– 14 –

“Deki” emrinin en fazla En’am Suresi’nde geçmesi
Allah’a kulluk ve dua edilirken hiçbir aracı kılmamak
Kâfirlerin beyyineyi reddetmesi,
İnsanların heveslerine uymamak,
Hükmün yalnızca Allah’a ait olması,
Azap verme kararı,
Koruyucu meleklerin rolü,
Duanın amelle birlikte olması,
Uyutmak ve vefat ettirmek,
Ecelin sona ermesi ve zararın defedilmesi,
Allah’ın ilmi ile insanın ameli arasındaki ilişki.

قُلۡ اِنِّىۡ نُهِيۡتُ اَنۡ اَعۡبُدَ الَّذِيۡنَ تَدۡعُوۡنَ مِنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ‌ؕ قُلْ لَّاۤ اَتَّبِعُ اَهۡوَآءَكُمۡ‌ۙ قَدۡ ضَلَلۡتُ اِذًا وَّمَاۤ اَنَا مِنَ الۡمُهۡتَدِيۡنَ‏ ﴿۵۶﴾   قُلۡ اِنِّىۡ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِّنۡ رَّبِّىۡ وَكَذَّبۡتُمۡ بِهٖ‌ؕ مَا عِنۡدِىۡ مَا تَسۡتَعۡجِلُوۡنَ بِهٖؕ اِنِ الۡحُكۡمُ اِلَّا لِلّٰهِ‌ؕ يَقُصُّ الۡحَـقَّ‌ وَهُوَ خَيۡرُ الۡفٰصِلِيۡنَ‏﴿۵۷﴾ قُلْ لَّوۡ اَنَّ عِنۡدِىۡ مَا تَسۡتَعۡجِلُوۡنَ بِهٖ لَقُضِىَ الۡاَمۡرُ بَيۡنِىۡ وَبَيۡنَكُمۡ‌ؕ وَاللّٰهُ اَعۡلَمُ بِالظّٰلِمِيۡنَ‏ ﴿۵۸﴾ وَعِنۡدَهٗ مَفَاتِحُ الۡغَيۡبِ لَا يَعۡلَمُهَاۤ اِلَّا هُوَ‌ؕ وَيَعۡلَمُ مَا فِى الۡبَرِّ وَالۡبَحۡرِ‌ؕ وَمَا تَسۡقُطُ مِنۡ وَّرَقَةٍ اِلَّا يَعۡلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فِىۡ ظُلُمٰتِ الۡاَرۡضِ وَلَا رَطۡبٍ وَّلَا يَابِسٍ اِلَّا فِىۡ كِتٰبٍ مُّبِيۡنٍ‏ ﴿۵۹﴾ وَهُوَ الَّذِىۡ يَتَوَفّٰٮكُمۡ بِالَّيۡلِ وَ يَعۡلَمُ مَا جَرَحۡتُمۡ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَـبۡعَثُكُمۡ فِيۡهِ لِيُقۡضٰٓى اَجَلٌ مُّسَمًّى‌ۚ ثُمَّ اِلَيۡهِ مَرۡجِعُكُمۡ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمۡ بِمَا كُنۡتُمۡ تَعۡمَلُوۡنَ‏ ﴿۶۰﴾ وَهُوَ الۡقَاهِرُ فَوۡقَ عِبَادِهٖ‌ وَيُرۡسِلُ عَلَيۡكُمۡ حَفَظَةً ؕ حَتّٰٓى اِذَا جَآءَ اَحَدَكُمُ الۡمَوۡتُ تَوَفَّتۡهُ رُسُلُـنَا وَهُمۡ لَا يُفَرِّطُوۡنَ‏ ﴿۶۱﴾ ثُمَّ رُدُّوۡۤا اِلَى اللّٰهِ مَوۡلٰٮهُمُ الۡحَـقِّ‌ؕ اَلَا لَهُ الۡحُكۡمُ وَهُوَ اَسۡرَعُ الۡحَاسِبِيۡنَ‏ ﴿۶۲﴾

 “De ki: Şüphesiz ki Allah dışında dua ettiğiniz (kulluk ettiğiniz) ilahlara kulluk etmekten nehyedildim. De ki: Ben asla heva ve heveslerinize uymam. O takdirde sapmış sayılırım ve hidayete erenlerden olmamış olurum.” (56)

“De ki: Şüphesiz ki Rabbimden gelen apaçık bir beyyine üzerindeyim. Siz ise bunu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz (azap) benim elimde değildir. Şüphesiz ki hüküm yalnız Allah’a aittir. O, hakkı söyler ve hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” (57)

