ÖZELLEŞTİRME HAKKINDA İSLÀM’IN HÜKMÜ
  Sabit ve sahih fikre dayalı olmayan sömürgecilere bağlı olan devlet, bir gün her şeyi kamulaştırmaya çalışmıştı. Bugün ise her şeyi özelleştirmeye çalışmaktadır. Dünya kapitalistleştikçe, Türkiye de modaya uyup kapitalistleşiyor. Aslında Türkiye Cumhuriyeti kapitalist bir devlettir. Çünkü temeli laikliktir. Laiklik ise; dini hayattan ayırmaktır. Bu şekilde din; devletten, siyasetten, ekonomiden, öğretimden, toplumdan, dış siyasetten ve her husustan ayrılıyor. Ve din, ferdin vicdanına, ahlâkına ve inancına has bırakılmaktadır. Böylece bunun dışına çıkamaz. Fert ile Rabbi arasında bir ilişkidir denilir, tabii ki bu fert kendisi için bir Rab tanırsa. İnkâr ederse de olur. Çünkü fert, inanç, ibadet ve vicdan hürriyetine sahiptir. Bir takım ahlâka sahip olabilir de olmayabilir de. Çünkü şahsî hürriyet vardır. İstediği şekilde düşünebilir ve konuşabilir. Zira fikir ve görüş hürriyetine sahiptir. Aynı anda istediği şekilde mülk edinebilir. İşte laiklik budur. Mülk, mal ve parayı hayatta en önemli şey saydıkları için, mülk edinme hürriyeti ve diğer hürriyetleri veren bu sisteme kapitalizm adı verilir. Kapital, sermaye, kapitalist sermayedir. İslâm sistemine dayalı Osmanlı Devleti’ni yıkan M. Kemal sömürgeci İngilizlerin isteğine ve şartlarına binaen laikliğe dayalı yeni bir devlet kurdu. Laiklik temeli olunca kapitalist sistemi olur. Bu şekilde kapitalist rejimi Türkiye adı alan memlekete getirildi. Fakat dünyada kapitalist rejimi sosyalist sisteminin saldırısına maruz kaldığı için Batı dünyasında kapitalizmin zulmünü örtecek ve insanları aldatacak bir sosyalizm geliştirildi. Bu sosyalizme, devlet sosyalizmi veya karma ekonomi denilir. Laik ve kapitalist Baas Partisi ve Nasr rejimi gibi Arap sosyalistleri, bunu Arap sosyalizmi diye adlandırdılar. İslâmı pek kavramayan, hava ve şartlara uyan Müslümanlar ise İslam sosyalizmi diye adlandırdılar. Hatta Suriye’de İhvanı Müslim’in lideri Mustafa Sıbaî, İslâm’da sosyalizm adlı kitabı yazdı. Şair Mehmet Akif gibi İslâm duygularına sahip olup 1934’de vefat eden, Arap şairlerin emiri Ahmet şevki, şiirinde Hz. Muhammedi överken, Muhammed (S.A.S)’in sosyalistlerin imamı ve önderi olduğunu söyledi. Bugünkü gibi demokrasi hem övülüyor, hem de İslâm’da sosyalizm vardır diye söz ediliyor. Hâlbuki İslâm ile demokrasi ve sosyalizm taban tabana zıttır. Kapitalist devletlerinde, sosyalizme dayalı partiler kuruldu. Fransa’da, İngiltere’de, Almanya’da, Yunanistan’da ve diğerlerinde de bu şekilde partiler kuruldu. Türkiye’de de CHP gibi bu esasa dayalı partiler kuruldu. Bütün bu partiler laik, demokrat ve cumhuriyetçi olduklarını söylüyorlar. İktidara geçince mevcut olan kapitalist sistemini değiştirmezler. Sadece çürük ve yıpranmış kapitalist sistemine yamalar yapıştırırlar. Bu da kanunla olur. Meclis çoğunluğuyla halkın maslahatı icabı gereğince de bazı hususları kamulaştırırlar. Böylece