– 26 –

 “Harama götüren vesile haramdır” kaidesi

Kâfirlerin taptıklarına sövmek

Yaptıklarını güzel görmeleri

İman etmek için mucize istemeleri

Her mucizeyi gördüklerinde inanmamaları

Allah’ın iradesiyle iman etmek

وَلَا تَسُبُّوا الَّذِيۡنَ يَدۡعُوۡنَ مِنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدۡوًاۢ بِغَيۡرِ عِلۡمٍ ‌ؕ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمۡ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمۡ مَّرۡجِعُهُمۡ فَيُنَبِّئُهُمۡ بِمَا كَانُوۡا يَعۡمَلُوۡنَ‏ ﴿۱۰۸﴾  وَاَقۡسَمُوۡا بِاللّٰهِ جَهۡدَ اَيۡمَانِهِمۡ لَٮِٕنۡ جَآءَتۡهُمۡ اٰيَةٌ لَّيُؤۡمِنُنَّ بِهَا‌ ؕ قُلۡ اِنَّمَا الۡاٰيٰتُ عِنۡدَ اللّٰهِ‌ وَمَا يُشۡعِرُكُمۙۡ اَنَّهَاۤ اِذَا جَآءَتۡ لَا يُؤۡمِنُوۡنَ‏ ﴿۱۰۹﴾  وَنُقَلِّبُ اَفۡـــِٕدَتَهُمۡ وَاَبۡصَارَهُمۡ كَمَا لَمۡ يُؤۡمِنُوۡا بِهٖۤ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَّنَذَرُهُمۡ فِىۡ طُغۡيَانِهِمۡ يَعۡمَهُوۡنَ‏ ﴿۱۱۰﴾ وَلَوۡ اَنَّـنَا نَزَّلۡنَاۤ اِلَيۡهِمُ الۡمَلٰٓٮِٕكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الۡمَوۡتٰى وَحَشَرۡنَا عَلَيۡهِمۡ كُلَّ شَىۡءٍ قُبُلًا مَّا كَانُوۡا لِيُؤۡمِنُوۡۤا اِلَّاۤ اَنۡ يَّشَآءَ اللّٰهُ وَلٰـكِنَّ اَكۡثَرَهُمۡ يَجۡهَلُوۡنَ‏ ﴿۱۱۱﴾ 

 “Allah’tan başka ilah edinen kimselerin taptıklarına sövmeyin; yoksa onlar da cahilce ve düşmanca bir şekilde Allah’a söverler. Biz her ümmete yaptıkları amelleri süslü gösterdik. Sonunda hepsi Rablerine dönecekler ve O da yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (108)

“Eğer kendilerine bir ayet (mucize, delil) gelirse mutlaka iman edeceklerine dair bütün güçleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: ‘Ayetler ancak Allah katındandır.’ Peki, o ayet geldiğinde de inanmayacaklarını siz nereden bileceksiniz?” (109)

“Biz, ilk defa ona (Kur’an’a) inanmadıkları gibi, kalplerini ve gözlerini ters çeviririz ve onları azgınlıkları içinde bocalayıp durur halde bırakırız.” (110)

“Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık bile yine inanmazlardı; ancak Allah dilerse inanırlar. Fakat onların çoğu bunu bilmez.” (111)

İbn Abbas’tan aktarılan rivayete göre kâfirler, Resûlullah’a şöyle dediler:
“Eğer bizim ilahlarımıza sövmekten vazgeçmezsen biz de senin Rabbine söveriz.”

Katâde’den aktarılan rivayete göre ise Müslümanlar, kâfirlerin putlarına sövüyorlardı. Kâfirler de buna karşılık Allah’a sövüyorlardı. Bunun üzerine bu ayet indi. Eğer Müslümanlar, kâfirlerin putlarına sövdüklerinde onlar da Allah’a sövüyorsa, artık o putlara sövmek caiz değildir.

Oysa o kâfirler Allah’a inanıyorlardı. Fakat putlarına o kadar değer verdiler ki Allah’a sövmeye bile hazır hale geldiler. Bu putları, Allah’a yaklaşmak için birer vasıta kılmışlardı. Ama putlara olan sevgileri onları kör etti. Böylece cahilliğe kapılıp Allah’a düşmanlık yapmaya başladılar.