“De ki: Sizin acele istediğiniz (azap) benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızdaki mesele kesinlikle bitmiş olurdu. Zalimlerin kim olduklarını en iyi bilen Allah’tır.” (58)

“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. O’ndan başka kimse bilmez. Karada ve denizde ne varsa O bilir. Aynı anda hiçbir yaprak O’nun bilgisi dışında düşmez. Yerin karanlığındaki hiçbir tane, hiçbir yaş ve hiçbir kuru, müstesna olmaksızın hepsi apaçık bir kitaptadır.” (59)

“Geceleyin sizi vefat ettiren O’dur. Gündüz yaptıklarınızı bilir. Belirli bir ecel geçsin diye gündüz sizi dirilten O’dur. Sonra O’na döneceksiniz ve yaptıklarınızı size haber verecektir.” (60)

“Kullarının üzerinde mutlak hükümranlık sahibi O’dur. Üzerinize koruyucu (melekler) gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit, gönderdiğimiz (melekler) onun canını alır ve onlar vazifelerinde asla kusur etmezler.” (61)

“Bundan sonra onların gerçek sahibi olan Allah’a götürülecekler. İyi bilin ki hüküm sahibi yalnızca O’dur ve hesap görenlerin en hızlısı O’dur.” (62)

“Deki” emri En’am Suresi’nde en fazla tekrar eden ifadelerden biridir. Bu, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in daveti yüklenirken kâfirlerle ne kadar tartıştığını gösterir. Onların her sorusuna, itirazına ve yanlış inançlarına doğru cevaplar verilmiştir.

Fikrî mücadele, kâfirlerle tartışmayı ve onların her meselesine cevap vermeyi gerektirir. Bu şekilde, kâfirler susturulur ve hakkı arayan kimselere kanaat ve hidayet ulaşır.

Daveti taşıyanlar, insanların bütün sorunlarına çözüm gösterir ve tüm itirazlarına cevap verir. Böylece davet canlı tutulur ve insanlar ikna edilir. Aksi hâlde, bu doğru bir mücadele sayılmaz.

Nitekim kâfirler, İslam dinine bir yıl tâbi olma teklifi karşılığında Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in onların dinine bir yıl tâbi olmasını teklif etmiştir. Allah, Rasulü’ne şu emri vermiştir:
“Şüphesiz ki Allah dışında dua ettiğiniz (kulluk ettiğiniz) ilahlara kulluk etmekten nehyedildim. Ben asla heva ve heveslerinize uymam. O takdirde sapmış sayılırım ve hidayete erenlerden olmamış olurum.”

Bu emir, Rasulullah’a, onların heva ve heveslerine dayalı tekliflerini reddetmesini buyurmuştur. Kâfirun Suresi de aynı tutumu emretmiştir. Çünkü bâtıl ile hak, küfür ile iman birleşmez, bir arada bulunmaz ve aralarında uzlaşma gerçekleşmez.

Allah’a yaklaşmak için putları veya başka aracıları kılmam. O’na dua ederken hiçbir şeyi aracı kılmam. Sadece Allah’a dua ederim.

Zira müşrik Araplar Allah’a inanıyorlardı, fakat O’na kulluk ve dua ederken putları aracı kılıyorlardı. Allah, kendisinden başka dua ettiklerini reddetmeyi emretmiştir.

Allah’a dua veya kulluk edilirken bir insanı dahi aracı kılmak şirktir. Dua yalnızca Allah’a yapılır ve sadece O’na ibadet edilir. Hiçbir şey ya da kimse aracı kılınmaz. Allah şöyle buyurmuştur:

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِي إِذَا دَعَانِي فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

“Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit, dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar.” (Bakara 186)

Allah’a ibadet edilirken yalnızca O’na yönelinir ve hiçbir kimse ortak kılınmaz. Niyet, sırf O’nun rızasını kazanmaktır. Allah şöyle buyurmuştur:

قُلۡ اِنَّمَاۤ اَنَا بَشَرٌ مِّثۡلُكُمۡ يُوۡحٰٓى اِلَىَّ اَنَّمَاۤ اِلٰهُكُمۡ اِلٰـهٌ وَّاحِدٌ‌  ۚ فَمَنۡ كَانَ يَرۡجُوۡا لِقَآءَ رَبِّهٖ فَلۡيَـعۡمَلۡ عَمَلًا صَالِحًـا وَّلَا يُشۡرِكۡ بِعِبَادَةِ رَبِّهٖۤ اَحَدًا﴿۱۱۰﴾ 

“De ki: Ben sizin gibi bir beşerim, ancak sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu bana vahyedildi. Kim Allah ile karşılaşmayı (O’nun rızasını) umuyorsa salih ameller yapsın ve Rabbine kulluk ederken hiçbir şeyi ortak kılmasın.” (Kehf 110)

Eğer mümin böyle yapmazsa dalalete düşmüş sayılır ve hidayete erenlerden olmaz. Hidayetin tersi olan dalalet, sapkınlık demektir.

