadar çalışırsa çalışsın, onlar iman etmek istemiyorlardı. Allah, kendi Rasulüne şu hitapta bulundu: “Eğer yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet (mucize) göstermek üzere bir delik açıp yerin dibine inebiliyorsan veya göğe çıkmak için bir merdiven kullanabiliyorsan yap.”
Rasulullah, kavminin ve diğer insanların iman etmelerine büyük bir özlem duymaktaydı. Fakat onların çoğu ikna olmak istemiyordu. Yerin dibine dalsan da, göklere çıksan da bir mucize getirmeye çalışsan, onlar yine iman etmezler. Bu ifade mecaz anlamında kullanılmıştır ve aynı zamanda üstün bir belağat içerir. Rasulullah’ın gerçekten yerin dibine dalması veya göğe çıkmak için bir merdiven kullanması mümkün değildir.
Allah şöyle buyurmuştur: “Allah isteseydi onları hidayet üzerinde toplardı.” Bu ifadeyle insanlara, Allah’ın onları serbest bıraktığı ve hidayete ermeyi istemenin insanın kendi seçimiyle olduğu açıklanmıştır. Rasulullah’a da “Bunu iyice bil ve anlamayanlardan olma” denilmiştir.
Ayette “cahillerden olma” ifadesi geçmektedir. Bir kişi eğer hiçbir şey bilmiyorsa ona cahil denir. Ancak bir meseleyi bilmemişse veya anlamamışsa, bu konuda da cahil sayılır.
Allah, bu konuyu kavratmak ve hatırlatmak için bu ayette olduğu gibi birçok ayette vurgulama yapmıştır. Bazı ayetlerde Allah’ın dilediğini hidayete erdirdiği, dilediğini dalalete düşürdüğü belirtilirken; bazı ayetlerde ise hidayeti isteyenin hidayetli, dalaleti isteyenin sapkın olduğu ifade edilmiştir. Bu iki tür ayet birleştirildiğinde şu sonuç ortaya çıkar: Hidayet ve dalalet insanın elindedir. Ancak insan, Allah’a rağmen hidayetli veya dalaletli olmaz; her şey onun otoritesi ve egemenliği altındadır. Allah, hidayeti isteyenlere yardım eder ve onları muvaffak kılar; dalaleti tercih edenleri ise serbest bırakır ve şeytanın etkisine terk eder.
Bu nedenle, Allah isteseydi herkesi hidayetli kılabilirdi. Ancak insanları serbest bırakmış, bu dünyadaki tercihleri doğrultusunda kıyamet günü onları muhasebeye çekecektir. Neticede insanlar ya cennetlik ya da cehennemlik olacaktır.
İslam’dan önceki döneme “cahiliye” adı verilmiştir. Bu dönemde yaşayan insanlar, meselelerin hakikatlerini ve doğru çözüm yollarını bilmedikleri için cahil olarak nitelendirilmiştir.Günümüzde de İslam dışındaki tüm fikirler ve çözümler cahiliyeye dâhildir.
Bu nedenle Allah, kendi hükmünü istemeyenlere “cahiliye hükmü” arayışında olduklarını belirterek şöyle buyurur:
اَفَحُكۡمَ الۡجَـاهِلِيَّةِ يَـبۡغُوۡنَؕ وَمَنۡ اَحۡسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكۡمًا لِّـقَوۡمٍ يُّوۡقِنُوۡنَ﴿۵۰﴾
“Yoksa onlar cahiliye hükmü mü istiyorlar?! Yakinen, kesin olarak iman etmiş bir kavim (insanlar) için Allah’ın hükmünden daha güzel bir hüküm mü var?!” (Maide 50)
O halde bu meseleyi bilmeyenlerden, kavramayanlardan olma ya Rasulüm! Sen, hidayetli olmalarına çok özen gösteriyorsun, hatta üzüntüden dolayı kendini helak ediyorsun.
فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّـفۡسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمۡ اِنۡ لَّمۡ يُؤۡمِنُوۡا بِهٰذَا الۡحَـدِيۡثِ اَسَفًا
“Neredeyse bu sözlere (Kur’an’a) inanmadıklarından dolayı onlara üzülerek ve peşlerine düşerek kendini helak edeceksin.” (Kehf 6)
لَـقَدۡ جَآءَكُمۡ رَسُوۡلٌ مِّنۡ اَنۡفُسِكُمۡ عَزِيۡزٌ عَلَيۡهِ مَا عَنِتُّمۡ حَرِيۡصٌ عَلَيۡكُمۡ بِالۡمُؤۡمِنِيۡنَ رَءُوۡفٌ رَّحِيۡمٌ
“Kendilerinizden size bir Rasul gelmiştir. Çekeceğiniz sıkıntı kendisine zor gelir, size düşkündür, müminlere karşı çok merhametli ve şefkatlidir.” (Tevbe 128)
Hidayet ve dalalet insanın elindedir. İnsan hidayeti istiyorsa Allah muvaffak kılar; istemiyorsa onu bırakır ve şeytan ona musallat olur. Öyleyse daveti taşıyanlar, insanlar hidayeti kabul etmedikleri için fazla üzülmesinler. Güzel üslupla daveti taşısınlar, tartışmalar yapsınlar ve kusur göstermemeye çalışsınlar.
Yüz çevirenler, kulak vermez ve hiç dinlemek istemezler. Hiç doğruyu ve hakkı aramazlar, şartlanmışlardır. Allah, onları dolaylı olarak ölü kimselere benzetmiştir. Hatta ölülerden daha kötüdürler. Çünkü Allah, gerçek ölüleri diriltir; fakat bunlar ölü olarak kalmayı tercih ederler. Allah’ın hidayetiyle canlı olmayı istemezler.
Kulak vermeyen kimse düşünmez; zira kulak, göz, dil, burun ve deri gibi beş duyu organından biridir. Düşünebilmek için bu beş duyu organından en az biri kullanılır. Olaya binaen, bir veya birden fazla duyu organı kullanmak gerekir.
Düşünebilmek için bilgi gerekir. Nitekim Allah’tan bilgi, hem de geniş bilgiyi kapsayan hidayet gelmiştir. Vakaya da ihtiyaç vardır. Vaka, düşünmenin yeridir. Duyu organıyla vaka beyine nakledilir.
Öyleyse sağlam bir beyine ihtiyaç vardır. Bu nedenle Allah, birkaç ayette düşünmeyenleri hayvanlara benzetmiştir. Zira hayvanın beyni düşünmeye elverişli değildir. Duyu organları varken vaka hakkında hüküm veremez ve fikir üretemez; sadece içgüdülerine ve uzvi ihtiyaçlarına göre ayrım yapar ve buna göre davranır. Bu nedenle Allah, hayvanları mükellef kılmamıştır. Fakat akıl sahibi insan, aklını kullanmazsa suçlu olur.
Allah, gerçek ölü kimseleri kıyamet günü diriltecek ve kendisine döndürecek, onları hesaba çekecektir. Bu ayette hem kâfirlere bir çatma hem de bir tehdit vardır.
Kâfirlere: “Siz hakka kulak vermediğiniz için ölü kimseler gibisiniz, hatta daha aşağısınız. Çünkü canlıyken düşünmek istemiyorsunuz. Hem de siz gerçek anlamda öldükten sonra inanmadığınız kıyamet gününde diriltileceksiniz ve hesap vereceksiniz.” denilmektedir. O gün hakikati görecek ve hesaba çağrılmayı dinleyeceksiniz. Eğer bugün düşünmezseniz, geleceğiniz pek kötüdür.
Zira ciddi bir şekilde düşünürlerse muhakkak hidayeti, doğru yolu bulurlar. Çünkü İslam bir hakikattir; evham ve hayal değildir. Teori ve felsefe değildir. Vakaya mutabıktır ve fıtrata uygundur.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde olduğu gibi bu asırda da bazı insanlar hakkı hiç dinlemek istemezler. Onlara doğru fikri ve gerçeği gösterirken sana kulak vermezler; şartlanmış ve körü körüne batıl üzerinde ısrarcıdırlar.Oysa kendi fikrine güvenen kimse her fikri tartışır, hakkı batıldan ayırabilir.
Kâfirler, Kur’an mucizesi karşısında şaşkın kalıp bunun bir beşer sözü olmadığını idrak ettiler. Buna rağmen inanmak istemediler. En büyük mucize budur ve kıyamet gününe kadar kalıcıdır.