Bu hâl, cahil ve düşünmeyen bir insanın hâlidir. Çünkü putları, Allah’a ulaşmak için bir araç olarak gördüklerinden, biri putlarına söverse Allah’a da söverlerdi. Bu, nasıl bir cahilliktir!

Fakat Müslümanlara duydukları düşmanlık onları kör etti. Allah’a küfretmeye hazır hale geldiler. Aşırı sevgi, onları bu noktaya getirdi.

Bu asırda da bazı insanlar, Allah’a inandıkları hâlde liderlerine söversen Allah’a sövmeye hazır olurlar. Onlara heykel ve put dikerler. Onlara aşırı saygı ve sevgi gösterir, önlerinde eğilirler. Öyle ki, liderlerine söversen Allah’a söverler. Böylece tıpkı o müşrikler gibi Müslümanlara karşı cahilce ve düşmanca davranırlar.

Bir şeyi aşırı derecede sevmek; onu kutsamak ve tapmak anlamına gelir. Allah, bu tür insanlar hakkında şöyle buyurmuştur:

وَمِنْ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَندَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِلَّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُوا إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا وَأَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ

“İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır. Keşke o zulmedenler, azabı gördüklerinde anlayacakları gibi, bütün kudretin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.”
(Bakara, 165)

Bundan sonraki ayetlerde (Bakara 166-167), tabi olunan ve tabi olan kişilerden söz edilir. Bazı insanlar, kimi liderleri, yöneticileri ya da büyük gördükleri şahsiyetleri o kadar çok sever ve onlara tabi olurlar ki, Allah’ı ve Resûlü’nü unutur; bu kişilerin sözlerine ve yaptıklarına uyar, onları savunurlar.

Bu kişiler, Allah’ın ve Resûlü’nün sözlerine aykırı davransalar bile, onlara sövülmesine tahammül edemez, aşırılığa kaçarlar. Oysa bunlar da hüsranda olan ve cehennemlik kimselerdir.

Yine, Tevbe Suresi 24. ayette geçtiği gibi bazı insanlar; babalarını, oğullarını, kardeşlerini, eşlerini, hısım akrabalarını, kazandıkları malları, ticaretlerini ve hoşlandıkları meskenleri, Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha fazla severler. Bunlar fasık insanlardır ve cehennemliktirler.

Bu nedenle en üstün olan ve her şeyin üstünde tutulması gereken yalnızca Allah, O’nun Resûlü, dini ve şeriatıdır. Bunlara dil uzatılamaz. Gerekirse bunlar uğruna savaşılır, can ve mal feda edilir.

Allah şöyle buyurur: “Böylece biz her ümmete amellerini süslü gösterdik.”
İnsanlar, yaptıkları işleri doğru zanneder, güzel görür ve severler.

Allah, insanlarda sevme ve kutsama kabiliyeti yarattığı için “her ümmete amellerini süslü gösterdik” buyurmuştur.

İnsan bu kabiliyeti serbestçe kullanır: Ya Allah’ı sever ve O’na tapar — ki bu doğrudur çünkü yaratıcı O’dur ve yalnızca Allah sevgiyi ve kulluğu hak eder — ya da Allah dışında başka bir şeyi veya kişiyi aşırı sever, bilerek ya da bilmeyerek ona tapar. Bu kişi, yaptığını güzel görür ve savunur. Bu ise bâtıldır. Çünkü aşırı sevilen bu insanlar da birer kuldur, mahlûktur, muhtaç, eksik ve acizdir. Onları taparcasına sevmek, ne haklıdır ne akıllıca ne de doğrudur. Bu davranış cehalettir.

İnsan, yaptıklarından sorumludur. “Sonra Rablerine dönecekler ve o zaman ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.”

Öldükten sonra herkes Allah’a dönecek, huzuruna çıkıp hesap verecektir. Allah, onların yaptığı kötü işleri kendilerine bildirecek ve bunun cezası olarak onları cehenneme atacaktır. Müminlerin ise amellerinin doğru olduğunu bildirecek ve onları cennete yerleştirecektir. Böylece herkes yaptığı amelin hesabını verecektir.

