Soru:
Kabir azabı meselesi, Hizb’in görüşüne göre imanî bir mesele değildir. Bilindiği gibi, bu konu mütevatir hadisler kategorisinde değerlendirilmediği için böyle bir yaklaşım benimsenmiştir.
Tabii ki, ulema arasında bu konuda görüş ayrılığı vardır. Kimisi bunun imanî bir mesele olduğunu söylerken, kimisi “imanî mesele olmasa da inanırız” demektedir.
Hizb’in bu görüşü kendi içtihadının bir neticesi midir, yoksa ulemaya bağlı bir görüş açısı mıdır?
Cevap:
Hizb, akidenin ancak kesin delil ve kesin delalet ile sabit olacağını ispat etmiş ve bunu vurgulamıştır.
Eğer delil zannî olursa veya delil kesin olsa bile delaleti kesin değilse, bunun akide sayılmayacağını açıklamıştır.
Aslında, bütün âlimler bu konuda ittifak halindedir.
Fakat bazı âlimler, haber-i ahad hadis birçok rivayetle gelirse ve onu pekiştiren birtakım karineler olursa bu hadisin kesinlik kazanacağını ve akide için delil olabileceğini söylemişlerdir.
Hizb ise, haber-i ahad hadisin zannî kalacağını, yalnızca mütevatir olanın kat’î sayılacağını ifade etmiştir.
Allah Subhânehu ve Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ve birçok ayetinde akidede zanna tabi olmayı zemmetmiş ve akidenin kesin olması gerektiğini beyan etmiştir.
Hizb, kabir azabı hakkında kesin bir görüş benimsememiştir. Sadece akidenin ne olduğunu ve iman ile tasdik arasındaki farkı göstermiştir.
Akidenin delilinin zannî olması caiz değildir; bilakis, kat’î olması zorunludur demiştir.
Zannî delil söz konusu olduğunda, bu sadece tasdik edilir ama kesin şekilde tasdik edilmez.
Nitekim zanna itikat hakkında kesin nehiy gelmiştir ve bu nedenle haramdır.
Bu yüzden, akaide dair bir delilin zannî olması sahih sayılmaz. Çünkü akaid kesinlik gerektirir; zanla ispat edilemez.
Zan ise ne kesinlik ne de kat’iyet ifade eder.
Bundan dolayı, itikat konusundaki delil kesin olursa, ona iman etmek yani kesin olarak tasdik etmek gerekir. Onu inkâr eden kişi de kâfir olur.
Eğer delil zannî ise, inkâr edenin tekfir edileceği bir akide meselesi sayılmaz.
Ancak delil sahih veya hasen olduğu sürece tasdik edilir ve onu yalanlayan günahkâr olur.
Burada anlaşılması gereken önemli husus şudur:
İtikat etmemek, inkâr etmek demek değildir.
Bilakis, bu sadece kesinliğin olmaması anlamına gelir.
Mesela “bir şeye itikat etmiyorum” demek, “onu inkâr ediyorum” demek değildir.
Bu sözün manası, “onu kesin tasdik etmiyorum” demektir.
Dolayısıyla bu ince yönün tam anlamıyla dikkate alınması zorunludur.
Zira şer’î hüküm olmayan ama akaidden sayılan bazı hususlarla ilgili sahih zannî hadisler varid olmuştur.
Bu durumda, zannî delile dayanan itikadın haram kılınmasının anlamı; bu hadislerde geçenleri reddetmek veya tasdik etmemek değildir.
Bilakis, bu hadislerde geçenleri kesin tasdik etmemek anlamına gelir.
Ancak bunlar yine de kabul edilir ve tasdik edilir; fakat bu tasdik, kesinlik taşımadan olur.
Çünkü haram olan şey, bu hadisler hakkında itikattır, yani kesin tasdik etmektir.
Bilakis, bunlardan bazılarıyla amel edilmesini talep eden nass gelmiştir ve bu nasslar doğrultusunda amel edilir.
Şöyle devam etti:
Mesela, Ebu Hureyre’den Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Sizden biriniz son teşehhütten ayrıldığında (namazını bitirip selam verdiğinde), dört şeyden Allah’a sığınsın: Cehennem azabından, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden ve Mesih-i Deccal’in fitnesinden.” [İbn Mâce]
Âişe RadiyAllahu Anhâ’dan gelen rivayete göre Nebî SallAllahu Aleyhi ve Sellem namazda şöyle dua ediyordu:
“Ey Allah’ım! Kabir azabından Sana sığınırım, Mesih-i Deccal’in fitnesinden Sana sığınırım, hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım. Ey Allah’ım! Günah işlemekten ve borçlanmaktan Sana sığınırım.” [Buhârî]
İşte bu iki hadis ahad haberlerdir ve bunların içinde bir fiil talebi vardır.
Yani teşehhütten ayrıldıktan sonra bu duanın yapılması talep edilmiştir.
Dolayısıyla teşehhütten sonra bu dua ile dua etmek menduptur ve bu hadislerin içinde geçenler tasdik edilir.
Ancak ahad hadis yani zannî delil olduğu sürece, bu mesele akide kapsamında sayılmaz.
Ama tevatür yoluyla gelmişse, bu durumda ona itikad etmek gerekir.
Akaid açısından durum budur, dedi.
Burada, azab-ı kabir ile ilgili iki sahih haber-i ahad hadisi gösterdi.
Bunlar tasdik edilir ve onlarla amel edilir.
Eğer tevatürle ispatlanırsa, bu durumda akide olur.
Buna göre kabir azabının akide olup olmadığını ve bu konuda ne benimsediğini belirtmedi.
Sadece örnek olarak gösterdi.
Bu iki hadis haber-i ahad olduğundan, içeriği tasdik edilir ve amel edilir, dedi.
Esad Mansur