temeli değiştirmezler ve her şeyi de kamulaştırmazlar, sadece uygun gördükleri şeyleri kamulaştırırlar. O şeyin tabanına bakmaksızın bunu yaparlar. Kömür ocakları, petrolü, postayı, demir yollarını, hava yollarını, köprü, kara yollarını ve barajları, fabrikaları, fırınları, hastaneleri, toprakları, bankaları, vs. veya bunların bir kısmını kamulaştırırlar. Kamulaştırmanın ölçüsünü, o malın tabiatına, kamuya veya ümmete ait olup olmadığına bakmaksızın, maslahat ve menfaate göre yapıyorlar. İngiltere İşçi Partisi, devlet sosyalizmini benimsediği için çok şeyi kamulaştırdı. 1980’li yollarda lideri Thatcher olan Muhafazakâr Partisi, her şeyi özelleştirmeye başladı ve hala Muhafazakâr Partisi bunu devam ettiriyor. Amerika’da 1980’li yıllarda Cumhuriyet Partisi ve onun başkanı Reagen ve onun ekonomi hocası Fredman, her şeyi özelleştirmeye başladı. Türkiye’de 1980’li yıllarda Fredman’ı kendi hocası olarak sayan Özal, Amerika ve İngiltere’den etkilendi ve özelleştirme siyasetini başlattı. Bu nedenle onun uzantısı Çiller, son ÖZELLEŞTİRME kanununu çıkartınca, son sosyalist devletin bittiğini söyledi. Kamu iktisadı Teşkilatları (KİT) ile ilgili özelleştirme kanunu, kendi kendini sosyalist sayan parti olan SHP’nin onaylamasıyla çıkartabildi. Türkiye havaya ve şartlara uyan kendi gerçek menfaatini bilmeyen ve hiç düşünmeyen taklitçi bir sisteme sahip olduğu için ve bu sistemin yürütenleri de bu zihniyete sahip olduklarını gösteren bu özelleştirme kanunudur. Başbakan Çillerin sözlerini dinleyelim : “KİT’ler için kötüdür demek mümkün değildir. Ama dünya değişmekte. Türkiye bunun gerisinde kalamaz. İşte bugün bu yeni dönemin kapısını açıyoruz. Türkiye coğrafî bölgesindeki sosyalist devlet olmuştu. Biz onu yıktık.” Demek ki bunlar ÖZELLEŞTİRME gereğini hissetmeden KİT’lerin kötü olduğun kabul etmeden sadece “dünya değişmekte ve Türkiye bunun gerisinde kalamaz” diye özelleştirmeye gidiliyor. Bu Kemalist Cumhuriyeti devleti, laik ve kapitalist olmasına rağmen bunu taklit ederek benimsediği için bağımsızca düşünemiyor. Bu devletin adamları kopyacı ve taklitçidir. Akıllarını hiç kullanmıyorlar. Çünkü bu Batı ideolojisini benimsedikleri zaman düşünerek ve kavrayarak değil Batıya hayran kalarak ithal ettiler. İktisat profesörü Tansu Çillerin sözlerinden apaçık bu görülmektedir. Öğrendikleri şey ve bunu güzelce öğrendiklerine dair Dr. ve Prof. unvanı aldıklarında kâfirleri taklit etmek, onlara uymak, nasıl düşündüklerini düşünmek, daha doğrusu her düşündüklerini ithal edip uygulamaktır. Bu nedenle Türkiye adını alan bu memleket ve devlette kesinlikle kalkınma olmayacaktır. Peki, bu KİT’leri kim alacak? Dediklerine göre bunların değeri 60 milyar dolardır. Türkiye benzeri olan Mısır aynı kanunu çıkarmıştı. O da hava ve şartlara uydu ve Batıya uymaktadır. Düşünceleri ithal edip uygulamaktadır. KİT’leri satınca çoğunluğunu Amerika şirketleri aldı. Avrupa da diğer kısmını