Allah, Rasulüne hitap ederken her mümin de muhatap kabul edilir ve aynı tutumu benimser. Zira bir nass (ayet) ile istisna belirtilmedikçe, Rasul’e yapılan hitap müminlere de yapılmış sayılır.

Müminler, Muhammed Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i örnek alarak onun gibi daveti taşır ve kâfirlere karşı mücadele ederler. Her itiraza ve soruya cevap verirler; ta ki insanlar ikna olsunlar. Ancak bile bile hidayeti reddedenlere, birçok ayette olduğu gibi, Allah’ın azap tehdidi bildirilir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem apaçık bir beyyine üzerindedir. O, hak üzere olduğuna güvenir ve inanır; bunda hiçbir şüphesi yoktur.

لَمۡ يَكُنِ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا مِنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ وَالۡمُشۡرِكِيۡنَ مُنۡفَكِّيۡنَ حَتّٰى تَاۡتِيَهُمُ الۡبَيِّنَةُۙ‏ رَسُوۡلٌ مِّنَ اللّٰهِ يَتۡلُوۡا صُحُفًا مُّطَهَّرَةً ۙ‏  فِيۡهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌؕ‏

“İster Ehl-i Kitap olsun isterse müşrikler, kâfirler kendilerine beyyine (apaçık delil) gelinceye kadar küfürden ayrılmazlar. Bu beyyine, temiz sayfaları okuyan Allah’ın Rasulüdür. O sayfalarda değerli yazılar vardır.” (Beyyine 1-3)

Allah’tan gelen beyyine, Kur’an’dır ve bu bir mucizedir. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Allah’ın Rasulü olduğuna dair kesin bir delildir. Ancak müşrikler bunu yalanlamışlardır. Oysa bunun Allah’tan olduğunu içlerinde kesin olarak biliyorlardı. Zira Kur’an’ın mucizesini görmüşler ve onun bir benzerini veya bir suresini dahi getirememişlerdir.

Ehl-i Kitap ise kendi kitaplarında onun Rasul olduğunu bildikleri hâlde bunu gizlemiş ve inkâr etmişlerdir. Bu nedenle her iki grup da cehennemliktir.

اِنَّ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا مِنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ وَالۡمُشۡرِكِيۡنَ فِىۡ نَارِ جَهَنَّمَ خٰلِدِيۡنَ فِيۡهَا ‌ؕ اُولٰٓٮِٕكَ هُمۡ شَرُّ الۡبَرِيَّةِ ؕ‏

“Şüphesiz ki, ister Ehl-i Kitap olsun isterse müşrikler, kâfirler ebediyen cehennemde kalacaklardır. Onlar, yaratılmışların en şerlisidir.” (Beyyine 6)

Kâfirler, inanmadıklarından dolayı Allah’ın azap tehdidini hafife alır ve alay ederler. “Hani, nerede bu azap? Gelsin bakalım!” derler.

وَاِذۡ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنۡ كَانَ هٰذَا هُوَ الۡحَـقَّ مِنۡ عِنۡدِكَ فَاَمۡطِرۡ عَلَيۡنَا حِجَارَةً مِّنَ السَّمَآءِ اَوِ ائۡتِنَا بِعَذَابٍ اَلِيۡمٍ‏

“Şöyle dediler: ‘Allah’ım! Eğer (Kur’an ve Rasul) senin yanından gelen hak ise, gökten üzerimize taş yağdır veya bize acı bir azap ver.’ “ (Enfal 32)

Allah, kendi Rasulü’ne şöyle demesini istedi:

“Sizin acele istediğiniz (azap) benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızdaki mesele kesinlikle bitmiş olurdu.”

Fakat bu iş Allah’ın elindedir, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in elinde değildir. Allah, onlara ne zaman azap indireceğine dair kararı verir; kim bu azabı hak etmiş, kim etmemiş, bunu ancak O bilir. Çünkü Allah, zalimlerin kimler olduğunu en iyi bilendir.

Zalim kelimesi kapsamlıdır; kâfirleri ve günah işleyenleri kapsar. Bu iki sınıf da hak ettikleri azabı görür. Allah her şeyi bilir; gaybı bildiği gibi insanların bildiklerini de bilir. Ancak gaybı sadece O bilir ve dilediği takdirde Rasulüne bildirir.