Bu ayetten şu şer’i kaide çıkarılmıştır:
“Harama götüren vesile haramdır.”

Zira ayette bir illet vardır: “Kâfirlerin taptıklarına sövmeyin, yoksa Allah’a söverler.”
Allah’a sövmek haramdır hem de büyük haramdır. Dolayısıyla eğer Müslümanlar, kâfirlerin taptıklarına söver ve bunun sonucu olarak kâfirler Allah’a söverse, bu durumda onların taptıklarına sövmek caiz değildir.

Ancak bu kaide için iki şart koşulmuştur:

  1. Vesilenin kesin olması veya zann-ı galiple (yüksek olasılıkla) harama götürmesi.
  2. Sonucun (götürdüğü şeyin) haram olması.

Eğer sonuç kesin olarak haramsa, bu zaten bellidir. Ama kesinlik yoksa, zann-ı galip yeterlidir. Çünkü kâfirler, Allah’a sövmekle tehdit etmiştir; henüz sövmediler. Ancak yüksek zanla onların bunu yapacağı anlaşılmaktadır. Bu nedenle onların putlarına sövmek haram olur.

Güncel Misaller

  • Eğer sende üzüm varsa ve biri gelip bu üzümden içki yapmak istiyorsa, ona satmak caiz değildir.
    Ama ne amaçla alacağını bilmiyorsan, sakınca yoktur. Ancak bir içki fabrikası senden üzüm almak isterse ve niyetini açıkça söylemese bile, zann-ı galiple bu üzümlerden içki yapılacağı anlaşılır. Bu durumda da satmak caiz değildir.
  • Bir yönetici, hilafeti ve İslami yönetimi kurmak isteyenlerle savaşıyorsa; bu kişileri tutuklayan bir polis ya da onları yargılayan bir hâkim olmak, harama götüren bir vesile olur.
    Bu polis ve hâkim, zalim yöneticinin emrini yerine getirmemeli, Allah’ın emrine göre hareket etmeli ve İslami davetçilere yardım etmelidir.
  • Bir şirket, Müslümanları katleden siyonist/yahudi bir yapıya mal götürüyor veya onlara satıyorsa; o şirkete mal satmak haramdır.
  • Eğer biri, küfür rejimine katılıp laikliği uygulamak ya da buna göre kanun çıkarmak amacıyla başkan veya milletvekili olmaya aday olursa; bu kişiye oy vermek ya da onu seçmek haramdır.
    Çünkü seçen kişi, harama götüren bir vesile olmuş olur.
    Seçim, kendi başına caiz olabilir. Ancak küfrü uygulamak veya buna göre yasa çıkarmak amacıyla birini seçmek, büyük bir haramdır.

Eğer biri laikliğe inanarak bu görevi yaparsa, İslam’dan çıkar.
İnanmıyorsa ama “İslam’a hizmet edeceğim” diyerek bu göreve gelirse, yine büyük bir haram işlemiş olur.
Zira İslam’a, küfrü uygulayarak hizmet edilmez. Aksine, küfrü uygulamak, İslam’ı hayattan daha da uzaklaştırır.

  • Faizi yiyen, yediren, yazan ve şahit olanlar; hadis-i şerifte doğrudan lanetlenmiştir. Bu fiiller açık ve kesin haramdır.

Ancak bir televizyon faizin reklamını yaparsa ya da bir banka için faiz hesaplama programı hazırlarsa, bu da harama götüren vesile olur.

İşte bu şekilde bu şer’i kaide (harama götüren vesile haramdır) uygulanır.

Kâfirler, “Kendilerine bir ayet (mucize, delil) gelirse, kesinlikle iman edeceklerine dair bütün güçleriyle Allah’a yemin ettiler.”

Allah, Rasûlü’ne hitaben şöyle buyurur: “Ayetler ancak Allah katındadır.” Yani ey Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, mucizeler senin elinde değildir. Sen sadece bir kulsun. Ancak Allah dilediği zaman mucize gösterir ve ne zaman göstereceğini en iyi O bilir. Çünkü mucize geldiğinde onlar gerçekten iman edecekler mi? Bu nedenle Allah şöyle buyurur: “Eğer bu ayet (mucize) gelirse, onların inanmayacaklarını siz nereden bileceksiniz?”