aldı. Mısırlılar ise kalıntısını aldılar. Bu şekilde sömürgeciler, memleketin ekonomisine tamamen el koymuş oldular. Sadece Mısır adı kaldı. Türkiye’de de aynı şeylerin olacağı görülmektedir. Zaten bu çoktan beri planlanmıştı. KİT’leri batırmak için kasıtlı siyaset takip edilmesiyle bu hale gelinebilsin. Memleket tamamen Amerika ve Avrupa’ya satılsın, kalıntısı da Türkiye’ye ait olsun. Fakat ismi Türk olarak kalsın. Çünkü milliyetçilikleri bu kadardır. Zaten milliyetçilik boştur. Bir fikir içermiyor. Sadece boş lafızlardan ibarettir. Milliyetçiler, ya kapitalizmi ya da onun yaması olan karma ekonomi veya devlet sosyalizmini benimserler. Havaya uyarlar açıkça kapitalizmi benimserler. Hitler’in Partisi devleti sosyalizme dayalı idi. Tekrar KİT’ler kimlere satılacağı sorusuna dönelim. Geçen Ekim ayının son günlerinde, yabancı yatırım ve özelleştirme konferansı yapıldı. Yabancı sermaye derneği başkanı Yavuz Can evi bir konuşmasında şöyle demişti : “Biz Türkiye’de yatırım yapmış yabancı sermayenin çıkarlarını korumak için kurulmuş bir derneğiz. Üyemiz olan kuruluşların menfaatlerini korumak için lobi faaliyetlerini yapıyoruz.” Ve şöyle dedi : “Özelleştirme ancak yabancı sermaye ile yan yana gelirse bir anlam kazanır.” KİT’ler 60 milyar Dolarla satılacaksa yabancı sermayeli olanlardan başka kim olabilir? Amerika, onun dış mâlî kuruluşlar olup devletlerarası simgesini taşıyan IMF ve Dünya Bankası, KİT’lerin bu hale gelmesini çoktan planlamışlardı (3D Dergisi) IMF ve Dünya Bankasında 12 yıldır üst makamı işgal eden Davison Budhoo’nun istifa mektubunda şunları yazdığı nakletti : “Beş yıl kadar önce başkan Reagen etkin bir biçimde üçüncü dünyayı kapitalizmin serbestçe dönen tekerleri için yeni bir alan yapmamız konusunda bize talimat verdi. Ve biz o zaman ne büyük bir sevinçle, ne büyük bir misyon duygusu ile yanıt vermiştik. 1983 yılından sonra yaptığımız her şey, ya güneyi (üçüncü dünya) özelleştireceğiz ya öleceğiz, şeklindeki görev anlayışımızdan bir parçası olarak yapılmıştır ve bu amaç uğrunda biz 1983-1988 yılları arasında Latin Amerika ve Afrika’da alçakça ekonomik bir tımarhane yarattık.” İşte Amerika’nın IMF ve Dünya Bankasının nasıl yürüttüğü apaçık belli olur. Amerika’nın sözünü ve siyasetini bu devletlerarası (!) kuruluşlar uygular. Amerika’da bu özelleştirme kampanyasını başlattığında bu apaçık şekilde belli oldu. Amerika’ya hayır diyemeyen eski başbakan ve cumhurbaşkanı Özal bu özelleştirmeyi başlattı. şu anda başbakan Çiller ve cumhurbaşkanı Demirel bunu devam ettiriyorlar. Türkiye Cumhuriyeti diğer üçüncü dünya devletleri gibi Amerika siyasetini uyguluyor. Demokratikleşmede Amerikan siyasetidir. Onu getirmektedirler. Bütün bu yöneticiler ihanet içerisindedirler. Amerika’nın kuklalarıdırlar. Bu memleketlerin yönetimini bu hale getirmektedirler, çünkü rejimin yapısı buna uygundur. Kapitalist sisteminde esas olan her şey özelleştirmeye aittir. Çünkü