Karada, yeryüzünde ve onun derinliklerinde, yerin karanlığında hiçbir tane, hiçbir yaş ve hiçbir kuru, Allah’ın bilgisinden kaçmaz. Bir ağaçtan yaprak düşse dahi O bilir. Denizde ne varsa, onu da bilir. İnsanların yeryüzünde ve denizde ne yaptıklarını da bilir. Çünkü bunları yaratan ve düzenlerini koyan O’dur. Öyleyse onları yaratan ve düzene sokan, onların ne yaptıklarını ve onlara ne olacağını bilmez mi? Elbette bilir. Allah, o kadar azametlidir ki insan ne kadar düşünse ya da öğrense, O’nun ilminden ancak basit bir şey bilebilir.

Şu bir gerçektir ki Allah’ın ilmi, insanın serbest kılındığı dairede engel olmaz. Allah, insanın serbestçe ne yapacağını bilir; ancak onu denemek üzere engellemek istemez. Engelleyebilir, fakat onları denemek için engellemeyeceğini bildirmiştir. Bu şekilde insan, cenneti ve cehennemi adaletle hak eder. Eğer iman eder ve salih amel işlerse cennetlik olur. Eğer kâfir olur, Allah’a isyan eder ya da zalim olursa cehennemlik olur. Allah, bu kişinin ne yapacağını ezelden bilir, buna rağmen onu serbest bırakır ki insan, kendi yaptığından sorumlu olsun. Bu hususta birçok ayet geçmiştir:

كُلُّ نَفۡسٍ ۢ بِمَا كَسَبَتۡ رَهِيۡنَةٌ ۙ‏

“Her insan, yaptığından sorumludur.” (Müddessir 38)

İnsan, amelini serbestçe yaparken Allah ezelden onu bilir, fakat onu imtihan etmek için serbest bırakır. Oysa Allah, onu engellemeye kadirdir. Bu nedenle zalimin yaptıkları zulmü bilir ve müminlere bir görev yükler: Zalimlere karşı durun, onları zulmünden alıkoyun ve cezalandırın. Bunu yaptığınızda Allah size yardım edecektir, ey müminler!

Yahudilerin Filistin’de ve özellikle Gazze’de yaptıkları zulmü Allah görür ve bilir. Ezelden beri de bilir. İstese bunu engellerdi; ancak O’nun sünnetine, yani daimi kanununa göre, müminlerin zalimlere karşı çıkıp savaşmalarını ister.

قَاتِلُوۡهُمۡ يُعَذِّبۡهُمُ اللّٰهُ بِاَيۡدِيۡكُمۡ وَيُخۡزِهِمۡ وَيَنۡصُرۡكُمۡ عَلَيۡهِمۡ وَيَشۡفِ صُدُوۡرَ قَوۡمٍ مُّؤۡمِنِيۡنَۙ‏

“Onlarla savaşın ki Allah, onları (kâfir ve zalimleri) ellerinizle azap etsin, rezil etsin, size karşı mağlup kılsın ve müminlerin kalplerini ferahlatsın.”
(Tevbe 14)

Eğer müminler zalim yönetim ve yöneticilere karşı harekete geçmezlerse durum olduğu gibi devam eder. Zalim Mustafa Kemal, Hilafeti yıktı; Cumhuriyet, laiklik ve demokrasiyle küfrü, fıskı ve fucuru yaydı. Onun izinden giden zalimler, 100 yıldan fazla bu durumu sürdürdüler. Allah bunu bilir. İsterse bir anda yok edebilir. Ancak müminlerin çalışmasını ister. Şu anda müminlerin bir kısmı mücadele ediyor, bu zulme ve zalimlere karşı çıkıyor ve Hilafeti kurmaya çalışıyor. Ancak henüz yeterli seviyeye ulaşamadılar. Çünkü kuvvet ehlini kazanmak gerekir.

Bazı müminler ise korku gösterip canını ve çıkarını düşünerek mücadele etmek istemezler. Bunların hepsi günahkârdır. Bazıları sadece dua ile yetinmeye çalışır. Oysa amel etmek ve mücadele etmek farzdır. Dua, amelle birlikte olursa kabul edilir. Ayetler ve hadisler hep bunu göstermiştir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, amel ederken ve mücadele verirken aynı zamanda dua ediyordu. Mekke’de bulunduğu dönemde kendisi ve sahabeleri sürekli sözlü mücadele içindeydiler. Medine’ye hicret ettikten ve devleti kurduktan sonra ise silahlı mücadeleye başladı. Ancak sadece duayla yetinmediler.
Allah, onların yaptıklarını biliyordu ve bu nedenle yardım ediyordu. İslam tarihi boyunca Müslümanlar da bu şekilde hareket etmişlerdir.