Eğer gerçekten samimi olsalardı, Kur’an mucizesi zaten ellerindeydi; onu anlıyorlardı ama inanmak istemiyorlardı. Peki, başka bir mucize gelirse, gerçekten inanacaklar mı? Hayır! Çünkü bunlar yalan yere yemin eden kimselerdir.

Geçmiş kavimler de böyleydi. Kendilerine gelen peygamberler ne kadar mucize gösterirse göstersin inanmadılar. Peygamberlerine sihirbaz, deli, yalancı gibi hakaretlerde bulundular.

Musa Aleyhisselâm Firavun’a dokuz mucize gösterdi. Yine de Firavun inanmadı. En son boğulma anında “İnandım!” dedi ama bu imanı kabul edilmedi. Nitekim Yûnus Suresi 90. ayette bu durum açıkça belirtilir. Aynı şekilde Nisa Suresi 18. ayette, kişi ölüm anında ya da can çekişirken iman ettiğini veya tevbe ettiğini söylese bile bu tevbe kabul edilmez.

“Biz, ilk defa ona (Kur’ân’a) inanmadıkları gibi, onların kalplerini ve gözlerini ters çeviririz ve onları azgınlıkları içinde şaşkın dolaşır halde bırakırız.”

Yani o kâfirler ilk anda Kur’an’ın mucizesini gördüler ama inanmadılar. O halde başka bir mucize gelse bile yine inanmayacaklar. İleride tefsir edeceğimiz En’âm 125. ayette Allah şöyle buyurur: “Allah, iman etmek isteyenin göğsünü İslâm’a açar. İman etmek istemeyenin göğsünü ise dar ve sıkıntılı hale getirir.”

Çünkü bu kişiler iman etmek istemedikleri için Allah da onlara yardım etmez. Göğüslerini dar ve sıkıntılı bırakır. Onlar, Kur’an mucizesini görüp iman etmeyince, kalpleri ve gözleri körleşmiş, sapıklık içinde dolaşır hale gelmişlerdir. Hep yeni bir mucize istemektedirler. Oysa Kur’an gibi bir mucize ellerindedir; bu yetmez mi?! Bu istekleri, azgınlıklarını daha da artırmaktadır.

Allah, “onlara melekler indirilse, ölüler dirilip onlarla konuşsa, hatta bütün geçmiş ümmetleri onların önüne getirsek bile iman etmezler” buyurur. Çünkü bunlar meleklerin inmediğini, ölü babalarının ve atalarının dirilmediğini öne sürerek iman etmiyorlar.

İman ancak Allah’ın dilemesiyle gerçekleşir. Onlar “istersek iman ederiz, ama istemiyoruz” dediler. Allah da onlara cevaben şunu bildiriyor: “Allah’ın dilemesi olmadan iman edemezler.” Çünkü bütün insanlar Allah’ın mülkü, otoritesi ve hâkimiyeti altındadır. O’na rağmen bir şey yapamazlar. Allah’ın izni olmadan ne mümin olabilirler, ne de kâfir olabilirler.

Allah, insanlara iman ve küfür arasında serbest irade vermiştir. Fakat bu özgürlük de Allah’ın iradesiyle verilmiştir. Sonuçta bir kişi ya mümin olur ya da kâfir; her iki durumda da Allah’ın iradesi geçerlidir. Ama insanların çoğu bu meseleyi bilmez, doğru düşünemez. İman etmediklerinde, Allah’a rağmen inanmadıklarını zannederler; sanki Allah’a meydan okuyorlarmış gibi davranırlar. Oysa Allah dileseydi onları iman etmeye zorlar ya da onları yok ederdi. Fakat onları serbest bırakıyor ki azabı hak etsinler.

Dünyada da, ahirette de onlara azap vardır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslâm Devleti’ni kurduktan sonra onlara karşı savaş başlattı. Bedir Savaşı’nda ileri gelenlerinden yetmiş kişi öldürüldü. Mekke’nin fethinde bir kısmı daha öldürüldü. Böylece azgınlar temizlendi. İşte dünyada azgın kâfirlerin ve zalimlerin cezasını Hilafet devleti kurulunca verecektir. Ahirette ise onlar ebediyen cehennemde kalacaklardır.