mülk edinme hürriyeti vardır. Kamulaştırma ancak istisnai bir husustur. Yukarıda dediğimiz gibi gerçek sosyalizme karşı aldatıcı bir tür sosyalizm ve yıpranmış kapitalist sisteminde bir yamadan ibarettir. İslâm siyasetinde mülkiyet durumu nasıldır? Özelleştirme ve kamulaştırma var mıdır? Hayır, yoktur. İslâm’da mülkiyet şu üç çeşide bölünür: Özel mülkiyet, devlet mülkiyeti ve kamu mülkiyetidir. Bunlar sabittir, değişmez. Özel mülkiyet kamulaştırılamayacağı gibi kamu mülkiyeti de özelleştirilemez. Çünkü bunlar Allah’ın ahkâmıyla belirtilmiştir. Düşündüğümüz maslahata göre veya Amerika ve onun devletlerarası (!) kuruluşları emrine göre de değiştirmeyiz. Çünkü Allah’ın şeriatının belirttiği hüküm, bizim için maslahattır velev ki insanın aklı ve kısır bakışı onu idrak etmese bile. Şeriat bir şeyi haram kılarsa, o bozuk şey demektir. İnsan aklı ve hevesi o haramı maslahat olarak değerlendirse bile, o haram ve bozuktur, terk edilir. Bu şekilde Allah’ın kulu ve kölesi oluruz. Allah’a gerçek şekilde kulluk etmiş oluruz. Amerika’nın kölesi olmamış oluruz. Ona (emrine) uymuş kulluk etmiş olmamış oluruz. Bu mülkiyetlerin detaylarını biraz açıklamak istiyoruz: Özel veya ferdî mülkiyet şu beş yolla gerçekleşir: a-Çalışmak, b-Miras elde etmek, c-Hayatı sürdürmek için ihtiyacı elde etmek, d-Devletin kendi malından fertlere vermesi, e-Mal veya emek karşılığı olmaksızın fertlerin elde ettikleri mallar. Çalışmaya gelince, bunun yedi çeşidi vardır: 1-Ölü toprağı diriltmek. 2-Rıkaz (define). Resulüllah (S.A.S), defineyi bulan kimsenin defineden beşte dördünü alacağını ve sadece beşte birini devlete vereceğini belirtti. 3-Avlanmak. 4-Komisyonculuk. Bir kimsenin malını satmak veya bir kimse için mal temin etmek üzere çalışmaya komisyonculuk denir. Resulüllah (S.A.S) bunu kabul etti. (Ebu Davud) 5-Birisinin mudarebe şirketine emeğiyle ortak olarak katılmasıdır. 6- Musaka. Birinin ağaçlarını sulamak, onlarla ilgilenmek ve onları toplamak konusunda ortak olunmasıdır. Diğer kişi bu işlerde emek sarf eder, ağaçların meyvesinden bir kısmı alır. Resulüllah (S.A.S), Hayber halkına ağaçları sulamak ve onlara bakmak karşılığında meyvenin yarısını verdi. (Müslim) 7-Diğerleri yanında ücretli olarak çalışmaktır. Kısa olarak (A) kısmı olan çalışmanın bölümleri bunlardır. (B) kısmı olan ise Miras elde etmektir. Nisa Suresi’nin 11 ve 12.ci ayetlerinde bakıldığında bu husus görülür. Ayrıca onunla ilgili birçok hadis vardır. (C) kısmında da Hayatı sürdürmek için ihtiyacı elde etmekti. Fakir, miskin (yoksul), yolda parasız kalanlara zekâttan vermenin farz olduğu ve sadaka vermenin gerekli olduğunu gösteren birçok ayet vardır. Bunlar Tövbe Suresi’nin 60.cı ayetindedir. (D) kısmında Devletin kendi malından tabiyetli olan fertlerine vermesi ile ilgili de Resul (S.A.S)’in çeşitli Müslümanlara vermesidir. (E) kısmında Mal veya emek karşılığı olmaksızın fertlerin elde ettikleri mallara