İnsanların uyuması, geçici bir vefattır. İnsanlar uyuduklarında Allah onları vefat ettirir ve sonra tekrar diriltir. İnsan bu durumu düşünse, dirilişe inanır. Allah, insana son vefatını verdiğinde melekler aracılığıyla canlarını alır ve ardından yeniden dirilteceğini söyler. Bu nedenle, kesinlikle diriliş gerçekleşecektir. İnsanlar her gün uyutulup diriltilir, ta ki ecelleri gelene kadar. Ecel geldiğinde kalkamazlar, canları alınır. İkinci diriliş ise kıyamet gününde olacaktır. O gün, dünyada yaptıkları amellerin hesabını vereceklerdir.

Normal şartlarda insanlar gece uyur ve gündüz çalışır. Ancak bunun tersi de olabilir; bazıları gece çalışır, gündüz uyur.

وَمِنۡ اٰيٰتِهٖ مَنَامُكُمۡ بِالَّيۡلِ وَالنَّهَارِ وَابۡتِغَآؤُكُمۡ مِّنۡ فَضۡلِهٖ‌ؕ اِنَّ فِىۡ ذٰلِكَ لَاٰيٰتٍ لِّقَوۡمٍ يَّسۡمَعُوۡنَ

“Kendi ayetlerinden biri de geceleyin ve gündüz vakti uyumanız ve Allah’ın lütfundan rızık aramanızdır. Şüphesiz ki bunda işiten insanlar için ayetler vardır.”
(Rum, 23)

İslam Hilafet Devleti’nde insanlar arasında işler bölüştürülür. Gece ve gündüz çalışma düzeni, ihtiyaçlara göre devreye sokulur. Ancak asıl önemli olan, insanların salih amel işlemeleri ve Allah’ın emir ve yasaklarına uymalarıdır. Helale ve harama riayet ederek dünyayı kazanırken ahireti de kazanmaları gerekmektedir.

Allah insana bir irade vermiştir, ancak O’nun iradesi tüm iradelerin üzerindedir. İnsanların yaratılışı ve ölümü kendi ellerinde değildir. Allah her insan için bir ecel tayin etmiştir. Bu ecel gelmeden kimse ölmez ve kimse onu öldüremez. Eceli gelinceye kadar insanı koruyan melekler görevlendirilir. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalınsa bile, eğer eceli gelmemişse melekler onu korur. Ancak eceli geldiğinde veya zarar takdir edildiğinde, koruyucu melekler onu korumaz. Ölüm melekleri gelir ve canını alır.

Melekler, görevlerinde asla kusur yapmazlar. Allah’ın emirlerini tam anlamıyla yerine getirirler. Bu nedenle, bir Müslüman buna inanarak yalnızca Allah’tan korkar ve O’nun rızasını kazanmak için çalışır. Mücadelelerde cesur ve kararlı olur; dünyayı değiştirir ve Allah’ın sözünü hâkim kılar.

Sonuçta, müminlerin toplamı zalimlere galip gelecektir. Çünkü kahhar olan, hükümranlık sahibi olan Allah’tır. Allah, salih amel işleyen ve dinine sahip çıkan müminlere zafer vaat etmiştir. Kimileri eceli geldiği için dünyadan göç ederken, kalanlar zaferi görecektir. Ancak ahirette herkes hak ettiğini alacaktır.

İslam Hilafet Devleti’ni kurmak için bu inanca sahip insanlara ihtiyaç vardır. Zalimlerden korkmazlar, çünkü ecel gelmedikçe kimse onların canını alamaz. Allah, onları denemek için zarar takdir etmediği sürece zalimler onlara zarar veremez. Eceli gelenler, zalimlerin eliyle şehit olurlar. Kendilerine zarar takdir edilmişse, bu zarar günahlarına kefaret olur ve bol sevap kazandırır.

Tüm insanlar Allah tarafından yaratılmıştır ve O’na aittir. Kıyamet günü, insanların yaptıkları amellere göre hüküm verecektir. Herkes, kendi kitabını taşıyarak haşrolunacak; ne yaptılarsa ve söyledilerse hepsi yazılı olacaktır. Organları da o gün şahitlik yapacaktır. Böylece herkes hızlıca hesap verecek ve hak ettiği yere gönderilecektir.

Dünyada Allah, her meselede hükmünün uygulanmasını talep eder. İnsan, bu hükümleri reddeder veya uygulamazsa Allah onu dünyada cezalandırır. Kıyamet gününde ise kesinlikle hak ettiği cezayı verecektir.