Ankebut Suresi 50-51. ayetlerde:
“Rabbinden kendisine ayetler (mucizeler) indirilseydi” dediler. De ki: “Ayetler ve mucizeler Allah indindedir. Fakat ben apaçık bir uyarıcıyım. Peki, sana indirdiğimiz ve kendilerine okunan Kitap bir mucize olarak kafi gelmedi mi?” diye buyrulmaktadır.
Bu sefer Rasul’ün şahsına dokunmaya başladılar. Ona inanmak için onun eliyle bir mucize görmek istediler. Oysa Kur’an mucizesi kâfidir. Bu nedenle Allah, onlara kendisinin bir mucize indirmeye kadir olduğunu söylüyor. Fakat onların çoğu bilmezler. Bunun anlamı: İnanmazlar.
Zira ilim, iman etmek anlamında da gelebilir. Çünkü iman, kesin delil ve kesin bir delaletle olur. Daha önce tefsir ettiğimiz Nisa suresi 157. ayette, İsa hakkında ihtilafa düşenlerin şek ve şüphe içinde oldukları belirtilmiştir. “Onlarda ilim yoktur; ancak zannederler. Onu yakinen, kesin olarak öldürmediler.” denilmektedir.
Necm Suresi 27-28. ayetlerde, ahirete inanmayanların melekleri kızlar olarak adlandırdığına işaret edilerek, “Oysa onlarda ilim yoktur, sadece zannederler. Nitekim zan hak için fayda vermez.” buyrulmaktadır. Bunun anlamı, zannın delili olmayacağıdır. İman için kesin delalete sahip kesin bir delil gerekir.
Bunların çoğu, ayet veya mucize indirilirse inanmazlar; her sefer başka bir mucize isterler. Çünkü inanmak isteselerdi böyle bir talepte bulunmazlardı. Bir delil yeterlidir.
İsra Suresi 93. ayette onlar Rasulullah’a, “Süslü bir evin olsaydı veya göklere çıksaydın da senin çıkışına inanmayacağız; ta ki bize kâğıtlardan oluşturulan, okuyacağımız bir kitap indirinceye kadar” dediler. Yine de inanmayacaklardı. Sadece Rasulullah’ı uğraştırmak ve diğer insanları şaşırtmak istiyorlardı
Daha önce tefsir ettiğimiz En’am suresi 8. Ayette “Dediler ki ona bir melek indirilseydi” ifadesi geçmektedir.
İnanmak istemeyenler, inadına hep mucize talep edeceklerdir. Ancak hakka kulak verenler, bir mucize görürlerse bunun kendilerine yeterli olduğunu kabul ederler. Hatta aklen Allah’tan olduğu ispatlanan Kur’an’ın mucizesini görmeleri onlar için kâfidir.
Allah, bir mucize üstüne mucize indirmeye kadirdir; fakat bu insanlar ciddi değillerdir. Onlara yeni bir mucize indirmeye gerek yoktur, çünkü inanmak istememektedirler.
Bunların hesabı ve cezası ahirette verilecektir. Dünyada imana zorlamak yoktur. Zira Allah,
لَاۤ اِكۡرَاهَ فِى الدِّيۡنِۙ
“Dinde zorlama yoktur” (Bakara 256) Diye buyurmuştur. Ancak, ahirette inanmayanlara cehennemi hazırladığını duyurmuştur.
Bizler, dünyada kâfirleri imana zorlamadan çağırmalı ve onları ikna etmek için güzel bir üslup ve güçlü deliller sunmaya çalışmalıyız.
Fakat çoğu, ikna edici akli delilleri gördükleri halde, geçerli olmayan değişik sebeplerden dolayı inanmak istememektedir. Bu durumda tek bir çare vardır: onları İslam ile yönetmektir ki İslam’ın adaletini ve doğruluğunu görebilsinler.
Bu nedenle cihat hak kılınmıştır. Eğer memleketler fethedilir ve İslam ile yönetilirse, halkların çoğu İslam’a girer; az bir kısmı ise iman etmez ve zimmi olarak muamele görür. Bu sebeple İslam devletinin kurulması zaruridir.
İslam devletinin fethettiği memleketlerin ahalisi arasında çoğunlukla İslam’a giriş yaşanmıştır: Arap Yarımadası, Şam diyarı, Irak, İran, Mısır ve Kuzey Afrika bu duruma örnektir. İşte bu nedenle böyle bir devletin kurulması elzemdir.