gelince bunlar beş çeşittir : 1-Fertlerin birbirleriyle alâka kurmasıyla verdikleri hediye, hibe ve ölmeden gösterdikleri vasiyettir. Nisaî’de Resulüllah (S.A.S), Havazan heyeti geldiğinde onlara şöyle dediği rivayet edildi : “Birbirinize hediye verin ki birbirinizi sevesiniz.” (İbni Asaker) 2-Diyetler gibi tazminat almaktır. Öldürülen kimsenin velisinin diyet alacağına dair ayetler vardır. Nisaî’de azaların kesilmesine karşı diyet alınacağına dair hadisi şerifler rivayet edilmiştir. “Buruna, dile, iki dudağa … karşı diyet vardır.” 3-Mihir. Allah’u Teâlâ, kadınlara mihir verilmesini emretti. 4-Bir kimse bir şey bulup da onu bildirirse, bir sene sonra sahibi çıkmazsa onun kendisine ait olduğunu Resulüllah (S.A.S) belirtti. (Ebu Davud) 5-Halife, muavinleri, valiler, amiller (kaim makamları) gibi yöneticiler, ücret almazlar. Sadece çevreye göre geçimlerini temin etmek için devletten bir miktar alırlar. Ebu Bekir Halife olunca ticaretini devam ettirecekti. Bu engellendi, kendisine çevreye göre bir miktar tesis edildi. Her valiye de böyle bir miktar veriliyordu. Bunları Resulüllah (S.A.S) verdi. Kısaca özel mülkiyeti izah etmeye çalıştık. Bu özel mülkiyet kesinlikle devletleştirilemez veya kamulaştırılamaz. Kamu mülkiyeti ise şu üç hususta görülür: 1-Yollar, parklar, köprüler, meydanlar gibi toplumun ihtiyacıdır. 2-Petrol, demir, bakır, kömür gibi tükenmez madenler. 3-Nehir, deniz, göl ve ormanlar gibi tabiî açıdan fertler tarafından mülk edinilmeyen şeylerdir. Bunlarla ilgili bazı deliller gösterelim: Resulüllah (S.A.S) şöyle buyurdu : “Müslümanlar su, otlak ve ateşte ortaktırlar.” (Ebu Davud ve İbni Mace) Resulüllah (S.A.S), Abyad b. Hammal adlı Müslümana bir toprak verince Müslümanlar orada tükenmez su gibi bir maden var olduğunu söyleyince, hemen verdiği toprağı geri aldı. Orada tuz madeni vardı. Bu üç çeşit mülkiyet, ümmete aittir. Devlet bunlardan herkesin yararını sağlamak için düzenleme yapar ve onları kendi kontrolü altında bırakır. Fertlere devredemez. Fertleri ücretli işçi ve memur olarak bunların düzenlemesini sağlaması için tayin eder. Araç ve makinaları ücretle tutar. Fakat onlara imtiyaz vermez. Bunların gelirinden bir pay almakla çalıştırılmazlar. Bunları işletmek için kendisiyle onları ortak kılmaz. Sadece ücretle bir işçi veya memur olarak tutar ve araçları ve makinaları ise ücretle tutabilir. Bunlar özelleştirilemez. Buna göre fabrikalar, kamu mülkiyeti üzerine kurulu ise kamu mülkiyetine ait olur. Bu devletin kontrolü altında olur. Bunların gelirini devlet tebaasına dağıtır ve işlerini yapmak için harcar. Beytul mala koyar. Zira devlet sağlık ve öğretim hizmetlerini herkese bedava temin edecektir. Fabrikalar, ferdî mülkiyete dâhil olan mallar üzerinde özel mülkiyet olur. Devlet mülkiyeti ise: 1-İhtiyacını gidermek için kamu mülkiyetinden bir kısmını keser. 2-Devlet fabrikalar kurabilir ve geliri kendisine ait olur. 3-Müslüman olmayıp da İslâm Devleti’nde yaşayan kâfirlerin vereceği cizyedir. 4-Savaşsız ganimet (fey) ve savaşla elde edilen mallar (ganimet). 5-Kâfirlerin bizimle dış ticaret yaptıkları zaman onlardan vergi alırız. Bu vergi (gümrük) devlete aittir. Müslümanlardan gümrük alınmaz. 6-Toprak üzerine alınan haraç devlete aittir. 7-Devlet; a-) fakir, yoksul, yolda parasız kalan kimseler, b-) memurlar ve askerler, c-) zarurî yol, hastane, okul gibi toplumun ihtiyacı, d-) Tayfun ve zelzele gibi tabiî afetten zarar gören kimseler, e-) yukarıda sayılan dört ihtiyaç için aldığı borçları ödemek için vergi tahsil eder. Devlet yalnız zenginlerden ve sadece bu hallerde vergi tahsil eder, ondan sonra toplamaz. 8-Definelerin beşte birisi devlete ait olur. 9-Bir kimse vefat edip mirasçısı yoksa malı devlete intikal eder. 10-Memurların aldıkları rüşvet ve hediyeler gibi malları, devlet onlardan alır ve onları cezalandırır. 11-Mürtet olan kimse üç gün içerisinde dine dönmezse öldürülür ve malı devlete ait olur. 12-Malî veya parasal cezalar devletin mülkiyetine girer. 13-Haram yolda elde edilen para ve mallar kendilerine iade etmek için sahipleri bilinmezse devlete ait olur. 14-Sahipsiz toprak veya üç sene içerisinde bir sefer dahi işletilmezse bu devletin mülkiyeti olur. Zekat, sadakalar ve uşur (mahsullerin onda biri zekatı) gibi mallar, Beytul mala konulur. Halife sadece sekiz sınıfa veya birisine verir. Bunlar; fakirler, miskinler, yolda parasız kalmış olanlar, borcunu ödemeyenler, zekat memurları, kalpleri İslâm’a ısındırılacak kimseler, kölelikten azad edilecek kimseler ve cihad’tır. Bunların tümünün delilleri vardır. Bu yazımızda fazla yer alacağından dolayı burada bunları yazamıyoruz. Burada istediğimiz şey, İslâm’daki mülkiyetleri açıklamak, özel mülkiyetin kamulaştırılamayacağı gibi, kamu mülkiyetin de özelleştirilemeyeceğini göstermek istedik. İslâm toprakları üzerine sömürgecilerin kurdukları Türkiye ve Mısır gibi devletler Amerika’nın emri üzerine kamu mülkiyetini özelleştirdiler. Eskiden özel mülkiyeti kamulaştırmışlardı. Ayrıca özel mülkiyetle kamu mülkiyetini ve devlet mülkiyetini birbirine karıştırarak, sömürgeci devletlerin emrine ve isteklerine göre hareket etmektedirler. Haramı helalle, hakkı batılla ve doğruyu yanlışla karıştırarak ya kamulaştırma siyasetini uygularlar ya da özelleştirme siyasetini uygularlar. Yaptıkları bu icraatlar hiç bir fikre göre değil, bunu sömürgecilere ve onların şartlarına binaen yapmaktadırlar. Kendi kendilerini birer Rab ve ilahlar edinmişlerdir. Bu şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin sisteminin bozukluğu ve kukla olduğu belli oldu. İslâm Hilâfet Devleti’nin sisteminin doğru olduğu ve bütün dünyaya hâkim kılınması gerekli olan sistemin olduğu herkesçe belli oldu. Samimi olarak düşünen kimseler muhakkak İslâm sistemini tesis etmeye çalışırlar.   Esad Mansur                                                   Aralık 1994